‘’Dinle…Bir mevsim, bir insandan daha çok şey söylemeye muktedirdir.’’
‘’Trump,FETÖ,PKK,İphone7,Fenerbahçe,Galatasaray,HDP,AKP,CHP,MHP,Başkanlık,Dolar,Kriz olur mu,Beşiktaş,Twitter, Facebook,İnstagram,Evlenme programları,Diziler,Kurtlar Vadisi….’’
Eminim siz benden daha üretkensinizdir. Oysa bir insandan daha çok şey söylemeye muktedir hazan geldi ve her sene olduğu gibi biz fark edemeden, ona kulak veremeden, onu anlayamadan geçti gitti. Her sene buna benzer cümleler oluşuyor,bu duygu acaba fıtri mi diye düşünmeden edemiyorum.Lakin o kadar hızlı yaşıyoruz, o kadar önemli(!) işlerimiz, meselelerimiz var ki bir cümleyi geçtim adının dahi kendisine yer bulamaması bu savımı çürütüyor.
Bu ağaçlar her yıl soyunup da giyiniyor, bu yapraklar her yıl kaldırımları sarılı kahverengili süslüyor. Bu kargalar kuşlar her yıl bağıra bağıra göç ediyor. Bu olanları fark etmemek için üç maymunu oynamak lazım ki maalesef biz de bu konuda bilinçli bilinçsiz çok başarılıyız.
Yokluk ve zevalin beşere verdiği acının ilacı, Yaradan’ın içinde yaşadığımız tabiata nakşettiği çeşitli sırlarda mevcut. Biraz dikkat etmek, dert edinmek bu basit ama manidar, deva cihetinde sırların inkişafına yetiyor. Hazan mesela… Onun her şeyiyle o kadar çok diyeceği var ki… Yeter ki bu günlük hayatın kargaşasından bir müddet sıyrılalım. Bir akşamüstü kahvenizi alın ve tabiatı seyre koyulup peygamber mesleği, beşer şiarı tefekküre teslim olun.
Kupkuru dallı bir tahta yığını… İlkbaharda yeşillenip adeta dirilen ve ağaç hüviyeti kazanan bir tahta yığını… Ölümün yokluk olduğunu sanan gafillere bağırıyor adeta: ’’Kuru bir tahta yığını gördüğün bedenimi yeşillendirip sana meyve vermemi sağlayan Yaradan, seni de işte böyle diriltecek. Gaflete düşüp de inancını yitirirsen Hz.Sare kıssasına bak!(Hud Suresi 69-77) Doksan yaşındaki o kadına nasıl da İshak’ı nasip eyledi. İşte, Kadir-i Zülcelal seni ölümle yeni bir başlangıca iletecek.’
Şu bağıra bağıra göç eden kuşlar, bu diyarda sonsuz kalacağını sanan biz zavallılara en güzel şekilde misafirliği anlatıyor: ’’Siz, sahip oldukça daha da bağlanıyorsunuz bu diyara. İkinci evi, arabayı, arsayı, dükkanı v.b. aldıkça asıl vatanınızın burası olduğunu sanıyorsunuz. Oysa sahip olduklarınız tamamen bir illüzyon. O kadar tuhafsınız ki bu illüzyonu siz tasarlıyorsunuz ve sonra onu gerçek sanıyorsunuz. Üç metrelik bez dışında sahip olduğunuz her şey burada kalacak, tıpkı bizim göçerken hiçbir şey götürmediğimiz gibi. Hayatınız anbean sona eriyor ve uğraştıklarınıza da bakın!’’ Acaba insanların kalan ömürlerinin bileklerinde yazması (‘’Zamana Karşı’’ filmi) onları daha mı bilinçli yapardı diye düşünüyorum.
Sararmış yapraklar nedense bana aklaşmış saçları hatırlatır hep. Yeşilin sarıya kahverengiye, siyahın beyaza tahavvülü… Rüzgarla bir bir dökülen ve ağacı yaşlandıran yapraklar… Gençlere avaz avaz bağırmakta her biri:’’Sizdeki bu gençlik kesinlikle gidecek, şu kara saçlarınız aklaşacak veya bir bir dökülecek tıpkı bizim gibi. Şu gitmeyecek sandığınız güzelliğiniz, dinçliğiniz tıpkı bir yıldız gibi solacak. Ve gençliğiniz bir muska gibi yaşlanınca hatta ölünceye kadar sizinle gelecek. Maalesef birçoğunuzu sokakta akıllı telefonlarına adeta hipnoz olmuş vaziyette yürürken görmekteyiz. Ellerinden telefonlarını alsan oksijen tüplerini kapatmış gibi öleceklerini sanacaklar. Akıllı sarhoşlar diyoruz biz kendi aramızda onlara. Gökyüzünden, kuşlardan, bizden ve en önemlisi yürümek gibi mucizevi bir nimetten bihaberler. Bir kısmınız da son model arabalarda son ses müzikle zaman öldürmekte(!) (Zaman Öldürmek=Gençliği Öldürmek=Ömre Adavet) ve ne tuhaftır ki geriye kalanlar da bu hayatlara sahip olmak için yarışmakta ve onlara gıpta etmekteler’’
Yahya Kemal’in de dediği gibi:
SONBAHAR
Fani ömür biter bir uzun sonbahar olur
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır tarumar olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir veda;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Yazdan kalan ne varsa olurken haşir neşir;
Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir;
Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere.
Anlar ki yolcu, yol görünür serviliklere.
Dünyanın ufku, gözlere gittikçe tar olur.
Her gün sürüklenip yaşamak ruha bar olur.
İnsan duyar yerin dile gelmiş sükûtunu;
Bir başka musikiye geçiş farz eder bunu;
Teslim olunca vadesi gelmiş zevaline,
Benzer cihana gelmeden evvelki haline.
Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya,
Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya,
Duymaz bu anda taş gibi kalbinde bir sızı;
Fark etmez anne toprak ölüm maceramızı.
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024