Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Cennete bakar gibi bakardık şehre

Cennete bakar gibi bakardık şehre

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Ahmet Serin yazdı

Osmanlı Şehri kitabında Turgut Cansever, evinden sokağına, sokağından meydanına kadar bize ait olan bir şehri anlatır.

Günümüz dünyası, birkaç yüz yıldır Batı’nın dizayn ettiği bir dünya. Batı, emperyal bakışıyla planladığı bu dünyayı, hem kendi çıkarına uygun şekilde tasarladı hem de bu dünyayla ilgili inanılmaz bir algı yönetimi uyguladı. Bu algı yönetimi sayesindedir ki, bir şeyin kaliteli, yararlı ve iyi sayılması için Batı’ya refere edilmesi yeterli sayıldı.

Ülke olarak kendimizden pay biçelim: Hangimizin dudaklarından “Adamlar (Batılılar) yaptı mı iyi yapıyor!” cümlesi dökülmedi ki? Bu cümle, basit bir cümle gibi görünse de, bir psikolojiyi dışa vurması bakımından önemlidir. Bu cümle aşikâr olarak Batılıların yaptıklarının mükemmel olacağı yargısını ifade etmekle birlikte, ondan daha tehlikeli olarak bir aşağılık kompleksinin de ifadesidir. Bu cümleyi “Onlar kaliteli yapar. Biz kaliteden anlamayız.” diye de okuyabiliriz rahatlıkla.

Ama gören gözler için durum hiç de böyle değildi elbette. O gören gözler, baktıkları şeylere hikmet gözüyle bakıyorlardı ve gördükleri şeylerin arkasındaki niyetleri de okuyorlardı. Gördüklerini bizlere de duyurmak için çırpınıyorlardı ama bu çırpınışlar, Mecnun’un Leyla’nın hayalinin peşinde koşmasına eş çabalar olarak görünüyordu aynı zaman diliminde yaşayanlar için. Hikmet sahibi bu insanlar, nerdeyse bir Mecnun muamelesi görüyorlardı yaşadıkları çağlarda çağdaşları tarafından. Ama zaman, sakin ve hep doğruyu haklı çıkarmak için akan zaman,  onların haklılığını ilan ediyordu çok kısa bir zaman sonra.

Bir süreden beri “Slow Movement” (yavaş hareketi) diye bir kavram duyuyoruz. Bununla paralel olarak da “Sakin Şehir” kavramları giriyor dünyamıza. Aslında bu kavramlar, Batı’nın, sırf dünyayı sömürmek için tahrip ettiği bizim yitiklerimizi ifade eden kavramlar. “Yavaş” sözcüğünü işiten hangi Müslüman’ın aklına “ibnülvakt” ifadesi gelmez ki. Evet, böyledir; mümin zamanla da, şehirle de, suyla da kavga halinde değil, uyum halinde yaşar. Şehrini buna göre kurar, suyunu buna göre akıtır. Bu uyumu ve bu saygıyı anlamak için “Irmak kenarında da olsanız suyu israf etmeyiniz” kutlu buyruğunu hatırlamak yeterli.

Osmanlı Şehri kitabının müellifi merhum Turgut Cansever de, Batı’nın iğva edici bu yüzünü görüp ona direnen bilgelerden biriydi. O Turgut Cansever ki yeryüzünde Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü üç kez alabilen tek mimardır ve şükür ki bizim insanımızdır. Osmanlı Şehrikitabında Turgut Cansever, evinden sokağına, sokağından meydanına kadar bize ait olan bir şehri anlatır.

Müslüman şehri cennetin izdüşümüdür

Turgut Cansever, Müslüman’ın şehre bakarken ve şehri inşa ederken hem estetik hem de naif olduğunu söyler Osmanlı Şehrikitabında. Böyle de olmak zorundadır şehirle ilişkisi konusunda Müslüman,  çünkü şehir, müminin, uzaklaştırıldığı dünyanın yeryüzündeki izdüşümüdür. Yani cennetin karşılığıdır şehir. Müslüman, sonsuza kadar yaşayacağını varsaydığı cenneti nasıl tahayyül ediyorsa, şehri de öyle inşa etmekle mükelleftir. Çünkü özelde şehir, genelde dünya, ona, güzelleştirilmesi için emanet edilmiş mekânlardır. Ama sadece işin estetik boyutu yeterli değildir mümin şehirler inşa etmeye. Çünkü Müslüman, şehrin sadece maddi boyutunu gözetemez. Bir de o şehri paylaşacağı insanlar vardır, kardeşleri vardır; ağaç vardır, deli çiçekleriyle erikler, mor renkleriyle sümbüller vardır. Sadece bunlar da değil, sevda türküleri söyleyen güvercinler, Ebrehe’nin ordusunu durduran ebabiller vardır. İşte mümin, inşa edeceği şehri inşa ederken hep bunları gözetmek zorundadır.

Bir de, Turgut Cansever’in tasavvurundaki şehir, Batı’nın kurduğu şehirlerin aksine, savunma ya da saldırı amaçlı değil, bir arada yaşama amaçlı kurulur. Bu yüzden de müminlerin şehri, Batı şehirleri gibi masa başında planlanıp kurulmaz. Önemli olan insan ve insan ilişkileri ile insanların ihtiyaçlarıdır. İşte Osmanlı, bu ihtiyaçları gözettiği için, sadece bu ihtiyaçların temini için her mahalleye bile isteye çıkmaz sokaklar bırakmıştır. Çıkmaz olduğu için yabancı gözlerin tarassutundan uzak olan bu sokaklar, bazen bir okul, bazen bir revir, bazen irşad edici bir sohbet mekânı, bazen yaşlıların gençlere yiyecek bilgisi aktardığı bir mutfak oluyordu.

Turgut Cansever, şehirlerin masa başında planlanmasından çok, her beldenin kendi kültürüne, kendi coğrafî yapısına, kendi inşaat malzemesine ve kendi sosyal ilişkilerine göre yeni standartlar oluşturarak inşa edilmesi gerektiğini söyler Osmanlı şehri üzerine fikir teati ederken. Bunun neden böyle olması gerektiğini de çok yalın bir örnekle açıklar: Kabe’yi dairevî şekilde kuşatmış müminlerin her biri, Kabe’yi bulundukları yerden ama yanlarındaki ve karşıdaki kişilerden farklı şekilde görürler. Yani, herkes kendi pozisyonuna göre görür Kabe’yi. İşte evleri inşa ederken de herkes kendinden bir şey katabilmeli evlere. Komşusuyla ilişkinin samimiyetine ve ihtiyaç duymaya göre ev, diğer evlere yakınlaşabilip uzaklaşabilmelidir.

Şehirlerin küçük kalması neden önemli?

Osmanlı şehir modelini milim milim gözlemleyen Turgut Cansever, Osmanlı Şehri kitabında, dıştan bakıldığında büyükşehir diye isimlendirilen şehirlerin aslında yekpare olmadığını İstanbul örneği üzerinden anlatır. Bir büyük kent görünümünde olan Osmanlı İstanbul’unun, gerçekte yekpare bir şehir olmayıp ekonomik ve kültürel olarak birbirinden uzak şehirlerden oluştuğuna dikkat çeker. Bu uzaklık, her şehrin kendi kültürünü, kendi bilimini oluşturmasına yol açar ve İstanbul’un bir yerinden başka bir yerine giden kişi, aslında bir şehirden başka bir şehre gitmiş olur.

Başka şehre giden bu kişi hem kendi kültürünü oraya taşır, hem de orasının kültüründen bir şeyler alır. Bu da şehrin her zaman canlı ve hareketli olmasına yol açar. Böylelikle insanların hep merak edecekleri bir şey olur ve bu merak da onların hayatın içinde aktif olarak yer almasına yol açar. Şehir, arada kültürel ve fiziki olarak bu mesafeye sahip olmazsa, tektipleşir ve hayat donar. Bunu gören Osmanlı, şehirlerin birleşmesine izin vermemiştir.

“Şehirlerin küçük kalması, bir de eserlerin görünmesi bakımından önemlidir” diye vurgular Turgut Cansever. Bilge mimarın bu uyarısı dikkate alınsaydı İstanbul’un, Bursa’nın silüeti bozulmayacağı gibi, Sultanahmet Camii olsun, Ulu Cami olsun tüm ihtişamlarıyla şehri dolduracaklardı. Kısacası, şehir ne kadar büyürse, eserlerin görünürlüğü de o seviyede azalıyor. Bu yüzden de şehrin büyümesi galaksi kümeleri şeklinde olmalıdır.

“Sakin Şehir” adı altında, bizim bir yitiğimizi daha sahiplendi ya Batı, aşk olsun!

 

Ahmet Serin bir ayrıntının peşinde koştu

dunyabizim.com

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Edebin Kaynağı Sünnet…

Böbürlenerek yürüme Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Mekke’nin fethinden sonra Medine’ye dönmüştü. Arap kabilelerinin çoğu …

Kapat