Mehmet Nuri BİNGÖL |
BİR CENAZE NAMAZI VE…
İnsan aklı ve havsalası ancak sarsıcı ve vurucu bir hadisenin tedaisi ile, “kafasına dank etmek” deyimine uygun şekilde, gaflete verdiği bazı hakikatları tekrardan hatırlayabiliyor, zihnine yığılmış “dünya kazuratından” bir nebze kurtulabiliyor.
Üstad Hazretlerinin “Doğuda sen ve Hulusi hizmet başında iken oraya gelmeme lüzum yok.” mealindeki sitayişine mazhar olmuş Abdulkadir Badıllı Ağabeyin vefat haberiyle de “vefiyat- mevt” vakıası beyin örsümüze inen bir balyoz misaliydi sanki.
Örse inen bu çekicin şiddetiydi bizi il merkezimiz Şanlıurfa yoluna düşüren… Bir kısım muhterem dost ve kardeşlerle buluşup, öğleyi kıldıktan sonra yola revan olduk. İşin hakikatı, biraz da mesafeleri hızla yutan minibüsün “emektar” olmasından ya da direksiyondaki kardeşin aceleciliğinden midir nedir, sarsılan bünyem ve zihnim sadece konuşulanları dinliyor, semadaki dopdolu ama bir türlü yere ağamayan bulutları seyrederken de düşünüyordum.
“Gök dolu dolu ama ağlayamıyor. Hüznünü içine gömmüş sanki…”
Bunun zahiri ve örf-ü nasdaki sebebi belki iklimdir, iman ehli sebebin zahirisine değil aslisine bakmalı değil midir her daim?
“ ………………………
Şu ayet, mefhum-u muhalifi ile delalet ediyor ki ; “Ehl-i imanın dünyadan gitmesiyle semavat v e zemin onların üzerine ağlıyorlar.” ( 32. Söz.)
***
Mahşeri bir kalabalıktı Badıllı Ağabey’in cenaze namazına katılan.
“Olmasın cenazemde ne çelengim, top arabam,
Alıp götürsün beni tam inanmış dört adam.”
Mısralarını hatırladım birden. Belki de o günün “kaht-ı rical”ini ihsas için çığlıklaşan ifade bu mahşeri kalabalığa da tam uyuyor.
Bırakın dördü, belki dört tane dört bin “tam inanmış adam”ın Allah’tan rahmet dilediği ve hakkını helal ettiği Nur’un – bilvesile Din-i Mübin-i İslam’ın- kahramanlarından biri olan
Abdulkadir Ağabey -mealen, bilmana- şu hadise mazhar oluyordu.
“Bir mü’minin cenazesine ne kadar çok MÜ’MİN katılır ve – dua ederse- ona Cennet vacip olur.
***
Namazdan sonra bin bir güçlükle girdiğimiz Dergah Camii avlusunda , göğe doğru dua kanatlarını açmış yüzlerce güvercin ve kumrudan teşekkül etmiş bir kuş topluluğu karşıladı bizi.
“Bizi” diyorum, çünkü yanımdaki bazı tanıdıkla beraberdik.
Taziyelerimizi sunmayı düşünüyorduk ailesi ve hakiki ailesi kardeşlerine. “İnziham”dan yılan gönlüm vazgeçti bundan. Arkadaşlarla buluşacağımız mekana döndü adımlarım. Oradan da ver elini Birecik.
Sonradan öğrendim ki İstanbul’dan bazı mesai arkadaşlarım da oradaymış. “Ehl-i vicdan ve istikamet” olan bu kardeşlerime selam ediyor, “müstağni” istikametlerinin devamını diliyorum.
Bir Hadis-i Şerif meali –evkamekal- ne buyurur? “Kendinizi su-i zanla muhafaza ediniz.” Neden? (Bilmâna) Kime ve neye karşı? Dinimizin birinci kaynağı Kur’an ve “Kur’an’ın hakiki tefsiri olan Sünnet -ehadis”in “ikrah” ettirdiği her husustan.
Bir akraba ziyaretinde ev sahibimiz meseleyle alâkalı diğer iki misafirinin yanında:
“Daha önce hizmetle alâkalı mevzularda hızlı olanlar zamanla çok değişebiliyor” deyince, 20. Lem’daki 10 maddeyi hatırlayarak müdahale mecburiyeti hissettim.
Ya 21. Lem’adaki esaslar?
Mesela, “İhlas ise, Müslüman’ın her kimden olursa olsun istifadesine taraftar olmaktır” tâbiri…
O zaman Müslümanın istifadesinden kıskanan ya da kendine gelmesini umduğu himmetin bir başka hizmet ehline gitmesine kızan kimseler, ihlaslı olup olmadıkları noktasından bir nefis muhasebesi içine girmeli değiller mi?
Demek ki, bir diğer misafirin; “Kimsede ihlasmetre yok ki!” itirazı boşunaydı.
“İhlasmetre” yok ama ihlasın var olup olmamasıyla alâkalı ölçüler var? “Mü’min bir delikten iki defa ısırılmaz.” (evkamekal) Hadis-i Şerif’i var; “Müminin ferasetinden korkunuz, zira o baktığında Allah’ın nuruyla (yani imani ölçülerle) bakar.” (evkamekal) Hadisi var; bütün bunlar “usul” dairesinde birlikte ele alınmadan mesele kestirilip atılamaz yani.
Hem 20., hem 21. Lem’a-yı İhlas’ı, hem de ihlas sırrıyla alâkalı diğer mektupları “külliyat” anlayışıyla tedkik ettiğimde anlıyorum ki ihlaslı olmanın en büyük kapısı, yapılan fiili “Rıza-yı İlahi” dairesi içindeki (Sadakat denen husus) fedakarlık ve “îsar” hasletidir. Eğer bu hisler toprağa karışmışsa, o “dairenin” de dışına çıkılabileceği endişesindeyim. Tek taraflı değil, iki taraflı bir “îsar” ama…
Denilebilir ki “Tek taraflı olursa ne zararı var?” Karşıdaki insanın “mukabele” hakkı çiğnenmiş olacağından kul hakkı da sırtlanmış olur- maalesef… Hadis meali –evkamekal- malum; “Birbirinizle hediyeleşiniz.”
Dikkat buyurun; “Hediye verin” değil, “hediyeleşiniz” buyuruyor Hadis. Yani “güzel bir haslet”in tek taraflı değil, iki taraflı olmasının daha “efdal” olduğunu beyan buyuruyor.
Risale-i Nur’un Diyanet’in vereceği izinle neşredilmesini, kendilerinin dışındaki yayınevlerinin neşredip de “Ben neden basıp da hizmet edemiyorum” – en masumane düşünceyle haydi böyle kabul etsek bile- ihlas sırrına zıt değil midir?
- Cemaat Değil Cemaattan Yana Olmak - 19 Eylül 2024
- Müzeden Ayasofya-yı Kebir’e… - 12 Eylül 2024
- Romancı Olmak – Olmamak – Olamamak - 25 Ağustos 2024
- Vâizler Neden “Etkisiz Eleman”? - 22 Ağustos 2024
- Nur Üstad ve Abdülhamid Meselesi - 11 Ağustos 2024
- Bahardan Sonra Yaz (Öykü) - 5 Ağustos 2024
- Sahabe Bir Sıfat; Hataları İse Ferdidir. - 4 Ağustos 2024
- İsmail Tohumu Fidana, Ardından Ağaca Duracaktır. - 31 Temmuz 2024
- Bazı Dikkatler-2 - 30 Temmuz 2024
- Adem-i Îtimat Meselesi - 29 Temmuz 2024