Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR'DAN / “Bu Dehşetli Tahrib Edicilere Karşı, Ancak İttihad-ı İslâm Dayanabilir”

“Bu Dehşetli Tahrib Edicilere Karşı, Ancak İttihad-ı İslâm Dayanabilir”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yahudi Milleti ve İttihad-İslam

 

(Bu Dehşetli Tahrib Edicilere Karşı, Ancak ve Ancak Hakikat-i Kur’aniye Etrafında İttihad-ı İslâm Dayanabilir)

 

  Bir gün olur elbette doğar şems-i hakikat

   Hiç böyle müebbed mi kalır zulmet-i âlem.

Sünuhat – 61

 

   Bu mülhid mütecavizler, haddini tecavüz etmeye başladılar. Artık tecavüzün bu derecesi fazladır. Bu itibarla muazzam bir bârika-i hakikatın zuhuru yaklaştığı iman ve itikadı, bizi teselli ediyor. Ne zaman ki, tahribat ve istibdad haddini aştı, uçurum kendini gösteriyor. “Büyük felâketler, güler yüzlü intibahlar doğurur” derler ki, pek musîb bir söz.

   Herhangi bir hükûmet zulmü ve istibdadı artırdı, mazlum milletler istiklalini kazanıyor.

   Şu asırda dinsizlik ve tahribat fazlalaştı. İnşâallah mazlum ve masum ehl-i imanın yüzü gülecek.

   Parlak bir hakikat güneşi tulû’ edecek.

Barla L. – 223

 

   Evet o ecnebilerin, canavarlar gibi yaptıkları muamele ve zulümler, İslâm dünyasında, hürriyet ve istiklal ve ittihad-ı İslâm cereyanını da hızlandırmıştır.

   Nihayet, müstakil İslâm devletlerinin teşkilini intac etmiştir.

   İnşâallahü Teâlâ, Cemahir-i Müttefika-i İslâmiye de meydana gelecek ve İslâmiyet, dünyaya hâkim ve hükümran olacaktır.

   Rahmet-i İlahîden kuvvetle ümid ve niyaz ediyoruz.

Sözler – 771

 

   Âdil ve Hakîm-i Mutlak’ın Rahman ve Rahîm ismine kasem ederim:

   Nev’-i beşer, şer ve kubh ve bâtılı, zahmetsiz yani (biselâmeti’l-emr) ile hazmedemeyecektir.

   Hem de hikmet-i İlahiye müsaade etmeyecektir.

Muhakemat – 41

 

   Nur talebesi kardeşlerime söylüyorum:

   “Nerede olursa olsun siyonizme karşı mücadele etsinler.”

   Komünizmin icadçıları yalnız Yahudilerdir.

Tarihçe-i Hayat – 719

 

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

وَ ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ

  Âyet-i celilesinin bir nüktesi.

   Aziz Nur kumandanı ve Kur’anın hâdimi kardeşim Re’fet Bey!

   Yahudi milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeğe müstehak olmuşlar.

   Fakat bu Filistin mes’elesinde, hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki Enbiya-i Benî-İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından çabuk tokat yemiyorlar.

   Yoksa koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti.

  Said Nursî

Şualar – 507

 

   “Yakın bir istikbalde kahhar bir el size cezanızı tamamen vermekle, masumların intikamını alacaktır.”

Barla L. – 207

 

يُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْ

   Benî-İsrail’in oğullarının kesilip, kadın ve kızlarını hayatta bırakmak; bir Firavun zamanında yapılan bir hâdise unvanıyla, Yahudi milletinin ekser memleketlerde her asırda maruz olduğu müteaddid katliamları, kadın ve kızları hayat-ı beşeriye-i sefihanede oynadıkları rolü ifade eder.

وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍ ٭ وَتَرٰى كَث۪يرًا مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ٭ وَيَسْعَوْنَ فِى الْاَرْضِ فَسَادًا وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ ٭ وَقَضَيْنَٓا اِلٰى بَن۪ٓى اِسْرَٓائ۪يلَ فِى الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِى الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ ٭ وَلَا تَعْثَوْا فِى الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ

   Yahudilere müteveccih şu iki hükm-ü Kur’anî, o milletin hayat-ı içtimaiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müdhiş düstur-u umumîyi tazammun eder ki:

   Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y ü ameli, sermaye ile mübareze ettirip fukarayı zenginlerle çarpıştıran, muzaaf riba yapıp bankaları tesise sebebiyet veren ve hile ve hud’a ile cem’-i mal eden o millet olduğu gibi;

mahrum kaldıkları ve daima zulmünü gördükleri hükûmetlerden ve galiblerden intikamlarını almak için her çeşit fesad komitelerine karışan ve her nevi ihtilale parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor.

   Meselâ: فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ  Eğer doğru iseniz, mevti isteyiniz. Hiç istemeyeceksiniz.”

   İşte meclis-i Nebevîde küçük bir cemaatin cüz’î bir hâdise unvanıyla, milel-i insaniye içinde

hırs-ı hayat ve

havf-ı mematla

en meşhur olan millet-i Yehud’un tâ kıyamete kadar lisan-ı halleri, mevti istemeyeceğini ve hayat hırsını bırakmayacağını ifade eder.

   Meselâ:

ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ

   Şu unvanla o milletin mukadderat-ı istikbaliyesini umumî bir surette ifade eder.

   İşte şu milletin seciyelerinde ve mukadderatında münderic olan şöyle müdhiş desatir içindir ki,

Kur’an onlara karşı pek şiddetli davranıyor.

   Dehşetli sille-i te’dib vuruyor.

Sözler – 402

 

   “Şu istikbal zulümatı ve inkılâbları içerisinde en gür ve en muhteşem sadâ, Kur’anın sadâsı olacaktır!”

Tarihçe-i Hayat – 145

 

   Yeis; ümmetlerin, milletlerin “seretan” denilen en dehşetli bir hastalığıdır.

   Ve kemalâta mani ve

اَنَا عِنْدَ حُسْنِ ظَنِّ عَبْد۪ى ب۪ى

hakikatına muhaliftir; korkak, aşağı, âcizlerin şe’nidir, bahaneleridir. Şehamet-i İslâmiyenin şe’ni değildir.

   Hususan Arab gibi nev’-i beşerde medar-ı iftihar yüksek seciyelerle mümtaz bir kavmin şe’ni olamaz.

   Âlem-i İslâm milletleri Arab’ın metanetinden ders almışlar.

   İnşâallah yine Arablar ye’si bırakıp İslâmiyet’in kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesanüd, ittifak ile el ele verip Kur’an’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerdir.

Tarihçe-i Hayat – 95

  

   Acaba istikbale karşı ehl-i iman ve İslâm için böyle maddî ve manevî terakkiyata vesile ve kuvvetli, sarsılmaz esbab varken ve demiryolu gibi istikbal saadetine yol açıldığı halde, nasıl me’yus olup ye’se düşüyorsunuz ve âlem-i İslâmın kuvve-i maneviyesini kırıyorsunuz?

   Ve yeis ve ümidsizlikle zannediyorsunuz ki, dünya herkese ve ecnebilere terakki dünyasıdır, fakat yalnız bîçare ehl-i İslâm için tedenni dünyası oldu diye pek yanlış bir hataya düşüyorsunuz.

   Madem meylü’l-istikmal (tekâmül meyli) kâinatta fıtrat-ı beşeriyede fıtraten dercedilmiş.

   Elbette beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa;

istikbalde hak ve hakikat, âlem-i İslâm’da nev’-i beşerin eski hatiatına keffaret olacak bir saadet-i dünyeviyeyi de gösterecek inşâallah…

   Evet bakınız, zaman hatt-ı müstakim üzerine hareket etmiyor ki, mebde ve müntehası birbirinden uzaklaşsın. Belki küre-i arzın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazan terakki içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazan tedenni içinde kış ve fırtına mevsimini gösterir.

   Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev’-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşâallah.

   Hakikat-i İslâmiyenin güneşi ile, sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi, rahmet-i İlahiyeden bekliyebilirsiniz.

Hutbe-i Şamiye – 36

 

   Meşveret-i şer’iyeden aldığım ders budur: Şu zamanda bir adamın bir günahı, bir kalmıyor. Bazan büyür, sirayet eder, yüz olur.

   Bir tek hasene bazan bir kalmıyor. Belki bazan binler dereceye terakki ediyor. Bunun sırr-ı hikmeti şudur:

   Hürriyet-i şer’iye ile meşveret-i meşrua, hakikî milliyetimizin hâkimiyetini gösterdi. Hakikî milliyetimizin esası, ruhu ise İslâmiyet’tir.

   Ve hilafet-i Osmaniye ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibariyle, o İslâmiyet milliyetinin sadefi ve kal’ası hükmünde Arab ve Türk hakikî iki kardeş, o kal’a-i kudsiyenin nöbettarlarıdırlar.

   İşte bu kudsî milliyetin rabıtasıyla, umum ehl-i İslâm bir tek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin efradı gibi İslâm taifeleri de, birbirine uhuvvet-i İslâmiye ile mürtebit ve alâkadar olur. Birbirine manen, lüzum olsa maddeten yardım eder.

   Güya bütün İslâm taifeleri bir silsile-i nuraniye ile birbirine bağlıdır.

   Nasılki bir aşiretin bir ferdi bir cinayet işlese, o aşiretin bütün efradı, o aşiretin düşmanı olan başka aşiretin nazarında müttehem olur. Güya herbir ferd o cinayeti işlemiş gibi, o düşman aşiret onlara düşman olur. O tek cinayet, binler cinayet hükmüne geçer. Eğer o aşiretin bir ferdi o aşiretin mahiyetine temas eden medar-ı iftihar bir iyilik yapsa, o aşiretin bütün efradı onunla iftihar eder. Güya herbir adam, aşirette o iyiliği yapmış gibi iftihar eder.

   İşte bu mezkûr hakikat içindir ki, bu zamanda, hususan kırk-elli sene sonra seyyie, fenalık işleyenin üstünde kalmaz. Belki milyonlar nüfus-u İslâmiyenin hukuklarına tecavüz olur. Kırk-elli sene sonra çok misalleri görülecek.

   Ey bu sözlerimi dinleyen bu Câmi-i Emevî’deki kardeşler ve kırk-elli sene sonra Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvan-ı Müslimîn!

   “Biz zarar vermiyoruz, fakat menfaat vermeğe iktidarımız yok, onun için mazuruz.” diye böyle özür beyan etmeyiniz.

   Bu özrünüz kabul değil.

   Tenbelliğiniz ve “Neme lâzım” deyip çalışmamanız ve ittihad-ı İslâm ile, milliyet-i hakikiye-i İslâmiye ile gayrete gelmediğiniz, sizler için gayet büyük bir zarar ve bir haksızlıktır.

   İşte seyyie böyle binlere çıktığı gibi, bu zamanda hasene -yani İslâmiyetin kudsiyetine temas eden iyilik- yalnız işleyene münhasır kalmaz. Belki o hasene, milyonlar ehl-i imana manen faide verebilir. Hayat-ı maneviye ve maddiyesinin rabıtasına kuvvet verebilir.

   Onun için “Neme lâzım” deyip kendini tenbellik döşeğine atmak zamanı değil!..

    Ey bu câmi’deki kardeşlerim ve kırk-elli sene sonraki Âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki ihvanlarım! Zannetmeyiniz ki, ben bu ders makamına size nasihat etmek için çıktım. Belki buraya çıktım, sizde olan hakkımızı dava ediyoruz. Yani Kürd gibi küçük taifelerin menfaatı ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük ve muazzam taife olan Arab ve Türk gibi hâkim üstadlarla bağlıdır.

   Sizin tenbelliğiniz ve füturunuz ile biz bîçare küçük kardeşleriniz olan İslâm taifeleri zarar görüyoruz.

   Hususan ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiş veya gelecek olan Arablar! En evvel bu sözler ile sizinle konuşuyorum. Çünki bizim ve bütün İslâm taifelerinin üstadlarımız ve imamlarımız ve İslâmiyet’in mücahidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk Milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler.

   Onun için tenbellikle günahınız büyüktür.

   Ve iyiliğiniz ve haseneniz de gayet büyük ve ulvîdir.

   Hususan kırk-elli sene sonra Arab taifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeğe, esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i arzın nısfında, belki ekserîsinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlahiyeden kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa, inşâallah nesl-i âti görecek.

   Sakın kardeşlerim! Tevehhüm, tahayyül etmeyiniz ki, ben bu sözlerimle siyasetle iştigal için himmetinizi tahrik ediyorum. Hâşâ! Hakikat-i İslâmiye bütün siyasâtın fevkindedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir. Hiçbir siyasetin haddi değil ki, İslâmiyeti kendine âlet etsin.   

   Ben kusurlu fehmimle şu zamanda, heyet-i içtimaiye-i İslâmiyeyi çok çark ve dolapları bulunan bir fabrika suretinde tasavvur ediyorum.

   O fabrikanın bir çarkı geri kalsa, yahut bir arkadaşı olan başka bir çarka tecavüz etse, makinenin mihanikiyeti bozulur.

   Onun için ittihad-ı İslâmın tam zamanı gelmeye başlıyor.

   Birbirinizin şahsî kusurlarına bakmamak gerektir.

 

   Bunu da teessüf ve teellüm ile size beyan ediyorum ki: Ecnebilerin bir kısmı, nasıl kıymetdar malımızı ve vatanlarımızı bizden aldılar. Onun bedeline çürük bir fiat verdiler.

   Aynen öyle de, yüksek ahlâkımızı ve yüksek ahlâkımızdan çıkan ve hayat-ı içtimaiyeye temas eden seciyelerimizin bir kısmını da bizden aldılar. Terakkilerine medar ettiler. Ve onun fiatı olarak bize verdikleri sefihane ahlâk-ı seyyieleridir, sefihane seciyeleridir.    

   Meselâ:

   Bizden aldıkları seciye-i milliye ile, bir adam onlarda der: “Eğer ben ölsem milletim sağ olsun. Çünki milletimin içinde bir hayat-ı bâkiyem var.” İşte bu kelimeyi bizden almışlar ve terakkiyatlarında en metin esas da budur. Bizden hırsızlamışlar. Bu kelime ise, din-i haktan ve iman hakikatlarından çıkar.

   O bizim, ehl-i imanın malıdır.

   Halbuki ecnebilerden içimize giren pis ve fena seciye itibariyle bir hodgâm adam bizde diyor: “Ben susuzluktan ölsem, yağmur hiçbir daha dünyaya gelmesin. Eğer ben görmezsem bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun.”

   İşte bu ahmakane kelime dinsizlikten çıkıyor, âhireti bilmemekten geliyor. Hariçten içimize girmiş, zehirliyor.

   Hem o ecnebilerin bizden aldıkları fikr-i milliyetle bir ferdi, bir millet gibi kıymet alıyor.

   Çünki bir adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir.

   Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.

   Bazılarımızdaki dikkatsizlikten ve ecnebilerin zararlı seciyelerini almamızdan, kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetimizle beraber herkes “nefsî! nefsî” demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle -menfaat-i şahsiyesini düşünmekle- bin adam, bir adam hükmüne sukut eder.

ﻣَﻦْ ﻛَﺎﻥَ ﻫِﻤَّﺘُﻪُ ﻧَﻔْﺴُﻪُ ﻓَﻠَﻴْﺲَ ﻣِﻦَ ﺍْﻟﺎِﻧْﺴَﺎﻥِ ﻟِﺎَﻧَّﻪُ ﻣَﺪَﻧِﻰٌّ ﺑِﺎﻟﻄَّﺒْﻊِ

    Yani: Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Çünki insanın fıtratı medenîdir. Ebna-i cinsini mülahazaya mecburdur.

   Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir. Meselâ: Bir ekmeği yese kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri manen öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi bir postla yaşıyamadığından ebna-i cinsiyle fıtraten alâkadar olduğundan ve onlara manevî bir fiat vermeğe mecbur bulunduğundan fıtratıyla medeniyetperverdir.

   Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden, insanlıktan çıkar, masum olmayan câni bir hayvan olur.

   Birşey elinden gelmese, hakikî özrü olsa o müstesna!.

Hutbe-i Şamiye – 54

 

   Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan zındıka ve dinsizlik ve anarşilik ve maddiyyunluğa karşı yalnız ve yalnız tek bir çare var:

   O da Kur’an’ın hakikatlarına sarılmaktır.

   Yoksa koca Çin’i, az bir zamanda komünistliğe çeviren musibet-i beşeriye; siyasî, maddî kuvvetler ile susmaz.

   Yalnız onu susturan hakikat-i Kur’aniyedir.

   Rehber Risalesindeki Leyle-i Kadir mes’elesi; şimdi hem Amerika, hem Avrupa’da eseri görülüyor.

  Onun için şimdiki bu hükûmetimizin hakikî kuvveti, hakaik-i Kur’aniyeye dayanmak ve hizmet etmektir.

   Bununla ihtiyat kuvveti olan üçyüz elli milyon uhuvvet-i İslâmiye ile ittihad-ı İslâm dairesinde kardeşleri kazanır.

   Eskiden Hristiyan devletleri bu ittihad-ı İslâma tarafdar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için; hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur’ana ve ittihad-ı İslâma tarafdar olmağa mecburdurlar.

Emirdağ L. -2 – 54

 

   Şimdi milletin arzusuyla şeair-i İslâmiyenin serbestiyetine vesile olan Demokratlar, hem mevkilerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek çare-i yegânesi; ittihad-ı İslâm cereyanını kendine nokta-i istinad yapmaktır. Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla mani olurdular.

   Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil; belki muhtaçtırlar.

   Çünki komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik; doğrudan doğruya anarşistliği intac ediyor.

    Ve bu dehşetli tahrib edicilere karşı, ancak ve ancak hakikat-i Kur’aniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir.

  Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmağa vesile olduğu gibi, bu vatanı istila-yı ecanibden ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur.

   Ve bu hakikata binaen Demokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikata istinad edip komünist ve masonluk cereyanına karşı vaziyet almaları zarurîdir.

Emirdağ L.-2 – 24

 

   Bu hakikat için, elbette bu yarım bürhanımız netice veriyor ki, âhirette Cennet ve Cehennem’in zarurî vücudları gibi, hayır ve hak din istikbalde mutlak galebe edecektir. Tâ ki, nev’-i beşerde dahi sair neviler gibi hayır ve fazilet galib-i mutlak olacak. Tâ beşer de sair kâinattaki kardeşlerine müsavi olabilsin ve sırr-ı hikmet-i ezeliye nev’-i beşerde dahi takarrur etti denilebilsin.

   Elhasıl Madem mezkûr kat’î hakikatlarla bu kâinatta en müntehab netice ve Hâlık’ın nazarında en ehemmiyetli mahluk beşerdir. Elbette ve elbette ve hayat-ı bâkiyede Cennet ve Cehennem’i, bilbedahe beşerdeki şimdiye kadar zalimane vaziyetler Cehennem’in vücudunu ve fıtratındaki küllî istidadat-ı kemaliyesi ve kâinatı alâkadar eden hakaik-i imaniyesi, Cennet’i bedahetle istilzam ettiği gibi;

her halde iki harb-i umumî ile ve kâinatı ağlattıran cinayetleri ve yuttuğu zakkum şerlerini hazmetmediği için kustuğu ve zeminin bütün yüzünü pislendirdiği vaziyetiyle, beşeriyeti en berbad bir dereceye düşürüp bin senelik terakkiyatını zîr ü zeber etmek cinayetini beşer hazmetmeyecek.

   Her halde çabuk başında bir kıyamet kopmazsa, hakaik-i İslâmiye, beşeri esfel-i safilîn derece-i sukutundan kurtarmaya ve rûy-i zemini temizlemeğe ve sulh-u umumîyi temin etmeğe vesile olmasını Rahman-ı Rahîm’in rahmetinden niyaz ediyoruz ve ümid ediyoruz ve bekliyoruz.

Hutbe-i Şamiye – 42

 

   Hem de itikadımdır ki: İstikbale hüküm sürecek ve her kıt’asında hâkim-i mutlak olacak yalnız hakikat-i İslâmiyettir.

   Evet saadet-saray-ı istikbalde taht-nişin hakaik ve maarif yalnız İslâmiyet olacaktır. Onu fethedecek yalnız odur; emareler görünüyorlar…

Muhakemat – 9

 

   Size kat’iyyen ve çok emarelerle ve kat’î kanaatımla beyan ediyorum ki;

gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükûmet, âlem-i İslâm’a ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak;

mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, mefahir-i tarihiyesini onun ibrazıyla gösterecektir.

  Said Nursî

Emirdağ L-1 – 78

 

   Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hükûmet ne şekilde olursa olsun, Risale-i Nur’a eşedd-i ihtiyaçla muhtaçtırlar.

   Değil korkmak veyahut adavet etmek, en dinsizleri de onun dindarane, hakperestane düsturlarına tarafdar olmak gerektir.

Kastamonu L. – 241

 

   Evet Risale-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu Cebel-i Cudi hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tufanından kurtulmasına bir sebebdir.

   Çünki za’f-ı imandan gelen tuğyan, ekser musibet-i âmmeyi celbettiği gibi;

imanı fevkalâde kuvvetlendiren Risale-i Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmağa rahmet-i İlahiye tarafından vesile oldu.

Kastamonu L. – 131

 

***

 

zalimlerin tasallutu ve belaların nüzulü, bazı hususî dualara vakittir.

   Bu vakitler bâki kaldıkça, o namazlar, o dualar yapılır.

   Eğer bu vakitlerde dünyevî maksadlar hasıl olursa, zâten nurun alâ nur.

   Ve illâ, icabet duaya iktiran etmedi, diyemezsin. Ancak, henüz vakit inkıza etmemiş, duaya devam lâzımdır, diyebilirsin.

   Çünki o maksadlar duaların mukaddemesidir, neticesi değillerdir.

Mesnevi-i Nuriye – 225

 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

“Bu sene Leyle-i Kadri iki gece yap.”

(SABRİ’NİN MEKTUBUNUN BİR PARÇASIDIR) Üstadım efendim! Rahatsızlığınız anında oradaki menba-ı Nur’un mücahidleri bir saat mesai-i …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kulluğun Büyük Sırrı: Dua 

Kulluğun Büyük Sırrı: Dua   Said Nursî’nin ifadesiyle dua, kulluğun büyük bir sırrıdır; kulluğun ruhu …

Kapat