Birbiriyle Karıştırılan 30 Kelime
FOTO GALERİ , Kelimeler & Kavramlar
2,553 Defa Okundu
Birbiriyle karıştırılan kelimeler
Dilimizdeki bazı kelimelerin anlamları birbirine yakın olsa da ince detaylarla birbirlerinden ayrılır. Örneğin ivedi ve acele kelimelerinin ikisinde de çabukluk olsa da acele kelimesinde sabırsızlık gösterme gibi farkı bulunur. Sizler için bu kafa karıştıran kelimeleri derledik.
Kıraat: Kur’an’ı belli kural ve işaretlere göre okuma anlamına gelen kıraat, sadece bir kelime için kullanılır.
Tilavet:
Kur’an’ı güzel ve yüksek sesle, usulünce okuma anlamındaki tilavet ise iki veya daha fazla kelime için kullanılır.
Vakar: Bulunduğu konuma uygun hareket etme, ağırbaşlılık
Sükûnet:
Durgunluk, dinginlik, hareketsizlik, sessizlik, iç huzuru, gönül rahatlığı.
Söz: Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, kelam
Laf :
Boş, anlamsız sözler, lakırdı.
Hayret: Bir durum veya bir şey karşısında ne yapacağını, ne hüküm vereceğini bilememe, garip bir şeyin sebep olduğu şaşkınlık.
Dehşet:
Korkunç bir şey veya bir tehlike karşısında insanın içini kaplayan büyük korku.
İvedi: Çabuk davranma, gerektiğinde hızlı hareket etme
Acele:
Sabırsızlık gösterme, yersiz hızlı hareket etme.
Cisim: Bileşik veya bunların karışımları hâlinde bulunan, kütlesi ve ağırlığı olan.
Cirim:
Küçük nesneler, hacim.
Gönül: İman, sevgi ve nefretin, iyi ve kötü bütün duyguların kaynağı olduğu kabul edilen kalbin mânevî yönü, yürek
Kalp:
İki akciğer arasında ve biraz solda bulunan, vücuda kan pompalayan ve kan dolaşımını sağlayan organ.
Kitle :İnsan topluluğu, farklı renklerin olmadığı tek tip insan sürüsü, insan kalabalığına denir.
Toplum:
Birey olarak nitelikleri farklı olsa da bir bütün oluşturan, ortak bir geçmişe sahip olan bireylerin bütünü, aynı toprak parçası üzerinde bir arada yaşayan ve temel çıkarlarını sağlamak için iş birliği yapan insanların tümüne denir.
Allah: Yaratıcının bütün sıfatlarını hepsini kendinde barındıran, esirgeyen, tek ve yüce Rab.
Tanrı:
Yaratıcı olduğuna inanılan ilah.
Entelektüel: Aydın, tahsil, bilgi, görgü sâhibi olan, fikrî meselelerle uğraşan kültürlü kimse.
Entel:
Bir aydında bulunması gereken niteliklere sâhip olmadığı halde aydınmış gibi görünmek isteyen, entelektüel olmaya özenen kimse.
Efsane: Eski çağlardan beri söylenegelen, olağanüstü varlıkları, olayları konu edinen hayalî hikâye, söylence
Mit:
Geleneksel olarak yayılan veya toplumun hayal gücü etkisiyle biçim değiştiren alegorik bir anlatımı olan halk hikâyesi.
Beste: Bir makam ve usûl içinde düzenlenmiş nağmeler bütünü, meydana getirilen musiki eser.
Güfte:
Müzik eserinin söz kısmı.
Mütevazı: Alçak gönüllü, kibirsiz, tevazu sahibi
Mütevazi:
Birbirine paralel olan, paralel.
Bakmak: Gözleri bir şey üzerine çevirmek, gözlerini bir tarafa çevirerek seçmek
Görmek:
Akıl ve irade yoluyla bir şeyin varlığını kavramak, şahit olmak, hissetmek.
Teganni Nağme ile söyleme, şarkı söyleme
Terennüm
Güzel ve alçak sesle şarkı söyleme, anlatma, ifade etme.
Kuple Bir şarkıyı meydana getiren ve bir nakaratla sona eren bölümlerden her biri,
Bukle
Kıvrılmış, küçük lüle haline gelmiş saç tutamı.
Fıkra: Köşe yazısı, ir düşünceyi, bir olayı en kısa ve etkili yoldan anlatan özlü, nükteli, mizah ve hiciv unsurları taşıyan küçük hikâye, kıssa
Fırka:
İnsan topluluğu, bölük, cemaat, taife
Kıyas: Bir şeyi diğer bir şeye göre değerlendirme, başka bir şeye benzeterek hakkında hüküm verme, denk tutma
Mukayese:
Nesnelerin, kişilerin bezer ve farklı yönlerini karşılaştırarak değerlendirme.
Tevâfuk: Uyma, uygun gelme.
Tesadüf:
Tasarlanmadığı halde karşılaşma, rastlama, rast gelme, yalnız ihtimallere bağlı olduğu düşünülen olayların kesin olmayan, değişebilen sebebi.
Muhabbet: Sevgi, dostça konuşma, yârenlik
Malayani:
Boş ve yararsız, saçma, faydasız söz veya iş.
Menfi: Olumsuz, her şeyi olumsuz ve kötü yanlarıyla ele alan.
Müspet:
Doğruluğu ispatlanmış, doğru, sağlam, olumlu
Zikretmek: Bilinçli olarak birinin isminin söylemek, anmak, bahsini etmek
Hatırlamak:
Daha önce yaşanmış bir durumu, görülüp duyulmuş veya öğrenilmiş bir şeyi zihinde yeniden canlandırmak, akla getirmek.
Ozan: Asıl anlamı “çok konuşan, çenesi düşük kimse” olup “saz şâiri” mâniasını sonradan kazanmış olmalıdır; Eski Türkiye Türkçesi metinlerinde kelime bu iki anlamda geçmektedir
Âşık:
Çaldığı saz eşliğinde şiirlerini söyleyen söz ustası, şair.
Sabî: Henüz sütten kesilmemiş veya üç yaşını doldurmamış erkek çocuk.
Sıbyan:
Reşit olmamış çocuklar, küçük çocuklar, sübyan.
Doruk: Dağ, ağaç gibi şeylerin en yüksek noktası, tepe, şâhika.
Zirve:
En üstün seviye, her şeyin üst ve yüksek kısmı.
Hâle: Ayın, bâzan da güneşin etrâfında görülen parlak halka şeklindeki ışık, ay ağılı.
Huzme:
Demet, bir noktadan çıkıp etrafa dağılan demet biçimindeki şey, özellikle ışık.
Âzâ: Vücudu meydana getiren parçalar, organlar, organ.
Azâ:
Yas, matem, baş sağlığı dileme, taziye.
Miskin: Çok fakir, düşkün olmak, âciz, zavallı kimse.
Tembel:
Çalışmaktan hoşlanmayan, çaba göstermeyen, gayretsiz, iş yapmak hususunda ağır davranan kimse.
Yad: Gurbet, yabancı, hasım kimse
Yâd:
Hatıra, anma, hatırlama.
Sitem: Bir kimseye herhangi bir davranışından dolayı üzüldüğünü, kırıldığını, alındığını öfkelenmeden belirtme, dostça çıkışma
Yakınma:
Şikâyet etmek, sızlanmak, sızlanarak anlatmak.
Kaynak: fikriyat.com
Post Views: 140