Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Risale ve Bediüzzaman Üzerine / Bir Âlimin İstiğnası ve Bediüzzaman

Bir Âlimin İstiğnası ve Bediüzzaman

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bir Alimin İstiğnası ve Bediüzzaman -1

Muhammed Şakir

Bu defaki sohbetimizi Bediüzzaman’ı merkeze alarak İslam davetçisinde bulunması elzem istiğna hasleti üzerinden götürmek istiyoruz. İstiğnanın konumuzla alakalı anlamlarına ise, yazı içinde …

Bu defaki sohbetimizi Bediüzzaman’ı merkeze alarak İslam davetçisinde bulunması elzem istiğna hasleti üzerinden götürmek istiyoruz. İstiğnanın konumuzla alakalı anlamlarına ise, yazı içinde kendiliğinden ortaya çıkacağı için, ayrıca değinme gereği duymuyoruz. Şu kadarı hariç, öz anlamıyla istiğna, Cenab-ı Hakk’tan başka kimsenin minneti altına girmemek demektir.

Ali Ulvi Efendiye Göre Bediüzzaman’ın İstiğnası

Bediüzzaman’ın istiğnası demek bana göre İslam âliminin ve dolayısıyla İslam davetçisinin istiğnası demektir. Allah (cc) yolunda hizmet eden ve hizmet etmeyi gerçekten dert edinenin istiğnası demektir. Üstadın istiğna anlayışında bunları göreceğiz. Okuduğumuzda göreceğiz ki onun istiğnası Hz. Peygamber aleyhi’s-salatu ve’s-selamın varisi her âlime ve hizmet ehli her davetçiye muazzam bir örnekliktedir.
Tarihçe-i Hayat’taki önsözünde konuyla ilgili merhum Ali Ulvi Kurucu şunları söyler: “(Üstad) Masivadan tam manasıyla istiğna ederek uzvi ve ruhi bütün varlığı ile Rabbü’l-Aleminin bitmez ve tükenmez hazinesine dayanmayı, müddet-i hayatında bir itiyad (alışkanlık) değil, adeta bir mezheb, meşreb ve meslek olarak kabul etmiştir ve bunda da ne pahasına olursa olsun sebat eylemekte hala devam etmektedir…”
Peki neden? Neden Bediüzzaman’ın istiğnası? Bu o kadar önemli midir ki biz şimdi zikrediyoruz?

Evet, hem de çok önemli…
Nedenlerine gelince, onu da bizzat Üstad’dan, Mektubat’ın İkinci Mektub’undan okuyacağız.

Üstad’a Göre İstiğnanın Sebepleri

“Eski Said minnet almazdı. Minnet altına girmektense ölümü tercih ederdi. Çok zahmet ve meşakkat çektiği halde, kaidesini bozmadı. Eski Said’in senin bu biçare kardeşine ırsiyet kalan şu hasleti ise tezehhüd ve sun’i bir istiğna değil, belki ‘dört-beş ciddi esbaba’ istinad eder.

Birincisi: Ehl-i dalalet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer (ilmi maişet ve menfaatine alet) etmekle itham ediyorlar. Bunları fiilen tekzib (yalanlama) lazımdır.

İkincisi: Neşr-i hak için Enbiya’ya ittiba etmekle mükellefiz. Kur’an-ı Hâkim’de hakkı neşredenler; “Benim mükâfatımı vermek ancak Allah’a aittir” (11:29 / 34:47) diyerek insanlardan istiğna göstermişler. Sure-i Yasin’de “Doğru yolda olan ve sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere tabi olun.” (36:21) cümlesi meselemiz hakkında çok manidardır.
Üçüncüsü: Allah namına vermek, Allah namına almak lazımdır.

Dördüncüsü: Tevekkül, kanaat ve iktisad öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şey ile değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem…

Beşincisi: Bir iki senedir çok emareler ve tecrübelerle kat’i kanaatim oldu ki; halkların malını, hususen zenginlerin ve memurların hediyelerini almaya me’zun (izinli) değilim…

Altıncısı: Ve istiğna sebebinin en mühimi, mezhebimizce en muteber İbn-i Hacer diyor ki; “Salahat (Salihlik) niyetiyle sana verilen bir şeyi, salih olmazsan kabul etmek haramdır…”

İstiğnada Azimet ve Mukteda Bir Örnek

Mektubat’tan hulasa ettiğimiz ve Üstad’ın “dört-beş esbap” diye sıraladığı mezkur maddelerde başta muvahhid İslam âlimleri olmak üzere hizmet ehli İslam davetçilerine, vazifeleri noktasında çok hayati vurgu ve ikazlar bulunmaktadır.

Gerçek şu ki, Hz. Peygamber aleyhi’s-salatu ve’s-selam’ın sünnetine ittiba ile Allah(cc)’tan korkan İslam davetçileri her daim azimeti tercih etmişlerdir. Onlar için azimet ölüm kalım meselesi kadar önemli olmuştur. Ve zaten meselenin asıl düğümü de buradadır.

Çünkü azimeti terk etmedikleri için hapis, sürgün, işkence de dâhil büyük baskılara maruz kalmış nice İslam âlimi ve davetçisini biliyoruz. Bunların içinde şehadet şerbetini içenlerin sayısı da az değildir. Bir çırpıda vereceğimiz çok sayıda örneğimiz vardır. Üstadın kendisi de bu mükemmel örneklerden yalnızca bir örnektir.

Biz iyi biliyoruz ki, davasından taviz vermesi ve iktidarların şemsiyesi altına girmesi yolunda, Bediüzzaman ciddi ve büyük tekliflere muhatap olmuştur. Yaşadığı dönem bu gibi tekliflere çok açık olan bir dönemdi. Fakat o, baskılara maruz kalacağını ve hatta zindanlara atılacağını bile bile kendisine yapılan teklifleri reddetmiştir. Evet, bilerek Rabbani bir şuur ve nebevi bir anlayışla reddetmiştir. Kabul etseydi Bediüzzaman olamazdı. Örnek bir âlim ve mukteda bir üstad olmazdı.

Aksine Yol Tutanların Tutumu

Fakat aksine bir yol tutup tersinden hareket edenler de olmuştur. İlim ve konumlarına muvafık davranmayan nicesi de vardır ki azimeti terk etmişlerdir. Dolayısıyla İslam davet tarihinde ümmetin, toplumun ifsada maruz kalmasında ve İslam’ın öz kimliğiyle insanlara ulaşmamasında bu gibilerin günahı, vebali az değildir. Asıl konumuz bunlar olmadığı için tahribatlarına girmiyoruz. Bununla beraber şu kadarına müsaade isteriz.

Bu durumdaki âlimler ilim ve konumlarını ümmetin, toplumun hizmet ve ıslahı için kullanmamışlardır. Dertleri daha başka olmuştur. Korkuları ve endişeleri toplumun fesada gitmesiyle ilgili değil, kendilerine herhangi bir zararın ilişip ilişmemesi etrafında olmuştur. Bu da onları iktidar sahiplerine bir adım daha yakınlaştırmıştır. Bazı zaman olmuş bir parça menfaat için bazı zaman da korkularından emin olmak için böyle davranmakta herhangi bir beis görmemişlerdir. Dolayısıyla ilim ve kariyerlerini halkın hizmetinden ziyade minnetlerine girdikleri iktidar sahiplerinin emrine amade etmişlerdir.

Daha başka mülahazalarla bazı sebep ve tercihler öne sürenler de olmuştur. Ama o tercihleri onları güç sahiplerinin oyununa çekmekten başka bir işe yaramamıştır. Başlangıçta toplumu ıslah iddiasıyla ortaya çıktıkları halde, pratikte gördükleri zorlukları kaldırmayıp az bir zaman sonra bu iddialarının hilafına düşenler de olmuştur. Burada kalmamışlardır, ilimlerini ve kariyerlerini güç sahiplerine teslim etmekten başka yol bulamamışlardır. Daha başka bazı sebeplerin arkasına girip niçin mesuliyetlerini yerine getirmedikleriyle ilgili izahatlara girenler de olmuştur. Evet, bunlar olmuştur ve hâlâ olmaktadır. Fakat biz bunları tartışacak değiliz.

Yalnız şunu deriz; bu başlık altında işaret edilenler, iktidar sahiplerini memnun etmek veya onların şerrinden korunmak adına yalnızca halka İslam’ı anlatmayı veya ıslaha yönelik nasihati terk etmemişler; bilerek veya bilmeyerek İslam’ın ve ıslahın insanlara ulaşması önünde direkt ya da dolaylı bir sed ve engelin inşasına da katkıda bulunmuşlardır.
Bu sıkıntıların tamamı Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemde de olmuştur. Dönemin baskıları olumsuzluk yollarını çoğaltmıştır. Fakat Bediüzzaman bütün bu olumsuzlukların önünde imanının ve ilminin gereği olan Rabbani ve Nebevi duruşunu sonuna kadar muhafaza etmiştir.

Bu Bahisteki Son Söz: Sorun özel değil, geneldir. İslami mesuliyet ve davetin genel iklimiyle ilgilidir. Dolayısıyla sadece bir alandaki kabiliyetlerden söz etmiyoruz. Aksine davette bulunma salahiyetini edinmiş ve sırf bu maksatla insanlara giden sorumluluk sahibi her mü’mini bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Bu bir cemaat olabileceği gibi bir hareket, bir tarikat, bir grup da olabilir. Dernek, vakıf veya çeşitli kuruluşlar… Bu alanda hizmete talip olduğunu söyleyen herkes ve her kesim…
Diyebilirsiniz ki, iyi ama istiğnaya çok girmediniz, genelden gittiniz…
O halde bekleyiniz derim…

Allah’a emanet olunuz.

İnzar Dergisi / Mart 2012 – 90. Sayı
***

Bir Alimin İstiğnası ve Bediüzzaman – 2

Umum enbiyaya ve hususen Efendimiz(Aleyhissalatu vesselam)’e ittiba noktasında ehl-i hizmet olarak dikkat etmemiz gereken hususlardan biri de elbette ki istiğnadır. Yani …

Nisan ayındayız. Efendimiz(Aleyhissalatu vesselam)’in sünnetine ittiba maksadıyla hayırlı hizmetlerin yoğun olduğu mübarek bir iklimdeyiz. Bugün itibariyle elimizde ve önümüzde birçok imkân ve sayısız fırsatlar bulunmaktadır.Umum enbiyaya ve hususen Efendimiz(Aleyhissalatu vesselam)’e ittiba noktasında ehl-i hizmet olarak dikkat etmemiz gereken hususlardan biri de elbette ki istiğnadır. Yani hizmetimizi yaparken, bundan dolayı kimseden maddi bir şey istememek, Cenab-ı Hakk’tan başkasına minneti altına girmemek ve dolayısıyla şahsımızdan davamıza ve hizmetimize leke getirmemektir.

Önceki sayıda Üstad’ın konuyla ilgili anlayış ve yaşayışına ilişkin delil olacak bir mektubundan hülasa yapıp etrafında birkaç söz söylemiştik. İstiğna prensibine riayet eden ve etmeyen âlim ve davetçilerin vaziyetlerine temasen bu meselenin olumlu ve olumsuz neticelerine işaret etmiştik. Mektubun içeriğine ise girmemiştik.

Üstad söz konusu mektubunda “Neden kimseden maddi bir şey kabul etmiyorsun?” sorusuna cevap sadedinde “dört-beş esbab (sebepler)a istinaden” demek suretiyle o sebepleri yaşamış, izah etmiştir. Şimdi biz, lillah dairesinde hizmet eden bütün Müslümanlar için çok mühim olan bu sebepleri güncelleştirerek vermeye çalışacağız inşaallah…

Neden İstiğna

Ve Üstad İstiğnasıyla Bize Ne Diyor?

Birincisi: İslam düşmanlarının öteden beri propaganda amaçlı olarak kullana geldikleri bir argümanları var. Daha ziyade bu argümanı İslam âlimleri ve fedakâr davetçileri aleyhinde kullanırlar. Allah (cc) yolunda hizmet eden Müslümanları kastederek, insanlara; “Bunlar hem dini hem de ilmi kendi çıkar ve menfaatleri için bir araç olarak kullanıyorlar.” derler. Böyle propaganda yapan cahil ve münafıkların maksatları açıktır. Onların kullandıkları bu argümanları dikkate almak durumundayız. Ta şahsımızda İslam’a zarar gelmesin. Öyleyse, sözle değil, amel ve yaşantımızla onların bu iddia ve propagandalarını boşa çıkarıp yalanlayabilmeliyiz.

İkincisi: “Neşr-i hak için Enbiyaya ittiba etmekle mükellefiz.” Evet, bütün işlerimizde olduğu gibi davet çalışmalarımızda da peygamberlere uymakla sorumluyuz. Bu, Rabbimizin emrettiği bir iştir. İnsanlara İslami hakikatleri götürürken onlar ne yapmışlarsa, nasıl hareket etmişlerse bizim de öyle yapmamız lazım.

Efendimiz (Aleyhissalatu vesselam) başta olmak üzere bütün peygamberler “Bu davetimiz için sizden bir karşılık, herhangi bir ücret istemiyoruz; biz hizmetimizin karşılığını Allah (cc)’tan bekliyoruz” demişlerdir. Onlar İslam için saflar oluşturup çalıştıklarında ve insanlara İslam’ı götürdüklerinde işte bu şekilde çalışmışlardır. Şu halde, kendimizi onların takipçileri görüyorsak, bu konuda da onlara tam bir ittiba ile mesulüz. Keyfi, kendimize göre ve dikkatsiz hareket etme gibi bir inisiyatifimiz söz konusu olamaz, olmamalı…

Üçüncüsü: “Şayet, illa bir şey verilecekse, bu, sadece Allah (cc) için verilmeli… O’nun üzerimizdeki hakkı olduğu için verilmeli… Verirken, kendimizin, şahsımıza ait bir şey olarak değil, Allah (cc)’ın yanımızda bulunan emanetidir, emaneti vermem gereken yere vermeliyim” şuuruyla… Ve karşılığında hiçbir şey beklemeden vermeliyiz.
Alırken de öyle… Ne özel ne de genel menfaatimiz için hiçbir şey alamayız. İlla alacaksak, bu sadece dava için, dava hizmeti için olmalı… Ki bunun da kaide ve kuralları açık ve bellidir.

Hâlbuki veren gafil olabiliyor ve verirken, kendi adına verme gibi bir konuma düşüyor, dolayısıyla gizli ya da açık minnet ediyor. Bazen de alan gafil olabiliyor. Nimetin hakiki sahibi olan Allah (cc)’a yapacağı hamd u senayı sebeplere verebiliyor. Ve o sebeplerin -her ne ise- minneti altına girebiliyor. Böyle bir durum dava ve davet açısından büyük zararlara, telafisi olmayan vartalara kaynaklık edeceği açıktır.

Dördüncüsü: Davetçi şahsiyetimiz için olsun, grup, dernek, hareket veya cemaatimiz için olsun tevekkül, kanaat ve iktisadın büyük bir servet ve tükenmez bir hazine olduğuna yakinen inanmalı ve gerçekten kanaat etmeliyiz. İnsanların ellerine ve ceplerine göz dikerek bu büyük servetin ve bu tükenmez hazinenin kapısına kilit vuramayız, vurmamalıyız. Az veya çok kendi öz kaynağımız, halkların tonlarla vereceği meblağdan daha hayırlıdır. Rızkı veren Allah (cc)’tır. O, Rezzak’tır. İzzet ve şeref buna inanmakta ve gereğince amel etmekten geçer.

Beşincisi: İslam’a hizmet eden Müslüman, kendi vicdanının sesine kulak vermelidir. Biz vicdanımızın sesini dinlemeliyiz. Aldığımız bir şeyi hak ediyor muyuz etmiyor muyuz? Bakmalıyız. Hakkımız olmayan bir şeyi almaktan şiddetle kaçınmalı, rahatsız olmalı ve hatta hasta düşebilmeyiz. Yani hakkımız olmayan bir şeyle ilgili hassasiyetimiz zirve noktasında olmalıdır. Zira mesuliyet hislerini taşımadan, lakayd ve vurdumduymaz davranarak alacağımız bir şeyin hemen olmazsa bile zaman içinde hem bize hem davamıza ağır götürülerinin olacağını bilmeliyiz. Elbetteki bütün insanların mallarına veya teklif edecekleri şeylere karşı hassasiyetimiz olmalı, bununla birlikte mal, makam ve mevki sahiplerinkine karşı daha fazla olmalıdır.

Altıncısı: İbn-i Hacer diyor ki; “Salahat niyetiyle sana verilen bir şeyi, salih olmazsan kabul etmek haramdır.” Hem davetçi olarak bir ferd hem de davetçi olarak bir cemaat bu meselenin üzerinde iyi düşünmeliyiz. İnsanların yaklaşmadaki maksatlarını bilmeliyiz ki yanlışlığa düşmeyelim. Çünkü bu “Zamanın insanları hırs ve tama yüzünden küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar.” Gerçekten sadece Allah (cc)’ı razı etme niyetiyle verenlerin sayısında bu zamanda daha çok azalma var. Kuruş da olsa karşılığında bir hizmet, kendisine menfaati dokunacak bir karşılık bekliyorlar. Beklentilerine cevap vermediğin veya veremediğinde ise senin şahsından hizmetine, davana ve dolayısıyla davetine karşı olumsuzluklar içine girebiliyorlar.

Sözün özü olarak şunu diyebiliriz; davetçi davetini sadece Allah (cc) rızasını esas alarak yapacak, Enbiyanın yaptığı gibi kimseden hiçbir karşılık beklemeyecek, ücretini alan ve davetin asıl sahibi Rabbinden bekleyecek, öyle çalışacak, hizmet edecek… Rezzak olan Allah (cc) onu yüzüstü bırakmayacak, ona geniş yollar ve imkânlar oluşturacaktır, inşaallah…

Veren ise, yani hayır hasenat yapmak isteyen ise, sadece Allah (cc) için verecek, kendi nefsinden ve duygusundan hiçbir şey katmayacak ve Allah (cc)’ın kendisinde bulunan emanetidir, şuuruyla emaneti ehline teslim edecektir. Böyle yaptığı zaman, verdiğinde ihlâs olacak ve bu ihlâsı ise büyük bereket olacaktır, inşaallah.

Bediüzzaman, Rabbine kavuşuncaya kadar bu maddelere sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Rabbi de ona güzel ve tesirli mücahede yolları açmış, onu tesirli ve çığır açıcı kılmıştır. Birçok yönüyle olduğu gibi ve görüldüğü gibi istiğnasıyla da Bediüzzaman güzel ve mukteda bir örnektir.

Nebevi nurun evlerimizi, sokaklarımızı ve şehirlerimizi ihata etmeye başladığı şu güzel iklimde, Allah Resulüne tam ittiba etme duasıyla…

Allah (cc)’a emanet olunuz…

Muhammed Şakir / İnzar Dergisi – Nisan 2012

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Ramazan’dan Sonra

Ramazan’dan Sonra Fatma Bayram Bazı anları sonsuza kadar durdurmak istesek de zaman -iyi ki- bizi …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Hikmet-i Amme, Umumî Hikmet 

Hikmet-i amme, umumi hikmet  Ve keza bütün mahlukatta görünen  hüsn-ü sanatlar, intizamlar  ve ihtimamlardan ve …

Kapat