Can Kulağıyla Dinlemek

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazan: Cânân CEHRİ AKYOL

Sadra şifa veren her söz, iyi bir anlamanın sonucudur. Bizi iyi anlayan birinin sözü… Hani bazen o konuştukça ferahladığımız, en gizli hazinelerimizi yeni baştan keşfettiğini hissettiğimiz, meramımı anlamış dediğimiz söz üstatları vardır ya, aslında onlar “dinlemenin üstadı”dırlar. Kelamımızı, arkasında muhafaza ettiğimiz hissiyatı tüm varlıklarıyla dinleyenlerdir onlar. Cenab-ı Hak, insana nutuk kabiliyetini verirken hemen yanı başına sükût kabiliyetinin kaynağını yerleştirmemiş mi? O güzel emaneti, kulakları… Öyleyse nutuk kabiliyetinin inkişafı, sözde üstat olmak biraz sükûttan, anlamlı ve değerli bir sükûttan geçiyor demek ki… Dinlemekten…

İçinde dinlemenin olmadığı, sözün seyrine ve gayesine hâkimiyet kurulmak istendiği, kelamın yegâne sahip olma hırsının bir araç hâline geldiği her konuşma sadece “konuşma” olarak kalmaya mahkûmdur. Bu konuşma maalesef “sohbet” derecesine ulaşamaz. “Kendini ifade etmek” hırsa dönüştüğü, hep anlatayım, kelam benim nutkuma has olsun dediğimiz vakit, aslında kendimizi tam ve doğru olarak ifade edemediğimiz konuşmayı gerçekleştirmişizdir. Zira gönülden süzülerek akan kelamı ne kadar dinlersek o kadar dinlenir ve anlaşılırız. Yani kendini ifade etmek ve anlaşılmak aslında can kulağıyla dinleme kabiliyetimizde, sükût kabiliyetimizde saklıdır kimi zaman. Herkes konuşup hiç kimse birbirini dinlemezse ne olur? Haydi gelin! Bu akıbeti hikâyemiz “anlatsın”, biz “dinleyelim”!

Zamanın birinde çevresindeki ahalinin kendisine akıl danıştığı bir âlim varmış. Gücü yettiği kadar her müşküle bir çözüm, bir çıkış yolu bulan hikmet ve feraset sahibi bu âlimi geceleri uykusuz bırakan bir derdi varmış: oğulları arasındaki geçimsizlik… Bütün tavsiyelerine ve telkinlerine rağmen bu derde derman olamamış. Bir gün oğullarını yanına çağırıp “Evlatlarım şu kâğıdı alın. Üzerinde yazılı olan yere gidip emanetimi geri alın. Lakin güneş batmadan burada olmanız gerekiyor. Acele edin.” demiş. Kâğıdı en büyük oğlunun eline veren âlim, biraz uzaklaştıktan sonra arkasını dönüp onları izlemeye başlamış. Çocukların büyük olanı elinde tuttuğu kâğıdın kendisine verilmesinden de duyduğu gururla şöyle demiş: “Beni dinleyin! Bu adrese en hızlı şekilde şöyle ulaşabiliriz: İlk önce bizim evin karşısındaki yokuşu tırmanırız. Büyük caminin solunda kalan dört haneyi geçince çarşının merkezine ulaşır, oradan sahaflar sokağına saparız. Böylece babamızın isteğini çabucak yerine getiririz.” Ortanca kardeş daha abisinin sözü bitmeden konuşmaya başlamış: “Asıl beni dinleyin siz! Bu adres sahaflar sokakta. Oraya çabuk ulaşmak için büyük caminin solundaki haneleri geçmek lazım. Tabii şu yokuşu hızlıca tırmanırız ilk önce.” En küçükleri onların seslerini bastırmak için daha yüksek bir sesle konuşuyormuş: “Hımm! Bu adresi kolayca bulmak için büyük camiye gitmeliyiz. Hani yokuşun bitimindeki cami var ya, işte ona… Gerisi kolay sahaflar sokağına vardık mı emaneti alırız.” Her biri hararetli bir şekilde kendi fikrini savunuyor, fakat hiçbiri diğerini dinlemiyormuş. Sonunda güneş batmış. Emaneti almak bir yana, tek bir adım dahi ilerleyememişler. Uzun süre bitmek bilmeyen bu tartışma, âlimin oğulları arasındaki geçimsizliğin sebebini fark etmesine vesile olmuş. Oğulları birbirlerini dinlemedikleri için bu hâle gelmişler. Sonunda yanlarına gelip onlara “Emanetimi getirdiniz mi evlatlarım?” diye sormuş. Mahcup bir edayla başlarını eğen çocuklara “Niye? Evin karşısındaki yokuşu tırmanıp camiden dört hane ilerledikten sonra sahaflar sokağına ulaşırdınız. En kısa yol bu değil mi?” demiş. Gençlerin her biri heyecanla aynı anda cevap vermiş: “Evet! Ben de böyle tarif ettim ama…” Âlim gülümseyerek “Ama… Farklı şekilde olsa da aynı şeyi söylediğinizi duymadınız değil mi? Çünkü birbirinizi dinlemediniz.” diyerek evlatlarının içine düştükleri hatayı onlara göstermiş.

Güzel ve fasih sözün sultanı Peygamberimizin kendisine seslenene sadece başıyla değil, tüm bedeniyle dönerek mukabele etmesini nasıl anlamak lazım? Sanki Peygamberimiz; günümüzde çok fazla mevzu bahis ettiğimiz “etkili iletişim”in özünü, özetini ifade etmiş bu tavrıyla. Muhatabını dinle! Ona onu dinlediğini, ona önem verdiğini hissettir! Anlaşılmak için, kendimizi ifade etmek için var olan bütün kelimeleri sıralamak, hafızamızda sakladığımız bütün bilgileri saymak gerekmiyor demek ki… Kimi kelimelerimizi ve kimi bildiklerimizi sonra kullanmak üzere saklamakta fayda olabilir sanki. Öyleyse aslında kolay ama emek isteyen anlaşılma isteğimizin hayata geçmesi için önce anlamaya çalışmak, can kulağıyla dinlemek lazım vesselam.

***

diyanetdergi.com

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Model İstiyorum, Ama Yaşayan!

Yazar: Murat İNCEİMAMOĞLU  Bu günlerde birçok yerde çeşitli münazaralara rastlıyorum. Mevzular dönüp dolaşıp İslâmiyet’in yüksekliğine …

Kapat