Ana Sayfa / Yazarlar / Bir Başka Çeşme

Bir Başka Çeşme

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Hikâye 

-1-

     Kalbimizi bir sarmaşık misali saran hislerin önce coşkun, sonra taşkın aktığını duyunca “çeşme” başına koşardık ha bire.

     Ne ellerimizi, ne ayaklarımızı yıkar, ne de yüzlerimize su serper; boğaz ve boyunlarımızı ıslatmaz, sadece seyrederdik.

     Mermer yalağının yanı acı yeşilden ta filiziye varan renklerle, yosun renk türleriyle kaplı; 

     bütün mevsimlerin yeşil çamından birkaç dal, onlarla el tutuşmaya nasıl da iştahlı. Dökülen üç beş altın yaprağın 

     çeşme ve yalak üzerine inişleri… Ve kenarda baharın yeşil, güzün kahverengi ve sarı gülüşleri. Bütün bunlarda, 

     anlayacağınıza eminim, bir yığın şey görürdük.    

     Suların yalaktan köpürerek taşıp beyaz baloncuklar açması; suların güneş altındayken yakamozlana oynaya, 

     ufak bir eser veya şelale göstermek arzusuyla koşturmaları oraya kadar gitmeye çok zaman değerdi. 

     Baharları şahin dalışları, güzleri karga haykırışları ne kapılar aralardı bizlere? Cevabı bilenlere meçhul değildir 

     elbet.     

     Hele o ses? Sonbahar akşamlarında, yaz gecelerinde, sabahın köründe kimi kış vakitlerinde, bazen de baharın

     göbeğindeki herhangi bir saatte o şırıl şırıl yahut gümbür gümbür ses bizi nerelere çeker götürürdü. 

     Oraya gidenlerimiz hâla var; vefasızlık herkesin kârı mıdır?    

     Yıllar mermer yalağı oyuk oyuk etmiştir ama varlığını hâla korumaktadır. Yan tarafı yeşil, sarı ve kahverenginin

     türleri ile sarmaş dolaştır. Sanki oluktan gelen ses biraz zayıflamışa, su da azalmışa benziyor.     

     “İçimizi dalgalı buldukça başına koşardık yalağında beyaz baloncuklar açan çeşmenin.” Aklınıza takıldığı belli. “

    “Koşardım.” değil de neden “Koşardık.”? 

     Haklısınız, “çeşme”ye yalnız vardıklarım da olmuştur. O yalnız ziyaretlerim bile bir müşterek duyuşun eseriydi.

    Cümleten gittiğimiz günler daha fazlaydı ama. Geçenlerde yine havasını teneffüs etmeye gitmiştim çeşmenin. 

    Yalnızdım. “Ekip”ten kimse yoktu yanımda. Simasında sırıtkan bir gülüşü vardı, elleri devamlı oğuşmaktaydı. 

    Öndeki altın dişler nasıl da parıldıyordu. Siması tam dolgun, göbeği koskocaman…     

    Yine de selam verdim. “Nasılsın Halim?” dedim, “Sen de vefalı olanlardansın demek.”     

    “Öyle…” diye cevapladı beni “dimdirek.” İnsan göstermelik de olsa bir “estağfurullah” der bari…     

     Ellerin oğuşması kesilmişti. Konuşmasını sürdürdü. “Düşündüm de… Suyun tadı çok güzel öncelerdeki gibi. 

     Buraya kondurulacak bir dolum tesisiyle iyi getirisi olur.”     

     Bilmem, sözün gerisini siz nasıl karşılardınız? Ne diyordum? “Vefasızlık herkesin kârı mıdır?” 

     Geçenlerde telefon çaldı, baktım o. Sesi önce sıkıntılıydı.     

     “Çeşme başına koşturmalarımız neydi öyle azizim? Amma safmışız.” Şaşırmıştım, sormadan yapamadım.      

     “Bu kanaata nasıl vardın mirim?”     

     “Nasıl mı?” Sualim garibine gitmişti galiba, cevabını tam bir emniyetle yapıştırdı.     

     “Yaşamak için dostum, yaşamak için…” 

     Ne kadar hâkim olmak istediysem de yüksek perdeden,     

     “Böyle yaşamanın…” deyiverdim. Cümlenin gerisini söylememek için kendimi nasıl zorladığımı iyi hatırlarım. 

      Bu tedailere rağmen yine de “Vefasızlık herkesin kârı değil…” diyorum.      

     Demek ki suların yalaktan taşarak köpürüşü, ardından güneş altında yakamozlanıp oynayışının okşadığı gözler, daha sonra başka ufuklardan nem kapabiliyormuş. Acaba diyorum, bu tabii midir?     

-2- 

      Göz bebekleri masmavi; su rengi veya ışık aldatmacası. O gün evdeydim, çünkü hafta sonuydu. Habersizce çıkıp 

      geldi. Hoş beşten sonra söz dolanıp eskilere vardı.

     “O külüstür çeşme hâla duruyor mu yerinde?”       

     Başımı izzetle dikmişim. “Eskisinden de perk basıyor ayaklarını…” deyiverdim sertçe. Sesi garipleşti, mızmızlaştı 

     gibi…

     “O gün Halim bahsetti de… Suyu çekilmiş mi, ne?”

     Meseleyi anlar gibi olmuştum. Onu gönderen Halim’di. Bıyık altından gülümsedim ve anında cevabı yapıştırdım.

     “Öyle zannetmiş, erken mi bunuyor ne?”

     “Ya sesinin cılızlaşması?”

      Ani bir idrâkla karşılığı buluyorum.

     “Kesafet ve mâna kazanmasına alamet…”

     O da benim gibi gülüyor ve kararlılığımı “inat” diye açıklıyordu. Sonunda, “Ne adamsın!” diyerek çekip gitti. 

     Ardından düşünceye daldım. Ferdi olarak zihnimizi, sosyal yapı olarak da neslimizi kör bir kuyu çıkrığına 

     bağlamışlar. İn çık, sonra in, yine çık… Kabahatin zihin ve dilimizi bağlayanlarda olduğunu demek kolay; 

     daha beriye gelmeli. Onların zokasını yutan kim? Elbette biz, “akıbeti düşünmeyen nefsimiz”!

     Her köklü olan çürümeye mi mahkûm? Her yeni güzel midir daima? Bunu kabul, her şeyin yıkılmasına göz yumma 

     gibi bir kıymet bilmezliği doğurur. Tahrip sırasının bir gün de sana geleceğini hesaba katmadan…

      Eski günlerdi belki, ama güzel ve köklü idiler. Yürek ve bileğimizi dalgalanır buldukça yalağına koşardık çeşmenin, huzurla dolardık. Sadece sesini dinlemek bile içimizdeki bulutları hallaç pamuğu gibi atar, Çam Dalları’nın nağmeleri kalbimizi yumuşacık ederdi.

     Oraya giderken içim tam mânasıyla dolu doluydu bu sefer. Sebebi “bir başka” vefasızlığın sahne almasıydı.

     Gözlerimi kısarak baktım; miyoptum çünkü ve gözlüğümü almayı unutmuştum. Yine de yanlış görmüyordum, 

     biri vardı orada…

     Kollarını sıvamış, abdest alıyordu. Açık kahverengi cübbesi beyaza banmış sarığı bir fıstık çamı dalında asılıydı. Öylece kalakalmış, abdestini tamamlamasını beklemiştim.

     “Oraya ilk gidişimde de böyle bir çeşme karşılamıştı beni. Burada da…”

     Gözlerimi açıp kapadım. Artık gördüğüm sadece çeşme idi ve onda -artık- daha kesif sahneler buluyordum. 

     Eskiden böyle miydi halbuki? Baharları kartal, atmaca, şahin  dalışları; güzleri karga haykırışları bize ne kapılar 

     aralardı. Gelin de “açılanları” asıl şimdi görün bir!

     “Çeşme”yi bir başka görmeye başlamakla ben de mi vefasızlık yapıyordum? Sonra düşündüm ki vefalı olmak her insanın hakkıdır ama kime ve neye vefa? Doğruya, tam tekmile, haklıya; güzel, ince ve müstakime… Eğri, eksik-gedik, çirkinlik, kibir ve dönekliğe değil…

     “Eğer mazide hissettiklerimiz eksik idiyse, bugünkü gelişmeye, ‘atılıma’ neden vefasızlık diyelim…”

     Omzumda bir el hissedince ürperdim. Başımı çevirdim. Halim’di bu… Ciddi bakıyordu ve elleri oğuşmuyordu artık. Gözleri arı ve duruydu. Ona neler demek isterdim, ama genzime bir çınar oturmuştu. Çeşmeye döndü gözlerim.   

     Mermer yalağın yan tarafı acı yeşilden filiziye, oradan da zeytuniye varan yosunla -hâla- kaplıdır. Mevsimlerin 

     çam yeşilinden iki dal onlara ulaşmak için nasıl da iştahlıdır. Dökülen üç beş yaprağın bin bir naz ile üstümüze 

     inişleri ve kenarda bahar vakti yeşil, güzleri sarı ve kahverengi gülüşleri…

     Halim’e döndüm. Tombul yüzüne gömülü gözleri bu sefer zemindeydi. Söylenir gibi, 

     “Vefasızlık benim bile kârım değilmiş be kardeş.” deyiverdi.

Yazar : Mehmet Nuri BİNGÖL

BİYOGRAFİ
1961’de Şanlıurfa/Birecik’te doğdu. İlkokul ve ortaokulu aynı ilçede okudu. 1982’de İstanbul Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Anadolu’nun çok yöresinde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaptı.
Yazgı, Köprü, Bizim Külliye dergilerinde hikâye, deneme ve makaleleri yer aldı. Gap Gündemi, Tasvir, Yeni Nesil gazetelerinde yazıları yayımlandı. Birecik yıllıklarına alınmış şiirleri, yaptığı derlemeleri ve değişik site ve kitaplara alınmış makale, mülakat ve köşe yazıları bulunuyor.
Kitaplaşan iki eseri ve tefrika romanları Mehmet Nuri EMİNLER mahlasıyla yayımlanmıştır. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğine devam ediyor. Birecik’te temsilciliği açıldığı ilk günden beri Eğitim-Bir-Sen üyesi. Dört kızı ve üç torunu bulunuyor. Şanlıurfa/ Birecik’te ikâmet ediyor.

Tarık Buğra ile yaptığı mülakatın iktibas edildiği eserler:
Politika Dışı (Tarık Buğra)
Tarık Buğra’yla Söyleşiler (Mehmet Tekin)

Hikâyelerinin İktibas Edildiği Eserler:
Kedinâme (M. Nuri Yardım, 2019)
Dergizan Yıllığı (Ramazan Seydaoğlu, 2020)

İktibas edilen mahalli derlemeleri:
Cumhuriyetin 50. Yılında Birecik Yıllığı
Cumhuriyetin 70. Yılında Birecik Yıllığı

Tefrika Romanları:
Yokuşta ( 1986)
Yokuşta Tırmanış-1 (1984)
Yokuşta Tırmanış- 2 (1988)
Kafkasya’da Sarp Ufuklar (1981)

Kitapları:
Sürgündeki Çeçenya (1. Baskı: 1996; 2. Baskı: 2000) Gençlik Yayınevi
Nur Üstad (Biyografi- Deneme; 2002) Erguvan Yayınevi
Siyahtan Turkuaza (15 Temmuz) [Hikâyeler] 2021. KDY yayıncılık
Ver Elini Türkmeneli [Gönül Sayhası-1] (Roman) 2021, KDY Yayıncılık
Azada Yürüyüş [Gönül Sayhası-2] (Roman), 2021, KDY Yayıncılık, "Bir Başka Çeşme" (2022- KDY- Öyküler)

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kışkırtmalar ve Camileri Puthaneye Çevirme Çabası

Denizcilik mesleği sayesinde çok değişik yerler gördüm. Bunlardan belki de en ilginç olanı Hindistan’dı. Büyük …

Kapat