Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Değişen İstanbul’da Değişen Âdâb-ı Muâşeret

Değişen İstanbul’da Değişen Âdâb-ı Muâşeret

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: Nevin MERİÇ
İlahiyatçı, Yazar

“18. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Oryantalizm’in Doğu’yu bilme ve kurma işlevi yüklendiği görülmektedir. Bu dönemde sadece Avrupa- Doğu toplumları değil kendi içinde de cinsiyet açısından toplumsal olarak yeniden düzenleniyordu. Süreci destekleyen ve besleyen araçlardan âdâb-ı muâşeret kitaplarında ciddi bir artış ve kitapların içeriğinde de ideal aristokrat erkekten ziyade ‘yeni bir kadın tipi’ üzerinde yoğunlaşma dikkatleri çeker.”

Âdâb-ı muâşeret geleneksel toplum hayatında ‘ahlâk’ın konuları arasında yer alır. Yeme, içme, sohbet, yolculuk gibi gündelik hayattaki çeşitli davranışlara ilişkin kurallar, terbiyeli; kibar ve takdire değer hareketlere ahlâki davranışlara denir. ‘Ahlâk-ı hamide’ kelimesi, iyi, erdemli, övgüye değer ve güzel huylar; ahlâk ve dinin buyruklarına uyan, toplum tarafından onaylanıp beğenilen huyları ve bunların etkisiyle meydana gelen iyi ve güzel davranışları ifade eder. Ahlâkın temeli dindir. Dolayısıyla geleneksel toplumlarda sosyal hayat ve toplumsal münasebetlerin fiilî – sembolik ifadesi olan âdâb-ı muâşeret de din eksenli olarak şekillenmiştir.

İslâm dinini vaz eden ve toplumunun yöneticisi, yönlendiricisi olan Hz. Peygamberin görevinin de ahlâkı tamamlamak olması bu anlamda önemlidir.

Belli bir estetik kaygı taşıyan tavır alışlar olarak da tanımlayabileceğimiz âdâb-ı muâşeret, birlikte yaşarken uymamız gereken ölçülü ve estetik davranışlar olarak da tanımlanabilir. Dolayısıyla bir diğer dayanak noktası da toplumdur.

Toplum halinde yaşamak bir nevi adabı muaşereti zorunlu hale getirir. Topluma özgü davranışlar yanında sosyal hayatın değişmesine öncelik eden davranma biçimleri de âdâb-ı muâşeret incelenerek takip edilebilir.

Topluma ait olmak belli bir sembolik değeri içinde barındırır. Bu algı hem topluma özgü durumlarda hem de toplumsal değişme sürecinde âdâb-ı muâşereti öne çıkartmış, eylem ve değişim bağlamında dikkatleri çekmiştir.

Bu makale Osmanlı gündelik hayatının batı normları çerçevesinden değişimini mekân ve kıyafet üzerinden ele almayı hedeflemektedir.

Batıda Âdâb-ı Muâşeretin Ortaya Çıkışı

18. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Oryantalizm’in Doğu’yu bilme ve kurma işlevi yüklendiği görülmektedir. Bu dönemde sadece Avrupa-Doğu toplumları değil kendi içinde de cinsiyet açısından toplumsal olarak yeniden düzenleniyordu. Süreci destekleyen ve besleyen araçlardan adâb-ı muâşeret kitaplarında ciddi bir artış ve kitapların içeriğinde de ideal aristokrat erkekten ziyade ‘yeni bir kadın tipi’ üzerinde yoğunlaşma dikkatleri çeker. Nancy Armstrong da âdâb-ı muâşeret kitaplarında 1760’dan 1820’ye kadar olan dönemde yeni toplumsal düzende âdâb-ı muâşeret kurallarına ve özellikle kadının yeniden tanımlanmasında dikkat çeker.1

Bu anlamda gelişmeyi yeni oluşan burjuvazinin ihtiyaçlarını gidermeye matuftur şeklinde tanımlayabiliriz. Orta sınıf 19. yüzyılda henüz Avrupa’da da bulunmamaktadır. Bu yeni kadın tipi, orta sınıfın çıkışını hem öncelemiş hem de onunla birlikte gelişmeye devam etmiştir.2

Gelişmenin Doğuya yönelik yüzünde ise ‘harem hayatı’ diğer bir ifadeyle doğu toplumlarında kadın bulunmaktadır. Oryantalist literatürde ‘harem’ üzerine yazılar da bu döneme rastlarken, kadının geleneksel kodlar üzerinden biçimlenen hayatı, özgürlüğün kısıtlanması, sınırlılık hatta köleliğe kadar seyreden bir olumsuzlama üzerinden ele alınarak yeniden kurgulanır.3

Burada harem sarayı değil, geleneksel sosyal hayatın cinsiyet ayrışması üzerine şekillenişini ve tabi Müslüman hayatını ifade etmektedir. Müslüman kadın üzerine yapılan söylemler Avrupalıların Avrupalı olmayanlar üzerindeki üstünlüğü fikrinin formüle edilmesini kolaylaştırır.

Batıda başlayan bu gelişmelerden diğer toplumlarla birlikte Osmanlı da etkilenmiş ve sosyal hayatı düzenleyen yeni bir dizi kurallar manzumesi tanzim etmiştir.

Mekânda Değişim: Konaktan Salona Geçerken

Osmanlı toplumunda dini ilkelerin de etkisiyle sosyal hayatta kadın ve erkek yaşam alanları ve rolleri tamamen ayrılmıştı. Ev hayatı selamlık ve harem şeklinde düzenlenip erkekler selamlıkta kadınlar da haremde4 otururdu. Kadın hürriyetini merkeze alan Batılılaşma, harem hayatında özgürlüğün tamamen kısıtlandığı tezinden yola çıkarak söylemini kurgulardı. Toplumsal yapının ve işleyiş biçiminin değişmesi de bu çerçevede şekillendirildi. Oysa Halide Nusret, Bağdat günlerini anlatırken misafir olduğu konak hayatını; ‘İlk bakışta üzerinden kuş bile uçmayan bu yüksek kale duvarları arasında yaşayan yılda ancak bir iki defa kapalı arabalarla o da mukaddes türbeleri ziyaret için sokağa çıkan bu genç hanımefendilerin bu kadar uyanık, canlı, neşeli, hayatla ilgili olmalarına insan hayret ederdi. Bunun sırrını konakta birkaç gün misafir olduktan sonra anladım.

Bağdat sosyetesinin yerli ve yabancı hanımların çoğu konağın devamlı misafirleri arasında idiler. Şehirde olup bitenler, nişanlar, düğünler, gizli sevdalar, aile geçimsizlikleri konakta konuşulurdu. Konaktakiler şehirdekilerden çok şehirden haberdar idiler.5’
şeklinde anlatmaktadır. Bu anlamda konak hayatı kadın özgürlüğünü kısıtlamaktan çok geleneksel kodlar üzerinden şekillenen gündelik hayatın mahremiyetini koruyarak şehrin gündemini, modasını eve taşımaktadır diyebiliriz. Bu durum tam da Batılıların ‘kapalı olana’ itirazlarının merkezine oturmaktadır. Çünkü onlar kendisini kapatarak görünmeye bilinmeye kapalı ve fakat kendinin dışarıda olanı tamamen görmesini sağlayan bir düzenlemeyi kabullenememektedir.

Böylece tanımlanması ve kategorize edilmesi mümkün olmamakta, Batılı imaj sakalası bu yaklaşım karşısında çaresiz kaldığından duygusal yaptırımlar ve değer yargılarıyla kapalı olanı olumsuzlama üzerinden yeniden tanımlamaktadır.

Selamlık ise önceleri erkeklerin işlerini yürüttükleri, yönettikleri ofis muadili bir yerdi. Ortalama bir konak hayatına da örnek olması açısından Terâzibaşı Süleyman Ağa konak efradını; “Selamlıkta; memuriyetine müteferri’  işlerinde istihdam eder bir katip ile birkaç çukadarı.
Haremde ise; kayınvalidesiyle haremi bir de kerimesi ve bunların hidmetine bulunur 3-4 cariye vardı. Bundan başka Hocakadın, sütnine eskisi, komşu kadınlar hiç eksik olmazdı. Bunlar konakta aylarca kaldıklarından haremin hânegîsi ve bu takımın meşhur masalcı incili hanım en nazlısı idi.”7
… vs şeklinde tarif edilmektedir. Bu uygulama meşrutiyetten sonra değişmiş ve işyerleri evin dışına taşınmıştır.G elişme ev düzenin değiştirirken, kadın ile erkek aynı mekânı paylaşmasını bir nevi normalleştiren ‘salon’ hayatına geçişi kolaylaştırmıştır. 

Salon hem ev mimarisinde hem de cemiyet/salon hayatı anlamında kadın-erkek birlikteliğini aynı mekânı kullanmanın normalleşmesine zemin hazırlamıştır. Batılı tarzda apartmanların yapıldığı bu dönemde gündelik hayat da konaktan-apartmana doğru mekânsal değişime uğramaktadır.

Apartman dairelerindeki salonlar, yabancı erkeklerle evin kadınlarının birlikte oturduğu, sohbet ettiği mekândır. Salon yeni anlamıyla evde dış mekân olarak kabul edilen ve ziyaretçi/yabancıya açık alandır. Bir nevi evden bağımsızlaşan selamlığın yerini alır ve ev içi ‘kamusal alan’dır artık. Dolayısıyla evin diğer odalarından, davranış tarzı, tanzimi, ve icbar ettiği kıyafet/leri açısından da farklılaşır.

Salon mefrûşâtı olarak; “(…) yarım veyâhûd vüs‘atine göre bir takım kanepe, koltuk ve sandalye bulunur. Hatta ‘uzun iskemle’ denilen ve üzerine uzanıp yatmağa mahsûs olan kanepelerden dahi birisi bulunur.”8

Yabancılarla bir arada bulunmaya meşruiyet kazandıran salon, karşılıklı iletişim ve davranma biçimlerini de ‘daha ince ve kibardır’ şeklinde belirler.8

Yine döneme ait yeni eğlence biçimleri olarak da tanımladığımız Batı’dan tevârüs ettirilen yevm-i mahsusalar, kabul günleri, briç partileri de dönemin kadın merkezli olmakla birlikte erkeklerin de çok rahat dahil olabildikleri ev içi etkinlikler olarak şehir hayatına girerler.

Değişen Kıyafet

Toplumsal alanın yeniden düzenlenmesi insanı kıyafetinden ilişki biçiminin değişimine kadar bir dizi yeni kuralları bilmeye mecbur etmektedir.

Özellikle gündelik hayatın düzenlenişindeki değişim, çok ciddi kafa karışıklığı ve duygusal yaptırımları da beraberinde getirmiştir. Yakup Kadri dönemin hâlet-i ruhiyesini bir kitabında; “Geçenlerde bir gençle beraber şehirde dolaşıyordum. Bu sokaklarda eşya ve elbise mağazalarının önünde küme küme Türk hanımlarına tesadüf edilen kışın açık havalı Cuma günlerinden birinde idi, refikim hızlı bir sesle bana mütemadiyen onlardan bahsediyor ve el ile muhakkirâne bu kümeleri göstererek;
‘Bunları açmalı başka çare yok Miss, bunları açmalı!’ diyordu…”9
şeklinde örneklendirmektedir. Erkek kıyafeti de Osmanlı Batılılaşmasının gereği olarak kabul edilmiş ve Tanzimat’dan sonra bir Elbise Tüzüğü çıkartılmıştır. Böylece Osmanlı erkeği; başındaki kavuğunu, sırtındaki cübbesini, yırtmaçlı entarisini, belindeki kuşağını, bacağındaki şalvarını, ayaklarındaki paşmağını yani çedik papuçunu çıkardı.
Bunların yerine başına kalıba girerse Firengi silindir dediği uzun resmi şapkasını andıran uzun buruşu fes, sırtına bir ceket, bir pardesü bozması, arada sırada kolları kopuk, hayderî taklidi bir sako beline muhafazakârlık duygusunu göbek adı seçtiğine delil olacak imiş gibi bir kuşak, bacağına eski millî kıyafetten sıkma’ya, dizlik’e yarım şalvara benzer, paçası bol, dar bir pantolon, ayaklarına ne serhatlik’e ne lapçin’e ne de çediğe benzer yanı olmayan potin, yarım kundura takarak, kaşlarına kömür, yanak ve burnuna allık, gözlerine sürme sürerek saçı sakalı ile Karagözün soygunluğu gibi bir çıplaklık ile cascavlak kaldı. Adı kavuklu iken maskara oldu10 şeklinde dönemin gazetelerinin konusu olmaktadır artık.

Algılar ve duygular üzerinden oluşturulan gündemler, dönemin etkin faaliyetlerinden olan gazete ve dergiler, kitaplar, okullar değişimi besleyen ve yerleştiren mekanizmalar olarak devreye girer.

Nitekim Son Saat (1925’ten sonra İstanbul’da çıkmaya başlayan resimli günlük gazete)’in anket yazarı A. Sırrı Bey tertip ettiği anketin suallerini gönderdi.

Anket yazarı soruyor; ‘Kadınları açık saçık mı, kapalı mı görmeyi tercih edersiniz?’ (cevap açık çünkü çıplak kadın zararsızdır, örtünüp saklandığı andan itibaren fitne ve fesat unsuru oluyor. Kadın açık saçık göründükçe etinin bizim etin cinsinden olduğu anlar ve onu sevmek ona hürmet etmek için cinsi cazibe dışındaki faziletlerini bulmaya çalışırız) İkinci sual, kadın mı güzel erkek mi? Tabi ki erkek, çünkü erkek süslenmek için süs vasıtalarına ihtiyaç duymaz)11 diyerek toplumsal araçlar vasıtasıyla taşınan ve normalleştirilen yeni yaşamın algı ve kabullerinden haberdar etmektedir.

Bunun yanında Batılılaşmanın erkek egemen yapısına da vurgugörülmektedir. Askeri, siyasi, sosyal hayatta yapılan bir dizi yenilikler, Tanzimat, Islahat hareketleri, eğitimin kurumlaşması, ilköğretimin zaruri olması… vs gibi değişimler Batılılaşmanın etkisiyle gerçekleştirilmiştir. II. Abdülhamid’in açtığı kız idadileri, Fevziye Mektepleri sürecin devamında karşımıza çıkan okullardır. Bu süreçte Batılı âdâb-ı muâşeretin toplumsal alanda bilinir, ulaşılır olması için tercüme ve telif edilen bir dizi adab-ı muâşeret kitaplarını görmekteyiz.

Kitaplar değişen ev içi yaşam tarzının nasıl düzenlenmesi gerektiğini anlatarak halkın bu ihtiyacını gidermekte oldukça etkili olurlar.

Dipnot

1 Mohja Kahf, Batı Edebiyatında Müslüman Kadın İmajı, çev: Yeşim
Sezdirmez, Küre yay., İstanbul 2006, s. 142.
2 Age, s. 143.
3 Bu algılayış Avrupa’da cinselliğin konumlandırıldığı ve toplum hayatında yeni zevk ve arzu formlarının yaratıldığı döneme denk gelir. Michel Foucault, Cinselliğin Tarihi, Ayrıntı yay, İstanbul 2003, s. 52.
4 Harem kadınlar tarafından oturulan evin üst kısmıyla ilgilidir ve yasak anlamına gelir. Hiçbir yabancı bu gizli kaleye giremezdi. Aynı şekilde harem sakinleri önceden belirlenmiş ortamlar dışında ortaya çıkmazdı. Marry Milles Patrick, İstanbul Kız Koleji 1871-1924, Tez yay, İstanbul 2001, s. 20.
5 Halide Nusret Zorlutuna, Bir Devrin Romanı, KBY, Ankara 1978, s. 70-71.
6 Mehmet Tevfik, İstanbul’da Bir Sene, İletişim Yay, İstanbul 1987, s. 11.
7 Ahmet Mithat Efendi, Avrupa Adab-ı Muaşereti yahut Alafranga, İstanbul 1312, s. 284.
8 Sencer Ayata, ‘Apartman Hayatında İç Ev ve Salon’, Türk Ev ve Aile Ansiklopedisi, Ankara 1991 s 131-134.
9 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Alp Dağlarından, Remzi Kitapevi İstanbul 1942, s. 62.
10 Ahmet Rasim, Muharrir Bu ya… hz. Hikmet Dizdaroğlu, MEB yay, Ankara 1969, s. 50.
11 Ahmet Haşim, Bize Göre, Gurebâhâne-i Laklakan, Frankfurt Seyahatnamesi, hz Mehmet Kaplan, MEB yay İstanbul 1969, s. 141-144.

İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Süleyman Rüştü ÇAKIN Ağabey

ISPARTA KAHRAMANLARINDAN SÜLEYMAN RÜŞDÜ (ÇAKIN) Süleyman Rüştü Çakın, 1899 yılında Isparta’da doğdu. Doğduktan sonra nasıl …

Kapat