Ana Sayfa / Yazarlar / Bediüzzaman’ın Ziyâretleri

Bediüzzaman’ın Ziyâretleri

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bediüzzaman’ın hayatında tarihimizde ve maneviyat dünyamızda önemli olan şahıslar vardır. Bediüzzaman bu şahıslara karşı olağanüstü yakınlık göstermiş her fırsatta onların misyonları ile ortak olduğunu ortaya koymuştur, bunlardan biri büyük Osmanlı hükümdarı gerçekten padişah ünvanına layık Yavuz Sultan Selim Han’dır.

Bediüzzaman Fransız ihtilali öncesi ve sonrası , ihtilali hazırlayan filozof ihtilalcilerin bizim aydınlarımızı dahi tesirleri altına alıp, Muhammedi bakış açısının karşısına dünyevi maksatları olan ihtilalci kafaları getirmiştir. Namık Kemal bu ihtilalcilerin tesiri altındadır, Monteskiyo, Ruso ve daha başkaları onun fikirlerini iftiharla kabul ettiği kişilerdir. Bizim toplumuza bu tevhid siyasetini bozan fikirlerin girmesi aydınlarımızın kafasında cazip  görünen ama dini ve milli yapımızı yıkan bu fikirler Cumhuriyetten sonra da başka namlar altında devam etmiş, İslâmın ve Bediüzzaman’ın tevhid siyasetini bozmuşlardır. Demokrat Parti o istikrar siyasetini yakalamış ve geleneği korumuş, ama büyük bir ihtilal ile mensupları mağdur edilmiştir.

Bediüzzaman’ın bütün hayatı bu Muhammedi ittifakı gerçekleştirmek ile geçmiştir. Otuz Bir Mart’ta savunmasında o yine tevhid ve  Muhammedi bir siyasetin savunucusu ve temsilcisi olduğunu anlatmıştır

“Tarif ettiğim ve dahil olduğum İttihad-ı Muhammedînin (a.s.m.) tarifi budur ki: Şarktan garba, cenubdan şimale uzanan bir silsile-i nûranî ile merbut bir dairedir. Dahil olanlar da, bu zamanda üç yüz milyondan ziyadedir. Bu ittihadın cihetü’i-vahdeti ve irtibatı, tevhîd-i İlahîdir; peyman ve yemîni, îmandır; müntesipleri, “kálû belâ”dan dâhil olan umum mü’minlerdir; defter-i esmaları da, Levh-i Mahfûzdur. Bu ittihadın nâşir-i efkârı, umum kütüb-ü İslamiyedir; günlük gazeteleri de, Îlâ-i Kelimetullahı hedef-i maksat eden umum dînî gazetelerdir; kulüp ve encümenleri, cami ve mescidler ve dînî medreseler ve zikirhanelerdir; merkezi de, Harameyn-i Şerifeyn’dir. Böyle cemiyetin reisi Fahr-i Âlemdir (a.s.m.); ve mesleği herkes kendi nefsiyle mücahede, yani ahlak-ı Ahmediye (a.s.m.) ile tahallûk ve sünnet-i Nebeviyeyi ihya ve başkalara da muhabbet ve eğer zarar etmezse nasihat etmektir. Bu ittihadın nizamnamesi sünnet-i Nebeviye ve kanunnamesi evamir ve nevahî-i şer’iyedir; ve kılınçları da berahin-i katıadır. Zîra, medenilere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Taharrî-i hakîkat, muhabbet iledir. Husûmet ise, vahşet ve taassuba karşı idi. Hedef ve maksatları da, Îla-i Kelimetullahtır. Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlak, ibadet, ahiret ve fazillete aittir; yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir. Onu da ulûlemirlerimiz düşünsünler. Şimdi maksadımız, o silsile-i nûranîyi ihtizaza getirmekle, herkesi bir şevk-i hahiş-i vicdaniye ile tarîk-ı terakkîde kabe-i kemalâta sevk etmektir. Zîra; Ila-i Kelimetullahın bu zamanda bir büyük sebebi, maddeten terakkî etmektir. 

İşte, ben bu ittihadın efradındanım ve bu ittihadın tezahürüne teşebbüs edenlerdenim. Yoksa, sebeb-i iftirak olan fırkalardan, partilerden değilim.”

Onun fırsat buldukça ziyaret ettiği Yavuz Sultan Selim’in kabri de bu İslam ittihadının ve Muhammedi rabıtalara padişahın uygun hareket etmesinden dolayıdır. Onun milletin birlikte hareket etmesi esasına dayanan siyasi hattı hareketi de bu doğrultudadır. Bugüne kadar olan siyasi yönlendirmeleri Yavuz’un mücadelesine benzer. Kendisi anlatır:

“Elhasıl, Sultan Selim’e bîat etmişim. Onun ittihad-ı İslamdaki fikrini kabul ettim. Zîra, o, vilayat-ı şarkiyeyi ikaz etti; onlar da ona bîat ettiler. Şimdiki Şarklılar, o zamanki Şarklılardır. Bu meselede seleflerim Şeyh Cemaleddin-i Efganî, allâmelerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abdüh, müfrit âlimlerden Ali Suavi, Hoca Tahsin ve ittihad-ı İslamı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim’dir ki, demiş: 
“İhtilâf ü tefrîka endişesi, 
Kûşe-i kabrimde hatta bîkarar eyler beni. 
İttihadken savlet-i a’dayı def’e çaremiz; 
İttihad etmezse millet, dağdâr eyler beni.” 
Yavuz Sultan Selim

Ben zahiren buna teşebbüs ettim, iki maksad-ı azîm için: 

Birincisi: O ismi tahdit ve tahsisten halas etmek ve umum mü’minlere şümûlünü ilan etmek; ta ki, tefrika düşmesin ve evham çıkmasın. 
İkincisi: Bu geçen musibet-i azîmeye sebebiyet veren fırkaların iftirakının, tevhid ile, önüne set olmaktı. Vâesefa ki, zaman fırsat vermedi. Sel geldi, beni de yıktı. Hem derdim: Bir yangın olsa, bir parçasını söndüreceğim. Fakat hocalık elbisem de yandı; ve uhdesinden gelemediğim bir yalancı şöhret de, maalmemnuniye ref’ oldu. 
Ben ki, adî bir adamım; böyle meclis-i mebusan ve a’yan ve vükelanın en mühim vazifelerini düşündürecek bir emri uhdeme aldım; demek cinayet ettim.”

Bir keresinde talebesi Ahmet Aytimur ile Yavuz’un Kabrine giderler, orada talebesine bazı ifşaatlarda bulunur, Yavuz ile cereyan eden bir manevi sohbetini anlatır, onun gibi düşündüğünü söyler, çünkü Yavuz Türkiye’nin ve Osmanlı’ın akibeti ve siyaseti ile hâlâ alakadardır, onlar ölü değillerdir, yine bu millete siyanet etmektedirler. Onu en iyi anlıyan talebelerinden Kırkıncı Hoca Efendi de Yavuz ile ilgili bir kitap yazmış, Bediüzzaman ile onun fikirleri arasındaki parelellikleri anlatmıştır.

Fatih

Bediüzzaman Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’daki kabrini ziyaret etmiş ve dua etmiştir. Fatih bir  devleti imparatorluk düzeyine çıkaran büyük Osmanlı hükümdarlarındandır, sadece bizim değil dehasını bütün dünyanın kabul ettiği büyük bir hükümdardır. İstanbul bütün dünyanın almak için büyük gayret sarfettiği bir kent iken Allah onu Fatih’e nasib etmiştir, şehrin alınmasında da büyük tahammül şiken tavırlar izhar etmiş sonunda dünyanın ve Müslümanların rüyası olan bu şehri almıştır. Asırlarca İstanbul Osmanlı’nın ve dünya Müslümanlarının başkenti olmuş müstesna bir şehirdir. Bediüzzaman’ın bu büyük hükümdara ilgisi de dine ve insanlığa yaptığı büyük hizmetten dolayıdır.

Fatih büyüklüğüne karşı adaletin de tecellisinde büyük hüsnü kabul ile tavır almış bir hükümdardır, aralarında cereyan eden huzursuz edici bir olaydan dolayı Fatih bir Rum mimarı ile mahkeme edilmiş  mahkemeden padişah ceza alarak çıkmış ama Fatih bu tutuma boyun eğmiştir, bu da onun büyüklüğünün ölçülerindendir.

“Meşhur İslam seyyahı ve tarihçisi Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde diyor ki: “İlk İstanbul kadısı (hakimi) olan Hızır Bey Çelebi’nin huzurunda, Haşmetli Padişah Fatih ile bir Rum mimarı arasında şöyle bir muhakeme cereyan eder: 

Büyük bir abidenin inşasında kullanılacak iki mermer sütunu Fatih, bir Rum mimarına teslim eder. Mimar da, Fatih’in arzusunun hilafına olarak, bu sütunları üçer arşın kesip kısaltır. Fatih, cezaen, Rum mimarının elini kestirir. Rum mimarı da, Fatih aleyhine dava açar. Bunun üzerine mahkemeye celp edilen Büyük Padişah, baş köşeye geçmek istemiş. Birdenbire, hakimin şu ihtarıyla karşılaşmış: 

“Oturma beyim! Hasmınla mürafaa-i şer’î olacaksın; ayakta beraber dur!” 
Hızır Bey Çelebi; bu koca şanlı Padişah-ı maznuna, haksız el kestirdiği için, kendisinin de kısasa tabi olduğunu ve elinin kesileceğini bildirir. 
Fakat, mimar kısası istemediği için, Büyük Fatih, günde on altın tazminata mahkum olur ve hatta kısastan kurtulduğu için, bu tazminatı kendiliğinden yirmi altına çıkarır. 
İslam mahkemesinin adaletinin şanlı misallerinden biri olan şu misal, bize en haşmetli hükümdarlarla en âciz fertlerin huzur-u mehakimde müsavi olduğunu gösteriyor.”

Bediüzzaman da mantık ve felsefe ve ilmin saldırıp Allah’ın dinini ve iman manzumesini rencide etmeye çalıştığı bir dönemde eserlerini küfrün yıkılması için yazmış büyük bir manevi Fatih’tir. Ruhlardaki küfrün ve inkarın yıkımı onun mantık yüklü kalemi ile mümkün olmuştur, Fatih’le bu yönü ile ortaktır. Bediüzzaman silahla yapılan mazideki büyük fütuhatları kalemi ile yapmış ve islamı haysiyet ve onurunu batı felsefesi ve yanlış ilim telakkileri karşısında korumuştur.

Bir talebesi Bediüzzaman’ın mahkemesini de bu mantık doğrultusunda savunur. “İşte ben de bugün, Fatih kadar şanlı, kahraman İslam hakimi Hızır Bey Çelebi’nin makamının mümessili olan ve hakiki adalet-i Kur’aniyeyi esas tutan bir makamın yerinde bulunan bir mahkemenin huzurunda bulunuyorum. Bütün kalbimi huzur ve sürura kalbeden memnuniyetim budur. 

Kahraman ecdadımızın bu kadar ulviyetinin sırrı; kalblerinde Allah korkusunun mevcudiyetiyle, Kur’an nurunun ve nihayetsiz feyzinin ruhlarında yerleşmiş olması ve kudsi hakaika karşı sonsuz ve nihayetsiz derecede merbutiyetleridir. O mübarek ecdattan bize tevarüs eden, Allah ve Kur’an için akıttıkları kudsi kanlarının halen eserleri bulunan bu yurtta ve aziz canlarını feda ettikleri şu memlekette: “Kur’an’ın kudsi hakikatlarına hizmet ediyor, Kur’an’ın tefsirini okuyor, evinde bulunduruyor” kaydıyla mahkemenin huzuruna sevk edildim. 
Evet muhakememiz şahsımla alakadar olmaktan ziyade, Risale-i Nur’un muhakemesidir. Risale-i Nur ise, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyanın semavi ve kudsi hakaikının tereşşuhatı olmak hasebiyle, o yüksek eserlerdeki kıymet, doğrudan doğruya Kur’an’a aittir. Şu halde, muhakeme de Kur’an’ın muhakemesidir. Ehl-i Tevhid’in kitabı olan Kelamullah bütün ayat ve beyyinatıyla Hâlik-ı kainatın vahdaniyetini ve ehadiyetini ilan ediyor. 

Kur’an’ın ehl-i ukulü hayrette bırakan i’cazı, belagat ve fesahati, nihayet derecedeki yüksek üslubu, selaset-i beyanı, elhasıl sonsuz bedayi’ ve camiiyeti ile ins ve cinnin kıyamete kadar gelecek ihtiyacatına ekmeliyetle kâfi gelmesi, dünya ve ahiret saadetinin rehberi bulunması ve bütün asırlardaki tabakat-ı beşere hitap etmesi ve kainat Hálikının marziyatını kullarına bildirecek ayat ve beyyinatı tefsir ve izah edecek mütehassıs ehl-i ilmin bulunması zaruretine binaen her asırda gelen binler müdakkik ehl-i ilim, yüz binlerle Kur’an tefsirlerini meydana getirmişler; bütün asırları Kur’an’ın nuruyla ışıklandırmışlardır.”  

Bediüzzaman Fatih’in İstanbul’u fethine işaret eden peygamber müjdesini de  Mucizat-ı Ahmediye isimli büyük eserinde anar.

“Hem, nakl-i sahih-i kati ile, سَتُفْتَحُ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَنِعْمَ اْلاَمِيرُ اَمِيرُهَا وَنِعْمَ الْجَيْشُ جَيْشُهَا
 deyip, İstanbul’un İslâm eliyle fetholacağını ve Hazret-i Sultan Mehmed Fatih’in yüksek bir mertebe sahibi olduğunu haber vermiş. Haber verdiği gibi zuhur etmiş.

Bediüzzaman fırsat buldukça Fatih’in mezarını ziyaret etmiş ve dua okumuştur.Bir çocuklu Fatih’in mezarı önünde konuşan manalı bir resmi de vardır.

Yine

Bediüzzaman Hazretleri 1952 yılında İstanbul’da Fatih Türbesinde namazından çıktıktan sonra Fatiha okurken resmedilmiştir.

Bediüzzaman Kürttür ama misyon olarak Türktür, Osmanlıdır. Hiçbirk Türk aydını yüzyıllardır onun kadar birleştirici bir misyonla çalışmamış, o Anadolu ve İslam dünyasını birlikte yaşatmak için eserler yazmış uhuvvetin tesisi için eser yazmış mükemmel iman tahsili ile birlikte yaşamanın ruhunu ortaya koymuştur. B0ediüzzaman ümmeti Muhammedin ilgi odağı olan büyük zatlara ilgi duymuştur, Yavuz, Fatih, Mevlana yanında Mem ü Zin isimli mesnevinin yazarı büyük sofu ve âlim Ahmed-i Hani hazretlerini de unutmamıştır. 

Mem ü Zin 1692’de Ahmed-i Hani hazretleri tarafından yazılmış asırlarca okunmuş ve okunmaktadır. O bir ırkın değil bir ümmetin kitabıdır. 

Tarihçe-i Hayatının ve İhtiyarlar Lem’asının şehadetiyle, gençliğinde emsallerinin fevkinde olarak, Siirt’in Tillo kasabasında inzivaya girmişti. Ağrı vilâyetinde Şeyh Ahmed Hânî Hazretlerinin türbesine kapanmıştır. Oradaki günlerini mahkeme huzurunda anlatır:

“O zaman şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara veriyorum. Sonra dediler: ‘Sen selef-i salihîne muhalefet ediyorsun.’ 
Cevaben diyordum: Hulefa-i Raşidîn hem halife, hem reis-i cumhur idiler. Sıddîk-ı Ekber (r.a.) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler. 

İşte ey müdde-i umumî ve mahkeme azaları! Elli seneden beri, bende olan bir fikrin aksiyle, beni ittiham ediyorsunuz. Eğer laik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki; laik manası, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telakki ederim. Yirmi beş senedir hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum. El’iyazü billah, eğer dinsizlik hesabına îmanına ve ahiretine çalışanları mes’ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmiş ise, bunu size bilâ-perva ilan ve ihtar ederim ki; bin canım olsa, îmana ve ahiretime feda etmeye hazırım. Ne yaparsanız yapınız, benim son sözüm; حَسْبُنَا اللَّهُ وَ نِعْمَ الْوَ كِيلُ

Bediüzzaman ömrünün bir diliminde Bilahare Siirt’e bağlı Tillo kasabasına gitmiş. Meşhur Ahmed-i Hani türbesine kapanmış, Orada, harika olarak, Kàmus-u Okyanus’u Babü’s-Sin’e kadar hıfz etmiştir. Onun ölçüsü dini mübinin kutsallarıdır. Irk ve şövenizm onun dünyasında yoktur.

Yüksek dağlar yüksek dağlara bakar Bediüzzaman’ın dünyasında Mevlana Hazretleri de bir yer edinmiştir. Onu da Kabr-i Şerif’ini ziyaret etmiştir, iki büyük  yazar eserleri ile bütün dünyayı etkilemişlerdir. Mesnevi bugün dahi bütün dünyada okunmaktadır, hem de bizden fazla. Yakında gittiğim ziyarette o muhitte Hristiyanların Müslümanlardan geri kalmadığını gördüm.

Bediüzzaman Hazreti Mevlana’yı üstadlarından kabul eder, Mesnevi kıraat edenlerini alkışlar ve onlarla ruhen münasebettar olduğunu belirtir. “Eski Said’in ve Yeni Said’in mühim üstadlarından olan ve onun müridleri olan Mevlevîlerin her yerde Risale-i Nur’la alâkadarlıkları cihetiyle çok alâkadar olduğum ve İmam-ı Rabbanî, İmam-ı Gazalî gibi mühim bir üstadım olan Mevlânâ Celâeddin’i ziyaret için gitmiştim.

Bir keresinde Konya ziyaretinde sesi kesildiği için kardeşinin evine gidip onunla konuşamamıştır. Ziyaretin kötü değerlendirmelerine kırılır “kardeşimin evine dahi gidemedim ki, konuşmayayım. Hiç olmazsa Konya’da iki üç gün kalmak zarurî iken mecburî olarak bir saat içinde namazımı kılıp dönmüşüm. Fakat orada bana birden bire öyle bir vaziyet verildi ki, bütün gazetelerde neşrettiler. Kırk senedir bir defadan başka görüşmediğim kardeşimin evine dahi gidip görüşemediğim ve konuşamadığım halde, sanki binler adamlarla görüşmüşüm gibi muamele gördüm. 
Gerçi, polislerin, aldıkları emre binaen o vaziyetleri cidden büyük bir sehiv idi. Fakat bu şiddetli hastalıklı halime muvafık geldiği için onlardan sıkılmadım. Bilakis helâl ettim. Allah razı olsun dedim, teşekkür ettim. Ben tebdil-i havaya çok muhtaç olduğum için, yazın dağlarda, kışın da kira ettiğim ayrı ayrı menzillerde gezmeye mecbur oluyorum. Bir yerde duramıyorum. Hastalığım şiddetleniyor. Niyet ettim, tekrar ara sıra Konya gibi yerlere gideceğim.”

Bazen kendine Mevlana’nın hitapları ile seslenir.Bediüzzaman eserlerinde büyük bir ifade kudreti gösterir.

Eserlerinde  Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi kalb, ruh, akıl gözleri açık olarak, ehl-i istiğrâkın akıl gözünü kapadığı yerlerde, o makamlarda gözü açık olarak gezmiştir, aklın hasta olduğu bir asırda aklı tedavi etmiş bir münevi psikologdur Bediüzzaman , Mevlana ise asrının gereği kalbi tedavi etmiştir…

Dinle musikiyi birleştirerek asırlarca dünyayı etkilemiştir, bizim çocuklarımız batı musikisi ile meşbu iken Mevlananın musiki-i ilahisi garip bir şekilde yanlızlığa itilmiştir.

Bediüzzaman Said Nursi Emirdağ’dan kardeşi Abdülmecit’in davetlisi olarak Konya’ya geldi. Binlerce Konyalı yollara dökülüp Bediüszzaman’ı sevgi ve hürmetle selamladılar (Aralık 1959). Caddelerde binlerce erkek kadın genç ihtiyar ona tezahüratta bulundular. Tatil günü olmasına rağmen müze müdürü türbiye ziyaretine açtırdı. Gözyaşları içinde Mevhana türbesini ziyaret edip dua ve niyaz etti, edep ve fazilet timsali Bediüzzaman Mevnana’ya hürmeten  ayakkabılarını çıkararak yalın ayakla ziyareti yaptı. Yanında bulunan Said Özdemir’in nakline göre burada Said Nusri polislere hitaben “Siz maddi asayişi temine çalışıyorsunuz. Biz ise manevi asayişi temine çalışıyoruz, sizi vazife arkadaşı olarak biliyoruz . Siz de bizi vazefe arkadaşı olarak biliniz. Yirmi sekiz senedir vilayet vilayet dolaştırılıyorum. Bu vatanın ve milletin selamet ve asayişine hizmet ediyoruz.” diye konuşmasını yapar Polis memurları da” Evet üstadım” diye kendisini tasdik ederler.

O gün Konya’dan ayrılan Said Nursi bir gün sonra tekrar Konyaya sabah saat dörtte gelerek Konya imam Hatip okulu öğretmeni kardeşi Abdülmecit Nursi ile görüşüp sabah nanazını kıldıktan sonra Konya’dan ayrılır. Ziyaret basına yansır .

“Said Nursi  hadisesi genişlemeye başladı, /Said Nursi Konya’da Hadiseli karşılandı/ Bediüzzaman Mevlana Türbesini ziyaret etti.”

İkinci bir defa Bediüzzaman 6 Ocak 1960’da Ankara’dan ayrılır 16 30 da konya’ya gelir, Kardeşi Abdülmecit’i evinde ziyaret ettikten sonra oradan Mevlana Türbesi’ne gider, 16,30 da Konya’dan ayrılır.

Bediüzzaman’ın ziyaretleri büyük bir romanın güçlü epitozlarıdır. Rahmetli anam da bir köylü kızı, Alvarlı’nın hücresinde Allah’a büyük bir samimiyetle yönelmiş insandı. O hali ile arkadaşlarını toplar otobüslerle Mevlana Hazretlerinin huzur-ı kutsisine götürürmüş, ben o zamanlar, Künbette kaçkınları oynuyordum. Allah hepsine rahmet etsin, bizi de korusun dostlarımızın tediplerinden.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Dini Dinsizliğe Hizmet Ettirmek

Dinin siyasete alet edilmesi, yüz yıldır bitiremediğimiz, bir karara, kurala bağlayamadığımız tartışmalardan biridir.  Bu tartışmanın …

Kapat