Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Feyizli Sözler & Kıssalar & Dualar / Bir Zâhidin Hazin Sonu: Râhip Barsisa Kıssası

Bir Zâhidin Hazin Sonu: Râhip Barsisa Kıssası

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Râhip Barsîsâ’nın Hikâyesi

İsraîloğulları içinde Barsîsâ denen bir ibadet ehli vardı; zâhitliğinin ünü, doğuya, batıya erişmişti. Nerde bir hasta varsa, ona su yollardı; o suyu okur, üflerdi; hasta içince sağlık-esenlik bulurdu; herkes de bilir, anlardı ki bu, onun soluğunun eseridir. Çok geçmedi ki halk, bu sağlık-esenlik, falan ilâçtan meydana gelir mi ki diye ilâçların tesirinde şüpheye düştü; Barsîsâ öyle bir şöhret kazandı ki o zamanın hekimleri işsiz-güçsüz kaldılar.

O lanetlenmiş şeytan, o pusuda gizlenmiş eski düşman, o bel kıran mel’un, demir geveliyor, fakat bir çare bulamıyordu. Bir gece lanetlenmiş şeytan, yüzünü oğullarına döndü de dedi ki:

Sizden hiçbir kimse yok mu ki beni bu tasadan kurtarsın, bu tek eri tuzağa düşürsün? Oğullarından biri, bu işi benim adıma yaz, benden iste, senin gönlünü dertten ben kurtaracağım, diye böbürlendi. Şeytan en gerçek oğlum sen olursun, bu işi başarırsan, kör gözümü sen aydınlatırsın dedi. Şeytanın o oğlu şöyle bir mel’un aklına danıştı; halkı genç, güzel kadınlardan daha iyi avlıyacak hiç bir tuzak olamaz dedi.

Çünkü altın isteği, lokma dileği bir taraflıdır. Sen altına âşık olursun amma onun canı yoktur ki sana âşık olsun; lokmanın canı yoktur ki seni arasın, seninle konuşsun. Fakat genç kadınların sevgisi, iki yandan olur. Sen onu sever, istersin, o da seni sever, ister. Sen onu aşırmaya düzen düzersin, o da o yandan seni aşırmak için düzen düzer. Duvarı bir yandan delmeye çalışsan o kadar çabuk delinmez. Amma biri bu yanda, öbürü o yanda dursa da duvarı delmeye koyulsa, duvarı iki yandan delen iki âlet, tez birbirine kavuşur. Şimdi, seninle o kadının arasında bulunan perde, yâni düşmanların korkusu, yabancıların sınayış korkusu perdesi, bir duvara benzer ki onunla senin arandadır. Sen bu yandan, o kadının sevgisiyle bir delik delmek için düzene girişirsin; o kadın da öte yandan, bir düzenle duvarı delmeye girişir; böylece iki delik, tezce birbirine kavuşur. Bir hırsız, geceleyin, dışardan kapıyı açmak için bir düzen düzer; amma o hırsızın, evde bir eşi-ortağı olur, yahut bir halayıkcağız, içerden kapıyı açarsa bu, hırsızın dışardan para çalmaya uğraşmasına benzer mi hiç? Altın, yahut sandık kalkıp kapıyı açamaz ki. Şeytanın o oğlu da, bütün dünyayı dolaştı. Güzel, akıllı, soylu-soplu, alımlı, işveli bir kadın arıyor, Zahidi avlamak için o çeşit bir dilber aktarıyordu; şeytanlık hasedinin kuvvetiyle pezevenklik aybını, karayüzlülük haysiyetini unutmuş, ev-ev, şehir-şehir gezip dolaşıyordu. Çok aradı; arayan bulur. Ne mutlu o kişiye ki aradığı şey, aranmaya değer. Domuz avlayışına benzemez; o avda insan, hem atı yorar, hem kendini; hem de zamanını yitirir; güzelim avları, domuz avı uğruna yeleverir; sonunda domuzu da atar-gider; hiçbir şeyi işine yaramaz, ne postu, ne eti, ne dişi, ne kılı. Öyle bir nesne için der, ömrümü yele verdim, okları hiçledim.

Bari yük eşeğin kirasına değseydi;

Bari dost, gönlümün gamına değseydi.

Akıllı kişi ona derler ki, bir şey arar da bulamazsa utanmaz; bulursa kendisiyle savaşmaz, pişman olmaz; gözü, her gün o av yüzünden biraz daha aydınlanır; zevki, o güzel yüzünden daha verimli olur; gözü, gül bahçesine döner; güzelliği, kendisini mahmur eder; hasta gönlünü o define, mala-mülke boğar; yel onun kokusunu getirir, insanı sarhoş eder; insan onun cilvesini, işvesini görür, elden çıkar. Ne ölüm korkusu var, ne ayrılık korkusu; ne kocalmak derdi var; ne engellerin yağma etme kuşkusu. “Hiç kimsecik bilmez onlar için gözleri aydınlatacak ne gizli şeyler var, yaptıklarına karşılık.“ Yüce Tanrı buyuruyor ki: Göğüs halvetinde Belkıys gibi oturan ve hüdhüde benziyen hatırının gagasında, her solukta bir niyaz mektubu bulunan ve Süleyman‘ın tapısına ondan haber götüren o hoş soluklu can, ne bilsin ki onun varım-yoğunu bengisuya çekmedeler. Böylesine bir yaşayışın, böylesine bir zevk u sefanın nasıl olur da sonu gelir? Hangi ayak bu duraklara varabilir dünyada ve hangi geliş, bu kutlu kademi görebilir? Âlemde nerde o kulak ki bunu duysun; dünyada nerde o akıl-fikir ki bu tadı içsin? Ululuk ıssı Tanrıya andolsun, şimdi şu sözleri söylüyorum, siz işitiyorsunuz ya; gayb âleminin yücelerinde uçanlar da gökyüzü perdelerinde, keskin kulaklariyle duyuyorlar; “Büyüktür onlar, yazarlar; bilirler ne yaparsanız.“ Onlar, birbirlerine diyorlar ki: Ne şaşılacak şeydir ki bu sözü söyleyen, bu soluğu alıp veren, nasıl oluyor da göklere uçmuyor; nasıl oluyor da varlık perdesini yırtmıyor? Gözlerini ovuyorlar da acaba diyorlar, bu sözleri söyliyen insan mı? İnsanın da sözü mü olur? Yel, bu sözü bir dağa üfürse dağ saman çöpü gibi sevinçle uçar, o dağın parçaları, sevgi havasında zerreler gibi taklalar atar. “Bu Kur’anı, bir dağın üstüne İndirseydik, elbette görürdün ki dağ, Allah korkusundan eğilip çatlamış, paramparça olmuş.“ Bu varlık, neden paramparça olmuyor? Zerreler halinde dağılmasına engel olan nedir Yârabbi? Bu kadar şaşılacak şeyleri gönlüne getiren, diliyle söyleyen, yahut insan kulağına da giren yahut da kalemiyle yazan kişi nasıl oluyor da olduğu gibi kalakalıyor? Yüce Tanrı’dan hitab gelir de denir ki: Zerre-zerre dağılmasına engel olan, şüphe perdesidir.

Ey canımın içinde bulunan ve canın haberi bile olmayan dost,
Dünya seninle dolu, fakat dünyanın haberi bile yok senden.

Gönlüm, canım, nasıl izini izlesin ki,
Candasın, gönüldesin, fakat canın, gönlün haberi bile yoksenden.

Suretin hayalde amma hayalin senden nasibi yok;
Adın dilde; ama dilin haberi bile yok senden.

Halkın, senden haberdar oluşu, ancak adla, belirtiyle;
Amma gene de bütün bu adla-sanla, belirtiyle halkın haberi bile yok senden.

Senin künhünün incisini arıyanlar
Tam inanç ve şüphe vadisinde; haberleri bile yok senden.

Seni nasıl anlatayım, nasıl bildireyim; çünkü ebedî olarak
Anlatış, senden âcîz, bildirişin haberi bile yok senden.

Sineğin, nasıl Cebrail’in kanadından haberi bile yoksa,
Senden haber verenin de o çeşit haberi bile yok senden.

Barsîsâ hikâyesini tamamlamaya geldik: O lanetlenmiş şeytan, o pusudaki düşman, birçok arayıp aktardıktan sonra o ülkenin padişahının kızını seçti; çünkü o kızın güzelliği son derecedeydi, o kızın beynine girdi; onu deli-divâne etti, hastalandırdı. Padişah hekimleri, hikmet ehlini topladı. Hepsi de, onu iyileştirmede, ona ilâç tertib etmede âcîz kaldılar.

Şeytan, bir zâhid elbisesine bürünüp geldi, eğer bu kızın hastalıktan kurtulmasını istiyorsanız dedi, Barsîsâ’ya götürün; o, okusun, üflesin, bu hastalıktan kurtulur. Onlar da başka çare bulamadılar, onun sözünü dinlediler; kızı Barsîsâ’ya götürdüler. Barsîsâ duâ etti, şeytan da kızı bıraktı; kız iyileşti. Böylece de şeytan, padişahın, bir dahaki seferde de kendi sözüne inanmasını sağlamış oldu. Kız iyileşince sevindi. Bir zaman sonra şeytan, gene çıldırttı onu. iyileştirmede âciz kaldılar. Şeytan, aynı suretle tekrar geldi; bunu dedi, gene Barsîsa’ya götürün; amma bu sefer, geri getirmeyin; uzun bir zaman, o size iyileştim, diye haber yollayıncaya dek yanında kalsın. Kızı, yüzbinlerce güzel kızı nasıl götürüyorlarsa, öylece Barsîsa’nın yanına götürdüler. Bu dediler, iyice iyileşinceye dek senin yanında kalsın; bize öyle dediler; öyle salık verdiler. Kızı, zahidin ibadet yurdunda bırakıp döndüler.

Kız, zâhîd ve şeytan o ibadet yurdunda kaldılar. O zâhid, bilgin olsaydı, kızla yalnız olarak o ibadet yurdunda kalmaya asla razı olmazdı. Esenlik ona, Peygamber dedi ki: “Bir kadın, bir konakta bir erkekle beraber kaldı mı, üçüncüleri şeytandır onların.” Bir kadın, bir yerde bir erkekle beraber kalınca şeytan, onların aracısı olur.

Hâsılı uzun bir zaman, kız, zahidin yanında kaldı: tut-kap derken Barsîsâ. iyice gönül kaptırdı: kızla buluştu; kız gebe kaldı. Bu sefer şeytan, bir insan şekline bürünüp Barsîsâ’nın yanına geldi; onu düşünür buldu. Neden düşüncelisin, dedi.

Barsîsâ; hikâyeyi anlattı, kız gebe kaldı dedi. Şeytan, kızı öldürmekten başka çâre yok, dedi: öldürür, sonra, öldü gömdüm, dersin. Barsîsâ başka bir çâre bulamadı; onun dediğini yaptı. Şeytan, gene insan şeklinde padişaha geldi; kız iyileşti, gidip getirin dedi. Padişahla perdeciler gidip kızı istediler. Barsîsâ, kız öldü, gömdüm, dedi. Geri dönüp yasını tutmaya koyuldular. Şeytan, bu sefer başka bir şekle girip, padişahın yanına gitti; kız nerde, dedi.

Padişah, Barsîsâ’nın yanına götürdük, orda öldü, dedi. Şeytan, kim söyledi, diye sordu. Padişah, Barsîsâ söyledi, deyince Şeytan, yalan söylüyor, dedi; onunla buluştu; kız gebe kaldı; sonra kızı öldürdü; falan yere gömdü; inanmıyorsan orayı kazdır, görürsünüz. Padişah, tam yedi kez yerinden kalktı, bir başka yere oturdu, sonra gene yerine geldi. Şaşkına döndü, hâli değişti, kafası ateşlendi, kızdı. Sonra bîr toplulukla atına binip Barsîsâ’nın ibadet yurduna gitti. İçeri girip kız nerde, diye sordu. Barsîsâ öldü, gömdüm, deyince, peki dedi, bize neye haber vermedin? Barsîsâ, evrâdla meşguldüm, evradımdan kalırım diye korktum, dedi. Padişah bu sözün aksi çıkarsa ne yapayım, dedi. Bu söz üzerine Barsîsâ kızdı, ileri-geri söylenmeye koyuldu. Padişah, Şeytanın bildirdiği yeri kazdırdı; kızı çıkardılar; öldürülmüştü.

Barsîsâ’nın ellerini bağladılar; boynuna ip saldılar; halk toplandı. Barsîsâ, kendi kendine, ey kutsuz nefis, diyordu; duan kabul oluyor diye seviniyordun; halkın gönlüne, gözüne üstün, büyük görünüyorsun diye seviniyordun; halk seni beğeniyor, övüyor diye seviniyordun; halkın inancı azalır diye de korkuyordun değil mi? Gerçekte bunların hepsi de yılandı, akrepti; evet, halkın beğenişi, zehirlerle dolu bir yılandı diyor, içten içe ah ediyordu ama faydası yoktu.

Onu yüce bir darağacının dibine getirdiler; merdiven dayadılar, boynuna ip taktılar. O anda Şeytan, bir insan şekline girip kendisini gösterdi; bunların hepsini de ben yaptım sana; hâlâ da gücüm var, çaren benim elimde, bana secde et, seni kurtarayım, dedi. Barsîsâ, nasıl secde edeyim, boynumda ip var dedi. Şeytan, secde niyetiyle başınla işaret et; akıllıya işaret de yeter, dedi. Barsîsâ can korkusuyla, secde etmiye niyetlendi; can tatlıdır ya… Fakat başını eğince ip, boynunu daha da sıktı. Şeytan; “Ben, senden tamamiyle uzağım’ dedi.

Şânı ululandıkça ululansın. Tanrı buyurur ki: Ey insanlar, ey inananlar, sizi kötü bir dost, tutar da kötülüğe çağırırsa, bu iş, sizin faydanızadır, derse, kötü dostlar sana, sen yaşarken de bizimsin, öldükten sonra da; biz de seniniz, diye vaadde bulunursa ona inanmayın. Onlar bu düzenle kendileri gibi sizi de bozmak, bozguna uğratmak, kötülemek, kötülüğe çekmek isterler; sizi pis bir hale getirdiler mi, ne dostunuz kalır artık, ne eşiniz; sizden bezerler; hani anlattığımız o Şeytan gibi: Onun derdine ortak oldu, ona dostluk gösterdi; sonunda onu tuzağa düşürünce, ondan bezdi-gitti.

Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mecâlis-i Seb’a (A. Gölpınarlı tercümesi)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Tövbenin İlk Adımı ve Aşamaları

Tevbenin ve Allah’a yönelmenin başlangıcı   Ebu Cafer Muhammed b. Musa ile aramızda şöyle bir …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Habeş Ülkesine Hicret

Hicretin Sebebi Peygamberimiz Aleyhiselam; Kureyş müşriklerinin, kendi kabilelerinden iman edenleri dinlerinden döndürmek için[1] hapsettiklerini,[2] işkencelere …

Kapat