Bir Seçme/nin Günlüğü
Bugün seçim olsa; önce her nefes bir seçimle karşı karşıya olduğumu -kalbimin sandığına (şöyle bir dürer büker) eğip bükmeden koymak isterdim.
***
Bugün seçim olsa; “Üslub-ı beyan; aynıyla insan.” sözünü duymamış; duysa da uymamışlara üslub-ı ayan olacak bir ayna tutmak isterdim.
***
Bugün seçim olsa; kendini bile seçemeyen/ayıramayan/göremeyenlerin neyi seçtiğini/gördüğünü sormak isterdim.
***
… zarfa iğde çiçeklerinin baygın kokusunu, unutulan haziranı/hazır anlarıı zarfa kor… öyle atardım zarfı.
***
… o kelimeleri seçer; onlarla mevsimin resmini çizerdim; zarfı açanların istemekten bıkmayacağını tahmin ettiğim halleri/dilleri/neleri görmelerine yardımcı olabileceğim bir emeğim osun isterdim.
***
… seçimin “ayırmak” olduğunu; “kayırmak” olmadını ilgililere duyurmak isterdim.
***
… aynı cümleleri “defalarca” tekrarlayan konuşmacıların sandığına “yeni diller” atardım.
***
… çok konuşan fakat hemen hiçbir şey söylemeyenlere: “Sözün güzelliği kısalığındadır.” derdim.
***
… fikirleri değil, olayları bile değil; hep kişileri hedef tahtasına oturtanları tahtaya kaldırır: “Basitlik nedir?” diye sorardım.
***
… şu ana kadar seçtiklerimin beni ne kadar seçtiğini/gördüğünü, seçmek/ayırmak isterdim.
***
… biraz tebessüm kordum zarflara; mikrofanların sertliğini/tekniğini/tenekeliğini biraz yumuşatırdım.
***
… Nasreddin Hocalardan, İncili Çavuşlardan… asık suratların yorucu, boğucu hallerini kovucu fıkraları, zarfın bir kenarcığına iliştiriverirdim. İhtiyaç anında nasıl da “havasız hava”ya “hava” üflendiğini görürdü dünya… ve biraz tebessüm olurduk.
***
… bu işin ölüm kalım savaşı değil; her şeyin olacağına vardığını hazmetmiş, kırılan kalplerin tamirinin zorluğunu “bilen bilir”cilerle oturur bir yerde çay içip kitap okurduk.
***
… Cehalet Ağa’ya, Fukara Baba’ya, Kavgacı Dayı’ya diş göstereceklere oyumu vermezden önce en son aldığı nefesinin farkında olup olmadığını sorardım.
***
… oy pusulasına “pusula” olacak kaç sayfa okuyup yazdım ki “pusula” tutuyorum diye sorardım kendime.
***
… ara sokaklardan geçerek, kendi derdine derman olamamış okullarda kurulmuş sandıklara geldiğimde duvarlara bakardım; çocukluğumdan beri değişmeyen “duvar yazıları”nı, aforizmatik resim ve yazılarla değiştirebileceklere bir “teşekkür mektubu” bırakırdım.
***
… -ah, ne zamandır unuttuğum- kalbimin elinden tutar, mevsimlerin diliyle bana gönderilen “pussuz pusulayı” okurdum.
***
… adımlarıma yeni bir adım; can kulağıma yeni bir beste; gözlerime hep yeni bir hevesteki çiçekleri; kelebeklerin ürkekliğini; alnıma değen rüzgârın yumuşaklığını seçerdim.
***
… şiirden, denemeden, üsluptan uzaklara uzak kalmayı seçerdim.
***
… “sesini değil; sözünü yükseltenleri” seçerdim.
***
… bütün insanları aynı zannedenleri, kişiliği hiçe sayanları ben de “aynı” sayardım!
“olduğu gibi görünenleri ya da göründüğü gibi olanları” seçerdim.
***
…sesinde elli bin ton “ton” olduğu halde, ses tonlarını hep aynı tonda/n seçenlere her kelimeye karşılık yeni tonlar seçerdim.
***
… “Her şey dünde kaldı cancağızım; bugün yeni şeyler söylemek lazım.” sözünü hazmetmişleri seçerdim.
***
… hızdan değil; hazdan yana, hazımdan yana, kolaydan yana, şefkattan yana, aklını kalbine değdirmekten yana olanların yanında olurdum.
***
… “Üç derdim var; birbirinden seçilmez: “Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm.” diyen Karac’oğlan’ın yürek yangınını seçerdim.
***
…seçimi bile geçimsizliğe götürenlere bir çift laf seçerdim sözlüklerden:”Geçim iki başlı! diye…
***
… insanı asgarî ücretle, betonların soğuk bakışlarıyla karşı karşıya getirenlere Firavun’u, Haman’ı, piramitleri, özelikle ve önemle Deccal’ı hatırlatmak isterim.