Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Ramazanlık / Dâvete İcabet Âdâbı ve İcabet Edilmemesi Gereken Dâvetler

Dâvete İcabet Âdâbı ve İcabet Edilmemesi Gereken Dâvetler

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

DÂVETE İCÂBET ÂDÂBI

“Biriniz yemeğe dâvet edildiği zaman gitsin; şayet oruçluysa yemek sâhibine dua etsin, oruçlu değilse yesin.”

Müslim, Nikâh, 106

İslâm dîni, mü’minleri birbirine kardeş yapmış (el-Hucurât 49/10) ve onların aralarındaki kardeşlik bağlarını güçlendirecek vesilelere büyük önem vermiştir. Bunlardan biri de mü’minin diğer bir mü’min kardeşinin dâvetine icâbet etmesidir. Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“Bir Müslümanın diğer Müslüman üzerindeki hakkı beştir. Selâmını almak, dâvetine icâbet etmek, cenâzesini teşyi etmek, hastalandığında ziyâretine gitmek, aksırıp «elhamdülillâh» dediğinde «yerhamukellâh» diyerek dua etmek.” (İbn-i Mâce, Cenâiz, 1) buyurarak bunu Müslümanın temel vazifelerinden biri saymıştır. Yine o:

“Çağrıldığınız zaman dâvete gidiniz!” (Müslim, Nikâh, 99) buyurmuş, kendisi de dâvetlere icabet ederek bunu hayatında en güzel şekliyle misallendirmiştir.

Bedir Gazvesi’ne iştirak eden sahâbîlerden İtbân bin Mâlik -radıyallâhu anh-, kabilesi olan Sâlimoğullarına imamlık yapıyordu. Yağmur yağdığında evi ile mescid arasındaki vâdiyi geçmek çok güçleştiğinden Resûlullâh Efendimize gelerek:

– Ey Allâh’ın Resûlü! Gözlerim iyi seçmiyor. Onlarla benim aramdaki vâdinin deresi, yağmur yağdığı zaman taşıyor ve onu geçmek çok güçleşiyor. Bunun için evimi teşrif edip bir yerinde namaz kılsanız! Çünkü o yeri namazgâh edinmek istiyorum, diyerek Efendimiz’i dâvet eder. Allâh Resûlü:

“– İnşâallâh bu isteğini yerine getiririm” diye cevap verir. Itbân şöyle devam etmektedir: Ertesi sabah, güneşin yükseldiği bir vakitte Ebû Bekr ile birlikte Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bana geldi. İçeri girmek için izin istedi, izin verdim. İçeri girdi, daha oturmadan:

“– Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?” buyurdu. Namaz kılmasını istediğim yeri gösterdim, tekbir alıp orada namaza durdu. Biz de arkasında saf bağladık. İki rekât namaz kıldırdı sonra selâm verdi, biz de selâm verdik. Namazı bitirince kendisi için hazırlanmış olan yemeği ikram ettik. Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in bizde olduğunu duyan mahalle halkının erkeklerinden bir grup geldi. Evde epeyce insan toplandı. (Müslim, Mesâcid, 263; Buhârî, Salât, 45-46)

Fahr-i Kâinât Efendimiz, sahâbisinin bu dâvetine icâbet etmiş ve hemen ertesi gün güneşin biraz yükseldiği bir vakitte İtbân’ın evine gitmiştir. Namaz sonrasında hazîre denilen un ve ince kıyılmış etten yapılan yemek ikrâm edilmiş, Peygamberimiz de ev sâhibinin ikramını kabul edip bundan yemiştir.

Server-i Âlem Efendimiz’in, ashâbının dâvetlerine icâbet ettiğine dâir bir hâdise de Hendek kazarken vuku bulmuştur. Allâh Resûlü’nün çektiği açlığı müşâhade eden Câbir -radıyallâhu anh-, hemen bir çare bulmak istemiş ve müsâade alarak evine koşmuştur. Kendisi olayı şöyle anlatmaktadır:

“Eve varıp zevceme:

– Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i dayanılmayacak bir hâlde gördüm, yiyecek bir şey var mı? diye sordum. Zevcem:

– Biraz arpa ile bir de oğlak var, dedi. Oğlağı kestim, arpayı da öğüttüm. Eti tencereye koyduk. Ekmek pişip tencere de taşlar üzerinde kaynamakta iken Efendimiz’e geldim.

– Ey Allâh’ın Resûlü! Birazcık yemeğim var, bir iki kişiyle beraber bize gidelim, dedim. Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-:

«– Yemek ne kadar?» diye sordu. Ben de olanı söyledim. Bunun üzerine:

«– Hem çok hem de güzel. Hanımına söyle, ben gelinceye kadar tencereyi ateşten indirmesin, ekmeği de fırından çıkarmasın!» buyurdu. Sonra ashâba:

«– Kalkınız!» dedi, Muhâcirler ve Ensâr hep birlikte kalktılar. Ben telaşla zevcemin yanına varıp:

– Vay başımıza gelenler! Peygamberimiz, yanında Muhâcirler, Ensâr ve beraberlerindekilerle geliyor, dedim. O:

– Sana ne kadar yemeğimiz olduğunu sordu mu, dedi. Ben:

– Evet, dedim.

– Telaşlanma, o senden daha iyi bilir, dedi.

Bir müddet sonra geldiklerinde, Resûl-i Ekrem sahâbîlere:

«– Birbirinizi sıkıştırmadan giriniz!» buyurdu. Efendimiz ekmeği koparıyor, üzerine et koyuyor ve her defasında tencereyi ve fırını kapatıyor, ondan aldığını ashâbına veriyordu. Sonra yine aynısını yapıyordu. Oradakilerden hepsi doyuncaya kadar, ekmeği koparıp üzerine et koymaya devam etti. Neticede bir miktar yiyecek arttı. Allâh Resûlü zevceme:

“– Bunu ye, komşularına da ikram et, çünkü açlık insanları perişan etti!” buyurdu. (Buhârî, Megâzî, 29; Vâkıdî, II, 452)

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in icâbet ettiği bu davette bir kaç kişilik yemekle Allâh’ın izniyle bin kişi doymuş, hatta onlardan artan da komşulara ikram edilmiştir.

Peygamberimiz’in dâvete icâbetine bir diğer misal de şöyledir: Enes bin Mâlik anlatıyor; “Birgün Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bize ikindi namazını kıldırdı. Namazdan çıkınca yanına Benî Selime’den birisi geldi ve:

– Ey Allâh’ın Resûlü! Biz, bir deve kesmek istiyor ve sizin de kesimde hazır bulunmanızı arzu ediyoruz, dedi. Efendimiz «Pekâlâ!» deyip bu dâvete icâbet etti. Biz de onunla gittik. Varınca, devenin henüz kesilmediğini gördük. Daha sonra kesip parçaladılar ve bir miktarını pişirdiler. Güneş batmadan o etten yedik.” (Müslim, Mesâcid, 196)

Ahlak ve tevâzûu dillere destan olan Efendimiz, ashâbından fakir ve kölelerin dâvetine de icâbet eder ve onların gönüllerini alırdı. Hz. Enes’in anlattığına göre, büyükannesi Müleyke, hazırladığı bir yemeğe Resûlullah’ı dâvet etti. Efendimiz dâvete icâbet ederek yemekten yedi. Sonra; “Kalkın size namaz kıldırayım!” buyurdu. Enes der ki; “Ben, uzun zamandan beri kullanıldığı için kararmış olan hasırımızı getirdim, üzerine su serptim. Efendimiz üzerinde namaza durdu. Ben ve yetim[1] arkasında saf yaptık, büyükannem de bizim arkamızda durdu. Resûlullah bize iki rekât (nafile namaz) kıldırıp sonra ayrıldı.” (Buhârî, Salât, 20)

Allâh Resûlü zaman zaman şöyle buyururdu:

“Eğer paça veya kürek eti bile yemeğe dâvet edilsem, derhal giderim. Şayet bana kürek veya paça dahi hediye edilse, hemen kabul ederim.” (Buhârî, Hibe, 2)

Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, eşsiz tevâzûunun parıldadığı bu samimi sözleriyle ve dâvetlere icâbet etmek sûretiyle mü’minlerin dostça geçinmesinin önemine işaret etmektedir. Şu fâni dünyada en değerli ve Allâh katında en makbul olan iş, insanlarla iyi geçinmek olduğu için iyi münasebetleri geliştirecek, dostlukları pekiştirecek davranışlara önem verilmelidir.

Resûlullah Efendimiz Müslüman kadınlara, komşunun ikram ettiği şey ne kadar basit olsa bile, onu hor görmemelerini tavsiye buyurmuştur.Çünkü Müslüman mütevâzi insandır; kendisine ne ikram edileceğini hesap etmeden dâvete icâbet eder. Kendini beğenmenin, başkasını ise hakir görmenin İslâm’a muhâlif bir davranış olduğunu bilir ve bundan kaçınır.

İctimâî münasebetlerin gelişmesinde, insanların birbirleriyle kaynaşmasında dâvetin ve dâvete gitmenin önemli yeri vardır. Zengin, âlim ve toplumda önemli yeri olan bir kişi, fakirin dâvetine katılmakla hem onu sevindirmiş hem gururlu nefsini yenmiş hem de Allâh’ın rızâsını kazanmış olur.

1. Düğün Dâvetlerine İcâbet

Biriniz düğün yemeğine dâvet edildiği zaman mutlaka gitsin!”. (Buhârî, Nikâh, 71)

“Biriniz (düğün) yemeğine dâvet edildiği zaman gitsin; şayet oruçluysa yemek sâhibine dua etsin, oruçlu değilse yesin.” (Müslim, Nikâh, 106)

Düğün dâvetlerine gidilmesini tavsiye eden Resûl-i Ekrem Efendimiz, hiçbir mâzereti olmadığı halde bu davete icabet etmeyen kimselerin “Allâh’a ve Resûlü’ne karşı gelmiş sayılacaklarını” belirtir. (Buhari, Nikah, 72) Onun bu konudaki titizliğini bilen ve yaptığı her işi aynen yapmaya gayret gösteren Abdullah bin Ömer, düğün yemeklerine ve diğer dâvetlere oruçlu olduğu zamanlarda bile mutlaka gitmiştir. (Buhârî, Nikâh, 74)

Dört mezhep imamı düğün dâvetine icâbetin vacip olduğunda ittifak etmişlerdir. Bunun dışındaki dâvetlerde durum böyle değildir. Bu sebeple bir kimse oruçlu bile olsa dâvete katılır; keffâret orucu gibi farz veya vâcip bir oruç tutuyorsa onu bozmaz ve dâvet sâhibine dua eder. Tuttuğu oruç nâfile ise orucunu bozup bozmamak tamâmen kendisine kalmıştır.

Düğün dâvetine bu kadar önem verilmesinin bazı hikmetleri bulunmaktadır: Düğünler ictimâî kaynaşmanın sağlandığı ve düğün sâhiplerinin en mutlu olduğu anlardır. Böyle zamanlarda insan, bütün dostlarını ve sevdiklerini yanında görmek ister. Ayrıca düğünden maksat, nikâhın îlânıdır. Zîrâ nikahta aslolan insanlara duyurmaktır. Dâvetliler ne kadar çok olursa, bu maksat o kadar fazla gerçekleşmiş olacaktır.

Mümkün olduğu ölçüde dâvet edilmeyen yere gitmemek veya biz dâvetliysek bile yanımızda dâvetsiz birini götürmemek de edeptendir. Peygamber Efendimiz bu hususta; “Dâvetsiz olarak bir sofrada oturan kimse, hırsız olarak girer, yağmacı olarak çıkar.” ikazında bulunmuştur. (Ebû Dâvûd, Et‘ime, 1) Şayet birini götürmek mecbûriyetinde kalınırsa o takdirde, dâvet sâhibinden izin istemek gerekir. Mevzuyla alâkalı şu hâdise oldukça ibretlidir:

Ebû Şuayb el-Ensârî bir gün Resûl-i Ekrem Efendimizi ziyarete gider. Mübarek yüzünün biraz solmuş olduğunu görünce, epeyce bir zamandır yemek yemediğini anlar. Kasaplık yapan oğluna gelerek, Allâh’ın Resûlü’nü yemeğe dâvet edeceğini, bu sebeple beş kişilik yemek hazırlamasını söyler. Yemek hazırlanınca Efendimiz’i dâvet eder. Gelirken yolda bir adam peşlerine takılır. Kapıya gelince Resûl-i Ekrem ev sâhibine:

“– Bu bizim peşimize takılıp geldi. İstersen girmesine izin verirsin, istemezsen geri dönüp gitsin.” der. Ev sâhibi:

– Hayır, ona izin veriyorum yâ Resûlallâh! mukâbelesinde bulunur. (Buhârî, Büyû`, 21)

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in, arkalarına takılıp gelen zâtı kendilerinin getirmediğini ev sâhibine açıklaması, hem dâvetlileri zor durumda kalmaktan kurtarmış hem de dâvetsiz misafirin gönül rahatlığı içinde orada bulunmasına imkân hazırlamıştır. Ayrıca Peygamberimiz bu uygulamasıyla benzer bir durumda gerek dâvetlilerin gerekse dâvet edenin nasıl davranması gerektiğini de bize öğretmiştir.

2. İcâbet Edilmemesi Gereken Dâvetler

Peygamberimiz vefat edinceye kadar kibirli ve zorba kimselerin kendilerini başka insanlardan üstün göstermenin vasıtası yaptıkları bir sofrada aslâ yemek yememiştir. Bu çeşit sofrayı kullananlar, o günkü lüks ve israfın, şımarıklık ve kibirliliğin temsilcisi olan kimselerdi. Efendimiz, özellikle müstekbirleri ve kâfirleri taklitten son derece sakınır, ashâbının ve ümmetinin de bunlardan sakınmasını isterdi.

Fahr-i Kâinât Efendimiz, cemiyette zengin fakir arasındaki uçurumun giderilmesine ve herkese eşit imkânların sağlanmasına âzamî gayret göstermiştir. Bunu sağlayacak vâsıtalara ehemmiyet vermiş, zedeleyecek olanlara ise son derece tepki göstermiştir. Bunlardan birisi de dâvetlere zenginlerin çağrılıp fakirlerin çağrılmamasıdır. Bu hususta şöyle buyurmaktadır:

“Yemeklerin en şerlisi, zenginlerin dâvet edilip fakirlerin çağrılmadığı düğün yemekleridir.” (Buhârî, Nikâh, 72)

Hâsılı dâvete icâbet mühim bir sünnet ve ictimâî bir ibâdettir. Mü’minler, diğer İslâmî âdapta olduğu gibi bunda da titizlik göstermelidir. Bununla birlikte Allâh ve Resûlü’nün arzusuna uymayacak tarzda tertip edilen dâvet ve sofralara iştirak etmek doğru bir davranış değildir. Çünkü Müslümanın hedefi yaptığı her işte Allâh’ın rızâsını kazanmaya çalışmaktır. Buna muhâlif durumlardan şiddetle sakınmalıdır.


[1] Hadiste kendisinden “yetim” diye bahsedilen kimse, Hüseyin bin Abdullah’ın dedesi Dümeyre -radıyallâhu anh-’dır.

Kaynak: Üsve-i Hasene, Erkam Yayınları

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı

Peygamber Efendimizin Bayramı Bayram bir sevinç ve neşe günüdür. Yüce duyguların coştuğu, sevgi ve saygı, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Sentetik Kokular ve Sağlık

Kokuların Yol Açtığı Hastalıklar Doğal kokuların insan duygu durumunu pozitif yönde etkilediği konusunda birçok araştırma …

Kapat