Ana Sayfa / Yazarlar / Bir bahçıvan bahçesine üç hırsızın girdiğini gördü…

Bir bahçıvan bahçesine üç hırsızın girdiğini gördü…

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

KAMER,
GECEDEN ÜRKMEDİĞİ,
KARANLIKTAN KORKMADIĞI İÇİNDİR Kİ;
NURDANDI!…

Bir bahçıvan bahçesine üç tane hırsızın girdiğini gördü.
Bunlardan biri fakih, biri şerif, biri de sofi denilen kimselerdi.

Üçü de aynı ayarda -adlarına layık olmayan- hafif meşrep ve vefasız kimselerdi.
Bahçıvan düşündü.
“Bunların üçüyle birlikte tek başıma başa çıkamam önce bunları birbirinden ayırayım.” dedi.
Bahçıvan önce sofiden başladı:
“Eve git de bu arkadaşlar için bir kilim, oturacak bir şey getir.” dedi.
Sofi ayrılınca diğer ikisinin yanına vardı.
Fakihe;
“Sen bir fakihsin, bizler senin ilmin sayesinde dinimizi öğrenip, ona göre hareket ediyoruz.
Bu da ünlü bir şerif Peygamberin soyundan bir şehzade Efendimiz.
Bu pisboğaz sofi de kim oluyor ki sizin gibi ulu kişilerle olabiliyor.
Onu savın gitsin sonra istediğiniz kadar benim bahçemde kalıp yiyin için.” dedi.

Böylece onları kandırdı.
Sofi gelince iki arkadaş onu savdılar. Sofinin gittiğini gören bahçıvan koca bir sopayla ardına düştü.
“Ey köpek sofi sen hangi cesaretle benim bahçeme giriyorsun? Hırsızlık için Hangi şeyh, hangi pir sana yol gösterdi” diyerek sofiyi tenhada güzelce bir dövdü, başını yardı.
Sofi giderken:
“Benim sıram geçti, fakat sıra o iki arkadaşımda, siz de benim gördüğümü görecek, yediğimi yiyeceksiniz” diye söylendi.

Bahçıvan sofiden kurtulunca, diğer ikisinin yanına döndü.

Şerife;
“Ey Şerif eve git, kuşluk yemeği için pişirttiğim ekmekleri ve kızarttığım kazı
getirmelerini söyle” dedi

Şerif gidince bahçıvan Fakihe;

“Ey yüce kişi, sen göngörmüş bir insansın her şeyi görür anlarsın,
o şerifim diyen ne olduğu bilinmezin
doğru söylediği nereden belli,
onunki boş bir iddia, anasının ne halt yediğini kim bilir.
Zaten bir çok ahmak asılsız olarak kendilerinin Hazreti Ali’nin ve Peygamber (ﷺ)
soyundan olduğunu iddia ederler” dedi.

Daha bir çok sözler söyleyerek Fakih’i kandırdı…

Fakih,
Şerif’in ardından giderek ona;
“Ey eşşek buraya seni kim davet etti? Hırsızlık sana Peygamber’den mi miras kaldı.” diyerek Şerif’e çok acı sözler söyledi.
Şerif de gittikten sonra Bahçıvan Fakih’e döndü.
“Ey utanmaz adam eli kesilesice bağlara girmek başkasının malını talan etmek caiz midir, bunu nereden okudun”
diyerek

Fakih’i güzelce bir dövüp bağdan kovdu!…(Mevlana-Mesnevi)

Ey sabırsız ve namaza yılgın nefsim,
Sen o sofiye benzersin ki; kendini ibadet ehli salih biri bilir,
geçmişte kıldığın namazlarını ve bir çok ibadetlerini kendine yeter görürsün.
Aynı zamanda Sen o Şerife benzersin ki;
“daha önümde çok uzun bir ömür var.”
Asılsız hükmüyle gelecekte düşündüğün uzun yılların hayali yorgunluğunu
zayıf omuzlarında hisseder,
Hayali ve hissi bir yükün ağır yılgınlığıyla o vakti ifa edecek gücü bulamaz;
Ve “Şimdi bu bir vakti kılmasam da olur.” diyerek Mahşerin Şefaatine ve mağfiretine sığınırsın!…
Ey her sabah namazı bu sınava tekrar tekrar giren tenbel nefsim!
Geçmişteki ibadet zorluğundan ve namaz yorğunluğundan kaçıp, geçmişi yeterli görüp,
dindarlık kisvesine bürünerek kendini sofi gören ayyar nefsim!..
Daha gelmemiş günlerdeki ibadet vazifesini ve namaz hizmetini ve zorluğunu bugün düşünüp, nefsini salih bilerek;
“Şeytan insanları Allah’ın rahmetine güvendirir de; İbadetten alıkoyar”(fatır,5)
ayet-i celilesinin şiddetli ikazatına düçar edersin!..
Sabırsızlıkta misalin şöyle bir sersem kumandana benzer ki:
“Düşmanın sağda ki kuvveti onun sağındaki kuvvetine yönelmişken ve ona taze bir kuvvet olduğu halde, o tutar,
mühim bir kuvvetini sağ tarafa gönderir,
merkezi zayıflaştırır.
Hem sol tarafta düşmanın askeri yokken ve daha gelmeden, büyük bir kuvvet gönderir,
“Ateş et” emrini verir,
merkezi bütün bütün kuvvetten düşürtür.
Düşman işi anlar, merkeze hücum eder, târümâr eder.
Evet, buna benzersin. Çünkü geçmiş günlerin zahmeti, bugün rahmete kalbolmuş,
elemi gitmiş, lezzeti kalmış.
Külfeti, keramete erişmiş; ve zorlukları, sevaba dönmüş.
Öyleyse, ondan usanmak değil, belki yeni bir şevk, taze bir zevk ve devama ciddî bir gayret etmek lâzım gelir.
Gelecek günler ise madem gelmemişler; şimdiden düşünüp usanmak ve yıgınlık göstermek, aynen o günlerde açlığı ve susuzluğu ile bugün düşünüp bağırıp çağırmak gibi bir deliliktir.
Madem hakikat böyledir. “Bahçıvan misali” aklını başına al, ibadette yalnız bugünü düşün.
Ve “Onun bir saatini, ücreti pek büyük, zorluğu pek az, hoş ve güzel ve ulvî bir hizmete sarf ediyorum” de.
O vakit senin bütün kederin, ümitsizliğin ve zorluğun, tatlı bir gayrete dönüşür..
İşte, ey sabırsız nefsim! Sen üç sabırla mükellefsin.” (Sözler)
Birisi, Emr-i İlahi’ye İTAAT etmekle, “taat üstünde sabırdır.” Ve bir ömür boyu ibadet taatiyle, müdavemet sırrıyle, sabırlı, yenilmez bir teslimiyet!..
İkincisi, Kur’an ahlâkı ve sünnet edebiyle edeplenip, “Masiyete sabır” yani GÜNAHLARA KARŞI nefsin isteklerini gemlemekle;
“Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek suretiyle satın almıştır” (Tevbe-111)
ayet-i kerime’sinin teminatıyle devamlı gösterdiğin sarsılmaz bir takva!..
Üçüncüsü, Şu İMTİHAN dünyasında başa gelen “musibete sabır” yani herşeyi; KADERden, dolayısıyle Allah’tan bilerek,
her türlü musibete, zorluklara ve belalara karşı
“ALLAH’IN HİKMETİNE İMTİNAN EDİNİZ”
kaidesince daimi bir sabırla gösterdiğin yıkılmaz bir tevekküldür!..

“Aklın varsa, şu temsilde görünen hakikati rehber tut, devamlı
“Yâ Sabûr” de,
üç sabrı omuzuna al…
Cenâb-ı Hakkın sana verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yolda dağıtmazsan,
her zorluğa ve her musibete kâfi gelir!..” (Sözler)

Her asırda maddeci anlayışa bina edilen medeniyetin insanlığı sürüklediği manevi buhranlar, Kur’ân’ın tevhid, haşir gibi geniş hakikatlerine dair aklı doyuran, ruhu okşayan, kalbi tatmin eden tatlı izah ve ibretli misallerle tedavi edilmekte;
Ruhun ve kalbin vazifesizliğinden doğan sıkıntıların sürüklediği sefahat, başıboşluk
hali Kur’an’ın mesajıyle her asırda yeniden şifa bulup iyileşmektedir.
Aynen öyle de; Kur’an’dan mana ve hikmete dair mesajlar içeren Hz.Mevlâna Celâleddini Rumî’ye ait ölümsüz şaheser Mesnevî’de Kur’ân’ın o asra bakan hakikat mesajlarını zamanın insanına, o asrın anlayışı ile anlayıp yorumlama hususun da “tecdid” vazifesini ifa etmiştir.

İşte bu sebepten Bediüzzaman Said Nursi (r.a) “Mevlana benim zamanımda gelseydi,
Risale-i Nur’u, ben o zamanında gelseydim Mesnevi’yi yazardım.O zaman hizmet
Mesnevi tarzındaydı. Şimdi Risale-i Nur tarzındadır.” demektedir.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Erol Güngör’den Araplar, Ortadoğu, Tasavvuf vb ile İlgili Değerlendirmeler

Merhum Erol Güngör, genç yaşta vefat etmesine rağmen Cumhuriyet devrinde yetişen önemli ilim ve fikir …

Kapat