Ana Sayfa / Yazarlar / Bitlis, Tiflis, Birbirinin Kardeşidir veya Üç Nur Üç Zulmet

Bitlis, Tiflis, Birbirinin Kardeşidir veya Üç Nur Üç Zulmet

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

BİTLİS, TİFLİS, BİRBİRİNİN KARDEŞİDİR…
VEYA ÜÇ NUR ÜÇ ZULMET..

Üstad Hazretleri yaklaşık bir asır önce âlem-i İslâm’ın
meselelerini görüşmek üzere İstanbula gider.
Bir sürü macerâdan sonra İstanbul’da fazla kalmaz.
Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılır.
Batum yoluyla Van’a giderken Tiflis’e uğrar.
Tiflis’te Şeyh San’an Tepesi’ne çıkar.
Dikkatle etrafı temaşa ederken yanına bir Rus polisi gelir ve sorar:
Niye böyle dikkat ediyorsun?
Dedim: “Medresemin plânını yapıyorum.”
“Nerelisin?”
“Bitlisliyim” dedim.
Dedi: “Bu Tiflis’tir.”
Dedim: “Bitlis, Tiflis, birbirinin kardeşidir.”
Dedi: “Ne demek?”
Dedim: “Asya’da, âlem-i İslâmda üç nur, birbiri arkası sıra inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır.
Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek.
Ben de gelip burada medresemi yapacağım.”
Dedi: “Heyhat! Şaşarım senin ümidine.”
Dedim: “Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.”
Dedi: “İslâm parça parça olmuş.”
Dedim: “Tahsile gitmişler.
İşte Hindistan, İslâmın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor.
Mısır, İslâmın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor.
Kafkas ve Türkistan, İslâmın iki bahadır oğullarıdır;
Rus mekteb-i harbiyesinde talim alıyor. İlâ âhir…
“Yahu,
şu asılzade evlât,
şehadetnamelerini aldıktan sonra,
herbiri bir kıt’a başına geçecek,
muhteşem
âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını
âfâk-ı kemâlâtta temevvüc ettirmekle,
kader-i Ezelînin nazarında,
feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir!..”
Bu muhavereden sonra Van’a dönerek doğu aşairine içtimaî, siyasî, ilmî ve medenî dersler vermiştir.
Buraya Şeyh San’an Tepesi denmesinin sebebi;
burada yaklaşık 400 dervişli bir dergâhın şeyhi olan,
Şeyh Abdulkadir Geylani’nin
“Benim ayaklarım evliyanın omuzunda,
Efendimiz’in (ﷺ) ayakları da benim omuzumda” sözüne itiraz eder.
Abdulkadir Geylani (r.a) de ona
“Senin omuzunda da domuzun ayakları olacak” der…
Neticede bu zat mecâzi bir aşk macerasına kapılır ve o yörede meşhur bir keşişin kızına âşık olur.
Fakat o keşiş kızı vermek istemez ve bir çok şartlar koşar.
O da kabul eder ve bunlardan biri de keşişin domuz sürüsünü gütmektir.
Günlerden birinde büyük bir sel olur, domuzları sel götürür,
bir domuz yavrusunu kurtarmak için
omuzuna alıp sudan geçerken bakar ki
domuzun ayakları gerçekten omuzundadır
ve hemen Abdulkadir Geylâni’nin sözünü hatırlayıp pişman olur. Tövbe eder, her şeyden vazgeçer kaçar ve o dağda kaybolur, bulunamaz.
Böylece oranın adı Şeyh San’an Tepesi kalmış olur.
Bu macera Feridü’ddin Attar tarafından
“Mantıkut’Tayr” adlı mecazi aşk eserinde detayı ile hikâye edilmektedir.
“Bitlis ve Tiflis birbirinin kardeşidir.” ifadesi,
1980’li yıllarda bu iki şehrin “kardeş şehir” ilan edilmesi şeklinde tecelli etmiştir.
Bediüzzaman,(r.a)
talebesi Mustafa Sungur’a,
“Sen orada medresemin açıldığını göreceksin.”
demesi de bu konuda dikkat çekici bir husustur.
Bediüzzaman’ın ‘fena-fi’s-Said’ dediği Zübeyir,
İstanbul’da kalıp Nur hizmetinin,
onun koyduğu esaslar çerçevesinde sistemli ve istikrarlı bir şekilde işlemesini sağlarken
Sungur, memleketi köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşarak
müşfik tavrı ile hizmeti canlı tuttu,
cemaatin fertlerinin ve hizmet mahallerinin birbiri ile irtibatını sağladı.
Memlekette sağlam bir zemine oturan ve ferde de,
cemiyete de güven veren Nur hareketi,
yurt dışına açılıp demokrasi ile yönetilen hür ülkelerde
faaliyet göstermeye başladığında,
Sungur oralara da gidip destek verdi.

Risâle-i Nur hizmeti medar-ı bahs olduğu zaman ne engel tanıdı,
ne yorgunluk hissetti.
Her an harekete hazır bir vaziyette bekledi ve gelen her dâvete,
uzak yakın, küçük büyük demeden icabet etti.

Fena-finnur olmanın verdiği hizmet şevkiyle dünyanın,
Türkiye’ye çok uzak ülkelerini bile defalarca dolaştı,
ama sınır komşusu olduğu
ve Üstadı oralara göndereceğini söylediği hâlde Rusya’ya da,
Tiflis’e de gidemedi.
Zîra
1910 yılında İstanbul’dan Van’a dönerken Tiflis’e uğrayan Bediüzzaman,
Şeyh Sanan Tepesi’ne çıktığında,
yanına gelip ne yaptığını soran Rus polisine
medresesinin plânını yaptığını söylemişti.
Onun Bitlis’le Tiflis’i karıştırdığını zanneden polis,
“Burası Tiflis’tir” diyerek İslâm âleminin perişan hâlini nazara verip
söylediğini yapmasının mümkün olmayacağını ima edince de o tarihî cevabı vermişti:
“Asya’da, âlem-i İslâmda üç nur birbiri arkasında inkişafa başlıyor.
Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır.
Şu perde-i müstebidâne yırtılacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacağım.”
Said Nursî’nin, kendisini (sungur abinin)Rusya’ya
Tiflis’e göndereceğini söylemesinin,
zamanı geldiğinde bu işi yapma vazifesinin tebliği olduğunu hissederek
hemen harekete geçti ve Demir Perde yırtılınca
oraya ilk giren Nur Talebelerinden biri oldu.

Gerçi ondan önce çeşitli maksatlarla Rusya’ya giden
ve gizlice Risâle-i Nur’u götüren Nurcular olmuştu.
Fakat Sungur oraya münhasıran hizmet maksadıyla gittiği
ve yaptığı her işi Risâle-i Nur adına yaptığı için onun gidişi diğerlerinden farklı idi.
Rusya’da Nur’un,
Kafkaslarda ve Asya’da intişarının ilk merhalesiydi Tiflis.
Oraya gidince Şeyh Sanan Tepesi’ne çıkıp Üstadının nazarıyla şehri temâşâ ettikten sonra, tepenin görüş menzili içinde bir yere ilk Nur medresesini açtı.
Ardından Azerbaycan’a geçti.
Yıllardır komünizmin tasallutundan bıkarak mânevî bir melce arayan Azeriler;
diline, üslûbuna âşinâ oldukları ve muhtevasına hasret kaldıkları Risâle-i Nurlara kucak açtılar.
Azerbaycan’da, Nahçivan’da yeni bir Nur medresesi açmak için
Sungur’un veya onun gönderdiği bir Nur Talebesinin,
o maksatla oraya gitmesi yetti.

Neticede,
kısa zamanda Bakü başta olmak üzere Azerbaycan’ın çeşitli şehirlerinde, kasabalarında onlarca Nur medresesi açıldı
ve her birinde yüzlerce insanın iştirak ettiği Nur dersleri yapılmaya başlandı.
Rusya,
Tiflis’ten ve Azerbaycan’dan ibaret değildi elbette.
Mustafa Sungur da oralarla iktifa etmedi.
Oradan ata yurdu Orta Asya’ya açıldı
ve Sovyetlerin çöküşünden sonra hürriyetlerine kavuşan Türkmenistan’da, Özbekistan’da, Tacikistan’da
ve diğer Türk cumhuriyetlerinde ard arda Nur medreseleri açtı.

Bu hamleler neticesinde Kafkaslar ve Orta Asya da birer hizmet merkezi hâline geldiği için,
Türkiye’de yetişen bazı Nur Talebeleri
oralara gidip yeni Nur müdebbirleri yetiştirdiler
ve her milletin, kendi hizmetine sahip çıkmasını sağladılar.

Artık sıra Rusya’ya gelmişti.
Oraya giden Nur Talebeleri, önce Tatarlara anlattılar Risâle-i Nurları.
Onların gayreti ve Sungur’un desteğiyle Moskova’nın Müslüman mahallelerinden birinde açılan Nur medresesini çok geçmeden başkaları takip etti.
Sovyetler Birliği’ndeki hizmet sahası,
büyük deccalın ve âvenelerinin, yıllarca maddî mânevî tahribat yaptıkları yerlerdi. Devlet kademelerinde
ve cemiyetin müessir yerlerinde de hâlâ pek çok mensupları faaliyet hâlindeydi.
Bu yüzden Rusya’da Risâle-i Nurların intişarı pek kolay olmamakla birlikte,
Nur Talebeleri, Süfyan tabir edilen İslâm deccalının ülkesindeki kadar büyük engellerle de karşılaşmadılar.
Gerçi orada da Said Nursî’nin bazı eserleri zararlı neşriyat tevehhüm edilerek yasaklanmak istendi,
bazı Nur Talebelerinin faaliyetleri engellenmeye çalışıldı ise de birkaç mahallin dışında medreseler basılmadı, kitap okuyanlar hapse atılmadı, bütün risâleler toplatılmadı.
Bazı yerlerde Nur Talebeleri mahkemelere sevk edilip risâleler bilirkişilere inceletilmeye başlanınca,
Rus aydınları ve gazeteleri ekseriyet itibariyle bu gibi yasaklama ve engelleme teşebbüslerine karşı çıktılar.
Türkiye’de, ancak elli yılda alınabilen mesafe Rusya’da on yılda aşıldı.
Hâl-i hazırda bazı yerlerde mahkemeler devam ediyorsa da Özbekistan’ın dışındaki ülkelerde Nur medreselerindeki hizmetlere
ve Nurların matbaalardaki neşriyatına pek müdahale yok.
Bediüzzaman Rusya’nın geleceğini,
“Dinsiz bir millet yaşamaz.
Rusya dinsiz kalamaz, geri dönüp Hıristiyan da olamaz.
Olsa olsa küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikata dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’ân ile bir musalâha veya tâbi olabilir”
sözleri ile tebşir etmişti.
Şimdi,
Rusya’da; Mustafa Sungur’un gayretleriyle harekete geçen Türk,
Tatar, Rus, Azerî, Türkmen, Özbek, Tacik, Gürcü, Abaza, Çeçen, Çerkez ve sair mahallî ırklara mensup Nur Talebeleri,
o musalaha ve tebaiyetin zeminini hazırlıyorlar.
Bir gün
“Sungur, bende öyle hastalıklar var ki, bir tanesi sende olsa yerinden kalkamazsın”
demişti Said Nursî. (…) seksenini aşan Sungur’da öyle hastalıklar var ki,
bir tanesi herhangi bir insanda olsa, o kişi yerinden kalkamaz(dı).
Buna rağmen o yerinde durmuyor(du). Üstadı gibi hastalıklara meydan okuyarak hizmet ediyor(du).
“Üstadla hayatının sonuna kadar beraber olmuş bu zat,
Üstadın vefatından otuz sene sonra bile sanki o anda onunla beraber yaşıyor gibi hatıraları capcanlı.
Her fırsatta Üstaddan bahsediyor, sözleri saf bal gibi akıyor.
Aramızda lisân engeli olmasına rağmen konuşması hiçbir usanç vermiyor.
Çünkü o dil ile konuşmuyor. Açılan kalbinin kanatları ile konuşuyor.
Şevkinde, Üstada olan sevgi ve saygısının derinliği her hâlinden okunuyor.”
(İslâm Yaşar’ın “Nur Talebeleri – Güneşin Renkleri” kitabından alınmıştır)
Burada bahsedilen,
Birinci nur;
Bedîüzzaman r.a, bunun gerçek manasının bir nevi
Medreset’üz-Zehrâ’yı da temsil eden
ve sadece İslâm âlemini değil bütün insanlığı kuşatan
Risâle-i Nur olduğunu açıklamıştır.
İkinci nur;
, ‘İslâm uyandı ve uyanıyor. Fenalığı fena, iyiliği iyi olarak gördüler’’
ifadesini kullanan Eski Saîd’in hiss-i kablelvuku’ ile
1371’de başta Arab Devletleri,
Âlem-i İslâm’ın ecnebi esâretinden ve istibdâdından kurtulup
İslâmî Devletler teşkil edeceklerini, kırk beş sene evvel haber vermesidir.
“Çok zamandan beri esâret altında kalmış
ve istiklâliyetini kaybetmiş Hindistan, Arabistan gibi
âlem-i İslâm’ın büyük memleketleri birer devlet-i İslâmiye şeklinde;
Hind’de yüz milyon bir devlet-i İslâmiye (Pakistan’ın kasd ediyor),
Java’da elli milyondan ziyâde bir devlet-i İslâmiye
(Endonezya’yı kasd ediyor)
ve Arabistan’da dört-beş hükûmet (henüz o tarihte var olmayan
Suudi Arabistan, Ürdün, Irak, Suriye, Lübnan, Yemen,
Mısır ve Körfez Ülkelerini kasd ediyor) bir Cemâhir-i Müttefika gibi,
Arap birliği ile İslâm birliğini birleştirmesindeki âlem-i İslâm’ın
bu büyük bayramının mukaddemesini…”(tarihçe-i hayat)

Üçüncü Nur:
Üstâd’ın sözlerini yorumlayan Zübeyir Gündüzalp
Bu konu da şu manayı haykırmaktadır:
“Ecnebilerin, canavarlar gibi yaptıkları muamele ve zulümler,
İslâm dünyasında,
hürriyet ve istiklal ve İttihâd-ı İslâm cereyanını da hızlandırmıştır.
Nihayet, müstakil İslâm devletlerinin teşkilini intac etmiştir.
İnşâallahü Teâlâ,
Cemâhir-i Müttefika-i İslâmiye
(Birleşik İslâm Cumhuriyetleri) de
meydana gelecek ve İslâmiyet,
dünyaya hâkim ve hükümran olacaktır.
Rahmet-i İlahîden kuvvetle ümid ve niyaz ediyoruz.”
Demekle, ittihad-ı islam anlamına gelen,
Cemâhir-i Müttefika-i İslâmiye (Birleşik İslâm Cumhuriyetleri)nın kurulmasıdır!..
Burada birinci zulmet,
Çarlık Rusya’sının 1917 yılında Bolşevik İhtilali ile yıkılışı
ve sonrasında Sovyetlerin dağılması olsa gerektir.
İkinci zulmet,
Kominizmin ve Faşizimin yıkılıp dağılması deccaliyetin temellerinin sarsılmasıdır
Üçüncü zulmet de,
inşallah Rusya’nın dağılarak
oradaki ve dünyadaki mazlum Müslümanların hürriyetlerine kavuşup
Cemâhir-i Müttefika-i İslâmiye’nin
(Birleşik İslâm Cumhuriyetleri) bir parçası haline gelmeleridir!..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Yorumlar

  1. avatar
    HÜSEYİN HUTOĞLU

    TİFLİSTE İLK NUR MEDRESESİNİ AÇAN SUNGUR AĞBİ DEĞİL 1991 YILINDA SUNGUR AĞBİNİN İSTEĞİ ÜZERİNE ORAYA GİDİP ŞEYH SANAN TEPESİNDEN BAKIP VAZİSUBHANİ DİYE BİR SEMTTE İLK NUR MEDRESESİNİ AÇAN RİZELİ NUR TALEBESİ MURAT HUTOĞLU DUR.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Nasıl Bir Ay Geldi Bize?

NASIL BİR AY GELDİ BİZE? Dr. Osman ARSLAN Ramazan, bir ‘kavramlar dünyası’na sahiptir. Şemsiyesi altında …

Kapat