Ana Sayfa / KASTAMONU / İz Bırakanlarımız / Cübbeli Ahmet Ünlü Hocaefendi’nin Kastamonu Ziyâreti ve İzlenimleri – 2 (Atabey Gâzi)

Cübbeli Ahmet Ünlü Hocaefendi’nin Kastamonu Ziyâreti ve İzlenimleri – 2 (Atabey Gâzi)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

ATABEY GÂZÎ CÂMİ-İ ŞERÎFİ ZIYÂRETLERİ

Kastamonu halkının atalarından
naklettikleri. “Kastamonu’nun sınırları Üsküdar’a kadar uzanırmış” şeklindeki rivayetin doğruluğu meydana çıkmakla beraber eksik olduğu görülüyor. Zira sınırın ucu Fethiye’ye kadar uzanmaktadır.

ATABEY GAZİ (KIRK DİREKLİ) CAMİİ

Mülkiyeti Atabey Gazi Vakfına ait olan Cami’nin kitâbesinden öğrenildiğine göre, Çobanoğulları beylerinden Atabey Muzafferüddin Yavlak Aslan 1273 yılında yaptırmıştır. Kastamonu’nun en eski camisi olan bu yapı 1800 ve 1871 yıllarında onarılmıştır. 

Cami kesme ve moloz taştan yapılmış, ibadet mekânını kırk ahşap direğin taşıdığı bir tahta tavan ile örtülmüştür. Bundan ötürü de halk arasında Kırk Direkli Cami olarak tanınmıştır. Giriş kapısı taştan yapılmıştır.

Rivayete göre Selçuklu devletinde üst düzey komutanlardan birisi olan ve 200 bin çadırlık aşireti ile önemli bir güce sahip bulunan Hüsamettin Çoban Bey Kastamonu’yu fethettiğinde, kalenin hemen eteklerinde bir cami yaptırmış ve ilk Cuma namazını burada kıldırmıştır. 

Cuma hutbesine çıkarken de, fethin simgesi olarak minbere kılıç kuşanarak çıkmıştır. Daha sonradan torunu Muzafereddin Yavlak Arslan tarafından ilk yapılan cami yıkılarak yerine bugünkü Atabey Camii inşa edilmiştir. Ancak
fethin ardından kılınan ilk Cuma namazında minbere kılıçla çıkan Hüsamettin Çoban Bey’in başlattığı gelenek sonradan da devam ettirilmiştir. Günümüzde de Atabey cami’inde imam hâlâ Cuma hutbesi için minbere çıkarken kılıç kuşanma geleneğini devam ettirmektedir.

Caminin güney duvarının hemen doğusunda da Atabey Gazi Hazretlerinin türbesi bulunmaktadır. Türbede bu zatın dışında kimin yattığı kesin olarak bilinmemekle beraber, Muzaffereddin Yavlak Arslan’ın mefdun olduğu kesin olarak bilinmektedir. Cami ve türbe son olarak 2009 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edildi.

ATABEY GAZİ KİMDİR? 

Kastamonu ve havalisinin İslâm topraklarına katılabilmesi amacıyla bir asırdan fazla mücadele verildiği malumdur.

Atabey Gazi Türbesi

Bu süre zarfında kısa da olsa bölgeye hâkim olan komutanlar vardır. Ancak Hristiyan Bizans’ın bu toprakları Müslüman-Türklere ebediyyen terketmesi, Çobanoğulları Beyliği’nin kurucusu olan Hüsameddin Çoban Bey tarafindan sağlanmıştır. 

Türbede medfun olan Atabey’in adı belli olmamakla beraber tarihî kaynaklar Kastamonu fatihi olarak Hüsameddin Çoban Bey’i göstermektedir. Son yıllara kadar kale kilidinin sandukasının başında asılı durması ve türbe duvarındaki levhada yazılı bulunan:

“Eâzım-ı Ricâl-i Selçukiyye’den Fatih-i belde Atabey Gazi Hazretlerinin türbe-i Şerifesidir” ibaresinden bu Atabeyin Hüsameddin Çoban Bey olduğu anlaşılmaktadır. 

Hüsameddin Çoban Bey’in Anadolu Selçuklu Devletinin ilk hükümdarı Kutalmış oğlu Süleyman Şah’ın seçkin emirlerinden Kara Tekin’in soyundan geldiği kabul edilmektedir. (Kara Tekin, 1074 M. yılında Sinop ve Kastamonu havalisini fetheden Danişmentliler Devleti emirdir ve Çankırı’da medfundur).

Çağdaş kaynaklarda bildirildiğine göre Hüsameddin Çoban Bey, Anadolu Selçuklu Devleti’nin önde gelen komutanlarından biridir. Melikü’l ümerâ unvanına bakılırsa sıradan bir bey olmayıp Bizans sınırlarındaki “Uç” tabir edilen bölgenin Beylerbeyidir. Binaenaleyh, sınırları Sinop’un batısında kâin bir noktadan Kastamonu, Devrek, Bolu, Eskişehir, Kütahya ve Denizli’yi içine alan bir yay şeklinde Akdeniz’de Fethiye Körfezine kadar uzanan bölgenin tamamı Hüsameddin Çoban Bey’in liderliğindeki Kayı Boyunun yönetiminde bulunuyordu. Aralarında Ertuğrul Gazi’nin de bulunduğu bütün Kayı beyleri bu beylerbeyi’ne tâbi idi.

Muzafereddin Yavlak Arslan döneminde
Hoylu Hasan Bin Abdü’lmü’min tarafından
yazılan bir eserin mukaddimesinde yer alan, “Melikü’I ümerâ ve sipah-bûd-ı diyar-ı uç” unvanlarından, Beylerbeyi sıfatının Çobanoğulları Beyliği’nin yıkılmasına kadar Kastamonu beylerinin uhdesinde kaldığı görülmektedir.

Bu durumda Ertuğrul ve Osman Beyler Söğüt civarında bir oymağın beyleri sıfatıyla yaşadıkları devirde kuzey-batı Anadolu sınırlarının muhafazası ile görevli bulunan Çobanoğulları Beyliği’ne tabi bulunuyorlardı.
Böylece, Kastamonu halkının atalarından
naklettikleri. “Kastamonu’nun sınırları Üsküdar’a kadar uzanırmış” şeklindeki rivayetin doğruluğu meydana çıkmakla beraber eksik olduğu görülüyor. Zira sınırın ucu Fethiye’ye kadar uzanmaktadır.

Hüsameddin Çoban Bey ve oğulları Bizans’ı Paflagonya Bölgesinden atarak sürekli mücadelelerle zayıflatmış ve küçük bir bölgeye sıkıştırarak nöbeti Osmanlı’lara devretmiştir. Osman Bey’in Söğüt Yaylası’nda temellerini attığı muhteşem imparatorluğun mayasında Kastamonu’nun payı küçümsenemeyecek ölçülerdedir. Bugün gururla yâd ettiğimiz Osmanlı Devlet geleneklerinin tecrübelerle olgunlaştırır yer olarak Kastamonu, Türk-Islâm tarihinde müstesna bir mevkie sahiptir.

İbn-i Bîbî Vekâyinâmesinde Hüsameddin Çoban Bey’den şöyle bahsedilmektedir:

“O zamanki devletin ileri gelenlerinden,
ümerânın büyüklerinden, saltanatın ünlülerinden olan Emir Hüsameddin Çoban, doğruluğu, kahramanlığı, cömertliği, adaleti ve kendisine tâbi olanların çokluğu itibarıyla bütün ümerâ arasında en seçkin olanıydı.

Diğer uç emirleri her yıl kendisini ziyarete
gelirlerdi. Devamlı gazá ve cihad ile meşgul olarak sayısız ganimetler elde ederdi. Şairlere, fudalâ ve tasavvuf ehline son derece ikram ve hürmet gösterirdi.”

Yine aynı belgeye göre 608/1211-12 yıllarında Kastamonu Beyi olarak görülen Hüsameddin Çoban Bey’in buradaki beyliğinin başlangıcının II. Kılıç Arslan zamanına kadar geri götürülebilmesi mümkündür. Selçuklu sarayındaki taht mücadelelerinin hemen hemen tamamında nüfuzlu kişiliği sayesinde hakem sıfatı ile kendisinin bulunduğu ve her defasında da nüfuzu artarak bölgesine döndüğü görülmektedir.

Hayatındaki bir başka başarısı da Kırım’ın
fethidir. I. Alaeddin Keykubat adına Kırım’a,
Sinop yoluyla başarılı bir çıkartma yaparak fetheden Hüsameddin Çoban Bey, çevredeki Rus meliklerini de vergiye bağlamıştır.

Orada cami, medrese ve hamam-hastane gibi Sosyal tesisler yaptırıp bunlara gelirler tahsis ettikten sonra 1224 M. yılında Kastamonu’ya dönmüştür. Beraberinde getirdiği hediyelerden büyük bir kısmını Selçuklu Sultanı’na arz ederek takdir ve taltiflerini kazanmıştır.

Kastamonu’daki bazı cami ve medreselere
Kırım’dan geldiği söylenen gelirlerin bu fetih ile sağlanmış olması muhtemeldir. Hüsameddin Çoban Bey, askerî ve mülkî başarıları yanında kurmuş olduğu dînî ve sosyal tesislerle de Kastamonu’ya İslâmî bir hüviyet kazandırmıştır.

Ezcümle kendi adıyla anılan Atabey, Deveciler ve Akçasu Camileri; birisi Vakıf semtinde diğeri Atabey hanı civarında olmak üzere iki mescit, Atabey Medresesi, Vakıf Hamamı, Tosya yolundaki Atabey ve Sarı’nın hanları, bazıları harap olmakla beraber ayaktadır.

Başta Maden Dede ve Yusuf el Horasânî olmak üzere İslâm ülkelerinin her tarafından birçok âlim ve mümtaz şahsiyet buraya akın etmişler; hürmet ve ikram görmüşlerdir. Kendilerine yüksek mevkiler ve sinırsız çalışma ortamı sağlanarak bu vesileyle kıymetli eserler vermelerine zemin hazırlanmıştır.

Atabey Gazi Türbesinin civarındaki kabristan, aralarında âlim, şâir, tabip, mühendis ve müderrislerin bulunduğu; Her biri sahasında emsalsiz olan çok sayıda zevâtın ilmî sohbetlerinin hiç aksamadan devam ettiği bir meclis gibi görülmektedir. (Fazıl Çifci, Kastamonu Camileri-Türbeleri ve Diğer Tarihi Eserler Sh171-175)

ATABEY GAZİ’NİN KERAMETİ 

Kendisinin yakın tarihte; 30 senelik orada
imam olan Cemal YILMAZ’ın Cübbeli Ahmet Hocaefendi’ye anlattiğına göre, elektrik kablolarını döşemek üzere çalışan Erol adında bir işçi gecenin ikisinde Atabey Gazi Camiine girdiğinde mihrapta iri yarı uzun sakallı bir zat görmüş, onu cami imamı sanmış, biraz daha yaklaştığında imam olmadığını anlamış.

Namazı bitirdiğinde o zâtın imamdan daha iri yarı olup sakalları daha uzun olduğunu görmüş ve sonra o Zâtın mihrabın sol tarafında kalan türbeye doğru yürüyüp gittiğini ve böylece türbesine geçtiğini görmüş ve yakın tarihte vefât eden bu işçi bunu İmam’a anlatmıştır. Dolayısı ile bu zâtın tasarrufu devam etmektedir.

Lâlegül Dergisi 

Devamı var

Önceki bölüm:

Cübbeli Ahmet Ünlü Hocaefendi’nin Kastamonu Ziyâreti ve İzlenimleri – 1 (Hepkebirler)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Seyyid Hasan Efendi

Müftü es-Seyyid Hasan Efendi 1083/1673 yılında Kastamonu Müftüsü olarak görev yapan es-Seyyid Hasan Efendi, aynı …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Otobüste Bir Sohbet

Üniversiteden şehire geliyordum ve bu arada da Münacaat-ül Kur’an okuyordum. Yanımdaki bir bayan öğrenci merak …

Kapat