Ana Sayfa / Yazarlar / Bilim tanrı değilse nedir?

Bilim tanrı değilse nedir?

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

DÜNYADAKİ pek çok inanç mensubunun “Bilim tanrı mıdır?” sorusuna verecekleri cevabın, “Saçmalama! Öyle şey mi olur? Akıl var, mantık var” gibi şeyler olacağını ve üstüme geleceklerini biliyorum.

Üstüme gelmek kolay, isterseniz asıl bana bu soruyu sorduran hâl ve hareketleri masaya bir yatıralım… Hele benim gibi bir Müslüman için “Allah’ın yerine bir başka şeyi koymakla ilgili bir bahsi” akıldan bile geçirmenin mümkün olmadığını bilirseniz, olanları gözlemleyip de sadece soru sormakla yetindiğimi görünce ne kadar önemli bir sorun yaşadığımızı fark edersiniz!

“Bilim böyle söylüyor…”

Bu cümleyi o kadar çok duyarız ki, bundan her adımımızı bilime göre attığımız sonucunu çıkarmamak neredeyse mümkün değildir. İnsanlığın hâlâ bir sonuca varıp çözemediği eğitimimiz bilime dayalıdır; önce zararlı, sonra faydalı olduğunu ama hâlâ kesin olarak neyi yiyip yiyemeyeceğimiz hususundaki uygulamalar da… Hâlihazırda savaş açtığımız küresel ısınmaya bilim sayesinde kavuştuğumuz gibi, küresel ısınmaya karşı savaşımız da yine bilime göredir.

Son birkaç asırdır köylerden şehirlere taşınmamız da, şehirleri kurmamız da, şimdi şehirlerden kaçışımız da tamamen bilimseldir. Hem öyle diyor, hem böyle diyor ve sonuçta korkunç sorunlara yol açıyor ama her ne hikmetse bu yanlışlarının bedelini ödemiyor. Neden dolayı? Bu bilim denen şey nedir ki bu kadar yanlış ve olumsuzluktan münezzeh kabul edilebiliyor?

“Bilimsel değil…”

Eğer bir hususta bu ifade kullanılmışsa, olay bitmiştir! İster tecrübelere dayansın, ister kutsal kitapta yer alsın, ister sezgileriniz öyle söylesin, eğer “bilimsel değil” ise zerre miktar kıymet-i harbiyesi yok. Eğer tekrar ve tekrar aynı şeyi gözlemliyorsanız, ama “bilimsel değil” ise karşılaşacağınız cevap, “Bilim bir gün bunu da çözecektir” şeklinde… İyi de, bilim ne zaman çözecek, çözemezse ne olacak ve biz o zamana kadar ne yapacağız? Bırakın sorulamayan soruları, daha sorulan soruları bile cevaplayamamış bilimi neden ciddiye alırız?

“14 asır önce indirilen âyet, bilimsel olarak da ispatlandı…”

Yıllarca bu tür ifadeler bir “övünç” hissiyle söylendi. Aşağılık kompleksinin bir itirafı olan bu cümlelerin mantığı son derece gülünçtü. Bir Müslüman için “Allah, mutlak ilme sahip” değil midir? Peki, bilim felsefesinde “Bilim kendi kendini yalanlayabilendir” olduğuna göre ve yarın bilim kendi kendini yalanlar da âyetin aksine bir şey söylerse, ne yapmak gerekir? “Bilimsel değil” diye âyeti inkâr mı etmeli? Sonra bir başka bilim insanı tersi bir sonuca ulaştığında yeniden iman mı tâzelemeli?

Yukarıdaki ifadelerden “Bilimi tamamen devre dışı bırakalım” sonucu çıkarılmasın. Kasıt şudur: Büyük kitleler için bilim, “Cenâb-ı Bilim böyle buyurdu” pozisyonundan çıkarılıp insanlığın bir enstrümanı pozisyonuna getirilmelidir. Üniversitelerin de, birer “bilim yuvası” olduğu aldatmacasından kurtarılıp büyük ölçüde meslek okulu oldukları gerçeği kabul edilmelidir.

Bilim yapacak merkezlerin de, şahısların da adamakıllı bir şekle büründürülmesi önemlidir. Meslek sınıfta öğrenilmez. Sınıftaki herkes bilim yapmaz. Bunları ayrıştırıp yerli yerinde pozisyonlandırmak en doğru hareket olacaktır. Şimdiye kadar harâretle savunup uyguladığımız Batı’nın bu yöntemlerini bırakıp kendi medeniyetimizin yöntemlerine dönersek, o zaman Batı da aynısını yapar. Hele biz bir başlayalım, “bilim bir gün bunun nasıl olduğunu da çözecektir”!

Yazar : Lokman AYVA

1 Haziran 1966 yılında Konya’da doğdu. İlkokulu Ilgın İnönü İlkokulu’nda okurken menenjitten görme kabiliyetini kaybetti. Körlüğün etkisiyle beş seneyi evde geçirdi. Eğitim hayatı, 1982 yılında başladığı Ankara Körler Ortaokulu ile kaldığı yerden devam etti. Lise eğitimine Konya Gazi Lisesi’nde başlayan Ayva, Ankara Bahçelievler Cumhuriyet Lisesi’ni 1988, Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nü 1993 yılında bitirdi. Aynı bölümde yüksek lisansı 1996’da tamamladı. Hâlen aynı üniversitenin Modern Türkiye Tarihi Atatürk Enstitüsü’nde doktorasını yapmaktadır. İşportacılıktan radyo programcılığına, bilgisayar öğretmenliğinden İngilizce öğretmenliğine, İBB Özürlüler Koordinasyon Merkezi Kurucu Başkanlığı’ndan Özürlüler Merkezi Yöneticiliği’ne kadar birçok işte çalıştı. Siyâsî hayatı, 1999 yılında Fazilet Partisi’nden İstanbul milletvekilliği adaylığıyla başlamış, 14 Ağustos 2001’de AK Parti Kurucular Kurulu Üyeliği, 13 yıl süren AK Parti MKYK Üyeliği, 22. ve 23. dönem olmak üzere toplam 9 sene İstanbul Milletvekilliği ve yaklaşık 4 senelik Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üyeliği ile devam etmiştir. Gönüllülük çalışmalarını özürlülerle ilgili Türkiye Beyazay Derneği, Fiziksel Engelliler Vakfı; uluslararası çalışmalarını ise Alman-Türk Evi Vakfı, Güney Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi çatısı altında icra etmiştir. Ayrıca, yurtiçinde ve yurtdışında konferanslar, seminerler vermekte, birçok sahada danışmanlıklar yapmaktadır. Hâlen Türkiye Beyazay Derneği’nin Genel Koordinasyon Kurulu Üyeliği, Fiziksel Engelliler Vakfı Genel Sekreterliği ve İstanbul Medipol Üniversitesi’nde öğretim görevlisi vazifelerini yerine getirmektedir. Evlidir ve Şems Tarık ile Lemi Can adında iki oğlu bulunmaktadır.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Râsih Âlimler

Ulemâ-i Rasihûn (Râsihîn) Sağlam, metin, sarsılmayan kimseler; ilimde derinleşmiş olan, tahkik derecesine ulaşan ve bilgisinde …

Kapat