Ana Sayfa / Yazarlar / Çiçekli Mumlar Sokağı

Çiçekli Mumlar Sokağı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yılmaz Karakoyunlu, Çiçekli Mumlar Sokağı

Yılmaz Karako)unlu, 26. 4. 1936’da İstanbul Bakırköy’de doğar. Yazarın Çiçekli Mumlar Sokağı, isimli romanı Batum’da yaşayan bir avuç insanın o yerlerin yaşanmaz hale gelmesi ile yavaş yavaş İstanbul’a göçü işle başlar. Namlı Hafız, Nusret Şakir, Halit Bey ve Gülistan Hanım her biri bir başka nedenle İstanbul’a göçer, hayat içinde yerlerini alırlar. Ama, devir bir imparatorluğun yıkılış sancıları ile yeni bir devletin doğum sancılarının yaşandığı çifte ıztırabın yıllandır. Bu nesil o zamandaki her nesil gibi hem yıkılışın hüznünü hem de, yeni devletin yapılanmasında hisselerine düşen sorumluluğu yaşarlar. Ferdi hayatları ile birlikte Milli Mücadelenin sıkıntılarına katlanır ve Anadolu’ya Milli Mücadelenin gerektirdiği silah ve parayı transfer etmeye çalışır ve başarırlar. Demek ki elimizdeki hürriyetin bedelini her bölge insanı karınca kararınca ödemiş ve bize bu güzel günleri bırakmışlardır. Çok mesajlı romanın en güzel mesajı zannımca budur. Mazidekiler bedeli canları kanlan ile ödediler, bize düşen bedel nedir, o romanın mesajıdır.

Yılmaz Karakoyunlu’nun romanı çok yönlü bir eserdir. Başta bir kültür ve kimlik romanıdır.

Roman, Batum’dan İstanbul’a doğru gelişen bir vaka akışı içinde başlar. Sevdalinka, Bosna’dan İstanbul’a, Hilal Görününce Kırım’dan İstanbul’a doğru gelişir. O Karanlıkta Biz’de olayların merkezi İstanbul’dur. Benim Adım Kırmızı yine İmparatorluğun On Altıncı Yüzyıl’ının İstanbulunun nakkaşlarını ve hattatlarının kültürel çevresini anlatır. Dış Türkler için İstanbul bir kurtuluşu simgeler. Batum’da Kırım’da Rusların, Bosna’da Sırp!arın zulmünden kaçanların ilticagahıdır İstanbul.
Romanın tümevarımcı ve klasik bir girişle başlar “Batum denize hoyrat bir üvey anne. gibi dik ve yukardan bakar. Hazanla birlikte kaşları çatılır, kolay parıldayan bir kırmızı öfkeye döner..” (s.7) Klasik bir tasvir ile romana girilir. “Batum’da ayvalar sarı, narlar kırmızıdır. İri gövdeli çınarlar, meydanlara ikindi serinliğinin gölgesini düşürür.

Yesevi Dergahı’nın kapısında bir kadın belirir. Kapıyı birkaç defa döver, ama kapı açılmaz. Kadın arkasını duvara vererek yere çöker. Dergahtaki onu farkeder, kadın içeri alınır ve bir oğlan çocuğu doğurur. Çocuğa isim verilir. “Burası Yesevi dergahıdır. Öncesinde Ahmet dedik adına istediğin adı ekle ardına.” ( s. 25) Kız konuşur “Gürcü Papaz Hristos’un üçüncü kızıyım.. Bu ayıpta suçum yok.. Sevdim…” (s. 25) Çocuğa Ahmet adı verilir. Anne ise isim konusunda istediğini söyler “Ahmet yetmezse eğer, bir de İsa ekleyin başına… “(s. 25) Bu kutlu anda Anne dini heyecanlar duyar. “İsa’nın Petrus ve Zebed’in oğullan Yahya ve Yakub’u yanına alarak Tobor Dağı’na çıkışının öyküsü gözlerinin önündeydi. Dua için diz çöktüğünde yüzünün başkalaşımı başlamış ve bu ilahi metamorfozun sonunda, gözleri kamaştıran aklığın mevsimi gelmişti. Bu ilahi bahar Musa’yı getirmişti”( s.26) Ve Yesevi Dergahı’nda – çocuğunu doğan kadın şehadet getirir Müslüman olur. (s. 26) romancı dinlerin birbiri ile kaynaştığı her dinin itibar gördüğü bir toplumu anlatır. Sevgi, tolerans, müsamahanın en büvük ve evrensel örneklerini anlatır. 

Romanın cenin vakası yani. bütün olavların doğduğu tohum olay Batum’da Ahmet Yescvi dergahı, Namlı Hafız ve Evangelasmus’un doğan çocuğu ve Gülistan Hanım arasında cereyan eder.

Şahıslar

Romanda şahıslar, aileler ve münferid bazı şahıslardan oluşur. Şahıslar muayyen bir sınıf değildir. Her sınıf insan şahıs kadrosuna kişi vermiştir. Romana hakim ilişkiler:
Yüzbaşı Reşit- Gülistan Hanım -Tevfik Bey- Halit Bey Ailesinden gelir. Vaka örgüsünü ikinci dereceden etkileyen ilişkiler ise;
Bogos Ağa- Flora – Namlı Hafız- Hırant-Evangelasmus (Ela Hanım)- İsa Ahmet Ailesinden, doğar. Mülazım Nusret Şakir
Muallim Rakım, Bünyamin, İhsan, Yağmurlu Şevket Paşa, Arhavili,
Ramazan (Ramo)

Romanın arka planındaki şahıslar:

Enver Paşa, Mustafa Kemal, Eşref Kuşçubaşı, Yakup Cemil

Romandaki şahıslar İmparatorluğun devamını sağlamaya çalışan Enver Paşa ve ülkeyi kurtarmağa çalışan Atatürk ve bu kurtarma hareketine yardımcı olabilmek için çalışan Batum menşeli birtakım insanlardan oluşur. Enver Paşa , büyük hayallerin peşindedir, ama artık dünyadaki siyasi konjüktür imparatorlukların devamına izin veremeyecek durumdadır. Yapılacak iş Anadolu’yu kurtarmaktır. Romanın aileleri ve onların yanında yer alan şahıslar kendi hayatlarını yaşarken birden kendilerini Anadolu hareketinin, Milli Mücadelenin içinde bulurlar. Ve Anadolu hareketine para yetiştirmeye çalışırlar.

Namlı Hafız

Eşi Ela Hanım Çocukları İsa Ahmet

Romanın kahramanlarından biri Namlı Hafiz’dır: Babası bir sabah öldürülmüştür. Hafız’ın yatalak annesi de aynı gece ölünce, ortada kalır.
Onu, Boğos Ağa evlatlık alır ve oğlu Hırant ile büyütür. Boğos’un eşi Flora, Tiflisli bir cambazın kısa süren bir gönül macerasından sonra Boğos ile
evlenmiştir. Hırant ve Erguvan bu evliliğin sonuçlandır..Romanın kültür dokusu zengindir. Namlı Hafız güzel musiki icra eder. Muallim Bey’in Amerikan Lisesi’nden gönderdiği kitapları okur

Romanın anlatım romantik ve postmodem bir fon üzerinde cereyan eder. Cümleler zamanla
kaybettiğimiz bir yaşama biçimine ağlar gibidirler.
Romancı olaylara farklı noktalardan yaklaşır. Mesela Ağa’mn ölümünü anlatırken olay yavaş yavaş ve resim çizer gibi anlatılır. Hiçbir gücün deviremeyeceği sanılan iri gövdeli Ağa’yı bir küçük kalp darbesi bir anda yere yıkıvermişti. Kucağından düştü sonra kendisi yıkıldı”(s. 13)·
Boğos’un ölümünden sonra Madam Flora, Erguvan’ı Tiflis Konservatuan’na yazdırmak için yola çıkar. ( s.14) Romancı geriye dönüş teknikleri ile kahramanlarını anlatır. Namlı Hafız, güzel şarkı da söyleyen dönemin entelektüelidir. Hırant ona Amerikan lisesinden kitaplar getirir. O da okur ve iade eder.

Boğos’un Ailesi
Boğos Ağa — Eşi Flora/ Çocukları Erguvan Hırant / Evlatlığı Namlı Hafız

Yesevi dergahının genç Şeyhi Namlı Hafız dua edip ağlamaktadır. “Bu küçük kızın zihnindeki korkuyu kaldır. Gönlündeki perdeyi yırt. Bizi aklara çıkar Yarabbi…”(s. 44) Anne uyumaktadır, komşu kızı Gülistan Namlı Hafız’a: “Şeyhim! Siz istirahat edin, ben yavruya bakarım…” Namlı Hafız yine iç dünyasına dalar. “Namlı Hafız’ın içindeki duygular büyüyordu. Cenab-ı Hakk’ın rahmetindeki nurun bu mütevazi dergahı doldurduğunu görmüş ve rahatlamıştı. Kendisine iyi geceler dileyen bu genç komşu kızının gözlerindeki billur denilen olgunluğu bir daha seyretti. Bir kristal haysiyet mucizesinin parıltılarını gördü. Biz varlıktaki gerçeklerin levhasıyız. Allah’ı gösteren ayna biziz…”(s. 46)

Namlı Hafız, tekkesine döner. Ela Hatun seller sular gibi dualar eyledi.. İsa Ahmet ise bugün bir Cumhuriyet Savcısıdır. (s. 292)

Gülistan Ailesi

— Kardeşi Yüzbaşı Reşit — Eşi Tevfik Bey

Oğlu- Halit Bey

Gülistan Hanım

Onu biz bir tasvirin arkasından tanırız. “Yüzbaşı Reşit evine gelir. Kapıyı döver açan olmaz, endişe eder, kapıyı omuzlayıp içeri girer” Sofanın mangalında henüz yerleştirilmiş biberin, soğanın, yağın, kıymanın ısındığı tencereden güzel kokular geliyordu. Sofra kurulmuş, peçetelerin yanına küçük karanfiller yerleştirilmişti. Konsolun üzerindeki geniş meyve tabağı doluydu. Aynanın tozu özenle alınmış, ceviz çerçeveye yerleştirilmiş kalın kartonlu aile
fotoğraflarının yüzlerindeki güleç özleyiş odayı doldurmuştu. Her şey yerli yerindeydi.” ( s. 48) Romancı tanıtımlarda bazan tarihe, bazan da hatıralara gider. Balzac tarzı tanıtımlar yapar.

Yüzbaşı Reşit Batum’dan İstanbul’a göçe karar vermiştir. Rus eşkıya Reşit’in iki kardeşini şehit etmiştir. İbrahim’in gözü korkmuştur. Rusların bazan Gürcü, bazen Tatar, bazen Çeçen gibi görünüp baskınlar vermesinden dolayı birgün sıranın kendisine geleceğini düşünür. Köhne bir tekne ile Batum’dan ayrılır, şehir arkada kalınca Gülistan’ı düşündüren İsa Ahmet’in geleceğidir.

Tevfik Bey

Gülistan Hanım’ın eşi ve Halit Bey’in babasıdır. Tevfik Bey Mevlevi dergahının arındıran ikliminden feyz almış bir zattır. Çevresinin akıl danıştığı, sohbet etmeğe can attığı biridir. Musikiye babası gibi gönlünü vermiştir. “Mevlevihanelerde yapılan sema ayinleri mutlaka musiki gerektirdiğinden en küçük bir Mevlevihanede bile musiki teşkilatı bulunurdu. Dört yüz yıldan beri Mevlevihanelerde bu üslub içinde müzik eğitimi gerçekleştirilınişti. Babası da bu eğitimden geçmiş birisi olarak musikinin derinliklerine ve inceliklerine vakıftı. Bu eğitimin sadece ilahilerle sınırlı olmayıp dönemin güzide bestekarlarının yeni eserlerini de kapsadığını biliyordu.” (s. 67)

Halit Bey

Halit Bey’in dünyası anası ve Harbiyedeki tahsili ile kurulmuştur. Onlarla mutlu olur. Eserde tanıtmalar klasik tanıtımlar gibi eserin başına yığılmamıştır, roman ilerledikçe tanıtımlara yeni bilgiler ilave edilir. Böylece romancı kişilerini birden bire portre olarak ortaya çıkarıp, okuyucunun merakını bitirmemiş olur. Merakı romanın sonuna kadar elinde tutar. Beşiktaş’lı Tevfik Bey’in soyu Gerede’ye kadar uzanır. Ailenin İstanbul’a gelen ilk mensubu Yakup Efendi’dir.

Eser postmodern bir yapıdan siyasi yapıya doğru gitmeye az da olsa başlar. Ülkeyi, Rusya’nın genişleyen konumu ile birlikte Batı’nın sanayi devrimini idrak etmesi sonucu Pazar arama endişesi· tehdid eder. Halit Bey, öteden beri alıştığımız kahramanlığın bizi kurtamıaya yeteceğine  şartlanmanın yanlışlığını görür. Asıl kahramanlığın iktisadi gelişme olduğuna eğitilmemiş olmamıza üzülür.
Halit Bey, romanın üzerinde ağırlıklı rolü olan kişisidir. O yazarın eleştirel görüşlerinin sözcüsü gibidir. Yanlış tevekkül anlayışı, iktisadi çözülme, yokluklar halkın temel problemleridir. Bu temel sorunlar Akif tarafından Safahat’da da münakaşa edilir. İktisadi çözülmenin Safahat’daki levhaları çok dikkat çekicidir. Romancımız elektiriğin nasıl bir hisle beklendiğini de hikaye eder. Annenin ve Gülistan’ın Mısır Çarşısı, Kapalıçarşı ve Köprü gezileri romantik ve mütehassirane bir eda ile anlatılır. Roman bir İstanbul romanı olarak da yorumlanabilir. Sinekli Bakkal, Huzur ve Safahat ta İstanbul’a çeşitli yönlerden açılırlar. Çiçekli Mumlar Sokağı romantik, duygusal, tarihsel ve töresel bir gözle İstanbul’u anlatır.”Feriköy bir garip hüzün ile bir şaşkın sevincin iç içe yaşandığı mahalle garipliğiyle sokaklara ayrılır, sokakları caddelere bağlayan köşe başlarında sevimli genişlik kazanırdı. Dar çıkmazların cumbalı evlerinde insanı çeken bir sıcak davet bulunurdu.”(s.141)
Halit, saraydaki görevinin ilk gününde şaşırır. Ondaki Mithat Paşa
hayranlığının kökleri eskidir. Meziyetleriyle hayranlık uyandıran büyük insanları beşeri zaaflarla lekeleyip bir kenara atma adetinin kötülüğünü düşünür. Mithat Paşa mahkeme edilir ve boğdurulur. Halit Bey bir başka sarayın korumasında vazife alır. Zamanla saraydaki görevinden mutlu olmamaya başlar. Şehzadelerden Mehmet Abid Efendi’nin yaverliğine tayin edilir.

İmparatorluğun çekildiği her cepheden yüzlerce binlerce insan
İstanbul’a göçmüştü. Üç beş kuruş ugruna toplumun bütün değerleri alçalıyordu. Eşref Kuşçubaşı Bağdat’tan dönmüş ve teşkilatın yeniden yapılanması gerektiğini görmüştü. Başarılı ve namuslu birkaç vatan evladını bir araya getirip Anadolu harketinin içinde yer almayı planlar. Enver’in hevesleri ise imparatorluğa pahalıya mal olacak hayallerdi.
İstanbul’da Fransız, İngiliz, İtalyan bandoları dört bir yanda
marşlar çalarak çan seslerine katılırlar. Sahnenin Dışındakiler romanında da buna benzer bir salnıe vardır. Orda kahraman marşları güzel bulur ama, burada çalınmasını yersiz görür.

Bir yandan kurtuluşa çalışırlar, tekneler şafakta boğazı geçer. Laz tayfalar sakin ve cesurdu. (s.20)
Mülazım koynundan bir zarf çıkardı. Üzerinde Teşkilat-ı Mahsusa’nın mülırü vardı. Halit Bey’e yeni bir kimlik biçilmişti. Adı Selanikli Mustafa idi. Kereste ticareti yapıyordu. Halit Bey Aııadolu’da büyük işler yaptı. Cumhuriyet’te emekliye sevkedildi. Sonra bankacı oldu. İkinci evliliğini Zehra Hanım’la yaptı. Ölünce Yalıya Efendi Dergahı’na defnedildi. Halit Bey, romanın merkezi şahsı veya protogonistidir. Bütün yan vakalar onda odaklaşır. Halit Bey’in ailesi romanı tepesinde bir büyük şemsiye gibi durur. Namlı Hafız ve Nusret Şakir ailesi Mülazım, Bünyamin, Arhavili, Romazan ve diğer tamamlayıcı norm şalııslar orada birleşirler. Romancı onunla bir tarihsel senteze varır. Mustafa Kemal, Enver Paşa, Eşref Kuşcubaşı Halit Bey’e mücadelesinin belli yerlerinde milletinin geleceği ile ilgili büyük misyonlar yüklerler. O İstanbul’da hükümdara hizmet eder, Kuzey Afrika ve Mısır’da devletin önemli uzantıları hükmündeki yerlerde onların mücadelesini destekler ve kültürel organizasyonlarını sağlamağa çalışır, hastalanınca İstanbul’a döner bu sefer Anadolu’daki ölüm kalım mücadelesinde yerini alır, para ve silahların Mustafa Kemal’e ulaşması için çalışır. Mustafa Kemal, Enver Paşa ve Eşref Kuşcubaşı’nın farklı çalışmaları Türkiye’yi sonuç vermiştir. Tarih bunların hepsini içine alan bir perspektiftir. Tarihimizin temel esprisi, uzlaşma ve temel gayelerde birleşmedir, ama bugün bu temel espri kaybolmuştur. Dünya coğrafyasının üçte birine bu uzlaşma ve temel gayelerde birleşme felsefesi ile hükmeden bir milletin çocukları · uzlaşma kültürünün yerme kavga ve çekişme kültürünü ikame etınişlerdir.

Nusret Şakir Ailesi

Nusret Şakir Seniha Saffet (Eşi)

Nusret Şakir, Batum’daki Türk ailelerindendir. Geleneksel eğitim almış, kimlikli bir şahsiyettir. “İnsanları sayıdan farklı görecek ve yoruınlayacak bilgi ve deneyi henüz kazanmıştı. Bütün fırsatları kendine özgü bir tesadüf hakkı gibi değerlendiriyor ve hakkını vererek yaşıyordu. Hayatın değerlerini sinsice ve bencilce kendisi ıçın saklamanın farkına vardığında yaşamın gerçek değerini kavramaya başlamıştı. Olup bitenlerden etkilenmemeyi, olaylar karşısında akıl yürütmeyi, ihtimaller üzerinde tahmin yapmayı Gürcü okullarının hiddetli mubassır nasihatlerinden öğrenmişti.” (s. 29) Nusret Şakir Bey, “Değer yargılarını ortaya koymaktan çekinen; hatta korkan bir kültürün” sorunlarını irdeler. Bu sorun küçük mescitlerin bodur minarelerinden yükselen esas sesleri ile gövdeli kliselerin çan sesleri arasındaki mukayesesinde hissedilir. Batum’a hakim kültürün ve yaşama biçiminin meselelerini anlatır. Batumlu bir eski fahişenin yaptırmış olduğu Kuzey Ospedalesi’nden bahseder. Oradaki bir genç kıza tutulınuştur. Günlerce saatlerce bu kızı görmek için binanın önünde dolaşır. Kendisine sevdiği Evangelismos’un artık orada olmadığı söylenir.

Vardacı
Vardacı da bir tamamlayıcı şahıstır, ferdi iddialarım yürütmek için ruhsal bir sirkülasyona girmiş, kendini bir mücadelenin içinde bulmuştur.

Her yıl Vardacı Haslet Efendi gelir mescidi aktarma işinin bedelini
üstlenir. Yazar her kahraman gibi Vardacı’yı tanıtır. O bir Arnavut göçmeninin oğludur. Babası İtalyan Büyükelçiliğinde fayton bakıcılığı. yapmıştır. Vardacının mescidin damını aktarmak için geleceğini
bekleyen cemaat ümitsizdir, ama bekledikleri olmaz, o yine gelir ve mutad işini üstlenir. O sıra Edirne Valiliğine tayin edilmiştir. Vardacı ölen babasının cenazesine gidemez, ağabeyisinin kendisine bu önemli anı haber vermemesine üzülür. Eski hatıralarını vardacılık yaptığı nı yadeder. Devranını döndüren bir hatıra şımarık bir paşazadenin sarkıntılık ettiği soylu bir kadını kurtarınca, Yaver Paşa tarafından ödüllendirilir, okula gitmesine fırsat verilir.

Arhavili

Romancı tek boyutlu şahıs portreleri çizmez. Hayat çok engelli bir koşudur, her engelin önünde yüzlerce ceset yığılmıştır. Arhavili de bu koşunun bir yerinde kendini kaybeder. Romanın fonksiyon trafiğinde o da bir yer almıştır. Bir küçük İstanbul mescidinin cemaatinden olan bu zat, Mimar Kiryadikis Efendinin kalfasıdır. Ustası ile birlikte istanbulun muhtelif yerlerinde köşkler, yalılar, kiliseler inşa ederler. Eli iyi iş tutan bu şahsın huyundaki hilekarlık ustasını tereddüde düşürür. Usta ona “Kalfa! Evsafın var amma; zihnin temiz değil… Her gün başına iş açacak kadar gözü peksin. Burası Galata, geldiğin yerlere benzemez. Tetik dur. Kimsenin karısına kızına kötü bakma… Başına iş gelsin istemem…”(s. 53)

Ramazan (Ramo)

Ramazanın babası Yemen’dedir. Yılmaz Karakoyunlu tarihsel maceramızın bütün elemli levhalarını temsil eden vaka parçalarını romanına almıştır denebilir. Her haksızlığa hak adına müdahale için
görevli milletin Yemen macerası bunların en dikkat çekicilerindendir..

Teknik Konular

Karakoyunlu, tanrısal veya hakim bakış açısı kullanır. Olayların, kahramanların, romanın dünyasına giren herşeyi bilir, bilgilerini sınırlamaz. Romancı en genel ve yaygın olan anlatım tarzını kullanır. Olaylan güne taşıyan geniş ve şimdiki zaman.

Roman sanatında yorum iki şekilde yapılır. Birinci tarz romancının
anlatırken yorum yapmasıdır. İkinci tarz romancının sadece nötür bir anlatıcı, özellikle can alıcı noktalarda gösterici olması, yorum hakkını kuyucuya bırakmasıdır. Dünya romanına umumiyetle birinci yorum tarzı hakimdir, bu yol kolaydır. Neden? ikinci yorum. tarzını
gerçekleştirmek iyi romancı, usta romancı olmaya bağlıdır da ondan. Romancı yorumu olayın genel görüntüsü veya sahnenin tanzim lisanıyla söylerse daha etkileyiyicidir. Ama sahneyi ve anlatıyı tanzim ve anlatım diliyle yoruma dönüştürmek, salınenin dili ile ifade etmek güç bir iştir. Mesela Madame Bovary’in sonunda Charles, Emma’nın kendisini aldattığını o intihar edinceye kadar farketmez.
 Öldükten sonra Cbarles Emma’nın odasını karıştırırken eşine yazılan aşk mektuplarını görür. Bu salıneyi anlatıcı Cbarles eşinin çekmecesini açtı Leon ve Rodolphe’un mektuplarını gördü. Çekmeceyi kırdı, eşine olmadık hakaretler etti, bir sürü alçaltıcı cümle söyledi, diye anlatabilirdi. Ama o olayı bir sahne gibi anlatır, kalıramanının gözü ile dahi kötü sözler söylemez. Okuyucu bu sahnede olayı okuduktan sonra her türlü yorum hakkına sahiptir. “Cbarles, belki saygıdan, belki de evi araştırmasını geciktiren bir çeşit şehvet yüzünden, Emma’nın her zaman kullandığı pelesenk ağacından yazı masasının gizli çekmecesini hâlâ açmamıştı. En sonunda bir gün önüne oturdu, analıtarı· çevirip yayı itti. Leon’un bütün mektupları buradaydı. Şüpheye yer yoktu bu kere!

Her romancının inşa ettiği dünyanın arkasında bir dünya anlayışı, bir kozmik telakkisi vardır. Tolstoy, Diriliş’te Nehlüdov’a kendi dünya görüşünün sağlayım yaptırır. Fakir; yoksul, köylüyü ezmenin üzerine tesis edilmiş Rus aristokrasisinden şikayetçi olan Tolstoy Hristiyanlığın da şekle boğulduğunu, dinin ruhunun uygulamacıların şekilci mantığı içinde kaybolduğunu anlatır. Mantıklı gasplar şeklinde kazanılan servetini dağıtır, hatasını temizlemek için Katyuşa’mn peşinden gider. İhtiraslarından arınır, kalbinin hayatına girer. Yılmaz Karakoyunlu, romanında başarı ile yürek arasında bağlantı kurar.
Ramazan, Arhavili, Nusret Şakir, Vardacı gerek psikolojileri gerekse hayat anlayışları veya hataları yüzünden cezalandırılırlar. Romancı bir yorum yapmaz ama, okuyucu romani analitik okursa bunları görür. Tıpkı Halit Ziya’nın, geleneksel dünya görüşüne, ihtirasları ile karşı koyan Aşk-ı Mernnu’daki Bihter’i, Emma gibi kendini intiharla temizler. Ne Halit Ziya, ne de Flaubert böyle bir yorumda bulunmazlar, ama romanın vakası onu kendi dili ile söyler.
Çiçekli Mumlar Sokağı, kültür dünyamıza, kimlik romanlarımıza
Milli Mücadele romanlanmıza, nesil romanlarımıza, tarihi
romanlarımıza yeni bir nefes ve çok mantıklı bir perspektif getirmiştir.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Teklif Var Israr Yok

Teklif Var Israr Yok Masal gibi yaşamak deyince rüya gibi, mus mutlu, hokus pokus deyince …

Kapat