Ana Sayfa / Yazarlar / Birinci Meclis’te Bediüzzaman / Prof. Dr. Himmet UÇ

Birinci Meclis’te Bediüzzaman / Prof. Dr. Himmet UÇ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bediüzzaman’ İstanbul işgal altındayken neşrettiği Hutuvât-ı Sitte adlı broşürle büyük hizmet etmiş ve işgal kuvvetlerinin plänlarını bozmuştur. Kezå, işgalcilerin baskısı altında verilen ve Anadolu’daki kuvå-yı milliye hareketini “isyan” olarak vasıflandıran şeyhülisläm fetvåsına karşı, mukàbil bir fetvâ vererek milli kurtuluş hareketinin meşrüiyetini ilän etmiştir. Bu hizmetleri Anadolu’da kurulan Millet Meclisinin takdirini kazanmış ve Bediüzzaman bizzat Mustafa Kemai tarafından ısrarla Ankara’ya dävet edilmiştir. 

Bu mükerrer dåvetler neticesinde 1922 sonlarında Ankara’ya gelmiş ve Mecliste resmï bir “hoşâmedi meräsimiyle karşılanmıştır. Ankara’da kaldığı günlerde, yeni kurulan devlete håkim olan kadronun dîne bakış tarzını olumlu gömez. On maddelik bir beyannäme hazırlayarak Meclis âzâlarına dağıtmıştır. Bu beyannâmede yeni inkılâbın mimarlarını İslâm şeâirine sahip çıkmaya çağırmış; akabinde Mustafa Kemal’le birkaç görüşmesi olmuştur. Beyanname metni, biri milletvekillerine diğeri de “Gazi Paşa hazretlerine“ kaydıyla Mustafa Kemal’e gönderilmiştir.

1339 TARİHİNDE, MECLİS-İ MEB’USANA HİTABEN YAZDIĞIM BİR HUTBENİN SURETİDİR

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ

ﺍِﻥَّ ﺍﻟﺼَّﻠَﻮﺓَ ﻛَﺎﻧَﺖْ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﻤُﺆْﻣِﻨِﻴﻦَ ﻛِﺘَﺎﺑًﺎ ﻣَﻮْﻗُﻮﺗًﺎ (Şüphesiz namaz, mü’minler üzerine belli vakitler için farz olarak yazılmıştır.” Nisa Suresi, 4:103)

Ey mücâhidîn-i İslâm! Ey ehl-i hall ü akit! Bu fakirin bir meselede on sözünü, birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum.

Evvelâ: Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlâhiye bir şükran ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet şükrü görmezse gider. Madem ki Kur’ân’ı, Allah’ın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız. Kur’ân’ın en sarih ve en kat’î emri olan “salât” gibi ferâizi imtisal etmeniz lâzımdır-ta onun feyzi, böyle harika suretinde üstünüzde tevâli ve devam etsin.

Saniyen: Âlem-i İslâmı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız. Lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeâir-i İslâmiyeyi iltizamla olur. Zira, Müslümanlar İslâmiyet hesabına sizi severler.

Salisen: Bu âlemde evliyaullah hükmünde olan gazi ve şühedalara kumandanlık ettiniz. Kur’ân’ın evâmir-i kat’iyesine imtisal etmekle, öteki âlemde de o nurânî güruha refik olmaya çalışmak, sizin gibi himmetlilerin şe’nidir. Yoksa, burada kumandan iken orada bir neferden istimdad-ı nur etmeye muztar kalacaksınız. Bu dünya-yı deniyye, şan ve şerefiyle öyle bir metâ değil ki, sizin gibi insanları işbâ etsin, tatmin etsin ve maksud-u bizzat olsun.

Râbian: Bu millet-i İslâmın cemaatleri, çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ, umum şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: “Acaba namaz kılıyor mu?” derler. Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir. Bir zaman, Beytüşşebab aşâirinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: “Sebep nedir?” Dediler ki:
“Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?”

Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıyâ idiler. 

Hamisen: Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garpta gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa’yiniz ya hebâen gider, veya muvakkat, sathî kalır. 

Sâdisen: Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı olan frenkler, dindeki lâkaytlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hattâ diyebilirim ki, hasmınız kadar İslâma zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır. Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i millet namına, bu ihmali a’mâle tebdil etmeniz gerektir. Görülmüyor mu ki, İttihatçılar o kadar harika azim ve sebat ve fedakârlıklarıyla, hattâ İslâmın şu intibâhına da bir sebep oldukları halde, bir derece dinde lâübâlilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki İslâmlar dindeki ihmallerini görmedikleri için hürmeti verdiler. 

Sâbian: Âlem-i küfür, bütün vesaitiyle, medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleriyle âlem-i İslâma hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, âlem-i İslâma dinen galebe edemedi. Ve dahilî bütün fırak-ı dâlle-i İslâmiye de, birer kemmiye-i kalile-i muzırra suretinde mahkûm kaldığı; ve İslâmiyet metanetini ve salâbetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, lâübâliyâne, Avrupa medeniyet-i habise kısmından süzülen bir cereyan-ı bid’atkârâne, sinesinde yer tutamaz. Demek, âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâpvâri bir iş görmek, İslâmiyetin desâtirini inkıyadla olabilir, başka olamaz. Hem olmamış, olmuşsa da çabuk ölüp sönmüş. 

Sâminen: Zaaf-ı dine sebep olan Avrupa medeniyet-i sefihanesi yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur’ân’ın zuhura yakın geldiği bir anda, lâkaydâne ve ihmalkârâne, müsbet bir iş görülmez. Menfîce, tahripkârâne iş ise, bu kadar rahnelere mâruz kalan İslâm zaten muhtaç değildir. 

Tâsian: Sizin bu İstiklâl Harbindeki muzafferiyetinizi ve âli hizmetinizi takdir eden ve sizi can ü dilden seven cumhur-u mü’minîndir. Ve bilhassa tabaka-i avâmdır ki, sağlam Müslümanlardır. Sizi ciddî sever ve sizi tutar ve size minnettardır ve fedakârlığınızı takdir ederler. Ve intibaha gelmiş en cesim ve müthiş bir kuvveti size takdim ederler. Siz dahi, evâmir-i Kur’âniyeyi imtisalle onlara ittisal ve istinad etmeniz, maslahat-ı İslâm namına zarurîdir. Yoksa, İslâmiyetten tecerrüt eden, bedbaht, milliyetsiz, Avrupa meftunu frenk mukallitleri avâm-ı Müslimîne tercih etmek maslahat-ı İslâma münâfi olduğundan, âlem-i İslâm nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdat edecek. 

Âşiren: Bir yolda dokuz ihtimal-i helâket, tek bir ihtimal-i necat varsa, hayatından vazgeçmiş, mecnun bir cesur lâzım ki o yola sülûk etsin. Şimdi, yirmi dört saatten bir saati işgal eden farz namaz gibi zaruriyat-ı diniyede, yüzde doksan dokuz ihtimal-i necat var. Yalnız, gaflet ve tembellik haysiyetiyle, bir ihtimal, zarar-ı dünyevî olabilir. Halbuki ferâizin terkinde, doksan dokuz ihtimal-i zarar var. Yalnız gaflet ve dalâlete istinad, tek bir ihtimal-i necat olabilir. Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve ferâizin terkine ne bahane bulunabilir? Hamiyet nasıl müsaade eder? 

Bâhusus bu güruh-u mücâhidin ve bu yüksek meclisin ef’âli taklid edilir. Kusurlarını millet ya taklit veya tenkit edecek; ikisi de zarardır. Demek onlarda hukukullah, hukuk-u ibâdı da tazammun ediyor. Sırr-ı tevatür ve icmâı tazammun eden hadsiz ihbaratı ve delâili dinlemeyen ve safsata-i nefis ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla hakikî ve ciddî iş görülmez. 

Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Şu meclis-i âlinin şahsiyet-i mâneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mânâ-yı saltanatı deruhte etmiştir. Eğer şeâir-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mânâ-yı hilâfeti dahi vekâleten deruhte etmezse, hayat için dört şeye muhtaç, fakat an’ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniyeyle ihtiyâcât-ı ruhiyesini unutmayan bu milletin hâcât-ı diniyesini Meclis tatmin etmezse, bilmecburiyye mânâ-yı hilâfeti, tamamen kabul ettiğiniz isme ve lâfza verecek. O mânâyı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki, Meclis elinde bulunmayan ve Meclis tarikiyle olmayan böyle bir kuvvet, inşikak-ı âsâya sebebiyet verecektir. İnşikak-ı âsâ ise

ﻭَ ﺍﻋْﺘَﺼِﻤُﻮﺍ ﺑِﺤَﺒْﻞِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺟَﻤِﻴﻌًﺎ -1- (“Allah’ın dinine ve Kur’an’a hep birlikte sım sıkı sarılın.”Âl-i İmran, 3:103 Suresi)

âyetine zıttır. Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan şahs-ı mânevî daha metindir. Ve, tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinadla vezâifi deruhte edebilir. Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fena olsa, pek çok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduttur. Cemaatin ise gayr-ı mahduttur. Harice karşı kazandığınız iyiliği, dahildeki fenâlıkla bozmayınız. Bilirsiniz ki, ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslâmın şeâirini tahrip ediyorlar. Öyleyse, zarurî vazifeniz, şeâiri ihyâ ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeâirde tehâvün, zaaf-ı milliyeti gösterir. Zaaf ise, düşmanı tevkif etmez, teşci eder… 

2- ﺣَﺴْﺒُﻨَﺎ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻭَﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟْﻮَﻛِﻴﻞُ ٭ ﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟْﻤَﻮْﻟَﻰ ﻭَﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟﻨَّﺼِﻴﺮ- “(O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır.” Enfal Suresi, 8:40. “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmran Suresi, 3:173.)

Bu yazının Haber Türk gazetesinde Güntay Şimşek tarafından Osmanlıcası yayınlanmıştır. Bediüzzaman büyük bir cesaretle yeni kurulacak devletin nasıl bir din ve kültür politikası uygulaması gerektiğini bu yazıda anlatır. Mustafa Kemal bu bahsi namaz bahsi gibi algılar, aralarında bir konuşma olur. Bediüzzaman yeni devletin batı felsefesi ve Yunan ve Fransız düşüncesine göre olmasını ironik olarak eleştirmiş, bizim kendimize göre bir sentez ile bir devlet ortaya koymamız gerektiğini anlatmıştır. İstanbul’dan fikirlerinden istifade için çağrılan Bediüzzaman bu heyet ile anlaşamayacağını anlar, çünkü fikirler farklıdır. Yeni devlet batılı olmakta karar kılmıştır.Sonra Van’a gider, sonra kırk yılı aşkın süren sürgünü  başlar.

Bediüzzaman’ın bu yazıyı okuduğu meclisi dolaştım,” veşâvirühüm fi’l emr“ ayeti meclisin duvarında yazılıdır. Bu ayet demokrasinin menşeinin Yunan ve Roma, Fransa olmadığını ifade eder. Allah’ın kitabı yüzyıllar önce “işlerinizi konuşarak çözün” der. Yani cumhuriyeti tarif eder. Namık Kemal, Ziya Paşa ve Hamid demokrasiyi batı menşeli Monteskiyo, Hugo, Ruso kaynaklı gösterirler. Bizim ilk meclisin azaları çoğuşu şeyh, müderris ve âlim insanlardır. Mustafa Kemal Paşa’nın odasında da küçük bir oda reis odası diye isimlendirilmiş, orda da yine bir ayet görünür, cumhuriyeti izah eder.

Yukarıdaki beyanname / eleştiri benzeri olmayan bir devlet felsefesidir. Yeni devletin batıya olduğu kadar İslam düşüncesine de yer vermesi gerektiğini izah eder. Kimsenin o devirde cesaret edemeyeceği bir konudur, Ama Bediüzzaman “insan gerektiğinde bu canı hak yoluna vermesini bilmelidir.” Korku hak bildiğim yolda elimi tutup beni tevkif edemedi” der.

Kendisine şark umümi våizliği, milletvekilliği ve Diyänet äzälığı teklif edilmiş; ancak Bediüzzaman bu teklifleri kabul etmeyerek Van’a dönmüştür. 

Cumhuriyet kuruluncaya kadarki felsefe ile daha sonraki algıda değişme olmuş, Halide Edip, Mehmet Akif, Yakup Kadri, Bediüzzaman daha birçokları uzaklaştırılmış veya ayrılmışlardır.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri Günümüzün hayat hızı ve anlayış tarzının getirdiği şeyler İslam’ın evrensel …

Yorumlar

  1. avatar
    İsmail Cebecili

    Halide Edip’le, Üstad’ı yan yana yazmak ne kadar yanlış, ne kadar ayıp? Ayrıca, Beyanname’nin tarihi de, Hoşâmedi’nin tarihi de kesin olarak bellidir, TBMM Tutanak Dergilerinde vardır. Bir tarihçi olarak, herkesin yazdığını yazmak…belki siz kendinize yakıştırdınız, ama ben yakıştıramadım.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kuşa Bak Kuşa mı Deniyor? / M. Nuri BİNGÖL

Teferruata giremiyeceğim. Hem yaz yağmurları gibi - üzerinize afiyet- bir yaz gribiyle malulüm, hem de …

Kapat