Budanmayan ağaç meyve vermez
Budanık mısınız?
Salkım saçak dalların arasından geçer, geniş yaprakların arasında, büyük tebessümleriyle gizlenen üzüm salkımlarından en beğendiklerimizi torbamıza doldurur, sonra da bağ evine gider, ordaki terazide üzümlerimizi kendimiz tartıp parasını öderdik bağcıya…
Bahar derinden derine solumaya başlarken, acaba üzüm bağı ne halde
diye merak ettim; göresim geldi…
Aman Allah’ım!.. O ne?.. Daha koyu kırmızıya boyanmış bağ evinin
yanına geldiğimde sızladı içim. Çünkü bağ perişandı!..
Geldiğime geleceğime pişman oldum…
-Hoş geldin, dedi bağcı…
-Ne yaptınız böyle, dedim ben…
-Ne oldu ki?.. Diye şaşırdı bağcı. Ben;
-Böyle cânım bir yer bu hale getirilir mi? Yazık değil mi bu yüzlerce ağaca?.. Bari üç beş tanesini bıraksaydınız da dalından üzüm koparabilseydi yine çocuklar…
Tebessüm eden bağcının peşinde yürüyordum şimdi… Kesilmiş üzüm
ağaçlarının bulunduğu kısma kadar geldik. Yerde, dizlerimize kadar
bir yükseklikten kesilmiş ağaçların kökleri vardı… Fakat dikkat ettiğim şu oldu ki; geçen sene de yaprakların arasından gördüğüm sağlam beton direkler, muntazam sıralar halinde kıpırdamadan duruyordu… Bir de, uzaktan farkedilemeyecek incelikte teller, her direkten bir diğerine bağlanıyor, ve de ayrıca bu köklere iniyordu…
Aydınlanmaya başlıyordu zihnim!..
Çöktü birinin başına bağcı, ben de çöktüm…
-Bak, dedi… Küçücük filizleri sanki okşar gibi, ama uçlarına
dokunmadan… Bak, bunlar büyüyecek ve kendilerine uzatılan şu
tellerden tırmanıp direklere sarılacak… Sonra da çoluk çocuk, insan
hayvan bu dalların meyvelerinden yiyecek…
-Peki niye bu kadar kesiyorsunuz?..
-Budanmayan ağaç meyve vermez ki, dedi.
O günden sonra hep ağaçlarda gözüm…
Bahçelere bakıyorum, bağlara bakıyorum; artık niye bu kadar dallarını
kesiyorlar ağaçların, niye çiçekleri perişan ediyorlar, diye
kızmıyorum…
Hatta öyle ki;
Bir zamanlar çok sorguladığım zaman dilimine; yani kendi yaşadığım
yıllara bile bakış açım değişti…
Kimse görmeden kalınlaştırmış olduğum dallarımın nasıl da acımasızca
kesilmiş olduğuna… Çoğu zaman istemediğim yönlerimden, uzaktan
farkedilemeyecek incelikteki tellerle bağlanmış olduğuma… Bazen
fazla ışık, bazen yoğun su, bazen de kuvvetli gübre ile
desteklendiğime kafamı takmıyor, kızmıyorum artık…
İyi ki o gün o bağa uğramışım…
Çünkü o günden beri bağcının o sözleri hiç aklımdan çıkmıyor…
Budanmayan ağaç meyve vermez ki, diyor…
Budanmayan ağaç meyve vermez ki!
“(Hâfız Ali’nin bir fıkrasıdır ki küçük bir mes’elede, “Gücendin mi?” diye istifsar münasebetiyle yazılmıştır)
Eyyühe-l Üstad-ül Muhterem!
Hayatımın her safhasından kıymetli ve o hayatı, pervane-misal, bir emrinin infazına ateşte yakmağa her an hazır olduğum kıymetli Üstadım!
Evet değil böyle hakikat uğrunda, hattâ bir kıymetli hediyeyi ihsan eden Padişah-ı Zîşan için, o hediyeyi sarfetmekte tereddüd edilmez.
Öyle de Üstadım, bize emanet olarak ve ne zaman alınacağı meçhul olan hayatın ve her zaman emrine âmâde ve hazır olduğum Cenab- ı Mün’im’in, o emanet üzerine ne gibi emri vaki’ olsa, inşâallah bilâ-tereddüd emanetini iadeye hazırız.
Madem siz, o Padişah-ı Bîzeval’in kurbiyet-i İlahiyesinde, aynı emrini tebliğe memur bulunuyorsunuz;
öyle ise, hem mübarek sözünüz hak ve aynı rahmettir.
Hem Efendim bahçıvan-misal fidanları büyütmek üzere, hayvanat- ı muzırranın taarruzundan bir an evvel kurtarmak için, aşağı dallar kesilir ki; tâ yükselsin. O fidanların hiç bir cihetle hakları yoktur ki, “Bizi tımar eden ve hayatımıza sebeb olan, bizi bazan rencide ediyor” diyemezler. Zira hal-i asılları ile kalsaydılar, bir muzır hayvan dahi koparacaktı ve topraktaki kökü de tefessüh edecekti, yok olacaktı.
Evet Üstadım, mübalağasız, pür-kusurlukta mislim olmadığını
nefsime bile bazan kabul ettirdiğim yalnız pür-zünub talebenizi;
dizlerime değil, belime değil, boğaz çukuruma değil, belki de boyumdan aşan ve belki dâhilimin de siyah çamurlara mezcolduğu ve tefessüh etmeye başladığı bir zamanda Hızır gibi yetişip ve misl-i Lokman, Kur’an-ı Hakîm’in şifahanesinden lemaan eden mualecelerle, tedaviye başladınız. Hayat ismine lâyık bir hayat bahşına vesilesiniz. O hayatı ihsan edene ve vesile olan uğruna, o hayatı ifna etmemek (Haşiye) kâr-ı akıl değildir.
Hem bir hasta, ameliyata muhtaç olduğunu bilmelidir. Ve hastasını gece gündüz tedavi altında bulunduran eczacıya karşı yüzbinlerle teşekkür ve o eczacıya eczahaneyi teslim eden Hakîm-i Pür-kemal, Kadîr-i Bîmisal Hazretlerine nihayetsiz hamd ü şükre borçluyuz. Ve bu borcumu îfa edemediğimden pek mükedderim. Allahü Teâlâ sizden ebeden razı olsun.
Hâfız Ali (R.H.)
(Haşiye): Benim bedelime şehid olacağını hissetmiş. Kuvvet-i ihlasın kerameti olarak haber veriyor. Haber verdiği gibi şehid oldu.
- Peygamber Efendimizin Yaşında Vefat Etme Duası Kabul Olunan Doktor: Sadullah NUTKU - 28 Haziran 2020
- “Benim Şefik’im İçmez!” - 20 Aralık 2019
- Merhum Taha Gültekin Hocaefendi ve Müjdeli Rüyası - 31 Ekim 2019
- Efendimizin Emrettiği Dokuz Haslet - 23 Nisan 2019
- Süleyman Hilmi Tunahan Efendi ve Bediüzzaman Hazretleri - 14 Nisan 2019
- Ülfeti Kaldıran ve İman Kurtaran Eser - 10 Mart 2019
- Kur’an Her Derde Devadır - 2 Şubat 2019
- Bir Suale Muhtasar Bir Cevap - 3 Ocak 2019
- Evlatlarımız için güzel bir dua / Ahmet KATIN - 25 Haziran 2018
- Haramlar neden var? / Ahmet KATIN - 12 Şubat 2018