Ana Sayfa / Yazarlar / “Ben Kur’an’ın Dellâlıyım”

“Ben Kur’an’ın Dellâlıyım”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

BEN KUR’AN’IN DELLÂLIYIM.”

 

Aziz, şefkatli, muhterem Üstadım!

Bulunduğumuz asır, 

manevî seferberlik (harp) zamanı olduğundan, 

vücudumdaki yaralara baktıkça,

 yaralar gitgide daha fazlalaşmakta iken 

bir gün işittim ki 

“Sağdan sola geçiniz.” diye ilan ediyorlar. 

Ve otuz iki harfin birkaç adedini gaib edip ilan edince 

öyle bir yara daha açıldı ki evvelki yaraları unutturdu. 

Nasıl ki nass-ı Kur’an’da: 

“O gençler mağaraya sığındıklarında, 

‘Ey Rabbimiz,’ demişlerdi. 

‘Bize yüce katından bir rahmet ver ve işimizde, 

Senin rızana erişmek için muvaffakiyet nasip et.” 

(Kehf Sûresi, 18:10)

Ashab-ı Kehf efendilerimiz beş veya sekiz delikanlı 

–asrımızdaki tahammül edilmeyen fenalık gibi– 

o asırda fenalıktan, fitneden kaçarak mağaraya iltica ettiler. 

Sebebi ise din-i hak üzere bulunan ehl-i imanı, 

zamanlarının padişahı olan Dakyanus putperestliğe davet edip 

kabul edenleri putlara kurban kestirip 

kabul etmeyenleri katliam ettiği sırada, 

Ashab-ı Kehf efendilerimiz mağaraya çekildiler.

Ben de asrımıza 

ve yaralarımıza baktıkça, bütün gün ruhum çırpınmakta iken 

“Acaba bu karmakarışık zamanda, 

benim gibi böyle manevî yaralı gençler, 

o mahkeme-i kübrada, 

Cenab-ı Vâcibü’l-vücud ve Takaddes Hazretlerinin huzurunda, 

Peygamberimiz Muhammed Mustafa aleyhissalâtü vesselâm Efendimizden 

nasıl şefaat dileyebilirler?” diyerek, bütün gün ruhum ağlardı.

Madem Muhammed aleyhissalâtü vesselâma, binlerce maddî ve manevî yaralılar, 

dilsizler, nüzul olmuş, bütün kalbi kararmış, imanı yok bedevî adamlar, 

Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın yanına vardığında, 

bir saat, bir gün sohbet-i Nebevîde bulunur; 

sonra kavim ve kabilelerine rehber ve muallim olarak döndüler. 

Ve madem kıyamete kadar bâki bıraktığı 

Kur’an ve Kur’an’ın tayin etmiş olduğu manevî doktorlar, 

kıyamete kadar gelecek mü’minlere 

maddî ve manevî doktorluk vazifesini görecekler. 

Ve şimdiki hal vilayetimiz dâhilinde bulunan 

manevî doktora müracaat edeyim diyerek, 

ruhum her an gezmekte iken bîhuş olup yattım.

Bana rüyamda üç şahıs gösterildi. İkisinin ismini söylemediler. 

Diğeri Üstadım Bedîüzzaman’ı, ismiyle söylediler.

 Hemen eline yapışıp ellerini öptüm. 

Üstadım acele olarak 

cebinden bir kalem ve bir kâğıt parçası çıkarıp bana verdi, 

hemen uyandım. 

Peder ve validem ehl-i kalp olduğundan, rüyayı anlattım.

Pederim 

“Bu zat Barla’ya henüz yeni geldi. 

Bir iki sene kadar oldu. Git, müracaat et.” dedi. 

Ben dedim: 

“Daha askere gitmedim, yaşım genç. 

Böyle büyük manevî bir doktorun yanına bu yaralar ile nasıl gideyim 

ve nasıl cerrahiyesine dayanayım?” 

Bana “Git!” denildi. Hitap iki oldu.

Hemen sabahleyin kalkıp gittim. 

Üstadımı görünce bir iki dakika titredim. Sonra fesübhanallah dedim. 

Doktoru görünce o yaralar bütün kuvvetleriyle bağırıyorlar. 

Verdiği eczalara tahammül edemeyecekler. 

O yaraları açamadım. 

Üstadım da talebeliğe kabul edip 

beş vakit farzı bırakmayacağıma çok çok tenbih etti.

Avdetten bir iki ay sonra, hemen askere gittim. 

Terhis oluncaya kadar; yirmi mah mukaddem bu yaralar içinde, 

her saat ve her dakika “El-mevtü hakkun”- Ölüm haktır.-

kaziyesini düşünüp “Acaba benim halim ne olur?” derdim.

Memlekete avdetimde, 

ağabeyim Mustafa’yı görünce ruhum biraz genişledi. 

Acaba bu nereden ileri geliyor, dedim. 

Bir iki gün sonra, 

mübarek ramazan-ı şerif gecesi

 üçüncü hitap olarak 

yine rüyamda, memleketimizin kenarında, 

Üstadım Bedîüzzaman, 

elinde bir asâ, çoban olup dellâllığını ilan ediyor. 

Ve diyor: “Ben Kur’an’ın dellâlıyım.” diye yüksek sesle bağırıyor, ilan ediyor. 

Ben heyecanımdan hemen uyandım.

Demek bakınız ey kardeşlerim ve bütün mü’minler! 

Üstadım Hazretleri 

değil memleketimize, 

bütün üç yüz elli milyon Müslüman’a her saat, her dakika, her an bağırıyor. 

Benim gibi zahir kulağıyla dinlemeyiniz, 

kalp kulağıyla dinleyelim ki her an bağırıp çağırdığını işitelim. 

Madem 

bu elmas ve cevherler, bu sergiler asrımıza verilmiş

bütün asrımızda kazancımızı versek 

yine o elmasların birinin fiyatını veremeyeceğiz. 

Bahar mevsimi geçmeden bütün cevherlerden alalım. 

O cevherler ise Risale-i Nur Külliyatıdır.

Ben âciz de Yirmi Dördüncü Söz’ün Dördüncü 

ve Beşinci Dal’ını okumaya ve yazmaya başladım. 

Ve yaralarımın birer birer kuruduğunu hissedince, 

Mektubat ve Sözler’i bütün kuvvetimle yazmaya karar verdim. 

Benim gibi yaralı kardeşlerime, 

bütün Müslümanlara, bütün kuvvetimle bağırıyorum: 

“Eyvah! Bu asrımızda, bu yaralar ile nasıl istirahat edebiliriz, yoksa… 

Bu asrın manevî doktoru ve ilaçları ise 

Kur’an’dan tereşşuh eden 

Risale-i Nur ve Mektubatü’n-Nur’dur. Onlara sıkı sarılalım.”

Âciz Talebeniz Ali Ulvi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Tevazu

Tevazu *Allahu Teala (c.c.) şöyle buyuruyor: “Rahman’ın kulları onlardır ki; yeryüzünde tevazu ile yürürler, cahiller …

Kapat