Ana Sayfa / KASTAMONU / Kastamonu Bilgi-Belge / Çobanoğulları Beyliği

Çobanoğulları Beyliği

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

 Makale: Dr .  M . Yaşar YÜCEL

XIII. yüzyıl sonlarına doğru Anadolu Selçuklu Devletinin kuvvetten düşmesi üzerine Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde bir takım  beylikler  ortaya çıkmışlardır. Eski kaynaklarda “Tevaif-i Mülûk” diye anılan bu  beyliklerin, sayıları büyüklü küçüklü olmak üzere yirmiyi geçmektedir. Başta merkezî otoritenin zayıflaması olmak üzere bir çok siyasî ve toplumsal olaylar sonucunda meydana çıkan bu  beylikler , XIII. yüzyılın sonundan başlayarak hemen hemen -Dulkadir ve Ramazan oğulları  beyliklerinin egemenliklerini kaybettikleri- XVI. yüzyılın başına kadar gelen bir süre içinde Anadolu’nun tarihî çehresini karekterize etmişlerdir.

Biz yazımızda bu  beyliklerden  biri olan Hüsameddin Çoban Bey’in Kastamonu bölgesinde tesis ettiği beyliğinden bahsedecek ve kaynakların müsaadesi nisbetinde bu siyasî teşekkülün tarihi ile hâkimiyet sahasına dahil bölgenin, Türkler tarafından fethini aydınlatmağa çalışacağız.

Bölgenin Türk hâkimiyetine girişi

1071 Malazgirt zaferinden sonra, Selçukluların maiyetinde akıp gelen Türk boylarının Anadolu’da Karadeniz ile Çanakkale Boğazı, Ege Denizi, Doğu Akdeniz ve Antalya körfezine kadar yayıldıkları genel olarak kabul edilmektedir1. Şu halde Bizans kaynaklarında Paflagonya adı verilen2 ve konumuzu teşkil eden Çoban-oğulları Beyliğinin hâkimiyet sahasını içine alan Sakarya ırmağı üzerinde Bizans hududundan Kastamonu’ya kadar uzanan Uc kısmının Türkler tarafından ilk fethini, XI. yüzyılın sonlarına çıkarmak yerinde olur.

Nitekim, o sıralarda Çankırı’yı alarak fütühatını sahile doğru genişleten, 1084’te Sinop’u muhasara ederek zapta muvaffak Emir Karatekin’in bu havalide-Sinop, Kastamonu ve Çankırı- kısa bir müddet dahi olsa hüküm sürdüğü bilinmektedir3. Bununla beraber bu asrın son yıllarında I. Haçlı seferi neticesi Bizans’ın bu bölgenin bir kısmında hükümranlığını tekrar kurması, buranın uzun yıllar süren Türk – Bizans mücadelelerine sahne olmasına sebep olmuştur. Dolayısiyle de burada Türk hâkimiyetinin kesin olarak yerleşmesi ancak bir asırdan fazla bir zaman içinde mümkün olabilmiştir.

Anadolu’da siyasî birliğin tamamlanması yolunda ilk sistemli hareketi II. Kılıç Arslan zamanında görmekteyiz. II. Kılıç Arslan’ın kuzeybatı Anadolu’da Danişmendlilere ve 1176 Miryekefalon zaferinden sonra da Bizans’a karşı giriştiği sistemli fetih hareketi4 , onun oğlu Ankara Meliki Mes’ud devrinde de devam etmişti. Nitekim de çağdaş kaynak N. Choniates’in, bu devre ait verdiği malumattan, söz konusu coğrafî bölgenin mühim bir kısmının fethinin, II. Kılıç Arslan’ın Sultanlığı, hattâ daha da önce Denişmendliler zamanına ait olduğunu çıkarmak mümkündür. Zaten Bizans müverrihi, II. Kılıç Arslan’ın memleketinin oğullarına taksimini anlatırken, Pontus şehirleri olarak saydığı Paflagonya’ya dahil Kastamonu ve Çankırı bölgesini oğlu Ankara Meliki Mes’ud’a verdiğini beyan etmektedir5.

Daha sonra Ankara Meliki Mes’ud, babası zamanında kardeşleri Bizans aleyhinde topraklarını genişletirken o da bu bölgede Bizanslılara karşı -kuzey, batıya- Sakarya vadisine kadar yaptığı fetihlerle hâkimiyet sahasını daha da genişletmiş ve Devrek’i Türk topraklarına katmağa muvaffak
olmuştu (1197) Devrek’in fethi ile alakalı N. Choniates’deki kayıtta: “Komşu Paflagonyalılar Türklerin akınlarına karşı koymağa cesaret edemedikleri için şehri müdafaaya da gelemediler. İmparator tarafından gönderilen yardımcı kuvvetlerde Babadağı’nda istirahat ettikleri bir sırada Türkmenler tarafından esir edildiler. Bunun üzerine Türk tazyikine daha fazla dayanamıyan şehir teslim oldu. İmparator da şehrin Türk hâkimiyetine girişini ve Ankara Meliki Mes’ud’un vergi hakkındaki isteklerini kabul etti” denilmektedir6.

Coğrafî mevkiler göz önünde tutulursa, Devrek’in fethi, Gerede’nin daha önce ele geçirildiğini gösterir. Bolu’nun da bu tarihlerde Bizanslıların elinde olması ihtimali pek azdır7. Nitekim Bizans kaynaklarında bu tarihlerden sonra ne Bolu’nun ne de Gerede’nin adı zikredilmemektedir. Devrek’in alınması ise Ankara Meliki Mes’ud devrinde bu bölgedeki Bizans hâkimiyetinin ne kadar dar bir sahaya inhisar ettiğini göstermektedir.

Bu asırda Türkmen akınları neticesi Selçuklu hâkimiyeti altına giren ve XIII. asrın ortalarından sonraya kadar muhafaza edilebilen toprakların hudutları8, Karadeniz’de Sinop’un batısında kâin bir noktadan Kastamonu, Devrek, Bolu, Eskişehir, Kütahya ve Denizli’yi içine alan bir yay şeklinde Akdeniz’de Fetiye körfezine kadar uzanıyordu9. Türkmenlerin kuzeye
ve güneye doğru adım adım ilerletmeleri ile meydana gelen bu hududun kuzey ucu, 1214 yılında I. İzzeddin Keykavus’un Sinop’u alması10 ile Karadenize ulaşmış ve bölgenin geri kalan kısımları da bundan sonra süratle Selçuk hâkimiyetine girerek Paflagonya’nın fethi tamamlanmıştır.

Çobanoğulları Beyliği ve Etnik Menşei

İşte, bu devreler için en mevsuk kaynağımız olan İbn Bibi’deki kayıtlardan anlaşıldığı üzere, Paflagonya bölgesinin fatihleri, başarılarına mükâfaten Selçuklu sultanları tarafından ikta11 olarak verilen Kastamonu ve yöresinin sahihleri, Bizanslılara karşı daimi mücadelede bulunan Türkmenlerin sevk idarecileri olan Çoban ailesidir12. Ailenin tesis ettiği Çobanoğulları emirliği bu bölgede Türk – Selçuk siyasî ve idarî ananelerini devam ettiren bir teşekküldür. Fakat emirliğin kuruluş safhaları hakkında tarihi kaynaklar açık bilgi vermektedir. Ancak İbn Bibi’nin13 “Hüsameddin Çoban Bey’in evlatları ve torunları zamanımıza kadar bu bölgede hükmederlerdi.
Bunlar babalarını öyle buldular ve onun izinde yürüdüler” kaydı emirliğin statüsü tâyin bakımından son derece ehemmiyeti haizdir.

Bununla beraber Çoban – oğulları emirliğinin varlığını XII. asrın sonlarına kadar geri götürebiliriz. Yazıcı – zâde Ali Selçuk-name’sinde bu ailenin, Oğuzların Kayı soyundan geldiğini söylemektedir14. Bu gün için Yazıcızâde’nin bu iddiasının doğruluğunu teyid edecek elde hiçbir kat’i delil mevcut değilse de Kastamonu – Ankara bölgesinde bulunan büyük bir Kayı zümresinin varlığı15 Yazıcızâde’nin bu iddiasını kuvvetlendirmektedir. Bu sebeple de Hüsameddin Çoban ailesinin bu bölgede bulunan Kayı topluluğuna mensup bulunduğu ve bu Kayı topluluğunun da Selçuklu devrinde Kastamonu – Ankara arasına yerleştirilen 30 000 çadırlık Türkmen grubuna1 6 dahil olduklarını söyleyebiliriz. Buna nazaran da Kayı toponomisinin Ankara’dan kuzeye doğru dağınık bir halde bulunmasını 17, Çobanoğullarının bu bölgedeki siyasî faaliyetlerinin neticesi olarak kabul etmek mümkündür. İbn Bibi’nin Çoban ailesini bu bölgenin fatihleri olarak gösteren kaydı18 da böyle bir faraziyeyi, desteklemektedir.

Hüsameddin Çoban Bey

Bu aileden bildiğimiz ilki Melikül’-lÜmera (Beylerbeyi)19 ünvaniyle alınan Emir Hüsameddin Çoban Bey’dir20. Bazı Türk Tarihi araştırıcılarına göre21 Melikü’l-Ümera Hüsameddin Çoban Bey Anadolu fatihi ve ilk sultanı olan Süleyman Şah b. Kutulmuş’un büyük ümerasından olan Emir Karatekin soyundan inmiş kabul edilmektedir. Aynı Emir hakkında İbn Bibi’de önemli bir pasaj vardır. Dikkate değer bu kayıtta, “o zamanki devletin ileri gelenlerinden ümeranın büyüklerinden, saltanatın ünlülerinden olan Emir Hüsameddin Çoban, doğruluğu, kahramanlığı, cömertliği, adaleti ve kendisine tabi olanların çokluğu itibariyle bütün ümera arasında en seçkin olanıydı. Diğer uc emirleri her yıl kendisini ziyarete gelirlerdi. Devamlı gaza ile meşgul olarak sayısız ganimetler elde ederdi. Şairlere, füzelâ ve tasavvufçulara son derece ikram ve hürmet gösterirdi”22 demektedir.

Yine İbn Bibi’deki kayıtlardan ilk defa olarak H. 608/1211-12  M. yılında Kastamonu emiri olarak gördüğümüz Melikü’l-Ümera Hüsameddin Çoban Bey’in bu yerdeki emirliğinin başlangıcının II. Kılıç Arslan zamanına götürebiliriz. Hüsameddin Çoban Bey’in Ankara Meliki Mes’ud devrinde de Paflagonya fetihlerini idare ettiğini kuvvetle tahmin edebiliriz. I. Alâadin Keykubad, ağabeyisi Selçuk sultan I. İzzeddin Keykavus’un hükümdarlığına muhalefet ederek ona karşı isyan edip Ankara kalesine kapanmıştı. İzzeddin kardeşini uzun bir zaman burada muhasara etmişti.

Neticede Alâaddin Keykubad’ın hayatına ve şehri halkına dokunmamak şartıyla yapılan barış sırasında (1212) Hüsameddin Çoban Bey’de hazır bulunmuştur23.Bu meselenin hallinden sonra I. İzzeddin’in Sultanlığı sırasında24 Kastamonu emiri olan Melikü’l-Ümera Hüsameddin Çoban Bey’in yine Bizans’a karşı akınları idare ederek gazalar yaptığı sayısız kazançlar elde ettiği nakledilmektedir25. Bilahare I. Alâaddin Keykubad’ın H.816/1219-20 M. yılında Selçuklu tahtına cülusunda Hüsameddin Çoban Bey, Kastamonu’dan sayısız kıymetli hediyelerle payitaht Konya’ya gelerek ona bağlılığını arz etmiş ve uhdesindeki Kastamonu emirliği menşurunu26 yeniletmiştir.27.

Hüsameddin Çoban Bey’in, I. Alâaddin Keykubad’ın Sultanlığı sırasında da büyük siyasî faaliyetleri görülmektedir. 1223’te Moğoların Kıpçak ülkelerine ve Kırım’a akınları, buradaki ticaret yollarının emniyetini sarsmış, eşkiya ve korsan faaliyetlerini artırmış bulunuyordu. İşte I. Alâaddin Keykubad bir taraftan bu kuzey ticaret yolunu emniyet altına almak, diğer taraftan da Moğolların çekilmesinden sonra sahipsiz kalan Suğdak gibi önemli bir ticaret merkezini ele geçirmek maksadı ile yapılacak sefere Kastamonu emiri Melikü’l-Ümera Hüsameddin Çoban’ı memur etmişti28. Bu deniz aşırı sefer Selçuklu devletinin satvetini ve fetihten henüz on yıl geçmeden Sinop’ta kurduğu deniz kuvvetlerinin ehemmiyetini göstermek bakımından dikkate şayandır. Bu hususta tek kaynak İbn Bibi’ye göre29 Hüsameddin Çoban Bey’in bilinen siyasi faaliyetlerinin en mühim olan bu sefer neticesinde onun kumandasındaki ordu yalnız Suğdak şehrini fethetmekle kalmamış, ülke içerlerine kadar nüfuz ederek birtakım Kıpçak ve Rus Beylerini de inkiyada almıştır. Aynı kaynağa göre Suğdak’ta cami inşa edip kadı, hatip ve müzezinler tayın eyledikten ve bir miktar asker bıraktıktan sonra gemilere binerek pek çok ganimet ile Sinop ve Kastamonu taraflarına dönmüştü, Suğdak’daki ileri gelenlerin çocuklarını da rehin olarak Sultana getirmişti (1224). Melikü’l-Ümera Hüsameddin Çoban Bey’in yaptığı bu sefer hakkında bizi pek tatmin edici neticelere varamayan A. Yakobuvsky’nin30, ayrı ayrı asırlarda mükerreren mescid ve kilise haline getirilmiş olan bir mabedin Selçuklu mimarisi üslûbunda yapılmış olduğunu mütehassıslara istinaden söylemesi31, ayrıca üzerinde dikkatle durulması gereken bir hadisedir.

Emirü’l-Ümera Hüsameddin Çoban Bey’in I., Alâaddin Keykubad devrindeki faaliyetleri ile ilgili olarak Yazıcı-zâde’nin eserindeki mevcut kayıtta önemlidir. Onun Selçuk-nâme tercümesine kendisi tarafından yapılan ilavelerinde şu satırlar bulunmaktadır: “Sultan Alâaddin Sultan–öyüğüne geldi. Kâfirler kendisine düşmanca taarruzda bulunduklarından Uc’a gitti. Derken ona tatarların geldiğine dair bir haber geldi. O da geri döndü ve Uc’un idaresini Hüsameddin Bey’in oğullarına ve Kayı beylerinden Ertuğrul, Gündüzalp ve Gökalp’a havale etti”32.

Bu pasaj da -adı geçen Sultan Alâaddin I. Alâadin Keykubad olmalıdır -doğduğundan tatarlar geldiği zaman Alâaddin Keykubad’ın Sultanöyüğü’nü üs edinerek Bizans’a karşı yaptığı muharebeyi durdurup geri döndüğü ve bu tarafların idaresini Hüsameddin Bey’in oğullarına ve diğer Kayı beylerine teslim etmiş olduğu anlatılmak isteniyor. Bu Hüsameddin Bey muhakkak ki Kastamonu Bey’i olan Hüsameddin Çoban Bey’dir ve Ertuğrul Bey’de kardeşleri ile birlikte ona tabi olmuştur. Ayrıca yegane nushası Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Ktp. Nr. 1612 de bulunan Ebû’1-Hayr-ı Rûmî’nin Saltuk-nâme’sinde Hüsameddin Çoban Bey ve ailesi ile alakalı kayıtlara tesadüf edilmektedir. Şimdiye kadar dikkati çekmemiş olan bu mevcut malumatta onun Kastamonu bölgesindeki faaliyetleri Kefe canibinde gezilerle birlikte yaptığı cenkler anlatılmaktadır33.

Ancak Suğdak’a yapılan deniz seferinden sonra devrin kaynaklarında Hüsameddin Çoban Bey’in adına rastlanamamaktadır. Ölüm tarihi kat’i olarak tespit edilemediği gibi mezarının bulunduğu yer hakkında bir şey bilinmemektedir.

Alp Yürek

Hüsameddin Çoban Bey’den sonra Kastamonu emirliğine oğlu Alp Yürek’in geçmiş olduğu mevcut kaynaklardaki bilgilere göre kuvvetle ileri sürülebilir. Bu emirin adı Taşköprü’deki H.729/1328-29  M. tarihli Muzaffereddin medresesi kitabesinde34, İbn Bibi’de35 ve Hoylu Hasan b. Abdülmümin tarafından Muzaffereddin Yavlak Arslan (Alp Yürek’in

sinde mühim rol oynamıştı. Çağdaş kaynak İbn Bibi Ahmet Teküdar Han’ın II. Mes’ud’a Diyarbakır, Harput, Malatya ve Sivas taraflarını verdiğini söyler52. Bu olay, aynı zamanda Muzaffereddin Yavlak Arslan’ın İlhanlılarla olan ilişkileri, yönünden de dikkate değer. Nitekim İbn Bibi’de Kastamonu Sipehdarının İlhanlılar yanında geniş bir itibarı olduğuna işaret etmektedir53.

Daha sonra Muzaffereddin Yavlak Arslan, Selçuklu Sultanlığına atanan II. Mes’ud’la birlikte Anadolu’ya dönerek, Kastamonu’ya gelmişdi.

Mes’ud’a taraftar bulunan Uc emiri, bu hadiseyi müteakip onun muhalifleri
tarafından öldürülmüşdür. Bu olay muasır Selçuklu kaynağı Aksarayı’de geniş bir şekilde anlatılmaktadır. İlhanlı tahtında vukua gelen değişiklik, yani Keyhatu’nun Han intihabından sonra Moğollar arasında başlayan taht kavgaları sırasında Anadolu anarşi içinde kalmışdı.

Uclardaki Türkmenler başkaldırmışlardı. Bu durumdan istifade etmek isteyen II. İzzeddin Keykavus’un oğullarından Rükneddin Kılıç Arslan’da54 kardeşi II. Mes’ud’a karşı ayaklanmışdı. Keyhatu’nun bu teşebbüsü akim bırakmak üzere (1291) Konya’ya gelmesinden sonrada Kastamonu Uc’una gitmiş ve etrafına oradaki göçebe Uc Türkmenlerini toplayarak kardeşine ve Moğollara karşı şiddetli bir mücadeleye girişmişti. İşte Aksarayı bu sırada vukua gelen çarpışmaların birinde Muzaffereddin Yavlak Arslan’ın öldüğünü ve emirliğinin son bulduğunu bildirmektedir55. Muasır kaynak Pachymeres56 bu hususta karışık fakat Aksarayı’yi destekleyen ve tamamlıyan bilgi vermektedir. O bu ayaklanmaya sebep olan kimseyi (Melec Masur) diye adlandırmakta ve onun tarafından öldürülen Paflagonya emirini (Amurius) diye haber vermektedir.

Burada Pachymeres Melik Kılıç Arslan yerine Melik Masur yani Mes’ud’u koymakla yanılmıştır. Çünkü bu hâdiseyi çok yakından izleyen, Aksarayı’nin şahadetine göre, Sultan Mes’ud önce yenilmiş, fakat sonra yanındaki Moğollar sayesinde galebe çalışmıştır. Buna göre ayaklanan kimse (Melik Masur) Melik Kılıç Arslan, öldürülen (Amurius = Emir, Bey)le57 de eskiden beri Mes’ud’a taraftar bulunan Muzaffereddin Yavlak Arslan kasdedilmiş olmalıdır.

Nitekim, Nic. Gregoras58  beyliklere  ait verdiği listesinde “Sakarya nehrinden Paflagonya’ya kadar olan coğrafî bölgenin” Amurius oğullarının hâkimiyetinde olduğu görülmektedir. Buranın Kastamonu emirine tâbi bölge olduğuna şüphe yoktur. Bu da gösteriyor ki Pachymeres’deki Paflagonya (Amurius = Emîr)ini Çoban Bey’in torunu Muzaffereddin Yavlak Arslan ve Kılıç Arslan’ı öldüren Nasreddin’ide onun oğlu Mahmud Bey olarak kabul etmek en mantıki yol olmalıdır.

Muzaffereddin Yavlak (korkunç, şiddetli manasına gelir)59 Arslan’ın Kastamonu Emiri bulunduğu zamanki siyasî faaliyetleri ve hayatı hakkında bilinenler bunlardan ibarettir. Elimizdeki bilgiler onun bu havalide ilim ve imar işleri60 ile çok yakından alakalandığını göstermektedir. Adına telif edilmiş Fustatu’l-adale isimli eserde mevcut kaside de ilim, şecaat ve adaletin ona miras yolu ile intikal ettiği yazılmaktadır. Nihayet adına telif edilmiş eserlerin çokluğuna bunu doğrulamaktadır.

Mahmud Bey

Muzaffereddin Yavlak Arslan’ın ölümünden sonra yerine oğlu ve bu hanedanın son emiri olan Mahmud Bey geçmiştir61. Bizans kaynağı Pachymeres’de6 2 bu emirin adı (Nasreddin) diye geçmektedir. İhtimal
bu Mahmud Bey’in ünvanı olmalıdır. Ayrıca Anonim Selçuk-nâme’nin63 (Yavlak Arslan oğlu Hoca Nasreddin) kaydı da adı geçen Bizans kaynağı ile mütabakat arzetmektedir.

Daha babasının sağlığında adına Hoylu Hasan b. Abdülmümin tarafından telif edilmiş Kavâ’idü’l – risâil adlı inşâ kitabinin mukaddimesinde, emaret namzedi bulunan Mahmud Bey’den, “Envai edep, serverlik, emaret eser ve alâmetleri onun nasiyesinde parıldamış” diye bahsedilmektedir64.

Emirliği esnasında hayatı ve faaliyetleri hakkında devrin kaynaklarında az da olsa bazı bilgilere rastlanmaktadır. Anonim Selçuk – nâme de H. 689 senesi vukuatı sırasında “Yavlak Arslan oğlu Hoca Nasreddin adında bir şahıstan bahisle, onun ilk defa Sultan II. Giyaseddin Mes’ud’a gelerek elini öptüğünü, iyi görünüşlü bir insan olduğunu” bize bildirmektedir65.

Selçuk kaynağında adı geçen bu şahıs büyük bir ihtimalle Pachymeres’deki Nasreddin ile aynı kimse olmalıdır. Ancak Anonim Selçuk-nâme’nin bu şahıs hakkında verdiği diğer malumatı şimdilik şüphe ile karşılamak gerektiği kanaatindeyiz. Çünki, burada, aynı adı taşıyan başka şahsa ait hadiseler, Yavlak-Arslan’ın oğlu Nasreddin’e mal edilmiş gibi görünmektedir. Fakat onun faaliyetleri ve Uc daki durumu ile alakalı, en doğru bilgileri bize, Pachymeres vermektedir. Bu kaynaktan anlaşılıyor ki, babası Muzaffereddin Yavlak Arslan’ın öldürülmesinden sonra, o, Kılıç Arslan’a başarı ile karşı koymuş ve onu öldürmüştür. Yine aynı kaynaktaki mevcut malumatta, 1291 hadiselerinden sonra Selçuklu-Moğol tâbiiyetinden çıkmış görünen Mahmud Bey’in emirliği sırasında Bizans topraklarına yapılan akınların idaresini, kardeşi Ali’ye bırakmış olduğu görülmektedir. Ali bu bölgede Bizans’a karşı giriştiği taarruzlar neticesinde, Sakarya nehrinin öbür tarafına kadar olan toprakları feth etmeğe muvaffak olmuştu. Daha sonra Bizans’ın sulh tekliflerini kabul etmiş olacak ki akınlarını durdurarak dostça münasebetlere girişmişti. Pachymeres bu tarihlerde (1291 den sonra) henüz Osman Bey’in Kastamonu emirine tâbi olduğunu açıkça bildirmekte ve onun Uc da liderliği ele alarak, Bizans topraklarına karşı gaza faaliyetine başlamasının da Çobanoğullarının akın faaliyetlerini durdurduktan sonra mümkün olabildiğini kesinlikle ifade etmektedir.

Mahmud Bey’in kısa sürdüğü anlaşılan emirliğinin sonu hakkında Yazıcı-zade66 aşağıdaki ilginç malumatı vermektedir: “Bu tarihte Candaroğlu Kastamonu’nun üçyüz altmış altı sipahiden birisi idi, gördü ki Rum Selçukilerden hali oldu ve uclarda her tarafta Beğler başlı başına beğ olub yılda Tatara bir sehl nesne gönderirler ve yerli yerine hüküm ederler ol dahi Eflugan tarafından ki timarı anda idi Türkler devşirüb çeri edinüb Kastamonu’ya çıktı ve bir gice alelgafle Kastamonu subaşısını Yavlak Arslan oğlu Mahmud Bey’in sarayın ortaya alub Mahmud Bey’i tuttu fil’hal mecal vermeyüb depeledi Kastamonu’yu ve Burglu kalesini ki ol zamanda Zalifre derlerdi aldı”.

İşte Mahmud Bey’in emirliği esnasında hayatı ve faaliyetleri hakkında bilinenler bunlardan ibarettir. O da babasının Kastamonu’da kurduğu ilim an’anesini devam ettirmiştir.

Çoban – Oğulları adına telif edilmiş eserler

XII. yüzyılın son yarısındaki devrede Anadolu da daha emin bir hayat, huzur ve sukûn devrinin başlamış olması, fikrî faaliyete ve içtimaî müesseselerin gelişmesine yol açmıştı. Sultan ikinci Kılıç Arslan (1156-1192) dan itibaren gelen hükümdarlar, vezir ve beyler Anadolu’yu kül-tür ve sosyal yönlerinden yükseltmek için biribirleri ile rekabet derecesine faaliyet göstererek, ilim ve ilim adamlarını himaye ile medrese ve kütüphaneler kurarak Anadolu şehirlerini birer kültür ocağı haline getirmişlerdir. Böylece Anadolu Selçukluları dervinde başlayan bu fikrî faaliyet, Beylikler  devrinde de devam etmişti67.

İşte Çoban – oğulları Beyliğinin başkenti olan Selçuklu devri Anadolu’sunun kültür ocaklarından biri haline gelmiş bulunan Kastamonu’da, Hüsameddin Çoban ve Oğullarının ilmî ve edebî faaliyetlere hayranlıkları sayesinde ehemmiyetini devam ettirmek imkanını bulabilmişti. Kastamonu Emiri Hüsameddin Çoban gerekse oğullarının medeni ve ilmî faaliyetlere yakın alakaları memleketlerine gelen değerli şahsiyetlere göstedikleri hüsnü kabul, Orta Asya, İran ve Irak taraflarından âlim, mütefekkir ve sanatkârların memleketlerine gelmelerine sebep olmuş ve bunlar adlarına sayısız eserler telif etmişlerdir. Bu arada büyük âlim Kütbeddin Şirazi Kastamonu’ya gelerek Hüsameddin Çoban’ın torunu Muzaffereddin Yavlak Arslan adına onun emri ile Ihtiyarat-i Muzafferi adlı heyete dair bir eser yazmıştır68.

Yine H. 683/1284-85 M. de Muzaffereddin Yavlak Arslan namına telif edilmiş Fustatu’l-adale fi kavaidi’s-saltana adlı bir Farsça eser vardır.

Kâtib Çelebi, Muhammed b. Mahmud el-Hatib adında bir müellifin H. 683/1284-85  M. yılında Aksaray’da “Emir Mes’ud b. Keykavus b. Keykubad” (hiç şüphesiz II. Giyasüd’din Mes’ud) nâmına, “Fustatu’ladale fi kavaidi’s-saltana” ünvanını taşıyan farsça bir eser yazdığını, eser’- altı bâbtan ibaret olduğunu bildirmektedir69.  M . Fuad Köprülü, Paris’te Bibi. Nationale, Suppl. turc 1120’de kayıdlı bir mecmuada (vrk. 1-73) bulunan ve H. 690’da Muzafferu’ddin Mes’ud b. Alp – Yürek’e ithaf edilen Kitâb-ı Tahallus adlı farsça eserin eser hakkında E. Blochet’nin verdiği izahattan70 faydalanarak Fustatu’l-adale ile büyük bir benzerlik gösterdiğini ileri sürmüş, hatta her ikisininde ayniyeti üzerinde durmuştur71.

Nihayet, bahsi geçen mecmuayı tetkik etmek fırsatını bulan O. Turan, Kitâb-ı Tahallus ile mecmuada bunu ta’kib eden siyasetname mahiyetindeki risalenin (vrk. 72a-118a) Fustatu’l-adale fi kavaîdi’s-saltana’nın noksan bir nushasını teşkil ettiğini kat’i bir şekilde ortaya koymuş, eserin – Kâtib Çelebi’nin bildirdiği vechile- H. 683/1284-85  M . yılında, fakat Muzafferu’ddin Mes’ud (Yavlak Arslan) b. Alp – Yürek adına yazıldığını tesbit etmiştir72.

Hoylu Hasan b. Abdülmümin de yine Muzaffereddin Yavlak Arslan adına Nüzhetü’l-küttâb adlı inşâ eserini telif etmiştir. Kıymetli eserin bir nushası Fatih Ktp. 5406 numarada kayıtlı dır. (33a) da başlıyan eserin mukaddimesinde müellif eserini Uc diyarının sipehdarı Muzaffereddin
Yavlak Arslan bin şehid Hüsameddin Alp Yürek adına yazdığını ve İslâm bayraklarının onun sayesinde yükseldiğini ifade etmektedir. Eser, Yavlak Arslan adına yazılmış bir kaside ile sona ermektedir. Kitabın sonunda bulunan bir kayda göre, eser, H. 684 yılı Muharrem ayı (9.III-7.IV 1285) içinde yazılmış ve istinsahı H. 709 da yapılmıştır73.

Aynı müellif Yavlak Arslan’ın oğlu Emir Mahmud adına da Kava’idü’lrisâil adlı küçük nümünelik bir inşâ kitabı yazmıştır. Bir nushası Süleymaniye, Esad Efendi kitapları 3369 numara da kayıtlıdır. Müellif mukaddimesinde, bunu Yavlak Arslan’ın oğlu Emir Mahmud’a ithaf ettiğini söylerken
dostlarının kendisine Nüzhetü’l-küttâb adlı eserinden farklı olarak, zamanın kâtipleri için kısa ve kolay anlaşılır bir inşâ kitabı hazırlamasını arzu ettiklerim ve bu eserinde bu sebep ve gaye ile meydana geldiğini ilave eder. Bu eser Muzaffereddin Yavlak Arslan’ın oğlu Mahmud’a ithaf edilmekle beraber, eserin tetkikinden anlaşılacağı üzere, babası nın henüz hayatta olduğu ve Emir Mahmud’un şehzade bulunduğu bir zaman da yazılmıştır ki bu, eserin babasının ölüm tarihi olan H.691 den önce telif edildiğini meydana kor74.

Hasan b. Abdülmü’min’e ait adı geçen inşâ eserlerinden başka bir üçüncüsü de Rusûmu’r-risâil adını taşımaktadır. Üsküdar Nûrbânû Ktplığı 122 numarada kayıtlı olan bu eserin mukaddimesinde müellif daha evvel inşâ’ya dair meydana getirdiği bir mecmuanın çok ağdalı olduğunu, dostlarının yeni başlayanlar için daha kolay anlaşılır bir muhtasarın hazırlanmasını istediklerini ve bu sebeple Rusûm ur-risâil adiyle bu müşeâtı hazırladığını söyler ki, Kavâ’idü’l-risail’in de aynı gaye ile meydana geldiğini ifade etmişti. Müellif eserinin mukaddimesinde bu eserini kimin adına telif ettiğini söylememişse de, Muzaffereddin Yavlak Arslan veya oğlu Mahmud Bey’e ithaf etmiş olması kuvvetle muhtemeldir75.

Dipnotlar

1 Bk. Mükrimin Halil Yınanç, Türkiye Tarihi Selçukluları Devri. İstanbul 1944, s. 85 vd.
2 Paflagonya’nın toponopmisi için bk. W. M . Ramsay, Anadolu’nun tarihi coğrafyası. Türkçe trc. : Mihri Pektaş, İst. 1961, s. 351 v.d.
3 Türkiye4 Bu hususta geniş bilgi için bk. M . Halil Yınanç, Danişmendliler madd. İslam Ansikopedisi Cüz 26, s. 468 v.d.; Osman Turan, II. Kılıç Arslan madd. İslam Ansiklopedisi Cüz 63, s.688v.d.
5 Bk. Niketas Choniates, Fr. trc. : Cousin, Histoire du Constantinople. V,s. 530.
6 Aynı eser, s. 531 v.d.
7 Krş. P. Wittek, Von der byzantinischen zur türkischen Toponymie. Byzantion X ( 1935 ) s. 46, 48-9. Klâsik hale gelmiş, bu tetkikte, II. Kılıç Arslan’ın memleketini oğullarına taksimi ve sonraki olaylar etraflı bir şekilde anlatılmaktadır. Tarihi Selçukluları devri, s. 126-27.
8 Hudutlardaki etnik durum, yaşayış ve faaliyetler için Bk. Fuak Köprülü, Osman İmparatorluğunun kuruluşu. Ankara 1961, s. 82-88 ; P. Wittek : Menteşe Beyliği. 13-15 asırda Garbi küçük Asya Tarihine ait bir tetkik. Türkçeye çeviren O.Ş. Gökyay. Ankara 1944, s. 5 v.d.
10 İbn Bibi, El- -Evamirü’l-Ala’iyye. Necati Lugal – Adnan Sadık Erzi nşr. I, Ankara 1957, s. 208 v.d.
11 Bunun hakkında bk. Fuat Köprülü, Türk İslam feodalizmi. Belleten 28 (1943) s. 219 v.d. ; Osman Turan, İkta madd. İslam Ansiklopedisi Cüz 50, s. 949 v.d. ; aynı müell., Türkiye Selçuklularında Toprak hukuku. Belleten 47 (1948) s. 549 v.d.
12 Bk. Histoir des Seldjoucides d’Asie Mineure d’apres l’abrege du Sldjouknameh d’Ibn-Bibi. Texte persan publ. par  M .Th. Houtsma, Leide 1902,s. 336. (Aşağıda “Muhtasar Selçukname” şeklinde kısaltılmıştır.)
13 İbn Bibi, El – Evamirü’l-Ala’iyye. Adnan Sadık Erzi nşr. Ankara 1956, s. 305. Aşağıda “Tıpkı basım ” şeklinde kısaltılmıştır.
14 Yazıcı – zade Al-i, Tarih-i Âl-i Selçuk.  M .Th. Houtsma nşr. Leiden 1902, s. 320.
15 Krş. Fuat Köprülü, Osmanlıların Etnik menşe’i. Belleten 28 ( 1943 ) s. 219 v.d. ve buna ilave edilmiş Kayı toponomisi haritası. Ayrıca bk. Faruk Sümer, Osmanlı devrinde Anadolu’da
Kayılar. Belleten 47 ( 1948 ) s. 590.

65 Anonim Selçuk – nâme, s. 54.
66 Topkapı Sarayı Revan Köşkü Kitaplığı, Nr. 1390, Vrk. 280 b.
67 Kültür tarihi ile ilgili derli toplu bilgi için bk. Faruk Sümer, Türkiye kültür tarihine umumî bir bakış. Ankara Üniv. DTCF. Dergisi XX ( 1963 ) s. 255-261.
68 Eser, müellif hakkında bk. V. Rosen, Manuscrist Persans de ITnstitut des Langues Orientales st. Petersbourg 1886, s. 302 ; Zeki Velidi Togan, Argun Han’ın kullandığı garp denizine dair. Türk Yurdu XXVI ( 1942 ) s. 45 v.d. ayrıca bk. A.Mieli, La Science arabe. Leiden 1939,
s. 151 ; Fuad Köprülü, XIII. asırda Marâga rasadhanesi hakkında bazı notlar. Belleten VI/23-24 (1942) s. 221 ; Ahmet Ateş, Hicrî VI-VIII (XII-XIV) asırlarda Anadoluda farsça eserler. Türkiyat Mecmuası 7-8/2 ( 1945) s. 117-118.
69 Keşfu’z-zunûn. Kilisli Rifat- Ş. Yaltkaya nşr. I. İst. Krş. İ.H.Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri . İst. 1937, s. 78-131 ;  M .F. Köprülü, Anadolu Selçukluları Tarihinin yerli kaynakları, s.443-4 (fakat her iki müellifde eserin adını Kıstasu’l-adale şeklinde yazarlar).
70 Catalogue des manuscrits tursc de la Bibliotheque nationale II ( Paris 1933 ) s.169-170 ; ayrıca bk.E.Blochet, Catalogue de la collection de manuscrits oriantaux arabes, persans et turcs formee par M.Charles Schefer ( Paris 1900 ) s. 183-184.
71 M. Fuad Köprülü, Anadolu Selçukluları yerli kaynakları, s. 443-444.
72 Osman Turan, Selçuklu Türkiyesi din tarihine dair bir kaynak: Fustatu’l-adale fi kavaîdi’s- saltana. Fuad Köprülü Armağanı (İst 1953) s.532-564. Bu yazıda, eserin Anadolu din tarihi bakımından ehemmiyetli olan kısımları incelenmiş ve neşredilmiştir.
73 Şimdilik bk. Osman Turan, Türkiye Selçukları, s. 172.
74 Krş. aynı eser, s. 173.
75 ” ” ” , s. 175 v.d.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Kastamonu Yöresi Geleneksel Maşrapa Konuşturma ve Keloğlanın Evlenmesi Oyunu

Maşrapa Konuşturma Oyunu: Köy dışından yabancı misafir geldiğinde kadınlar arasında oynanan bir oyundur. Oyunbaşı, öncelikle …

2 Yorumlar

  1. avatar

    Kastamonu halkı Türkmen mi yörükmü

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Müsbet hareketin tenevvüü / Prof. Dr. Himmet UÇ

Hz peygamber Hz Ali’ye “Ben Kur’an’ın tenzili için harbettim sen de tevili için harbedeceksin” demiş. …

Kapat