Ana Sayfa / Yazarlar / Bir Kitap Tanıtımı

Bir Kitap Tanıtımı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Estetik Eleştiri, Bir kitap tanıtımı

Estetik kuram ve ölçütlere, mikyaslara göre yapılmış eleştiri örnekleri ne yazıkki ülkemizde yok. Yüksek lisans dönemimden beri estetik bakış açıları ve değerlendimeleri hocam Orhan Okay’ın teşviki ve yönlendirmesiyle yaptım. Daha sonra batı estetiğinde estetik ölcüleri yakaladım ve bunları yıllar sonra Türk şiirine ve kısmen romana uyguladım.  Henüz basılmamış Estetik Eleştiri kitabımda yüzden fazla estetik olarak değerlendirmelere neden olacak kelimeler ve kavramlar buldum. Bunları bir kitap haline getirdim.

Estetik değerlendirme için yüzkırk başlık bulunmuş, bu araştırmaya bağlıdır, daha da artabilir veya eksilebilir. Bu çalışma doktor olmak veya doçent profesör olmak için değil tamamen yirmibeş yıldan sonra  sanatı sevmek ve bir takım insanları düşündürmek için aşktan gelen bir itici güç ile yapılmıştır, bana kazandıracağı bir şey yok. Ama ilim zaten getirisi için yapılırsa iyi karşılanmamış, eskiler hasbiyane, hasbetenlillah, kelimelerini kullanmıştır. Atalarımız yazdıkları kitaplara isimlerini yazmayı bile etik bulmamışlar. Ben de bu saf niyetle artık herşeyin bir dünya görüşünün parelelinde izah edilmesinden gına geldi, bir esere sadece sanat zevki için baktım. Bunların hepsinden azıcık bahsetsem kocaman bir bildiri özeti olurdu. Birkaç tane örnek verdim.  

Mesela bunlardan amaçsız amaçlılık; edebi eserde amaç bir  siyasi ve dini bakış açısını tebliğ etmek için sırıtıcı bir kabalık ile anlatılırsa burda sanat olmaz, burda sanat bir alete dönüşmüştür. Bizim ülkemizde yapılan umumiyetle budur. Halbuki şair ve romancıın görevi sadece olayı göstermektir, onun altını üstünü siyasi ve dini düşüncelerle doldurmak sanat değil. Charles Dickens Büyük, Umutlar ve Oliver Twist romanlarında olayları gösterir, ama yorum yapmaz. Yahya Kemal Akıncılar şiirinde Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik der, ama buna artı bir mana yüklemez, ama biz bundan çocuklar gibi akınlara katıldıklarını yorumlarız, işte amaçsız amaçlılık bunun gibi.  

Tanpınar Huzur romanında bir neslin dünyasını anlatır ama, yorumlarla olaylara ve şahıslara katılmaz, amaç görüneni göstermektir, görüneni yorumlarla uzatmak değil, ama Hugo’nun Sefiller romanında yorum blokları vardır, romancı olayı göstermenin ötesinde bir de uzun uzun yorumlar yapar. Romantik roman böyle yorumlarla doludur bizde ve batıda. Flaubert’in Madame Bovary’isi de amaçsız amaçlılıktır, Vaubseyard şatosundaki ihtişamı, atları, eyerleri, seyisleri, kadınların giysilerini anlatırken yorum yapmak ama amaç yorum değil göstermektir. 

Estetik eleştiri sanat eserini bir takım kurallara göre görmek ve anlamak ve anlatmaktır. Yüzkırkı aşkın estetik ölçü ile esere bakmayı ben kitabımda anlattım burada birkaç tanesini anlatarak estetik eleştiriye bir örnek verdim.

Estetik eleştiri, maddeler; Absurd, açıklık, ağıt, mersiye, Ahenk, akıl, alay, ironi, alegori, amaç, amaçsız amaçlılık, analiz, arınma, artistik yaratma, aşk, ayarlama, bozma, bakmak, beğeni, ben, benzeşme, biçim, bulanırlık, canlılık,çatışma, çevre, çirkin, çoklukta birlik, dalınç, deha,deney, yazma, bozma, alıştırma, denge, fikir ve sanat dengesi, din, dinamik yüce, dramatik, duyu, duyarlık, duyulur, düzenlilik,eleştiri, empati, estetik obje, objektivasyon, estetik uzaklık, fantasmagori, Fantazya, fantezi, fatalizm, güzel, hakikat, harmanlama, haz, heyecan, assimable, hissolunabilirlik, ideal, ilham, imge, imaj, ironi,istanbul, iyi, kahraman, kaotik, kapsam, karakter, karakteristik, kaygı, humor, mizahi, kötümserlik, kuram, fenomenolojik eleştiri, kurgu, kültür, mantık, matematik yüce, mecaz, elenkoli, mit, mutlak, nesne, nesnel, nicel, nitel estetik, olay, oran, orantı, özne, parça bütün ilişkisi, patetik, plan, poetika, portre, postmodernizm, pisikanalitik, ritim, gündüz düşü, rüya, sanat, sanatcı, sembol, sempati, seyirci, seyretmek, sensible, sezgi, simetri, sonsuzluk, suje, sensible, sezgi, simetri, sonsuzluk, suje, şehir, şekil, estetik değer, tabiat, taklid, tasarım, temaşa, terennüm , tipik, trajik, türlülük, yalnızlık, yaratıcılık yerli yerindelik, yorumlama, yüce, zaman, zevk

Bunlardan birkaç örnek verdim….

Sanat mizanları, ölçüleri çoktur, ama bunları estetik dokuyu verecek şekilde yorumlamak çok çalışmalar gerektirir, ben çok iddialı değilim ama bir kitap örneği ile ortaya çıktım. Yukardaki metinden sunum süresi olan bilmiyorum on, onbeş dakika konuşabilirim. Teşekkür ederim.

Bu bir bildiri özeti değil ama, özet bir sunumu içinde barındırıyor, ben bundan sunum süresince o süreyi aşmayacak şekilde konuşurum. Çünkü estetik eleştiri uzun bir bahis, anlatımı tahdid ederek konuşurum. Bana kanaatlerinizi bildirin.

—–

Artistik yaratma, Bir sanat eserinin artistik olması nasıl sağlanır, Mikelanj, Musa heykelini bitirdiğinde eserin karşısına geçip “konuş Ya Musa” demiş, neden böyle söylemiş. Artistik yaratmanın ne olduğunu bu ünlü heykeltraj biliyordu, yaparken de öyle yaptı, artistik olması gereken bir heykelin hangi özelliklerle artistik olacağını biliyordu, şimdi bir heykeltraşa sormalı neden  o eser artistiktir.Bir heykeli artistik yapan nedir. Sadece  güzel demek, harika demek, olağanüstü demek ne demek, güzel nedir, harika nedir, olağan nedir, olağanüstü nedir?

Uyum, orantı, simetri,yerli yerindelik, muhayyile, tasarım, derinlik, süreklilik renk,daha başka şeyler artistik meydana getirmenin elemanları. Freud bu Musa heykelinin psikanalizini yapmak istemiş ve onun karşısında günlerce oturmuş, acaba o da artistik olduğu için mi onun karşısında yirmi günü aşkın oturdu. Ona sormak lazım, sayın Freud neden o heykelin karşısında o kadar oturdunuz. Mikelanj bir insanın heykelini yapmış oturmuş, elinde on emirin levhaları, ama dağdan döndüğünde ümmetinin bir buzağı heykeline taptıklarını görmüş kahrolmuş, o gergin anı Mikelanj heykele çevirmiş, bir insan o heykel ama insan da artistik, o da ona kıyasla yapmış. İnsana yani artistik olan insana güzel deyip geçiyoruz, yine artistik boş  kaldı.

Heykelde prensiplerinden biri olan uyum, bedenin şekil olarak tamamının birbiri ile uyum içerisinde olması gerektiği anlamını taşımaktadır. Yunan matematikçilerinin ve sanatçılarının analize dayalı olarak uyguladıkları “altın kesit uyum prensibi” uyumda temel alınmıştır.  

Denge

Bir tasarım prensibi olarak denge, tasarımı oluşturan parçaların tanımlı ve estetik bir biçimde yerleştirilmesidir.

Hiyerarşi

Görsel hiyerarşi, insan gözünün gördüklerini algılama düzenidir. Bu düzen ise algı alanı içerisindeki formlar arasında bulunan görsel kontrastla oluşur.

Örüntü

“Bir düzen ve yineleme içerisindeki iki ya da üç boyutlu nesneler topluluğudur.” Örüntü, tasarım elemanlarının planlı yada rastgele tekrarlar halinde yerleştirilmesiyle, yüzeylerin yada resimlerin kalitesini artırmak için kullanılır.

Ritim

Elemanların-renklerin, şekillerin, formların, mekanların-boşlukların ve dokuların görsel hareketlerinin tekrarıdır.

Süleymaniyede Bayram Sabahı şiirinde bu resim çok yönlü olarak görünür ve hissedilir.

Tozlu zaman perdesi imajı apokaliptik, 

Boşluk (Mekan)

Bir sanat çalışmasının içindeki yada çevresindeki boş alan yada yüzeydir. Boşluk (Mekan) iki boyutlu yada üç boyutlu olabileceği gibi, negatif ve/veya pozitifte olabilir.

Proporsiyon (Orantı)

Bir tasarımdaki çeşitli elemanların, göreceli boyut ve ölçeklerine göre kendi aralarında ve parçalarla bütün arasında bulunan oranlarıdır.

Şiirde hem estetik oranlar hem de nesnelerin oranları,nesnel unsurların aranları hakimane dağıtılmış ve sarkmamıştır.

Şair, Süleymaniye Camii,, camiiye gelenler, ordu millet, mimari, nefer, bani,

Nesnel unsurların en çok işleneni nefer, sonra estetik bir savaş anlatımı vardır, son iki kısım ses ve hareket yönünden şiirin en önemli yanlarıdır. Yahya Kemal’de sesi kullanımı yerli 

savaşlar gökyüzü, osmanlının  vatan coğrafyası, deniz, Oranlarına dikkat ederek bu kadar çok unsuru ses ile birlikte vermek ve bu kadar çokluğa bir birlik kuralıyla bütünlük vermek tam uzmanca bir estetik  sanatıdır. Çoklukla birlik Yahya Kemal’in şiirinin en önemli estetik görme ve uygulama tarzıdır.

Vurgu

Bir tasarımda odak noktası oluşturur. Dikkatleri tasarımın en önemli gördüğümüz kısmına çekmemizi sağlar.

Son kısımlarda sesin kaynağını araştırırken kaynak belirten kelime kulanımları vurguyu  artırır. 

Nerelerden

Zaferden

Kosova’dan Niğbolu’dan, Varna’dan, İstanbul’da

Belgrad’dan.. Uyvar’dan mı ?

Sıra dağlardan mı 

Yahya Kemal hâlâ imparatorluğun coğrafyasında dolaşır.

Yahya Kemal’de yaşayanlar sadeci fiziksel var olanlar değil, bütün coğrafyadaki yaşamışlar, şehitler ve ruhlardır. Zaten aslında ölüm yoktur, fiziksel kaybolmadır. Sayısız mekanın olduğu kainatta yer değiştirmektir.

Hareket

Sanatçının, gözü bir kompozisyonun içine, çevresine ya da kompozisyona doğru yönlendirmesinin yoludur. Görsel bir imajda hareket, objeler imajın  içinde hareket ediyormuş hissiyatı uyandırdığında ortaya çıkar.

Şiirin hareketli bir kurgusu vardır, şair omniscient bakış açısı ile hisseden, gören ve zamanda ve mekanda bir kayda tabi olmaksızın dolaşan anlatıcıdır.

Anlatım mehabetli bir sabah ile başlar Süleymaniye’de, şair fiziki zamana sığmayan bir genişlikte gelenleri seyreder ve anlatır, sonra bir milletin din ile mabed ile olan ilişkisinin felsefesini yapar.

Uhrevi bir kapı açmış  buradan gökyüzüne 

Taki geçsin ezeli rahmete ruh orduları 

Sonra mabedle konuşur şair anlatıcı, cami ile  kubbenin altındakileri seyreder onlarla empatiler kurar ve anlatır. Allah’ı anmanın sıcaklığını yaşar. Hareket devam eder, bir neferi ve mimariyi ve tekbiri anlatır. Tekbir kelimesi şiire en hakim şekilde kullanılmıştır. Dalgalı tekbirdir hem bin  dalğalı tekbirdir. Vecd ile tekrar alınan Tekbirdir. Sonra yürüyüş hareket bütün vatan coğrafyasına ve ona eşlik eden ses unsurlarına gelir. Yine çoklukta birlik ilkesi Tekbir etrafında halkalanan millet ve şair ve mekan. 

Şiirde unsur ağırlıklarına göre seçim, yerli yerindelik vardır. Bunlar önemli estetik unsurlardır. Cami, mimar, mimari, cumhur, nefer ve bunların akabinde ses unsuru bunlar, seçilmiş ve yerli yerine konmuştur. Metafizik estetiğin de mimari ve şiir estetiğinin de en önemli unsurudur, seçim ve yerli yerindelik.

Zamanda mazi hal istikbali içine alan bir akış var. Bu süreklilik ve canlılık.

Zamanda da tarihte de bir şimdiki zaman kullanılmış. Her an canlı ve hayattar, anlatılanlar görülenler.

Bir bayram sabahı ve bir camiye bütün zaman ve tarih sığdırılmış, canlı bir şekilde 

Girişte bu canlılık bir metafizik  akış içinde verilir.

Zamanı ve mekanı canlı içiçe ve oranların şiiri bozmayacak şekilde anlatımı işte bu estetik

Bakmak, bütün sanat metinleri, dini metinlerin odağında olan bir kelime bakmak. Ve bak,

Bakmak ruhun  hazzı ama bakmak da bir eğitim gerektiriyor, Goethe Roma’yı görünce “yeni dünyaya neden  geldiğimi anladım” demiş. Neden öyle söylemiş, gördüklerinin onda meydana getirdiği görsel değişme ne acaba? İnsan demek yemek mi yoksa görmek mi? Herkes bakar ama baktığı şeyin estetik niteliklerini ve gözünde de estetik bakış varsa o metin estetik olur.

Bakmak Yahya Kemal’in şiirlerinde bir çok yerde tekrar edilir, şiirin girişi ve devam eden kısımları estetik bakan ve gören, ayrıntıyı farkeden derinlikli düşünen bir şairi gösterir. Sanatçı baktığını görür, anlatır ve çizer, bunlardaki kalite ve derinlik empati düzeyini gösterir. Şiirde empatinin yani bütünleşmenin ezeli ve ebedi bir zaman, mazi ve hal istikbal içine sığdırıldığını görüyoruz. Bu empati tasarım, görmek, nüfuz etmek ve anlatmak gibi boyutlara sahiptir.

Metafizik estetiğinde , herşeyin yerli yerinde olması mesafe ilkesinden, (distans) gelir geliyor, bir varlık yerinde durduğu sürece insanlara ve canlılara fayda verebilir, burdaki metafizik güzellik yerine koymak, yerli yerine koymak, bir de her varlığın aralarındaki mesafeyede dikkat  etmektir. Çünkü bütün varlığın iç içe ama en faydalı yerde durması kaotik  olacakken aralarındaki mesafe ve orana dikkat edilince estetik olur. Varlıklar hepsi yerinden milim şaşmıyor. Aynen öyle de insanın uzuvlarının da hepsi yerli yerinde ve birbirine faydalı distansarla duruyor, hayat bundan ileri geliyor. Aynı şekilde bir sanat eserinde, sanat metninde, bir heykelde, bir şiir ve romanda mesafe ilkesi vardır.

Yahya Kemal’in Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiirinde kendi gök kubbemiz, Süleymaniye, gece sabaha doğru gidiş, zaman, gelişler, insan, hayalet, tarih, millet, ordu, Allah, cami, mabed, İstanbul, işçi, mimar, uhrevi kapı, hendese, tekbir, nefer, Malarzgirt, top sesleri, vatan coğrafyası ve şehirler, Üsküdar, Hisar, Kavaklar, Bursa, Konya, İzmir, Beyazıt, savaşlar, Mohaç, Çaldıran, top sesleri, Osmanlı Coğrafyası, Kosova, Niğbolu, Varna, İstanbul, Belgrad, Budin. Eğri, Uyvar, top sesleri, Adalar, Tunus, Cezayir,gemiler, yaşayanlar ve ervah

Süleymaniye, İstanbul 

Coğrafya, Anadolu Coğrafyası Hisar, Kavaklar, Bursa, Konya, İzmir, Bayezıt

Savaşlar, Mohaç Çaldıran

Osmanlı coğrafyası ,Kosova, Niğbolu, Belgrad, Budin, Eğri, Uyvar, Tunus Cezayir 

Elli civarında olay, mekan, nesne ve unsurlar var. Yahya Kemal’in bu kadar çok unsuru bir arada kullandığı bir başka şiiri yok. Bir milleti ve onu millet yapan unsurları, olayları, insanları, mekanları bir şiirde şiirin vahdetini bozmadan çoklukta birlik ilkesini bir armoni, bir piyano tuşlarının dağılımı gibi yerli yerine koymak ve aralarındaki mesafeyi korumak büyük bir tasarım ve yerli yerine  koyma meharetidir. Bir Bayram namazı içine bir milleti bütün varlığı ile bütün değerleri ile şiirin estetik dokusuna yerleştirmek büyük bir estetik deha ile karşı karşıya olduğumuzu gösterir. Tarihten bahsetmek münhasıran kolaydır, din de öyledir, milleti de anlatabilirsiniz, tarih din ve milleti ortalama bir nüfuz ile bir şiirde anlatabiliriz, ama buradaki kadar yerli yerindelik ,müzikal ahenk estetik dağılımdır. Harika olan budur. Çoklukta bir birlik kurmak işte Yahya Kemal’in dehası budur.

Özellikle zamana kazandırılan alıştığımız zaman modlarının ötesinde tarih sahnesine çıktığımız andan ta bugüne kadar gelen durağan olmayan  hareketli anlatımı yine çok büyük bir estetik tasarım ile karşı karşıya olduğumuzu gösterir. Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiiri kurgulansa bir büyük roman olacak keyfiyettedir. Bir milletin değerler zincirindeki olayları önemlerine göre şiirin bütünlük dengesini bozmayacak şekilde yerleştirmek noktasında da büyük bir estetik uygulamadır. 

 Yahya Kemal’in şiiri konusunda Hocalarımız Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Kaplan, bir de son zamanda Yahya Kemal’in şiir sanatı üzerine çıkan kitapları inceden inceye okudum, Mehmet Kaplan ünlü Yahya Kemal’in şiiri konusundaki makalesinde iki yerde estetik kelimesini kullanır. Ama Yahya Kemal’in estetiği üzerinde ufuk açıcı bir şey söylemez. Muhtevanın harikalığı bir şiiri estetik yapmaz, Nedir Yahya Kemal’in şiir estetiği, deruni ahenk herkesin tekrar ettiği bir efsunlu kelime. Yahya Kemal kelime seçerken bir  kuyumcu atölyesi veya mobilya  atölyesi gibi mısraların hem görüntüyü hem de kulağı bozmayacak şekilde rekaketsiz kullanımı demek ahenk.

Sana dün bir tepeden baktım  Aziz İstanbul

Uysal çocuklar gibi problemsiz bir araya, getirilmişler, büyük bir seçici muhayyile onları rahatsız eden ve sırıtan özellikleri olmayan kelimelerden seçmiş.

Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati, mısrada a ve e seslerinden ki ahengin kaynağıdır. Katiyen bozucu ve tırmalayıcı olmayan bir mısra terenmümünü verirler.

Yine birlikte bu mevsimde Atik Valde’deyiz

Yine birlikte bu mevsimde gezip sezmedeyiz 

Burada yine e sesi kelimeler kervanını bir ahenk rüzgarı estirir. Bu lisan hem sade, hem tırmalamayandır. Atik Valde’den İnen Sokakta şiirinde bunu  metnin sonuna kadar   hissederiz. 

Ne divan şiirinin tumturağı, alayişi ne Servet-i Fünun şiirinin manayı boğan kelimeleri vardır.

Atik Valde’den İnen Sokakta

Nihat Sami Banarlı’ya 

İftardan önce gittim Atik Valde semtine 

Kaç defa geçtiğim bu sosaklar, bugün yine

Sissizdiler. Fakat Ramazan maneviyeti 

Bir tatlı intizara çevirmiş sükuneti

Semtin oruçlu halkı süzülmüş benizliler

Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer

Bakkalda bekleşen fıkara kızcağızları

Az çok yakında sezdiriyor top ve iftarı

 Meydanda kimse kalmadı artık bütün gün

Bir top gürültüsüyle bu sahilde bitti gün

Top gürleyip oruz bozulan lahzadan beri

Bir nurlu neşe kapladı kerpiçten evleri

Ya Rab nasıl ferahlı bu alem, nasıl temiz

Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neşesiz

Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı 

Hadsiz yaşattı ruhuma bu gurbet akşamı 

Bir tek düşünce oldu teselli bu  derdime 

Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime 

Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür

Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür

Bu şiir ve diğer birçoğu kollektivitenin lisanıdır, ama tabii alelade değil 

O bunu izah eder” önce kollektivitenin lisanında şiir yaratmak gerekiyordu. Bu şiir ancak bu koşulla  kollektiviteye hitap edebilir. Burada Fransız  şairlerinin herkesin kullandığı sözcüklerle şiir yazmasını örnek almıştır. Divan şairleri kollektivitenin dilinde olmayan sözcükler kullanarak ancak kendilerinin anlayabileceği zümre şiiri oluşturmuşlardı.(Kemal Bek, 228) Ahenk de bu lisandan görülür ve okunur ve duyulur.

Türk yazarlarının, şairlerinin sanatçılarının eserleri ile bir empati düzeyi kurmuşlardır. Empati hem şiiri oluşturan insan, olay ve mekanların arasındaki mesafedir, hem de şairin metni, objesiyle arasındaki mesafedir.

Empati, einfuhlung, özneyle nesnenin özdeşleşmesi, Estetik izlemede  öznenin nesneyle bütünleşmesi. Einfihlung  kuramının öncülerinden, Lips estetik deneyin her durumda öznedeki ruhsallığın nesneye yansıtılmasıyla  gerçekleştiğini bildirin. Einguhlungda dış dünya bir heyecanla canlandırılır. Nesneyle özdeşleşmedir. Nesnenin içine girmek, içine işlemektir.

Cohn’a göre, estetiğin temeli olan olay  temsil edilmiş olan eserde  kendi kendimizi hissetmekten ibarettir yani einfuhlungdur.

Einfuhlung, nesnelerin içine girmek, içine işlemektir. Kendini dışta görme, kendini yansıtma fiilidir. Nesnenin bene dönüştüğünü, ondan bir parça durumuna geldiğini, onun ta kendisinin olduğunu duyarız. Duygusal bir alışveriş olmakla  sırlı bir ilişkidir. Bir içiçeliktir. Dış nesnelere dalmak, kendini onlarda yansıtmak, onların içine işlemek demektir.

Yahya Kemal’in beninin bir şehre ve kültüre, bir tarihe yansıması mutlak bir ruhtan mı yansımıştır? Fichte, “Her şey kendini koyan mutlak ve sonsuz benle başlar. Mutlak ben gerçekte kendini koyarken beni ve ben olmayanı da koyan öznenin kurucu  fiilidir”

Türk edebiyatında özdeşleşmenin en ideal örnekleri Yunus Emre, Yahya Kemal de görülür. Yahya Kemal haşmetli bir tarihin, mazinin  her öğesiyle kemal noktasında  olayları ve hatıraları ile özdeşleşir. Freud’un  yas ve melenkoli kavramlarına ve  hallerine kazandırdığı anlamın ötesinde, Yahya Kemal çok belirgin olmayan bir melankolinin ipuçlarını verir, onun şiiri bu gizli yas ve melankolinin tezahürüdür. Bütün şiiri bu einfühlung noktasına parelel bu şekilde izah edilebilir. Onun özdeşleşirken kullandığı mesafe ilkesi distans başlı başına bir sanattır. Sanatcı  nesne ve olay ile arasındaki mesafeye göre nitelik kazanır.  Mohaç Türküsü’nde, Süleymaniyede Bayram Sabahı’nda, Koca Mustafa Paşa şiirlerinde, Akıncı da, Mohaç Türküsü’nde tamamen şehirle kaynaşmıştır. Şair şiirinde bir unsurdur.

Einfihlung estetiği bir esrarlılık estetiğidir. Sır, özne ,nesne özdeşleşmesini kendiliğinden getirir. Bu anlamda estetik bir coşku estetiğinden, bir heyecan estetiğinden başka bir şey değildir.

Toplumda ahlaki şuur olması lazım geldiği gibi, bir de estetik bilinç de olmalı, din de sanat da zerafet ve seyir eğitimidir. Çünkü bir şey ile bütünleşmeden onun tesir alanına girilmez. Çoğu okuduğunu anlamaz, kimisi de derinliklerinde kaybolur. Çünkü anlamın tabakatı vardır. Hem sanatçının hem de okuyucunun bakışı ve estetik mesafesi estetik izlenimleri doğurur.

Estetik şuur toplumların düzenli yaşamasını, ölçülü yaşamasını sağlar, ahlak ruhun estetiği ise estetik bilinç ise hayata kıvam ve kemal, denge getirir. Bütün değerleri farkeden ve yerli yerine koyan estetik şuurdur. Estetik şuur sanatın namusudur, sanatçının da, eserin de namusudur, işini güzel yapmak bir estetik şiirdir ne olursa olsun. Her canlının bir onuru olduğu gibi her işin de bir onuru vardır, onu olması lazım geldiğine göre yapmak işte estetik şuurdur.                                 

Empati, psikanalizde, yazar ve  sanatçıda, şair ve sanatçı ile  sanat metinlerinde kullanılan nesneler, olaylar, insanlar arasında geçerli bir parelel hissetme durumudur. Psikanalist bir hastası ile empati kurduğu oranda onun sorunlarına çözümler getirir. Sanatçı olaylar ve insanlarla kurduğu iç ilişkiler ve eşgüdüm sayesinde imajlarını gerçekleştirir. Empatisi oranında güçlü veya zayıf kalır. Bir hastası Freud’a sanki kahindi, der.

Lipps, bunun anlamını şöyle açıklar. “Bir nesne benim için  nasıl varoluyorsa, ancak ve ancak öyle varolabileceği için, ben  kendimi o nesnenin içine nasıl yerleştiriyorsam, onun da ancak öylesine varolabileceği tarzda, benim o nesnenin içinde kendimi duymam orada yer almamdır.” Bu tarif genel anlamda bir tariftir, her hangi sanat veya ilim olursa olsun tamamını içine alır. Mesela , Brecht, bu kavramı tiyatro için yorumlar. “tiyatroda izleyici ile sahnede yer alan kişi  ve olaylar arasında her türlü eleştirel ve akılcı tutumu dışarılayan bir özdeşleşmeyi göstermek, yanılsamayı şaşırtıcı bir biçimde aşmak anlamında ele almıştır. “(Sanat Ansiklopedisi, s 310) Türk şiirinde özdeşleşmek uzun çalışmalar zinciri olur, özellikle Tanpınar, Yahya Kemal ‘de ve kısmen Necip Fazıl’da. Aynalar Yolumu Kesti şiirinde empati ve bakış başlıbaşına bir konu. Necip Fazıl bir bakış felsefesi ile nesneye yönelir.

Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik;
İşte yakalandık, kelepçelendik!
Çıktınız umulmaz anda karşıma,
Başımın tokmağı indi başıma.
Suratımda her suç bir ayrı imza,
Benmişim kendime en büyük ceza!
Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme!
Acı, hapsettiğin sefil gölgeme!
Nur topu günlerin kanına girdim.
Kutsi emaneti yedim, bitirdim.
Doğmaz güneşlere bağlandı vade;
Dişlerinde, köpek nefsin, irade.
Günah, günah, hasad yerinde demet;
Merhamet, suçumdan aşkın merhamet!
Olur mu, dünyaya indirsem kepenk:
Gözyaşı döksem, Nuh tufanına denk?

Çıkamam, aynalar, aynalar zindan.
Bakamam, aynada, aynada vicdan;
Beni beklemeyin, o bir hevesti;
Gelemem, aynalar yolumu kesti.

Türk ve dünya edebiyatının büyük yazarlarının empatileri  çok güçlü olduğu için  onları şöhret yapmış, ve eserleri klasik özelliği kazanmıştı .Tolstoy’un yüz yıl sonra Fransızlarla Rusların savaşını Savaş ve Barış’ta anlatması savaşın cereyan ettiği arazide at ile koşuşturması, yeğeni sanki yüz yıl öncenin atlarının nal seslerini duyuyordu dedirtmesi, Ona o kitabı, dünyanın en geniş kadrolu romanını yazdıran, onun istiğrak  ve empatisinin, tahayyülünün zenginliğidir. Sanatçının kendi dünyası ile empatisi, dış dünya ile empatisi onun iç ve dış gözlemlerini güçlendirir. Bir savaşcı zaptedeceği ülkeyi çevreleyemezse orasını alamaz, psikanalist de yazar ve şair de mana üretmek istediği her neyse onunla ciddi iç ve dış bağlantılar, empatiler kurmalıdır.

Cahit Sıtkı’nın tabiat, nesneler, insanlarla, empatilerini ruhsal kırgınlıklarına göre değerlendirir.

Onun ayna ile empatisi farklıdır. Aynada bir sevgi kendine sahiplik arar.

Aynalar Yolumu Kesti 

Aynalar, aynalar sevgili aynalar,

Yok beni anlayan, seven sizin kadar.

Öldükten sonra da, yine sizin kadar,

Kim beni düşünür, hayalimi saklar?

Aynalar, ne olur, siz yalnız aynalar.”

 Yahya Kemal’de tarih ile, mazi ile empati var. Tanpınar’da estetik ve sanat felsefesinin empatileri, Necip Fazıl da kelamın, dinin, varlığın empatisi var,

İnsan aklı ya felsefe ile ya din ile, ya da sanat ile yardımlaşarak hayatın yükünü hafifletir. Yoksa bunlardan soyunmuş akıl deliliği akla tercih edebilir. Aklın ışığı din-sanat-felsefedir. Bunlar yoksa ışıksız güneş, ışıksız fenere benzer, o zaman feneri kırmak ister.

Estetik tavır ve özdeşleyim, einfühlung, empaty, sıradan insan için de, sanatçı için de, herkes için de, gerekli hayati önemi sahip bir yaşama tutunma aracıdır. Eğer o yoksa, onun doğurduğu sonuçlar da ayrı bir araştırma konusudur. “Özdeşleyim, hiç kuşkusuz yalnız estetik tavrımıza karışan  bir özel duygu olmayıp gündelik  yaşamımızda da sık sık karşılaştığımız ve yaşadığımız bir duygu türüdür. Gündelik yaşam içinde biz bizi çevreleyen  nesnelerle ilgi içine gireriz. Bu ilgi kimi zaman özel türden bir duygu ilgisi niteliği elde eder. Böyle bir duygu ilgisi içinde nesneler ile aramızda duygusallığa dayalı, nesnelerle bir özdeş olma süreci doğar. Bu süreç nesnelerle aramızdaki bir duygu birliğini, daha doğrusu bizim nesnelere duygusallık yüklememizle oluşur. Bunun sonunda nesneler tıpkı bizim gibi duygusal bir canlılık kazanırlar. Söz gelişi dalgalı bir denize bakıp “azgın, coşkun deniz” yalçın kayalı dağ doruklarına  bakıp “mağrur dağ başları“ deriz, yine bu ilgi içinde “şirin bir evden”, “albenisi olan bir arabadan“ söz açarız. Nesnelere yüklemiş olduğumuz bu nitelikler, azgınlık, coşkunluk, şirinlik, albenisi olmak vb bütün bunlar bize ait, bizim ruhsal yaşamımıza ait niteliklerdir. Deniz ne azgındır, ne coşkundur. Azgınlık ve coşkunluk bizim ruhsal yaşamımıza aittir. Ama biz kendi ruhsal yaşamımızda kendi duygularımızda bulduğumuz bu niteliği dalgalı bir denize yükleriz. Dağ başları elbette mağrur değildir ama, biz kendi duygularımızda bulduğumuz bu niteliği yüksek dağlara da yükleriz vb. Bütün bu örneklere bakılırsa, biz kendi ruhsal, duygusal yaşamımızla bizim dışımızda bulunan bu nesneler arasında içten bir ilgi kuruyor ve kendi duygularımızda bulduğumuz coşkunluk, şirinlik, mağrurluk gibi nitelikleri nesnelere aktarıyor ve sonra sanki bu nesneler bu nitelikte imişler gibi onları bize ait bu nitelikler içinde kavrıyoruz, onları bize ait bu nitelikleriyle yaşıyoruz. Böyle bir  yaşama, nesneleri duygusallık içinde kavrama, nesneleri duygusallık içinde yeniden yaşama özdeşleyim (Einfühlung, Grekçesi emphty ) olayını dile getirir. Gerçekten de özdeşleyim olayında biz nesneleri içinden kavrar ve yaşarız. Ama nesnelerde kavradığımız ve yaşadığımız şey, nesnenin kendisi değil, nesneye yüklediğimiz kendi duygularımızdır. Örneğin yıkık bir sütun karşısında duyduğumuz eziklik sütuna değil, kendimize ait bir duygudur. Ama bu eziklik duygusunu kendimizde değil,o yıkık sütunda yaşarız. Yine ulu bir çınar ağacı karşısında duyduğumuz yücelik duygusu, bize ait bir duygudur ama  bu duyguyu biz benimizde değil , çınar ağacında yaşarız. Köpük köpük dalgalı bir deniz karşısında duyduğumuz coşkunluk duygusunu biz yine içimizde değil, o dalgalı denizde yaşarız. Bu şunu gösteriyor ki biz nesnelerle aramızda bir özdeşlik ilgisi kuruyor, kendimize ait duyguları nesnelere yükleyerek sanki anlarla özdeşleşiyoruz. İşte nesnelerle böyle duygusal bir özdeşlik ilgisi kurmağa  özdeşleyim olayı denir.” İsmail Tunalı, Estetik ,s 68)

 Sıcak, hem insanın içine, hem tabiata işlemiş bir empati örneği

Deli eder insanı bu dünya,

Bu gece, bu yıldızlar, bu koku

Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç

Asım Bezirci, Orhan Veli Kanık, s. 70

Bir başka empati , hem onun empatisini, hem de bizi onları ortak etmesi ile zengindir.

Kargalar sakın anneme söylemeyin!

Bugün toplar atılırken evden kaçıp

Harbiye nezaretine gideceğim

Söylemezseniz size macun alırım

Simit alırım, horoz şekeri alırım;

Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar,

Bütün zıpzıplarımı size veririm

Kargalar, ne olur anneme söylemeyin!

Asım Bezirci, Orhan Veli Kanık, s 56

Empatiyi etkili kılan nedenler nelerdir. Bu konu uzun ve  derin bir konudur, ama bir cümle ile şöyle denebilir, bir nesnede, sanat eserinde bizden bir şeyler   bulursak onunla ruhsal açıdan bağlantı kurmuş oluruz. Eğer bir metinde hislerinizi bulursanız, duygularınızı harekete geçirirseniz, sevginizi bulursanız onunla empati gerçekleştirirsiniz. Mesela Tanpınar’ın şu dörtlüğünde bizi etkileyici çok yönlü bir atmosfer kurulmuştur.

Bir Yolcuya

Yolcu. Bir gün gelir de eğer yolun uğrarsa

Toprağında  kan tüten bu mukaddes illere

Her harabe önünde Edirne’den ta Kars’a

Kadar yaslı gözlerle ağla diz çöküp yere.

Tanpınar, Şiirler,s 109

Toprağında kan tüten, imajı insanın durgun heyecanını fırtınaya çeviren bir imaj. Yolcu kim, biz, hepimiz. Birileri kan dökmüş kan ile hürriyet satın almış, terazisi bu topraklar. Bize de ağlamak düşsün bari. Akif’in “bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı“ ikazı ile bu empati arasında ruhsal ileşitim ağları var.

Tanpınar‘ın imajlarının empatilerinde iyelikleri kullanmaktan kaçınır, bu bizi ister istemez geri adım attırır. Modern şiir söylemek aşkına ekmeğin sıcaklığını kaybettirir bu tür imajlar. Ama şair Ne İçindeyim Zamanın şiirinde zamanla, huzurla, kozmik düzen ve onun şaşkın çocuğu ile içi içedir. Sarmaşığın sahibi de şiirin arka planında şairle birlikte durur. Bu şaşırtıcı imajları yüzünden empatilerin kucaklayıcı, eritici zenginliği şiiri de şairi de büyük yapar. Tanpınar, bu yüzden bu şiiri şiir kitabının başına almış. Yunus bu şiiri görseydi, bu şair bu şiirinde beni geçmiş derdi.

Ne İçindeyim Zamanın

Ne içindeyim zamanın

Ne de büsbütün dışında

Yekpare geniş bir anın

Parçalanmaz akışında

Bir garip rüya rengiyle

Uyuşmuş gibi her şekil

Rüzgarda uçan tüy bile

Benim kadar hafif değil

Başım sükutu öğüten

Uçsuz bucaksız değirmen

İçim muradına ermiş

Abasız postsuz bir derviş

Kökü bende bir sarmaşık

Olmuş dünya sezmekteyim

Mavi masmavi bir ışık

Ortasında yüzmekteyim

A H Tanpınar, Şiirler , s 17

Empati “önemli bir olanaktır. Çünkü insanın yüreğine giden yol onun duygularını, düşüncelerini  anlayabilmekten geçer. Bunu da birçok sanatçı önemsemeyebilir. Hiçbir gözlenen doğrudan sanat olarak aktarılamaz. Ne şiir, ne öykü, ne heykel, ne de resim olarak . İzlenimci bir ressam bile resmi oluştururken gördüğünü değil, gördüklerinin beyninden, yüreğinden geçerek dışavuran biçimini sunmaktadır. Sanatçının öznel deneyiminden beslenerek, etkileşerek  oluşturulan nesnelleştirilmiş, ölümsüz, sonsuza kadar yaşayacak olan yapıttır. “(Yusuf Alper. Şiir ve Psikiyatri Kavşağında, s 42)

Ahmet Haşim gözlemlerini   kendi empati havuzundan geçirdikten sonra şiirin kamusal alanına çıkarır.

Mukaddime

Seyreyledim eşkal-i hayatı

Ben havz-ı hayalin sularında

Bir aks-i mülevvendir onunçün

Arzın bana ahcar ü nebatı

Ahmet Haşim, Şiirler, s 129

Bu şiir bütünüyle empatidir.

 Kohut, empati yokluğunun sanata yansımasını anlatır ve örnekler verir. “Size empatinin tamamen yokluğuna maruz kalma deneyiminin sanatsal yorumlarını hatırlatırım. En başta Kafka tarafından Metamorphosis ‘de (Dönüşüm) ayrıca O’Neill tarafından  Long  Day ‘s Journey İnto Night’ta olduğu gibi “ (Heinz Kohut, Psikanalizin Öteki Yüzü, s 172)

 Kafka’nın Das Urteil (1913)  romanı ile Dönüşüm ,Die Verwandlung isimli romanları arasındaki ortaklık, iki romanın da empatisi olmayan bir çevrede roman kahramanın bu empatisizlikten içine düştüğü travmasını anlatır. Das Urteil’de baba empati yokluğunun baş sorumlusudur. Oğlunu boğularak ölmeye mahkum eder. Eleştirmenlerin birleştiği bir tesbit Kafka için baba her şeyin ölçüsü, ataerkil dünya düzeninin simgesidir.

Die Verwandlug (1915) Gezgin satıcı Gregor Samsa, bir sabah uyandığında kendini kocaman bir böcek olarak görür. Hikayenin başlangıcı bu olayı haber verir. Esrarengiz bir değişim son derece olağan  bir şey gibi ifade edilmektedir. Gregor önce bu yeni biçiminden dolayı hayrete düşmez,  bir hayal, bir rüyaymış gibi geçiştirmek ister, biraz daha uyuyup bu saçmalıkları unutmaya çalışır. Ama dörde ayarladığı çalar saatini duymadığını anlayınca asıl hayreti ortaya çıkar. Öte yandan erken kalkmak da zoruna gitmektedir. İşine söylenir. Rüyasına girip onun uyuya kalmasına sebeb de her halde iş hayatının birtakım  huzursuzluklarıdır. Kendisine kalsa çoktan başkaldıracak, işten çıkacaktır, ama ailesini geçindirmekle yükümlü olduğu için böyle bir şeye cesaret edememiştir. Şimdi dönüştüğü böcek görünümü, onun baskı altında kalmış köle varlığını  ve buna karşı protestosunu grotesk biçimde dile getirmektedir. Grotesk Kafka’da hep kapalı kalmış, gizli kalmış bir hakikatin gün ışığına çıkmasını dile getirir. Gregor’un ailesi Gregor’un başına gelen olayla  dehşete kapılır, çünkü bunda kendilerinin payı büyüktür; Anne astımlı pasif haliyle , baba yıllardır yatağından  kalkmayıp gününü gazete okuyarak geçirmesiyle, kız kardeş de rahat bir hayat sürüşüyle. Ailesi Gregor’u bir köle gibi çalıştırmakla baskı altında tutmaktadır. Gregor’un  bu korkunç görünüşünde adeta kendi hayvanilikleriyle yüzyüze gelmiş, ürkmüş ve paniğe düşmüşlerdir. Gregor Samsa’yı insan haline çevirebilecek bir şey insanca muameledir. Oysa ailesi ondan kaçar, gerçek kişiliğini bir kez daha ispatlar. Baba birgün odasından çıkan böceği elma yağmuruna tutar ve onu yaralar. Gregor’un babası ve şefi birbirinin özdeşidir. Babası şefin günahına girdiği kişidir. Baskı altında kalmış bir borçlu olarak, içinde kalmış öfkeyi oğluna kusmaktadır. Baba birdenbire Das Urteil‘deki gibi öldürücü bir hakim kişiliğine bürünmektedir. Kafka yine baba otoritesine yönelttiği eleştirisini dile getirmektedir.

Gregor aile içinde iyice ihmal edilir, kimse ona insanca bir şey söylemez, odadan mobilyaları çıkararak onun insanlığını hatırlaması önlenir, onun yüzünden para kazanmak zorunda kalındığı kendisine hissettirilir ve ondan kurtulmak  istenir. Kafka bütün bu olayları azap verici bir nesnellikle yansıtır, ayrıntıları acımasız bir şekilde ortaya koyar. Gregor bir gün kız kardeşinin çaldığı  kemanla kendinden geçip yerinden kıpırdamak cesaretini gösterince akrabalarının  öfkesine sebeb olur. İç burukluğu sevgiye ve anlama çabasına dönüşünce Gregor ölür. (Gürsel Aytaç, Çağdaş Alman Edebiyatı, s  289) Gregor, böcek olmadan önce emptatik olmayı beceremediğinden ötürü böcek olur, ikinci dönemde ona olan anlayışsızlık, empatisizlik yine devam eder, ölerek kurtulur. Kohut bu romanı psikanalitik açıdan bir cümle ile vurucu bir şekilde ifade etmiştir.

 Şiirimizden yabancılaşmaya dönüşmeyen bir empati örneği, şair halkı ile onlarla eylem olarak empatisini kaybetmiştir ama, ruhsal olarak onlarla empatisi devam ettiğinden memnundur. Hem hayat ile hem sanat eseri ile empati kuramayan bir toplum greçek anlamda mutsuz ve fakirdir, birçok toplum gibi. İlim insanı varlıklarla empati kurmaya iter, din de sanat da. 

  Atik Valde’den İnen Sokakta

İftardan önce gittim Atik –Valde semtine,

Kaç defa geçtiğim bu sokaklar,  bugün yine

Sessizdiler. Fakat Ramazan maneviyyeti

Bir tatlı intizara çevirmiş sükuneti;

Semtin oruçlu halkı süzülmüş benizliler,

Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer

Bakkalda bekleşen fıkara kızcağızları

Az çok yakında sezdiriyor top ve iftarı

Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün

Bir top gürültüsüyle bu sahilde bitti gün

Top gürleyip oruç bozulan  lahzadan beri

Bir nurlu neşe kapladı kerpiçten evleri

Yarab nasıl ferahlı bu âlem nasıl temiz!

Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neşesiz

Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı

Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı

Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime;

Az çok  ferahladım ve dedim kendi kendime;

Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür

Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür”

Yahya Kemal Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz.s. 35

Psikanalistler özellikle Kohut empatinin psikanalizm içindeki yerini tesbit için ciddi gayret gösterir. ”Empati değer yargılarından bağımsız bir gözlem tarzıdır, nasıl dışabakış dış dünyaya hassas ayarlı bir gözlem tarzıysa, empati de insanın içsel yaşamına hassas-ayarlı bir gözlem tarzıdır. Empatinin ampirik bir bağlamda zihinsel bir eylem olarak  da incelenebileceği ve incelenmesinin gerektiği de bir gerçektir. Gerçekten de çok yakın zamanda empatiye bu  açıdan bakmaya başladım-karmaşık ama bu alt yolda, yani deneyime yakın bu  yaklaşımda bile iki düzeyin birbirinden ayrılması gerektiği akıldan çıkarılmazsa yine de altından kalkılabilir bir iş: a- Bilgi toplama eylemi olarak empati . ve b- insanlar arasında güçlü , duygusal bir bağ olarak empati “(Heinz Kohut, Psikanalizin İki  Yüzü, s 170)Bu tarif doğrultusunda empati hem romancıyı hem şairi , hem de  eleştirmeni ilgilendiren bir  zihinsel durumdur. Bir romancı eserini kaleme almadan önce, onunla ilgili şahıslar, tarihsel dönemler, daha birçok şeyi araştırır. Belgesel ve realist, natüralist romancının hayatı bu tür bir empati ile doludur. Realist ve natüralistlerin vesika merakı buradan kaynaklanır. Flober, Madame Bovary’in hakkında gündüzleri çeşitli Fransız kurumlarında arşivlerde çalışır. İkinci kısım ise daha çok şairi ilgilendirir. Şairin insanlar arasında kurduğu bağlar manasına gelir, şiirin sermayesi her şeyi bu bağlar sayesinde oluşur. Her şairin bir empatik düzeyi ve buna bağlı olarak empatik başarıları izlenebilir.

Estetik Bakmak ve Estetik Düşünmek  

Estetik bakmanın ve değerlendirmenin ikinci basamağı ise, güzel sanatlardan her biri için ileri sürülmüş olan teoriler ve güzelin karakteriyle genel olarak sanatın prensiplerini belirlemektir. Bütün sanat türlerinin  tabiatlarıyla, karakterleriyle kendine has, özgü rollerini, karşılıklı sınırlarıyla bunlar arasındaki benzerlik ve ayrımları yakalamaya  çalışmaktır. Aynı zamanda bu sanatların bağlandıkları koşullarla kuralları tesbit etmek, hakiki bir sanat sistemi oluşturmaktır. 

Bütün sanat sistemleri, zihnin, hayat ve sosyal koşulların icat ettiği ülkülerle duygulanmalarımızın  felsefesidir. 

Estetik, eserlere güzellik sıfatını aşılayan etmenlerin, sebeb ve uygulamaların ilmidir. Estetik pozitif bir bilim değildir, fakat çağlar boyu meydana getirilmiş  olan sanat eserlerinin analitik gözlemleri sayesinde estetik haz uyandıran etkenlerin neler olduğunu, sanatçılardaki görüş ve duyusallığının geçirdiği evrimi, bunlar üzerindeki sosyal ve kişisel özelliklerin yaptığı etkileri anlatır.

Yahya Kemal, İstanbul’un tabiatını bir sanat eserleri müzesi gibi, bir farklı tabiat levhaları olan galeriye benzetir. Eserlerinde sürekli “bak” ve  benzeri fiileri  kullanması onun İstanbul’un farklı semtlerine, farklı zamanlarda değişik şekillerde baktığını ve izlenimlerini ortaya koyduğunu gösterir. O İstanbul‘la özdeşleşmiştir. Onunla arkadaştır, yüzyıllara uzanan, ve tabiatının estetik görüntüsüyle , hatıralarıyla. Onun şiiri bakmak ve seyirlerden oluşur büyük oranda.Adeta estetik seyirlerdir

Yine birlikte  bu mevsimde Atik Valdedeyiz

Yine bu mevsimde gezip sezmedeyiz

İftardan önce gittim atik valide semtine 

Sana dün bir tepeden baktım  Aziz İstanbul, 

İstinye körfezinde bu akşam garipliği 

Seyrin bitişini ölümden beter görür

Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sahile

Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile 

Git bu mevsimde gurup vakti Cihangir’den bak, 

Dün Fenerbahçede gördüm , 

İri bir zümrüt içindeydi bahar

Aşkın şeref diyarını gördümdü bir zaman 

Kandilli’den Çubuklu’ya çıktık gezintiye 

Şair adeta bütün İstanbul’a  estetik bakış ve estetik seyirlerle  istanbul mekanlarının ve tabiatının estetik tarihini yazar. Çünkü anlatım tamamen bakmak, görmek, seyretmek sezmek fiilleriyle oluşturulmuş   estetik görüntülerdir.

Hayal Şehir şiirinin öznesi, karakteri güneştir, şair güneşin şehirde meydana getirdiği farklı artistik, estetiksel görüntüleri yorumlar, onlarla bütünleşir. Yahya Kemal’in şiiri bedii ve estetik olarak yorumlanmamıştır desek doğru söylemiş oluruz, Türk şiirinin sanat ve estetik yönünün bir grameri oluşturulmamıştır. Freud,  Mikelanj’ın Musa heykelinin önünde bir ayı aşkın oturmuş onun psikanalizini yazmıştır, hem heykeldeki Musa’yı, hem de heykeltrajın psikolojisini. Yahya Kemal’in bütün şiirlerini bir İstanbul şiiri gibi görürsek, sanatsal bir seyirle uzun süre İstanbulu seyrederek yazmıştır birçok şiirini. Çünkü bu şiir bir estetik anlar romanıdır. Anları  genişletmiş bir sinema levhasına ve tiyatroya çevirmiştir. Şiirdeki apokaliptik imajların derinliği de ayrı bir dalınçtır, istiğraktır. Yahya Kemal anı sürekli bir zamana çevirmiştir, birçok şiiri bir İstanbul aşıkının izlenimleridir. Onun cümleleri bir sevgi coğrafyasının izlenimleridir, onlar üzerinde çocuklarımızı öğrencilerimizi düşündürseydik dilimiz bu fukaralıktan kurtulurdu, aydınlar ve çocuklar aynı kelimeleri kullanıyor, hissiz ateşsiz kelimeler.

Hayal Şehir

Git bu mevsimde, gurup vakti, Cihangir’den bak!

Bir zaman kendini karşındaki rü’yâya bırak!

Başkadır çünkü bu akşam bütün akşamlardan;

Güneşin vehmi saraylar yaratır camlardan;

O ilâh isteyip eğlence hayalhânesine,   

Çevirir camları birden peri kâşânesine.

Som ateşten bu saraylarla bütün karşı yaka

Benzer üç bin sene evvelki mutantan şarka.   

Mestolup içtiği altın şarabın zevkinden,

Elde bir kırmızı kâseyle ufuktan çekilen,

Nice yüz bin senedir şarkın ışık mîmarı

Böyle mâmûr eder ettikçe hayâl Üsküdar’ı.

O ilâhın bütün ilhâmı fakat ânîdir;

Bu ateşten yaratılmış yapılar fânîdir;

Kaybolur hepsi de bir anda kararmakla batı.

Az sürer gerçi fakîr Üsküdar’ın saltanatı;

Esef etmez güneşin şimdi neler yıktığına;

Serviler şehri dalar kendi iç aydınlığına,

Ezelî mağrifetin böyle bir iklîminde

Altının göz boyamaz kalpı kadar hâlisi de.

Halkının hilkati her semtini bir cennet eden

Karşı sâhilde, karanlıkta kalan her tepeden,

Gece, birçok fıkarâ evlerinin lâmbaları

En sahîh aynadan aksettiriyor Üsküdar’ı 

Yahya Kemal Beyatlı 

Estetiğin en hakim  kelimesi  bak fiilidir, Yahya Kemal’de bakmak fiili adeta estetiksel ve sanatlı bir bakıştır, birçok şiirinde bak fiili şirin açılışıdır. Bakmak tarihin derinliklerine nufuz eder, istanbulu dolaşır. Ayrıca bir bakılan zaman seçmiştir. Çünkü nesneler güneş ile ilgileri ile çok zaman güzel  görünürler. Güneş bir ressam gibidir, veya dramaturg.

Bu şiirde estetik heyecan vardır, şairin konuşması bakmaya davet etmesinde bu heyecan hissedilir. Heyecanını doğuran şairin belli bir zaman diliminde İstanbul’u  seyretmesidir, o estetik andır, “git bu mevsimde” der. Bakmanın anlamı en iyi o zaman anlaşılır. En iyi anı yakalamak için gayret göstermiş. Demek farklı zamanlarda  bakmış en estetik anı yakalamış.Mukaddes kitabımız da en çok bak fiilini kullanır, sanatçı Allah sanatına bakmayı örgütler, deveye bakmaz mısınız? Fil ashabına bakmaz mısınız? Gökyüzüne bakmaz mısınız, yıldızlara, dünyaya daha neler. Sanatın da dinin da argümanları aynı ama illa kavga gözüyle  bakılınca hakikat görülmez.

Estetik bakmak hem bakanı hem de bakılanı yeniden keşfetmektir. Sezan’ın renk gezileri yeni renkler keyfetmek içindir, bazan gördüğü renge çıldırır bağırır, faytoncu da bu hale hayret eder.

Orhan Veli’in Kızılcıkla söyleşmesi de bir empatidir.

KIZILCIK

İlk yemişini bu sene verdi,

Kızılcık,

Üç tane;

Bir daha seneye beş tane verir;

Ömür çok,

Bekleriz;

Ne çıkar?

Zengin empatiler  büyük, sanatçılar, âlimler ortaya çıkarır.

Kaynaklar

Schellling, Sanat Felsefesi, Doğu Batı 2015

Soykan, Ömer, Naci, Schelling Felsefesi Üzerine Bir Araştırma, 1985

Spurgeon,Caroline, Shakespeare’nin İmajları, London 1950 (imaj of Shakespeare)

Schellling, Sanat Felsefesi, Doğu Batı 2015

Timuçin, Afşar, Estetikte Anlam ve Yorum, Bulut 2011

Tunalı, İsmail, Estetik 1985

Tunalı, ismail, Grek Estetiği  1985

Uç, Himmet, Roman ve Eleştiri Terimleri, Ankara 

Vorlander, Karl, Felsefe Tarihi, iz Yayınları 2004

Yalom, İrvin, Varoluşçu Psikoterapi, Ankara 2007

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Yol – Yolculuk Duaları

Yolculuk, seyahat, sefer İmam Mâlik'in bildirdiğine göre, Hz. Peygamber (asm), sefer niyetiyle ayağını bineğinin özengisine …

Kapat