Ana Sayfa / Uncategorized / Uykuda Zayi Ettik, Yarı Uyanık Hazine Arıyoruz / Orhan SALCI

Uykuda Zayi Ettik, Yarı Uyanık Hazine Arıyoruz / Orhan SALCI

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

A R A L I K

Orhan SALCI

Uykuda Zayi Ettik, Yarı Uyanık Hazine Arıyoruz

Sitemizi takip eden kardeşlerimizin sitem dolu mesajları çoğalmaya başlayınca düzenli yazı yazamayışımızın hoş olmadığının farkına vardım, özür diliyorum. Define avcılarının hikâyeleri ilginçtir, caziptir. Büyük bir kısmı avcı hikâyelerinden farksız olsa da tatlı gelir insana. Oysa define meraklısı her yüz kişiden 80’i bu işin sadece lafazanlığını, on beşi hamallığını yapar. Üçü- beşi belki bir şeyler bulur, bulanın da  bir ikisi sefasını sürebilir ancak. Gayrısı hoş ve boş lafazanlıktır da, lafı da, hayali de, serüveni de devam eder gider.

Öbür taraftan, hazine üstünde yaşayıp farkında olamadan fakr u zaruret içinde yaşayan insanlar da anlatılır ve bunların da bir kısmının doğruluk payı muhtemelen vardır. Herkesin definesi, hazinesi, aradığı servet aynı mıdır? Değildir elbet. Kimi altın peşinde gezerken, altından kat be kat değerli antika bir çömleğe tekme vurur geçer mesela.. Kimi de ne altın, ne servet peşindedir. Sahih bir Hadis-i Şerifi bulup kaydetmek için aylarca yol giden bir âlimin serveti, hazinesi, definesi altınla parayla kıyaslanamayacak bir definedir.

Define; “gömü” deyince, defnedilmiş, toprağa gömülmüş, gizlenmiş değerli mal ve eşya anlıyoruz. Aslında bizim aradığımız define ise hayattayken bilinmesi, bulunması, istifade edilmesi gerektiği halde defnedilmiş, hayat ve hatıralarını toprağın ve zamanın gömmüş olduğu, gizlenmiş, gizlenmeye yüz tutmuş tarihi şahsiyetler ve onların hatıraları, izlerinden başka bir şey değil..


Bir yakınını ziyaret vesilesiyle şehrimize gelip giden İsmail Yazıcı Bey’le tanışmamız, içimize hapsettiğimiz “define merakımızı” depreştirdi. Kastamonu’muzun el değmemiş hazineler barındırdığına emin olduğumuz halde işin ehli biri, yol gösterici biri gerekiyordu ki kazma vurmaya başlayalım. Biz araziyi biliyorduk, işin hamallığına talip idik, misafirimiz işin inceliklerini biliyordu.


İsmail abimiz daha önce Bediüzzaman Hazretlerinin izlerini, buralarda işleyip bıraktığı cevherleri bulmak, kaydetmek için Necmeddin ŞAHİNER’le birlikte buralara gelmiş araştırmalar yapmış bir abimiz. Biz de Ona iktidaen eski izleri takip etmeyi uygun gördük. Bediüzzaman Hazretlerinin adeta el değmemiş bir hazine olan Kastamonu’da bıraktığı izleri, eserleri aramaya koyulduk. “El değmemiş” tabirini ısrarla ve bilinçli olarak kullanıyorum. Yüksek lisans tezine, Atabeygazi ve Ferhatpaşa Camileri hazirelerindeki kabir taşlarını okuyup incelemeyi konu edinen ilahiyatçı Erol Uğraşkan kardeşimiz, hemşehrimiz; “Kastamonu’daki “sadece” mezar taşları bir ilim adamını profesör yapmaya yeter artar” demişti; kulakları çınlasın. Evet; Kastamonu tarihi, kültürü, sanatı, edebiyatı, ilim ve devlet adamı, sanayisi, ticareti…. Hangi konuyu ele alsanız görüyorsunuz ki tamamen bâkir bir alan, el değmemiş bir hazine. İsmail Yazıcı Beyin;


“Bizler Kastamonu’ya geldik ama Mehmet Feyzi Efendi’nin cazibesine kapıldık, çarpıldık, başka birşey göremedik; oysa burada ne cevherler varmış” sözü ve itirafında bu iddiamızı doğrulayan bir içerik barındırması yanında, Bediüzzaman Hazretlerinin sekiz yıllık Kastamonu hayatı, buradaki hizmet, muhatap olduğu insanlar, talebeler; onları tanıma, anlama ve tanıtma, istifade etme anlamında… yine Bediüzzaman Hazretleri buradan gittikten sonraki Risale-i Nur hizmeti, keyfiyeti, kemiyyetini doğru anlamak, aktarmak açısından, “tekellüflü bir (hüsnü) tevil” den öte pek bir mana çağrıştırmasa da Feyzi Efendinin cazibesini, nuraniyetini, vurgulaması açısından anlamlı.. “Peki ne bulduk?” Bulduğumuz şeyleri burada yazmak şimdilik erken, hiç bahsetmemek de yakışık almaz.


Daha önceden adı pek bilinmeyen, adı bilinse bile hizmeti, hizmetinin muhatabiyetinin keyfiyeti bilinmeyen insanların izlerini bulduk, hatıralar dinledik, kaydettik. Bediüzzaman Hazretlerine küçük kızı ve kalfası aracılığıyla yıllar boyu düzenli bir şekilde yemek gönderen Bakırcı Emin Efendi’nin izlerini bulduk. Bir öğle namazından sonra karnı ağrıyarak eve gelip Yasin-i Şerif okuduktan sonra elinde Risale-i Nur eserlerinden biri olduğu halde aniden vefat eden Bakırcı Emin Efendi’nin sadece bu hatırası bile bizim için çok büyük bir hazine değerindeydi mesela. Kastamonu’da itfaiye teşkilatının ilk neferlerinden İtfaiyeci (onbaşı) Emin Efendi’nin izini bulduk. Sâdi Tarikatı’nın son şeyhi’nin evladı, bugünkü Halk Eğitim Merkezi binasının yerinde bulunan külliyeleri, (içinde tekke, türbe, cami, otel, kahvehane, dedelerinin mezarları bulunduğu halde) tüm varlıkları valilikçe kamulaştırılıp, değer olarak sadece kiremit parası hesap edilen, ona da tenezzül etmeyip almayan, Valiyle her şeyi göze alarak bu konuları konuşmaya giderken hiç tanımadığı Bediüzzaman Hazaretlerinin camı tıklayıp “kaleye gel” emrine uyarak Bediüzzaman ve Risale-i Nurlarla muhatap olan, Nur talebesi olan, Bediüzzaman hazretlerine talebe olmak suçuyla (Kastamonu merkez den) Mehmed Feyzi Efendi, Tevfik Yakamercan Hocaefendi, Taşköprülü Sadık Bey, Çaycı Emin Efendi ile birlikte Denizli’ de hapis yatan, güzel kalemli (nümunelerini gördük), Hilmi Bey’in yeni izlerini bulmak, hatıralarını dinlemek eşi az bulunur definelerdendi bizim için.


Bediüzzaman Hazretleri dağda iken geç gelen Hilmi Bey’e “Kardaşım nerde kaldın, sabahtan beri seni bekliyorum. insanın yemeye, içmeye ihtiyacı olduğu gibi, konuşmaya da, sohbete de ihtiyacı vardır.” dediğini; kendisinden iki ay önce vefatını talebelerine “Hilmi Bey bizden önce, bizi karşılamak için gitti” dediğini duymak bir servetti..

Bediüzzaman Hazretleri Kastamonu’ya mecburi ikamet için geldiği sıralarda Beldiye Başkanlığı görevini yürüten ve Bediüzzaman Hazretlerine maaş bağlamak isteyen, bunun için belediye meclisinden karar çıkartan, Bediüzzamanın bu teklifi kabul etmemesi üzerine “Siz bizim misafirimizsiniz, hiç olmazsa ev kiranızı verelim” diye şiddetli ısrar eden Adil Yücebıyık (Hacıbıyık) merhumun hayatta olan evlatlarıyla tanışmak, görüşmek kısmet oldu. Risale-i Nur’larda isimleri geçen hanım Talebelerden pek çoğunun bu aileden olduğunu öğrenmek benim için çok şaşırtıcı oldu. Hacerler, Zehralar; Necmiyeler’den en azından bir kısmı bu ailedenmiş ve Isparta da Çalışkan ailesi gibi bu aile de  efratları ve etraflarıyla birlikte sadakatle hizmet etmişler.


Define avımız bitmedi ve bulduklarımız sadece bunlar değil elbet. Bu aramalardan benim payıma düşenin ne olduğundan bahsetmeden geçemem. Bediüzzaman Hazretlerinin hem fıtrî hem de sahih  dini gerekçelere dayandırarak ilan ettiği bir düsturu vardır ki buda,”istiğna düsturu” dur. Dost düşman herkes bilir ve kabul eder ki Bediüzzaman hazretleri en yakınları dâhil kimseden karşılıksız bir şey almaz, yemez, yedirilmez, dokunur, dokundurulur. Ancak Kastamonu da Bediüzzaman Hazretlerine hizmet eden birkaç aileden yiyecek aldığı vurgusu, hatırası dır ki ilginçtir. Kardeşinden, yeğeninden almayan bir zat Kastamonu da tesbit edebildiğim kadarıyla üç aileden yemek alırmış.  O zamanlar çocuk yaşta oldukları için karşılığında bir şey verip vermediği hakkında bilgileri olmayan üç ailenin çocukları defalarca yemek götürdüklerinden bahsediyor, hatıralar naklediyorlar.


Bu hususta akla gelen iki ihtimalden biri, çocuklar bilmiyor olsalar bile Bediüzzaman Hazretleri karşılığını aile büyüklerine veriyor olma ihtimali ki kuvvetli olan ihtimal budur; ikinci ihtimal bahsi geçen ailelerin nesebleri, fıtratları itibariyle cömertlikte zirve yapmış, mihnet etmek fıtratlarına ve neseblerine zıt insanlar olması hasebiyle istiğna düsturunu öne sürmeyi gerektirecek  bir halin bulunmuyor olması…


Bediüzzaman Hazretleri şehrimize sürgün olarak gelmiş bu açık. Ancak bu sürgünde kaderin fetvası, gerekçesi, gerekçeleri nelerdir, neler olabilir? Gaybı ancak Allah bilir ya; Bediüzzaman Hazretlerinin Kastamonu da muhatap olduğu, yanına, hizmetine aldığı talebelerinin pek çoğunun Peygamber neslinden olması (şimdilik kesin bilgi ve belgeye ulaşamadığımız için isim ve künye açklamayı doğru bulmuyorum), onlara sahip çıkmak hikmeti; yine kendisinin ısrarla vurguladığı Ehli Beyt sevgisi, Ahir zamanda ümmetin Ehl-i Beyt gibi hiç olmazsa cibilliyeten İslamiyete taraftar olan insanların etrafında toparlanması lüzumuna vurgusu, kaderin hükmü ve fetvasına bir gerekçe olabilir gibi bir düşüncenin, kanaatin bende hasıl olması..


Öte yandan; Mehmet Feyzi efendi’nin “Bir zaman hubbi idik, bir zaman cübbi idik, şimdi zaman sükuti olduk, bir zaman turabi olacağız” ifadelerinin sadece kendine has şahsi, manevi hallerini ifade ve izah eden lafızlar olmayıp; Kastamonu’daki Risale-i Nur hizmetinin “şahs-ı manevisinin mümessili” olarak Kastamonu Nur talebelerinin hallerini, fıtratlarını ve buradaki hizmetin safahatını özetleyen beliğ ifadeler olabileceği kanaatını bana vermiş olması… Buna bağlı olarak, deşelemek haddim olmayan (ancak Bediüzzaman’ın pekçok varisi hayatta iken, İstanbul/Ankara – Kastamonu hattında yaşananları, ağabeylerin birbirleriyle irtibatını, yaşanan bazı hadiselerin nedenlerini, “niçin”lerini, “nasıl”larını, gerekçelerini, seyrini, neticelerini, etkilerini ehil, vukufiyet sahibi, insaf sahibi ağabeylerin tahlil ve tashih etmeleri gereği payıma düşen devasa bir hazine oldu kanaatindeyim.


Rabbim niyetimizi, istikametimizi, amelimizi, emelimizi ve neticelerini hayreylesin, semeredar eylesin, hayırlara vesile eylesin inşallah.. Uzatmadan yeni konularda buluşmak, halleşmek ümit ve duasıyla

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Yapabileceğim Bir Şey Var mı? / Yunus MÜREBBİ

K Ü R S Ü Yunus MÜREBBİ YAPABİLECEĞİM BİR ŞEY VAR MI? Hayatımız anlamsız sorularla …

Kapat