Ana Sayfa / Yazarlar / Cin Sûresi Meal Tefsiri

Cin Sûresi Meal Tefsiri

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

72 / CİN SÛRESİ

Cin sûresi Mekkîdir, yirmi sekiz âyettir. Ağırlıklı olarak cinlerden bahsettiği için bu adı almıştır.

Abdullah b. Abbas’tan nakledilen rivayete göre bir gün Hz. Peygamber ashabından birkaç kişiyle birlikte Ukaz panayırına doğru giderken Nahle denilen yerde ashabına sabah namazını kıldırmıştı. Onun namazda okuduğu âyetleri işiten cinler bu âyetlerin tesirini derinden hissedip hayranlık duymuşlar, bu olayı kendi topluluklarına da anlatmışlar ve Kur’an’a inandıklarını, artık rablerine hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını açıklamışlardır. İşte bu olay üzerine Cin sûresi inmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 72).

 

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

قُلْ اُوحِىَ اِلَىَّ اَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ فَقَالُٓوا

1- (Ey Resûlüm!) “De ki: Cinlerden bir topluluğun (Kur’an’ı) dinleyip şöyle söyledikleri bana vahyolundu:

Cinler, ateşten yaratılmış akıl ve irade sahibi varlıklardır. Âyette Hz. Peygamberin bu olayda onları görmediğine ve doğrudan kendilerine Kur’an okumadığına bir delalet vardır. Ama bir başka sefer onları görmesi elbette mümkündür. Cinlerin Kur’an’ı dinlediklerini haber vermekten maksat, Hz. Peygamber’den defalarca Kur’an dinledikleri halde iman etmemekte direnen müşriklerin cinlerden ibret ve örnek almalarını sağlamaktır (Şevkânî, V, 350)

اِنَّا سَمِعْنَا قُرْاٰنًا عَجَبًا “Biz gerçekten hayranlık uyandıran bir Kur’an dinledik.”

Cinlerin bu sözünden “Biz öyle bir söz dinledik ki, gerek dil yönünden gerekse konu itibarıyle emsalsizdir” dedikleri anlaşılmaktadır. Kur’an’ın buradaki beyanından, bu Kur’an dinleyen cinlerin Arapça’yı çok iyi bildikleri -ki onun belagatini, yüksek edebiyatını hissettikleri ve yüce mesajını anladıkları- anlaşılmaktadır.

 

. يَهْد۪ٓى اِلَى الرُّشْدِ

2- “Her hususta doğru yolu gösteriyor,”

Ayette geçen “Rüşd” kelimesi, geniş manası olan bir kelimedir. Kur’an bu sıfatıyla hidâyete, hakka ve doğruya götürmektedir. Rüşd kelimesi bunlardan başka, şu mânâları da ihtiva etmektedir. Olgunluk, üstünlük; hidâyete, hakka ve doğruya ileten bir bilgi ve bu hakikatleri kalp gözüyle görebilme idraki… İşte bu vasıflarıyla kalpte öyle bir hal meydana getirir ki; bu hal, sahibini hayra ve doğruya götürür.

فَاٰمَنَّا بِه۪ۜ “Biz de ona iman ettik.”

وَلَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَٓا اَحَدًا “Artık Rabbimize hiç bir şeyi asla şerik kılmayacağız.”

 

وَاَنَّهُ تَعَالٰى جَدُّ رَبِّنَا

3-“Doğrusu, Rabbimizin şanı çok yücedir.”

مَااتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلاَوَلَدًا“Ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk.”

 

وَاَنَّهُ كَانَ يَقُولُ سَف۪يهُنَا عَلَى اللّٰهِ شَطَطًا

4-“Ve (şimdi öğreniyoruz ki) aramızdaki sefihimiz, Allah hakkında asılsız şeyler söylüyordu,

Ayette “sefihuna”-(beyinsizimiz) kullanılmaktadır. Bu, bir şahıs için de kullanılabilir, bir gurup için de. Eğer tek bir şahıs anlamında alırsak bundan kasıt iblis olur. Eğer bir grup olarak alırsak bu sefer cinlerden pek çok ahmak ve beyinsiz böyle söylüyor demek olur. İblîs Allah’a eş, ortak ve çocuk isnadında bulunur, cinler de ona inanırlardı; ama Kur’an’ı dinleyip bilinçlendikten sonra artık ona inanmaktan vazgeçmişlerdir (Taberî, XIX, 68).

 

وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ تَقُولَ اْلاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا

5-“Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyorduk.”

Bir insan ya da bir cinin Allah’a karşı bu kadar büyük bir iftira edeceğini düşünemedik. Şimdi ise bu Kur’anı dinledikten sonra onların söylediklerinin Allah’a karşı çok büyük bir iftira ve yalan olduğunu anladık.

 

وَاَنَّهُ كَانَ رِجَالٌ مِنَ اْلاِنْسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِنَ الْجِنِّ

6- Bir gerçek de şu ki: “İnsanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı.”

Câhiliye döneminde bir kimse geceleyin ıssız bir vadide bulunup da başına bir şey gelmesinden korktuğunda, “Kötülerin şerrinden bu vadinin efendisine sığınırım” diyerek cinlerin şerrinden onların efendisine sığınırdı.

فَزَادُوهُمْ رَهَقًا “Böylece onların azgınlıklarını artırırlardı.”

Kendilerine sığınılması, kibir ve azgınlıklarını artırır, “onlara efendi olduk” derlerdi.

 

وَاَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ اَحَدًا

7-“Doğrusu onlar da, tıpkı sizin sandığınız gibi, Allah’ın hiç kimseyi peygamber olarak göndermeyeceğini sanmışlardı.”  

Âyete şu mana da verilebilir: Onlar da, sizin zannettiğiniz gibi, Allah’ın ölen hiç bir kimseyi diriltmeyeceğini zannetmişlerdi.

 

وَاَنَّا لَمَسْنَا السَّمَٓاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَد۪يدًا وَشُهُبًا

8-“Gerçekten biz semaya ulaşmak istedik, fakat onu çetin bekçilerle ve yakıcı alevlerle dolu bulduk.”

Bundan murat, onları semadan men eden melekler ve ateşli semavî mermilerdir. Âyette, kalenin burçlarına çıkıp içeri girmeye çalışan yabancıların, kale muhafızları tarafından ateşli silahlarla püskürtülmeleri tablosu vardır. Yükselme kâbiliyetine sahip olan cinler, sema kalesinin burçlarına yükselmek ve oralardan haberler almak istediklerinde, melekler tarafından engellenirler.

 

وَاَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِۜ

9-“Halbuki, (daha önce) biz göğün bazı mevkilerinde dinlemek için otururduk.”

Eskiden şihaplardan boş, tarassuda ve dinlemeye uygun olan bazı yerlere otururduk.

فَمَنْ يَسْتَمِعِ اْلاٰنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَصَدًا “Fakat şimdi her kim dinleyecek olursa, kendini gözetleyen bir şihap buluyor.”

Şihap, bir nevi göktaşı olup, semaya haber almak içen çıkan cinlere fırlatılan “semâvî mermileri” ifade eder. Hz. Peygamber gönderildikten ve Kur’an indirilmeye başlandıktan sonra cinlerin semayı dinlemesine izin verilmediği anlaşılmaktadır.

 

وَاَنَّا لاَنَدْر۪ٓى اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِى اْلاَرْضِ

10-“Gerçekten  biz bilmiyoruz, bununla  yeryüzündekilere bir kötülük mü murat edildi.”

اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًا  “Yoksa onların Rabbi onlara bir hayır mı diledi?”

Onların kullandıkları bu ifadeler de şerrin failinin meçhul olarak zikredilmesi, hayrı da Allah’a izafe etmeleri edeblerindendir.

Bu durum cinleri, bu olayın sebebini araştırmaya sevketti. Yeryüzünün doğu ve batısını dolaşmaya başladılar. Rasulullah (s.a.v)’in, Ashabı (r.a) ile birlikte namaz kılarken Kur’an okuduğunu gördüler. Göğün, bunun için korunduğunu anladılar. Kur’an’ı dinlemek arzusuyla ona yaklaşıp daha sonra müslüman oldular.

 

وَاَنَّا مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذٰلِكَۜ

11-“Doğrusu, bizden salih olanlar da var, bunun aşağısında olanlar da var.”

Salihlerden aşağıda olanlar, orta hâlli kimselerdir.

كُنَّا طَرَٓائِقَ قِدَدًا “Biz çeşitli yollara ayrıldık.”

Çeşitli topluluklar halinde idik. Her birimizin kanaati, görüşü farklı farklı idi.

 

وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ نُعْجِزَ اللّٰهَ فِى اْلاَرْضِ

12-“Şunu anladık ki, Allah’ı yeryüzünde âciz bırakamayız.”

Allah’ın âyetlerini düşünmek ve delil çıkarmak yoluyla anladık ki, Allah’ı âciz bırakamayız.

. وَلَنْ نُعْجِزَهُ هَرَبًۙا“Kaçarak da O’ndan kurtulamayız.”

Arzın neresinde olursak olalım veya arzdan semaya kaçmak isteyelim, ne yapsak Allahı aciz kılamayız, kaçmakla kurtulamayız.

 

وَاَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدٰٓى اٰمَنَّا بِه۪ۜ

13-“Gerçekten biz hidayet rehberini (Kur’an’ı) işitince hemen ona iman ettik.”

فَمَنْ يؤْمِنْ بِرَبِّه۪ فَلاَ يَخَافُ بَخْسًا وَلاَرَهَقًا“Artık kim Rabbine iman ederse, ne hakkının eksik verilmesinden korkar, ne de zillete maruz kalmaktan.”

Veya mana şöyle de olabilir: Rabbine iman eden kimse başkasının hakkını eksik vermekten ve başkasını zillete düşürmekten dolayı bir ceza görmez. Çünkü ne kimsenin hakkını yemiş, ne de başkasına zulmetmiştir.

 

وَاَنَّا مِنَّاالْمُسْلِمُونَ وَمِنَّاالْقَاسِطُونَۜ

14-“ Gerçek şu ki, içimizde (Allah’a) teslim olanlar bulunduğu gibi, hak yoldan sapanlar da var.

فَمَنْ اَسْلَمَ فَاُولٰٓئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا “Kim hakka teslim olursa, işte onlar doğruyu arayıp bulmuşlardır.”

Artık her kim Allaha teslimiyet yolunu seçerse, böyleleri kendilerini mükâfat yurduna ulaştıracak büyük bir hayrı aramış ve bulmuş olurlar.

 

وَاَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَبًاۙ

15-“Hak yoldan sapanlara gelince, işte onlar cehenneme odun olmuşlardır.”

Cehennem, insanlardan kâfir olanları yaktığı gibi, bunları da yakar. “Cinler ateşten yaratıldığı için ateş onlara zarar vermez”, diye bir düşünce hatıra gelmemelidir. Nitekim insan topraktan yaratıldığı halde ona sert bir toprak atılsa elbette canı yanar. Aslımız topraktan olsa da et, kemik, sinir ihtiva eden organizmamız tamamen farklı bir varlık olmuştur. Cinlerde de benzeri bir durum söz konusudur.

 

وَاَنْ لَوِاسْتَقَامُوا عَلَى الطَّر۪يقَةِ َلاَسْقَيْنَاهُمْ مَٓاءً غَدَقًا

16-“(Bana şu da vahyedildi): Eğer dosdoğru yolda olsalar, onlara bolca yağmur yağdırırız.”

Eğer cinler veya insanlar veya her ikisi, istikamet üzere dosdoğru bir yolda gitselerdi, elbette biz onlara bolca rızık verirdik. Bir yere yerleşmek orada su varsa olur. Eğer su olmazsa zaten hayat devam edemez, hiçbir temel ihtiyaç kolayca elde edilemez ve herhangi bir işlem gerçekleşemez.

 

لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۚ

17-“Ta ki bununla onları imtihan edelim.”

Bakalım bu nimet hâsıl olduktan sonra teşekkür mü edecekler yoksa nankörlük mü edecekler? Verilen nimetleri doğru yerde mi kullanacaklar yoksa yanlış yerde mi harcayacaklar?

وَمَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّه۪ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًا “Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe artan bir azaba sokar.”

“Rabbinin zikri”nden murat, O’na ibadet, O’nun nasihati veya Kur’andır. Zikirden yüz çevirmek; insanın Allah’ın gönderdiği nasihatleri kabul etmemesi; aynı zamanda Allah’ın zikrini duymak bile istememesi ve Allah’a ibadet etmekten yüz çevirmesidir.

 

وَاَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلّٰهِ

18“-Şüphesiz mescitler, Allah’ındır.”

Bundan murat “Allahtan başkasına secde etmeyin” manası olabilir.

فَلاَ تَدْعُوا مَعَ اللّٰهِ اَحَدًا “O hâlde, Allah’ın yanı sıra başka bir varlığa kulluk etmeyin.”

Yeryüzü bir mescittir. O zaman bu ayetin manası “Yeryüzünde Allah’a hiçbir kimseyi şerik koşmayın.” şeklinde olur.

 

وَاَنَّهُ لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللّٰهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَدًا۟

19-“Allahın has kulu O’na ibadet etmek için kalktığında cinler nerede ise üstüne çıkarcasına etrafına üşüşüyorlardı.”

“Allahın kulu” ifadesinden murat, Hz. Peygamberdir. “Kul” lafzıyla ifade edilmesi tevazu içindir. Çünkü Kur’anın ilk muhatapları bu ifadeyi doğrudan Hz. Peygamberin ağzından duymakta idiler. Âyet, Hz. Peygamber ibadet hâlinde iken O’nun ibadetini gören ve Kur’an okumasını işiten cinlerin, şaşkınlıklarından iyice sokulup üst üste yığılmalarını anlatmaktadır.

Âyete şöyle de mana verilmiştir: “Peygamber Allah’a kulluk etmeye ve O’na çağırmaya başlayınca cinler ve insanlar onun getirdiği dini yok etmek için birbirlerini destekliyorlardı, ancak Allah onlara fırsat vermedi.”

 

قُلْ اِنَّمَٓا اَدْعُوا رَبّ۪ى

20-“De ki: Ancak Rabbime dua ederim.”

Veya: “Ancak Rabbime ibadet ederim.” Veya “Ancak Rabbime davet ederim.”

وَلآَ اُشْرِكُ بِه۪ٓ اَحَدًا “Ve hiç kimseyi O’na şerik kılmam.”

Mekkeli müşrikler, Hz. Peygamber’e, tebliğ ettiği tevhid dini yüzünden insanların düşmanlığını kazandığını, eğer bu davadan vazgeçerse kendisini düşmanlarına karşı koruyacaklarını söylüyorlardı (bk. Şevkânî, V, 357) Bunun üzerine bu âyetler indi.

 

قُلْ اِنّ۪ى لآَ اَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلاَرَشَدًا

21- De ki: “Size kendiliğimden ne bir zarar vermeye gücüm yeter, ne de sizi doğruya ulaştırarak bir fayda sağlamaya.”

Ben ancak sizin gibi bir beşerim… Sizin hidayet bulmanızda ya da sapıtmanızda benim elimde olan bir şey yoktur.

قُلْ اِنّ۪ى لَنْ يُج۪يرَن۪ى مِنَ اللّٰهِ اَحَدٌ “De ki: Gerçekten Allahtan gelecek bir duruma karşı kimse beni asla koruyamaz.”

 

وَلَنْ اَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَدًۙا

22-“Ve asla O’ndan başka sığınacak kimse de bulamam.”

 

اِلاَّ بَلاَغًا مِنَ اللّٰهِ وَرِسَالاَتِه۪ۜ

23-“Bana düşen, ancak Allah’tan gelenleri tebliğ etmek ve mesajlarını bildirmektir.”

وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًۜا “Kim Allah’a ve Rasulüne isyan ederse, onlar için elbette içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır.”

 

حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَايُوعَدُونَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ اَضْعَفُ نَاصِرًا وَاَقَلُّ عَدَدًا

24-“Sonunda vaat edileni gördükleri zaman yardımcı cihetiyle kimin daha güçsüz ve sayıca daha az olduğunu anlayacaklar.”

Onlara vaat edileni görmeleri, Bedir Savaşı örneğinde olduğu gibi dünyada veya cehennem azabı şeklinde ahirette olabilir. Veya âyet kâfirlerin Hz. Peygambere bakıp da “bunun yardımcısı yok, tâbi olanları da çok az” demelerine bir cevaptır.

 

قُلْ اِنْ اَدْر۪ٓى اَقَر۪يبٌ مَا تُوعَدُونَ اَمْ يَجْعَلُ لَهُ رَبّ۪ٓى اَمَدًا

25-“De ki: Bilmiyorum, o size vaad edilen şey yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koyar?”

Üstteki âyette “kendilerine vaat edileni gördüklerinde…” denilmesine mukabil, müşrikler tarafından inkâr yoluyla “O vaat ne zaman” demelerine bununla cevap verilmiştir.

 

عَالِمُ الْغَيْبِ

26-“O, gaybı bilendir.”

فَلاَ يُظْهِرُ عَلٰى غَيْبِه۪ٓ اَحَدًا “Hiç kimseye gaybını bildirmez.”

 

اِلاَّ مَنِ ارْتَضٰى مِنْ رَسُولٍ

27-“Ancak seçtiği elçiye bildirir.”

Razı olduğu elçiye bir mucize olmak üzere, gayb ilminden biraz verir.

فَاِنَّهُ يَسْلُكُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ رَصَدًا “O, elçinin önünde ve arkasında gözetleyiciler salar.”

Allah, razı olduğu elçinin önünden ve ardından gözcülük yapan muhafızlar salar. Bunlar, onu şeytanların müdahalesinden ve karıştırmasından korurlar.

 

لِيَعْلَمَ اَنْ قَدْ اَبْلَغُوا رِسَالاَتِ رَبِّهِمْ

28-“Ta ki şunu bilsin: Onlar, Rablerinin mesajlarını tam ulaştırdılar.”

Ta ki kendisine vahiy gönderilen peygamber, Cebrail ve vahiyle inen meleklerin mesajı tam ulaştırdıklarını bilsin. Veya mana şöyle olabilir: “Ta ki Allah, kendi mesajlarını peygamberlerin hakkıyla tebliğ ettiklerini ortaya koysun.” Âyet metinlerindeki “Allahın bilmesi” şeklinde ifadeler “Allahın ortaya koyması” şeklinde açıklanır. Tâhiru’l- Mevlevî şöyle der: “Allahın bizi imtihan etmesi bizi bilmek için değil, bizi bize bildirmek içindir.”

وَاَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ  “Ve Allah, onların her hâlini kuşatmıştır.”

وَاَحْصٰى كُلَّ شَىْءٍ عَدَدًا “Ve her şeyi bir bir saymıştır.”

Yağmur damlalarına, kum tanelerine varıncaya kadar her şeyi tek tek belirlemiştir.

Yazar : Zafer KARLI

Zafer Karlı Özgeçmiş

1965 Trabzon OF doğumludur. İlk ve ortaokulu OF’ta okumuş olup imam hatip mezunudur. Risale-i Nurlar ile iştigal ediyor ve şerh mahiyetinde yazılar yazmaktadır.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri Günümüzün hayat hızı ve anlayış tarzının getirdiği şeyler İslam’ın evrensel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Bizi Bitiren 10 Sinsi Hastalık

Eûzübillahimineşşeytanirracîm Bismillahirrahmanirrahim. “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size …

Kapat