Ana Sayfa / Yazarlar / Beşinci Işık / Zafer KARLI

Beşinci Işık / Zafer KARLI

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

25. SÖZ 2. ŞUA: ŞERH VE İZAH

BEŞİNCİ LEM’A: Kur’ân’ın üslûp ve îcâzındaki câmiiyet-i harikadır. Bunda Beş Işık var.

( Kur’ân’ın üslûp ve özlü ifadesindeki kapsamlılık.)

         Şerh : Kur’ân’ın üslûbu demek, Kur’ân ifadesindeki kelimelerin seçiminde ve cümlelerin teşkil edilmesinde ve konuların beyan edilmesinde, kendisine mahsus anlatım tarzı demektir.

BEŞİNCİ IŞIK:

Kur’ân’ın makasıd ve mesâil, maânî ve esâlib ve letâif ve mehâsin cihetiyle câmiiyet-i harikasıdır.

Şerh : Kur’an’ın sunuş metodu çok büyük meseleleri ve konuları ele almakla eşsiz bir anlatıma sahiptir. İnsanın, bu tür önemli meselelerden söz ederken, o kadar kapsamlı boyutlarda meseleyi ele alması mümkün değildir. Kur’an’ın anlatımı, geniş anlamı, ifadedeki inceliği, güzelliği ve canlılığı ile de eşsizleşir! Bunun yanında ne güzellik inceliğini, ne de incelik güzelliğini bastırmaz. Böylece öyle bir vecizlik seviyesine ulaşır ki, hiçbir insanın ona ulaşması düşünülemez.

Sözdeki belâgatin esasını, lâfzın mânâya mutabık olması teşkil eder. Bu da, o sözün sahibinin zihnine, dilde mevcut konu ile ilgili bütün kelimelerin bir anda gelmesine bağlıdır ki, kastettiği mânâya en uygununu seçebilsin. İşte ifadenin belâgat, güzellik ve etki nispeti, lâfzı meydana getirme, yani ifade tarzındaki maharetin yanı sıra, o mânâ ile lâfzın arasındaki uygunluk derecesinde olur. Ne var ki insan, şu iki sebepten ötürü bu uyumu kemal derecesinde gerçekleştiremez:

1– Mânâlar ifade kalıplarından daha zengindir. Lâfızlar mânâları, duyguları, tasavvurları ifade etmekte fakir kalır.

2– Dillerde, özellikle Arapça’da eş anlamlı kelimeler, nüansları ifade eden lâfızlar pek çoktur. İnsan, bunların hepsini bir anda zihninde toplayamaz.

Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın sûrelerine ve âyetlerine ve hususan sûrelerin fâtihalarına, âyetlerin mebde ve maktalarına dikkat edilse görünüyor ki, belâgatlerin bütün envâını, fezâil-i kelâmiyenin bütün aksâmını, ulvî üslûpların bütün esnâfını, mehâsin-i ahlâkiyenin bütün efradını, ulûm-u kevniyenin bütün fezlekelerini, maarif-i İlâhiyenin bütün fihristelerini, hayat-ı şahsiye ve içtimaiye-i beşeriyenin bütün nâfi düsturlarını ve hikmet-i âliye-i kâinatın bütün nuranî kanunlarını cem etmekle beraber, hiçbir müşevveşiyet eseri görünmüyor.

Şerh : Arapların bilmediği bir çok dini inanç, amel ve ahlâki hususları Kur’an beyan etmişti.

Tevhid akidesi, meleklere, gayba, kıyamet ve hesap gününe, amellerin karşılığı olan Cennet ve Cehenneme iman etmenin gerektiğini bilmedikleri gibi, teşri ile ilgili hükümleri, helal ve haramı, insanın saadetini temin eden ahlâki kuralları, kardeşlik ve yardımlaşma ruhunu, birr ve takvayı, aile ve insanlara karşı görevleri de bilmiyorlardı. İnsan hayatı için çok önemli olan bu kuralları anlatan âyet-i kerimeleri Hz. Peygamber insanlara okuyarak tebliğ ediyordu. Kendisi Ümmi idi. Hukuk, sosyoloji, psikoloji tahsil etmediği gibi, felsefe, ahlak ve gayba dair de bir şeyin eğitimini almamıştı. O halde bu İlahi hazineden kendisine vahyedilen nübüvvetten başka bir şey değildi.

Elhak, o kadar ecnâs-ı muhtelifeyi bir yerde toplayıp bir münakaşa, bir karışık çıkmamak, kahhar bir nizam-ı i’câzînin işi olabilir.

Şerh : Kur’an hem ifade bakımından, hem mana ve hüküm bakımından bir bütünlük arz etmektedir. İnsanların söylediği sözler, güzellik ve düzgünlük bakımından daima aynı olmaz. Yazan ve söyleyenin içinde bulunduğu hal ve şartlara göre değişir. Kur’an’ın ifade ve üslubu ise baştan sona emsalsiz bir güzellik ve düzgünlük içindedir. Bu sözlerin ihtiva ettiği mana, hüküm ve haberler de, yaratılış öncesinden ebediyete kadar hemen her şeye temas ettiği halde tam bir tutarlılık, bütünlük, sıhhat ve uyum arz etmektedir. Yalnızca bunları düşünmek ve tesbit etmek bile, Kur’an’ın insan eseri olmadığını, Allah’tan gelmiş bulunduğunu anlamaya yetecektir.

Elhak, bütün bu câmiiyet içinde şu intizamla beraber, geçmiş yirmi dört Sözlerde izah ve ispat edildiği gibi,

*cehl-i mürekkebin menşei olan âdiyat perdelerini keskin beyanatıyla yırtmak,

Şerh : Ayet-i kerimede meseleler gayet muhkem bir kanun şeklinde arz edilmektedir. Öyle ki, ayet bir yanda ilim adamlarını tereddüde düşürmeden araştırmalar yapmaya teşvik ederken, diğer yandan da temkinli yorumlara kapı aralamaktadır. Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan farklı bir üslup kullanır; teferruata girmez.. her şeyi meşiet ve ilahi iradeye bağlar.. tabiat, esbab ve kendi kendine oluşuma kapılarını kapayarak:

“O kâfirler görmediler mi ki (evvelemirde) göklerle yer bitişik idi. Biz onları ayırdık; sonra her canlı varlığı sudan yarattık. Hâlâ inanmayacaklar mı?!” (Enbiyâ, 21/30) şeklinde ferman eder ki ayet-i kerimeye göre bütün sistemlerin evvelemirde “ratk=bitişik” halde olup sonradan birbirinden ayrıldığı açıkça vurgulanmaktadır.

*âdet perdeleri altında gizli olan harikulâdeleri çıkarıp göstermek

Şerh : Kur’an’ın akışı içinde sunulan çeşitli gerçeklerdeki bütünlük ve ilişkilerin ağırlık merkezi, konudan konuya değişebilir. Fakat bu bağlılık, sürekli olarak vardır. Kur’an içinde belli bir noktaya, mesela, insanlara Rabblerini tanıtma noktasına ağırlık verildiğinde, bu büyük gerçek ilahi kudretin kâinat, hayat ve insandaki eserlerinde tecelli eder. Bu tecelli, hem zahirî alemde, hem de batınî alemde meydana gelir. Gözler başka bir noktaya, evrenin gerçeğini tanıtmak konusuna ağırlık verildiğinde, ilahlık ve evren arasındaki ilişki tecelli eder. Ve bu akış, çoğu kez hayat ve can verme hakikatine ve Allah’ın kâinat ile hayata ilişkin kanunlara temas eder. Dikkatler insanın hakikatine çevrildiğinde ise, onun uluhiyyet hakikatiyle olan irtibatı, kâinat ve canlılarla olan irtibatı, görünür görünmez alem ile olan irtibatı tecelli eder. Dikkatler ahiret yurduna çevrildiğinde, dünya hayatı hatırlatılır ve ikisi birden Allah ile diğer hakikatlerle irtibatlandırılır. Dünya problemlerine dikkat çekildiğinde de durum aynıdır. Kur’an’da bütün özellikleri belirli olan diğer araştırma ve sunma şekilleri de böyledir.

*ve dalâletin menbaı olan tabiat tâğutunu burhanın elmas kılıcıyla parçalamak

Şerh : “Gaybın anahtarları Allah’ın katındadır, onu, yalnız O bilir. Mutlaka O’nun bilgisi altında dalından düşen her yaprak, yerin karanlık deliklerindeki her tane, yaş-kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (En’am Suresi, 59)

İnsan düşüncesi, her tarafa dal budak saçan bu gizli açık meselelere Kur’an’ın ortaya koyduğu geniş boyutları ile yönelemez. Kapsamlılığını ortaya koymak istese de, bu ilmin kapsamlılığını tasvir edemez. İlim ne kadar bu meseleleri tasvir etmeye çalışsa da, bu konular ilmin tasvir kapsamına girse de, onları tasvir etmeyi beceremez. İnsan düşüncesi bu ilmin kapsamını tasvir etmeye kalksa bile, kendi insani arzularına ve düşüncelerinin yapısına uygun düşecek başka alanlara yönelecektir…

*ve gaflet uykusunun kalın tabakalarını ra’d-misal sayhalarıyla dağıtmak

*ve felsefe-i beşeriyeyi

*ve hikmet-i insaniyeyi âciz bırakan kâinatın tılsım-ı muğlâkını

*ve hilkat-i âlemin muammâ-yı acibesini fetih ve keşfetmek,

Şerh : Kur’an’ın gerçeğe dayalı konuları, ifade gücü, sözleri arasındaki mükemmel ahengi, getirdiği inanç sistemindeki eşsizliği, kurallarının içerdiği beşeri düzeni, ilahlık gerçeğini, insanlığın, hayatın ve evrenin yapısını eşsiz bir şekilde tasvir edişi ile… Evet bütün bu özellikleri ile Kur’an’ın, Allah’ın dışında başkaları tarafından uydurulmuş olması mümkün değildir. Zira onu meydana getirebilecek tek güç, Allah’ın gücüdür. Bütün varlıkları başlarından sonlarına, dışlarından içlerine varıncaya kadar her yönü ile kuşatan, her çeşit yetersizlikten ve eksiklikten, cahilliğin ve acizliğin etkilerinden arındırılmış bir sistemi kuran kudret, ancak Kur’an’ı meydana getirebilir… Kur’an’ın ikliminde yetişmiş bir deha olan Bediüzzaman tevhidin hakikatini bize şöyle ders vermiştir.

Allah’ı bilmek:

bütün kâinata ihata eden rububiyetine

ve zerrelerden yıldızlara kadar

cüz’î ve küllî her şey

Onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat’î iman etmek;

ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına

ve Lâ ilâhe illallah kelime-i kudsiyesine,

hakikatlerine iman etmek, kalben tasdik etmekle olur. elbette hakikat-bîn ve gayb-âşinâ ve hidayet-bahş ve haknümâ olan Kur’ân gibi bir mucizekârın harikulâde işleridir.

Evet, Kur’ân’ın âyetlerine insafla dikkat edilse görünüyor ki, sair kitaplar gibi bir iki maksadı takip eden tedricî bir fikrin silsilesine benzemiyor.

Belki, def’î ve âni bir tavrı var. Ve ilka olunuyor bir gidişatı var. Ve beraber gelen her bir taifesi, müstakil olarak uzak bir yerden ve gayet ciddî ve ehemmiyetli bir muhaberenin tek tek, kısa kısa bir surette geldiğinin nişanı var.

Evet, kâinatın Hâlıkından başka kim var ki, bu derece kâinat ve Hâlık-ı Kâinatla ciddî alâkadar bir muhabereyi yapabilsin? Hadsiz derece haddinden çıkıp Hâlık-ı Zülcelâli kendi keyfiyle söyleştirsin, kâinatı doğru olarak konuştursun?

Şerh : Kur’an’ın bir çok âyetinde ilmî hakikatler açık olarak ifade edilmiştir.

Kainat, gök, yer, yıldızlar, gezegenler, gece ve gündüzün oluşumu, insan yaratılışı ile ilgili cismanî, aklî ve ruhî safhalar, nebat, hayvan ve böceklerle ilgili beyan ve açıklamalarla, bulutlar yağmur, fırtınalar, dağlar, ağaçlar nehirler, denizler gibi kainatta mevcut olan her şeyin tafsilatlı açık ve net olarak anlatılması asrımızın ilim adamlarını dahi hayrette bırakmıştır. Kur’an nazil olduğunda insanoğlu bunları bilmediği gibi, uzun zaman da anlayamamıştır. Ancak bu asrımızda ilmin çok gelişmesiyle Kur’an’ın ifade ettiği bu hakikatler anlaşılmıştır.

Evet, Kur’ân’da Kâinat Sâniinin pek ciddî ve hakikî ve ulvî ve hak olarak konuşması ve konuşturması görünüyor; taklidi ima edecek hiçbir emare bulunmuyor. O söyler ve söylettirir. Farz-ı muhal olarak, Müseylime gibi hadsiz derece haddinden çıkıp taklitkârâne o izzet ve ceberut sahibi olan Hâlık-ı Zülcelâlini kendi fikriyle konuşturup ve kâinatı onunla konuştursa, elbette binler taklit emareleri ve binler sahtekârlık alâmetleri bulunacaktır. Çünkü en pest bir halinde en yüksek tavrı takınanların her hâleti taklitçiliğini gösterir.

İşte şu hakikati kasemle ilân eden ***”Kayan yıldıza yemin olsun ki, Peygamberiniz ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” Necm Sûresi, 53:1-4.ya bak, dikkat et.

Yazar : Zafer KARLI

Zafer Karlı Özgeçmiş

1965 Trabzon OF doğumludur. İlk ve ortaokulu OF’ta okumuş olup imam hatip mezunudur. Risale-i Nurlar ile iştigal ediyor ve şerh mahiyetinde yazılar yazmaktadır.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Neler oluyor? / Hasan ERDOĞAN

Nur penceresinden bakalım gelişmelere inşaallah. Bakın ne diyor Bediüzzaman? "Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyor idi; …

Kapat