Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Delillerle Kur’an-ı Kerîm’e İman

Delillerle Kur’an-ı Kerîm’e İman

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Kur’an’a İman

 

“Kur’an’a İman” isimli eserimizde Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri’nin Risale-i Nur Külliyatı kaynak eser olarak kullanılmıştır. Bu eserde anlatılan hakikatlerin detaylarını Risale-i Nur Külliyatı’na havale ediyor ve bu vesile ile Üstadımızı rahmet ile anıyoruz…

 

İÇİNDEKİLER

Önsöz 
Maksadımız 
600 sayfalık bir kitap ezberlenebilir mi? 
Kur’an hiç bir beşer sözüne benzemez. 
Kur’an’ın usandırmaması 
Ediplerin şehadeti 
Alemde yaptığı eşsiz inkılap 11 Asrımızın filozoflarının tasdikiyle Kur’an Allah’ın kelamıdır. 
Kur’an’ın meyveleri olan evliyalar ve asfiyalar ve ilimler 
İslamiyet’in bütün hak ilimleri ispat eder ki Kur’an Allah’ın kelamıdır. 
Kur’an’ın meydan okumasına karşı acziyet 22 Efendimiz (s.a.v.) Kur’an’ın ayetleriyle şöyle meydan okumuştur
Kur’an’da hata ve tezatların olmaması 
Kur’an ile hadis üslubunun benzememesi 

Önsöz

Bu âlemin sahibi kimdir? Bu âlem niçin yaratılmıştır? İnsanın vazifesi nedir? Bu âleme insan niçin gelmiştir ve nereye gidecektir?

Akıl ile çözülmesi mümkün olmayan bu soruların, bu âlemi yaratan ve bir vazife ile insanı bu âleme gönderen zat tarafından bildirilmemesi elbette düşünülemez. Zira o zaman insanın yaratılmasının bir manası olmayacağı gibi, âlemin yaratılmasının da bir manası olmazdı. İşte Allah her asırda birçok peygamberiyle ve onlara indirdiği kitaplar ile yaratılışın gayesini bildirmiş ve insanın başıboş bırakılmadığını haber vermiştir.

İşte Kur’an-ı Kerim bundan bin dört yüzyıl önce son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) ile kıyamete kadar gelecek tüm insanlığa gönderilmiş son kitaptır.

Kur’an’ın Allah kelamı olduğu hususunda hiçbir şüphe yoktur. Fakat asrımızın en büyük cehaleti, Kur’an’ı hakkıyla tanıyamamak ve ondaki hakikatlere lakayt kalmaktır. İşte bundan istifade etmeye çalışan küfür ve inkâr çeşitli hileler ile müminlerin kalplerine şüpheler atmakta hatta ne acıdır ki bir kısmını kandırmaktadır. Allah onların Kur’an hakkındaki tüm hilelerini boşa çıkaracağını “Onu  biz indirdik ve elbette biz koruyacağız.” ayetiyle bildirmiştir. Evet, onlar Kur’an’a hiçbir şey yapamayacaklardır. Ama görülüyor ki Kur’an’ı hakkıyla tanıyamayan Müslümanlara çok şey yapacaklardır.

Maksadımız

Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez bir nur olduğunu ispat etmek, Kur’an güneşinin üflemekle söndürülemeyeceğini göstermek. Bu konuda ortaya atılan şüpheleri yok etmek ve bu sayede müminlerin Kur’an’a olan imanlarının artmasına vesile olmaktır. Şimdi Kur’an’ın Allah’ın kitabı ve onun ezelî kelamı olduğunu iki kere iki dört eder derecesinde ispat edecek delillere geçiyoruz.

600 sayfalık bir kitap ezberlenebilir mi?

Sizce 600 sayfalık bir kitabın kelime kelime, harf harf ezberlenmesi mümkün müdür?

Hem de bu kitap lisanını hiç bilmediğiniz bir dilde yazılmış olsa…

Hem de her sayfasında karışıklığa sebep olacak birbirine benzeyen çok cümle ve kelime bulunsa…

Herhâlde böyle bir kitabı ezberlemek için dâhi olmak gerekirdi.

Acaba böyle bir kitabın küçücük çocuklar tarafından kolayca ezberlendiğini görseydiniz ne düşünürdünüz?

Herhâlde derdiniz ki: Ya “Bu çocuklarda bir şey var, bu çocuklar dâhidir.” ya da “Bu kitap da bir tılsım var ki sıradan bir kitap değildir.” Ve sonra görseniz ki o çocuklar kendi lisanlarında yazılmış kısacık bir şiiri bile ezberleyemiyorlar. Acaba hiç şüpheniz kalır mıydı ki bu kitap harikulade olmasın?

Yeryüzünde hiçbir kitap yoktur ki milyonlarca kişi tarafından kelime kelime ezberlenip her vakit milyonlarca dilde okunur olsun.

Kur’an müstesna.

Evet, 7-8 yaşlarındaki küçücük bir çocuk kendi lisanında olan bir şiiri bile ezberleyemez iken; Arapça bilmemesine, manasını anlayamamasına, ayetlerin birbirine benzemesinden dolayı karıştırma ihtimali olmasına ve Arapça harflerin mahreçlerinin birbirine benzemesine rağmen 600 sayfalık Kur’an’ı kolayca ezberleyebiliyor.

Hiçbir ayeti başkasıyla karıştırmıyor.

İşte Kur’an’ın bir çocuğun bile hafızasına girmesi ve ona ağır gelmemesi ve milyonlarca hafızalarda gezmesi ve her vakit milyonlarca dilde okunması ispat eder ki Kur’an Allah’ın kelamıdır ve onun sözüdür.

Kur’an hiç bir beşer sözüne benzemez.

Kur’an’ın benzeri bir kitap yazmak ve taklidini yapmak için iki ciddi sebep vardı:

Birisi, düşmanlarının karşı koyma ve tenkit hırsı, diğeri ise dostlarının üsluplarını Kur’an’a benzetmek ve taklit etmek şevki.

Biri düşmanlıktan, diğeri muhabbetten doğan iki sebep. İşte şu iki sebep altında milyonlarca Arapça kitap yazılmış ki o kitaplar ortada geziyor. Lakin hiçbiri Kur’an’a benzemez. Âlim olsun, cahil olsun, her kim Kur’an’a ve diğer arapça eserlere baksa katiyen diyecek ki “Kur’an bunlara benzemiyor. Ve onların mertebesinde değil.” Şu halde iki ihtimal var:

  • Kur’an bütün bu yazılan kitapların altındadır.
  • Ya da o yazılan bütün kitapların üstündedir.

Birinci şık dost ve düşmanın ittifakıyla batıldır. Hatta şeytan bile bunu iddia edemez. Zira o kitapların altında olsaydı taklit edilmeye çalışılmazdı.

O hâlde geriye ikinci şıkkı kabul etmek kalır ki Kur’an diğer bütün kitapların üstündedir. Bu üstünlük ise Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğuna delildir.

Kur’an’ın usandırmaması

Çok sevdiğiniz bir kitabı kaç defa okuyabilirsiniz? 3 defa mı? 5 defa mı? 10 defa mı? Yoksa 100 defa mı?

Ya da sevdiğiniz bir yemeği kaç gün üst üste yiyebilirsiniz? 3 gün… 5 gün… Ya da 10 gün mü?

Evet, en tatlı ve en hoş şeylerde bile tekrar sebebiyle bir usanç ve bıkkınlık vardır.

Hâlbuki Kur’an öyle hoş bir tatlılık göstermiş ki en tatlı bir şeyden dahi usandıran çok tekrar, Kur’an’ı okuyanlar için değil usandırmak belki kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış insanlara tekrar tekrar okunması lezzetini artırmış ve bu hakikat herkes tarafından tasdik edilmiş. Evet, Kur’an ayetleri binler defa tekrar edilse yine usandırmıyor belki lezzet veriyor.

Bir Müslüman namazlarında günde 40 defa Fatiha suresini okur. Bir yılda aynı sureyi 14.600 defa, bir ömürde ise 1.000.000 küsur defa okur ama bıkmaz ve usanmaz. Her okuyuşta sanki yeni nazil olmuş ve ilk defa okuyormuş gibi heyecanla okur.

Kur’an’dan başka hiçbir kitapta bu özellik yoktur.

Elbette bu müstesna özelliği kendinde taşıyan ve her an milyonlarca dilde okunan bir kitap beşerin sözü olamaz. Ve hiçbir beşer sözünde bu tesir bulunmaz. O hâlde Kur’an Allah’ın kelamıdır.

Ediplerin şehadeti

Eğer bir hastalığa yakalansaydınız tedavi için kime gider ve kimin sözüne itibar ederdiniz? Büyük bir mimarın mı? Yoksa büyük bir elektrik mühendisinin mi? Yoksa bir fizikçinin mi? Ya da küçük bir doktorun mu? Elbette doktorun sözünü dinler ve onun sözüne itibar ederdiniz. Çünkü bilinen bir kaidedir ki: Bir fende ve bir sanatta münakaşaya sebep olan bir meselede o fen ve sanatın dâhilerinin sözü geçer. En büyük bir mimarın sözü küçük bir hastalığın keşfinde küçük bir doktor kadar geçmez ve onun sözü kadar kıymeti yoktur.

O hâlde madem konumuz Kur’an’ın bir beşer sözü olup olamayacağıdır elbette belagat ve edebiyatın dâhi âlimlerinin sözleri bu fenden olmayan binlerce insanın sözüne tercih edilir.

Evet, Kur’an’ın kelimelerindeki kusursuzluğa ve beşerin sözü olamayacağına belagat ilminin yani söz söyleme sanatının dâhi âlimleri şahittir.

Evet, Kur’an 20 senede hem muhtelif ve birbirinden farklı mevkilerde ve parça parça nazil olduğu hâlde kelimeler ve ayetler arasında öyle bir uygunluk vardır ki sanki bir defada nazil olmuş gibidir.

İşte o âlimlerden Zemahşeri, Sekkâki, Abdülkâhir Cürcâni gibi âlimler Kur’an’ı harf harf tetkik etmişler ve bu kelamın Allah’ın sözü olduğunda ve bir beşer sözü olamayacağında ittifak etmişlerdir.

Nasıl ki bir yıldız böceği bin sene hakiki bir yıldız gibi gözlem ehline gözükemez ve onları aldatamaz. Gözlem ehli kısa bir süre aldansa da bir zaman sonra onun yıldız olmadığını, bir yıldız böceği olduğunu fark eder. Hem bir sinek bir sene tamamen tavus kuşu suretini, sinek olduğunu hissettirmeden seyredenlere gösteremez. Ve bunların yapmacık vaziyetleri en dikkatli gözlerden saklanamaz. Nasıl bunlar mümkün değildir.

Aynen öyle de İslam âleminin semasında parlayan ve daima hakikati neşreden Kur’an yıldızı -hâşâ- bir yıldız böceği hükmünde, bir beşerin uydurması olsaydı, onun en yakınında olan ve onu dikkatle inceleyen belagatin dâhi âlimleri ve söz sanatının ustaları elbette bunun farkında olacaktı.

Belagatin bu dâhi âlimlerinin bir beşerin sözünü Allah’ın sözü zannetmeleri ve on dört asır bunu fark edememeleri mümkün değildir. Hatta şeytan bile yüz derece şeytanlıkta ileriye gitse buna imkân verdiremez.

Alemde yaptığı eşsiz inkılap

Büyük bir hükümdar düşünün, acaba sigara gibi küçük bir alışkanlığı büyük bir gayretle küçük bir topluluktan ne kadar bir zamanda kaldırabilir?

Herhâlde bu soruya cevabınız şu olurdu: “Yıllarca değil, asırlarca çalışsa yine de tam başaramaz; herkese sigarayı bıraktıramaz.”

Hâlbuki hükümdar olmamakla ve gayet zayıf olmakla beraber tek başına bir insan, Hz. Muhammed (s.a.v) elinde İlahî bir ferman:

Kur’an-ı Hâkim…

Ve işte o İlahî kitabın âlemde yaptığı eşsiz inkılap:

Sigara gibi küçük bir âdeti değil, kan ve damarlara karışan çok büyük âdetleri ve inançları hem de öyle küçük bir topluluk içinde değil, gayet büyük ve kalabalık ve aynı zamanda, adetlerine son derece bağlı ve inatçı bir topluluk içinde cebir ve zorlama olmaksızın, az bir kuvvetle ve gayretle, az bir zamanda tüm bu âdetleri kaldırıp yerlerine en güzel ahlakı tesis etmesi ancak Kur’an güneşinin gönüllerdeki aksindendir.

İşte Kur’an bu dünyada öyle nurani, saadetli ve hakikatli inkılaplar yapmış ve beşerin sosyal ve toplum hayatını öyle değiştirmiştir ki bunun emsali yoktur.

Bunun ile birlikte, insanların hem nefislerinde, hem kalplerinde, hem ruhlarında, hem akıllarında, hem şahsi hayatlarında, hem siyasi hayatlarında öyle değişiklikler yapmış ki insanı aşağıların en aşağısı olan esfel-i safilinden kurtarıp yükseklerin en yükseği olan âlâ-yı illiyyîne çıkarmış ve onu insan-ı kâmil yapmış.

Bu inkılaplardan sadece kalplerde yaptığı inkılaba bakalım. Ve bu inkılabın milyonlarca numunesinden sadece Hz. Ömer’i görelim:

İslam ile tanışmadan evvel kendi kız çocuğunu diri diri toprağa gömen Ömer İslam ile tanışıp Müslüman olduktan sonra bir karıncayı bile ezemeyerek Hz. Ömer oluyor. Acaba Hz. Ömer’in kalbi İslam’dan önce kendi öz kızını hem de diri diri toprağa gömebilecek kadar katı iken ona ne oldu ki karıncayı bile ezemeyecek bir hâle geldi, kalbi nasıl merhamet ile doldu? Ondaki bu değişikliği kim yaptı?

Elbette Kur’an!

Şimdi Kur’an’ın milyonlarca kalpte yaptığı inkılabı Hz. Ömer’in kalbinde yaptığı inkılaba kıyas edelim. Ve daha sonra Kur’an’ın kalpler ile birlikte nefislerde, ruhlarda, akıllarda, şahsi hayatta, siyasi hayatta ve sosyal hayat da yaptığı değişikleri düşünelim. Ve şu soruyu kendimize soralım:

Hiç mümkün müdür ki böyle büyük inkılaplar yapan bir kitap

Allah’ın kelamı değil de bir beşerin sözü olsun? Hâşâ, olamaz! Zira Kur’an’ın yaptığı bu inkılapların yüzde birisini bile hiçbir beşer kitabı yapamamıştır.

O hâlde Kur’an kalplerde, nefislerde, ruhlarda, akıllarda, şahsi hayatta, siyasi hayatta ve sosyal hayatta yaptığı değişikliklerin ve inkılapların şehadetiyle Allah’ın kelamıdır.

Asrımızın filozoflarının tasdikiyleKur’an Allah’ın kelamıdır.

Bütün temiz vicdanlar ve selim fıtratlar Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu tasdik eder. Çünkü kalbin huzuru ve vicdanın tatmin olması ancak Kur’an’ın nuruyla olur. İnsanın yaratılışı hâl diliyle Kur’an’a:

“Yaratılışımızın kemali sensiz olamaz.” der.

Vicdanı temiz olan insan hakikati görünce ona karşı meyleder ve gerçeği söyler, batıla karşı bağlılık gösteremez. Zaten bu sıfattaki kişinin maksadı gerçeği bulmaktır. Bu insanlar başka dinlere mensup olsalar da insaf ile gerçeği konuşmaktan kaçınmazlar.

Hem “Kemal odur ki dost değil, düşman onu takdir etsin.” İşte bu bahiste Kur’an’ın kemalini takdir eden yabancı filozofların ve dünya çapında binlerce ilim adamının Kur’an ve kanunları hakkındaki görüşlerinden bazılarını beyan edeceğiz. Onlar bu sözler ile Kur’an’ın hakkaniyetine canlı şahitler olmuşlardır.

Prens Bismarc’ın Beyanatı:

“Sana muasır bir vücut olamadığımdan müteessirim ey Muhammed (s.a.v.)!

Muhtelif devirlerde beşeriyeti idare etmek için Allah tarafından geldiği iddia olunan bütün indirilmiş semavi kitapları tam ve etrafıyla tetkik ettimse de tahrif olundukları için hiçbirisinde aradığım hikmet ve tam isabeti göremedim. Bu kanunlar değil bir cemiyet, bir hane halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır.

Lakin Muhammedîlerin (s.a.v) Kur’an’ı bu kayıttan azadedir. Ben Kur’an’ı her cihetten tetkik ettim, her kelimesinde büyük hikmetler gördüm. Muhammedîlerin (s.a.v) düşmanları bu kitabın Muhammed’in (s.a.v) zatının eseri olduğunu iddia ediyorlarsa da en mükemmel bir dimağdan böyle bir harikanın meydana gelebileceğini iddia etmek hakikatlere göz kapayarak kin ve garaza alet olmak manasını ifade eder ki bu da ilim ve hikmetle izah edilemez.

Ben şunu iddia ediyorum ki Muhammed (a.s.m.) mümtaz bir kuvvettir. İlahî kudretin böyle ikinci bir vücudu imkân sahasına getirmesi ihtimalden uzaktır.

Seninle aynı asırda yaşayamadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammed (s.a.v.)! Muallimi ve naşiri olduğun bu kitap senin değildir, o İlahî’dir.

Bu kitabın İlahî olduğunu inkâr etmek mevzu ilimlerin batıllığını ileri sürmek kadar gülünçtür.

Bunun için beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra göremeyecektir. Ben heybetli huzurunda kemal-i hürmetle eğilirim.”

Meşhur araştırmacı, müsteşrik, Arap Edebiyatı Mütehassısı Doktor Maurice şöyle diyor:

“Bizans Hristiyanlarını içine düştükleri ‘batıl itikatlar’ çıkmaz sokağından ancak Arabistan’ın Hira Dağı’nda yükselen ses kurtarabilmiştir. İlahî kelimeyi en ulv makama yükselten ses bu ses idi. Fakat Rumlar bu sesi dinleyememişlerdi. Bu ses insanlara en temiz ve en doğru dini talim ediyordu.

Kur’an nedir? Her tenkidin üstünde bir fesahat ve belagat mucizesidir. Kur’an’ın bir milyar Müslüman’ın göğsünü haklı bir gururla kabartan meziyeti onun her manayı en güzel bir şekilde ifade etmesi itibariyle, indirilmiş kitapların en mükemmeli ve ezelî olmasıdır. Hayır, daha ileri gidebiliriz.

Kur’an ezelî kudretin inayeti ile insana bahşettiği semavi kitapların en güzelidir. Beşeriyetin refahı nokta-i nazarından Kur’an’ın beyanatı Yunan felsefesinin ifadelerinden pek ziyade ulvidir. Kur’an arz ve semanın yaratıcısına hamd ve şükranla doludur.”

Mister John Davenport:

“Hazret-i Muhammed (s.a.v.) ve Kur’an-ı Kerim” ismindeki eserinde Kur’an-ı Kerim’den bahsederken şu sözleri söylüyor: “Kur’an’ın sayısız özellikleri içinde bilhassa ikisi fevkalade mühimdir:

  • Allah’ın büyüklüğünü ifade eden ayetlerin ahengindeki ulviyettir. Kur’an-ı Kerim beşerî zaaflardan herhangi birisini Allah’a isnattan münezzehtir.
  • Kur’an başından sonuna kadar beliğ olmayan, ahlaka aykırı yahut terbiyeye muhalif fikirlerden, cümlelerden ve hikâyelerden tamamen münezzehtir.

Hâlbuki bütün bu noksanlıklar ve kusurlar Hristiyanların ellerindeki tahrif edilmiş Kitab-ı Mukaddes’te bollukla vardır.”

Carlyle şöyle diyor:

“Kur’an’ı bir kere dikkatle okursanız onun özelliklerini göstermeye başladığını görürsünüz. Kur’an’ın güzelliği diğer bütün edebî eserlerin güzelliklerinden fark edilir. Kur’an’ın başlıca hususiyetlerinden biri onun aslıyetidir.

Benim fikir ve kanaatime göre, Kur’an baştan sona samimiyet ve hakkaniyetle doludur. Hazret-i Muhammed’in (s.a.v.) cihana tebliğ ettiği davet hak ve hakikattir.”

Edward Gibbon:

İngiltere’nin en meşhur ve en büyük tarihçilerinden Edward Gibbon “Roma İmparatorluğu’nun gerilemesi ve çöküşü” adlı eserinde şöyle diyor:

“Ganj Nehri ile Atlas Okyanusu arasındaki memleketler Kur’an’ı bir temel kanunlar ve onun hükümlerini de hayatın ruhu olarak tanımışlardır.

Kur’an’ın nazarında kuvvetli bir hükümdarla zavallı bir fakir arasında fark yoktur. Kur’an bu gibi esaslar üzerinde öyle bir sistemi vücuda getirmiştir ki dünya da bir benzeri yoktur.

Müslümanlığın esası, teslisi ve Allah’ın cisim olduğunu ve vahdet-i vücud akidesini reddetmektedir. Kur’an bu gibi karışıklıklardan, belirsizliklerden azadedir.

Kur’an Allah’ın birliğine en kuvvetli delildir. Müslümanlık belki bugünkü fikrimizin seviyesinden daha yüksek bir dindir.”

Marmadüke Picktahall:

“Kur’an’ın telkin ve Hazret-i Muhammed’in tebliğ ettiği esaslardan mükemmel bir ahlak kitabı vücut bulur.

Kur’an hakikatlerinin muhtelif memleketlerde insanlığa ettiği iyiliği ve sonra da Allah’a yaklaşmak isteyen insanları Cenab-ı Hakk’a ulaştırdığını inkâr etmek mümkün değildir.

Yaratıcının hukuku ile yaratılmışın hukuku ancak Müslümanlık tarafından mükemmel bir surette tarif olunmuştur. Bunu yalnız Müslümanlar değil, Hıristiyanlar da Museviler de itiraf ediyorlar.”

Levazaune:

“Yeni keşiflerin veya ilmin yardımıyla hallolunan yahut halline uğraşılan meseleler arasında hiç bir mesele yoktur ki İslamiyet’in esaslarına taarruz etsin.

Bizim Hristiyanlığı tabiat kanunları ile telif için sarf ettiğimiz mesaiye mukabil Kur’an-ı Kerim ve Kur’an’ın talimiyle tabiat kanunları arasında tam bir ahenk görülmektedir. Kur’an her hürmete layık olan eserdir.”

Corsele:

“Kur’an Arapça’nın en mükemmel ve pek sağlam bir eseridir. Müslümanların itikadı veçhile bir insan kalemi bu mucize eseri vücuda getiremez.

Kur’an bizatihi daimi bir mucizedir. Hem öyle bir mucize ki ölüleri diriltmekten daha yüksektir. Bu mukaddes kitabın ta kendisi menşeinin semavi olduğunu ispata kâfidir.

Muhammed (s.a.v.) bu mucizeye dayanarak bir peygamber olarak tanınmasını istemiştir. Arabistan’ın çıplak ve kısır çöllerini aydınlatan, şair ve hatiplere meydan okuyan Kur’an’ın bir ayetine bir benzer istemiş; hiçbir kimse bu meydan okumaya karşı gelememişti.”

Rodwel:

Kur’an ayetlerini indiriliş tarihine göre tercüme ve tertip eden İngiltere’nin en mutaassıp papazlarından Rodwell şu hakikatleri itiraf ediyor:

“Kur’an Arabistan’ın basit Bedevîlerini öyle bir değişikliğe uğratmıştır ki bunların âdeta sihirlendiklerini zannedersiniz.

Hristiyanların anlayışına göre, Kur’an’ın nazil olmuş bir kitap olduğunu inkâr edecek olsak bile Kur’an putperestliği imha, Allah’ın birliği inancını tesis, cinlere, perilere, taşlara ibadeti kaldırma, çocukları diri diri gömmek gibi vahşi âdetleri ve bütün hurafeleri izale ile bütün Araplar için İlahî lütuf ve nimet olmuştur. Kur’an bu sebeplerden her türlü övgüye layıktır.”

Jochahim:

“İslam Peygamberinin seciyesini aydınlatan Kur’an ayetleri son derece mükemmel ve son derece tesirlidir. Bu kısım ayetler Müslümanlığın ahlaki kaidelerini ifade eder.

Fakat bu kaideler bir-iki sureye münhasır değildir. İnsafsızlık, yalancılık, hırs, israf, fuhuş, hıyanet, gıybet; bunların hepsi Kur’an tarafından en şiddetli surette yasaklanmış ve bunlar rezaletin ta kendisi bilinmiştir.

Diğer taraftan hüsn-ü niyet sahibi olmak, başkalarına iyilik etmek, iffet, hayâ, müsamaha, sabır ve tahammül, iktisat, doğruluk, istikamet, sulhperverlik, hakperestlik, her şeyden fazla Cenab-ı Hakk’a itimat ve tevekkül, Allah’a itaat Müslümanlık nazarında hakiki iman esasları ve hakiki bir müminin başlıca sıfatları olarak gösterilmiştir. Resul-i Ekrem idrak ve şuur timsalidir.”

İşte Kur’an hakkında Batılı filozofların görüşlerinden bir kısmını işittin. Bütün filozofların sözlerini toplasak ciltler dolusu kitap olur.

Biz sadece denizden bir damlayı gösterdik.

Acaba hiç mümkün müdür ki bu kadar filozof ve bilim adamları yanılsın. Hâşâ, içinde hurafeler olan bir kitabı hak ve hakikat madeni zannetsin. Bu mümkün değildir. O hâlde geriye sadece tek bir seçenek kalıyor ki o da Kur’an’ın Allah’ın kitabı olmasıdır.

Kur’an’ın meyveleri olan evliyalar ve asfiyalar ve ilimler

Kur’an’ı bir ağaca benzetirsek, o ağacın dalları asırları, o dallardaki meyveler ve çiçekler de o asırda yetişmiş evliyaları ve yüksek ilim sahibi olan âlimleri ifade eder.

Nasıl ki ağacın hayat sahibi olması meyvesi ve çiçeği ile bilinir. Dallarında binlerce meyve ve çiçek olan bir ağacın ölü olduğunu kimse iddia edemez. Zira böyle bir iddiaya karşı her bir meyve ve çiçek: “Bize bakın, bizim hayatımız ağacımızın hayatından geliyor. Bizler ağacımızın kökünden besleniyoruz o hâlde ağacımız hayattadır.” derler. Dolayısıyla ağacın hayatını inkâr etmek için ilk önce dallarındaki meyvelerin hayatını inkâr etmek ve sözlerini çürütmek gerekir. Meyvenin ve çiçeğin hayatını inkâr edemeyen, ağaca ilişemez.

Aynen bunun gibi, Kur’an ağacının meyveleri olan evliya ve âlimleri inkâr edemeyen, o meyvelerin ağacı olan Kur’an’ı da inkâr edemez.

Dolayısıyla şöyle bir söz söylesek: “Kur’an Allah’ın kelamıdır çünkü Abdülkâdir-i Geylani Hazretleri o kadar kemal sahibidir ki asrında yaşayan gayri müslimler: ‘İslam’ı kabul etmiyoruz ama Abdülkadir’i de inkâr edemiyoruz.’ demişlerdir.”

Bu söz doğrudur. Yani bizler Geylani Hazretlerinin kemalini Kur’an’ın hak kelam olduğuna delil getirebiliriz. Zira O, Kur’an’ın bir talebesidir.

Ondaki kemal ve kerametler de Kur’an’ın kökünden geliyor. Hâşâ, eğer Kur’an Allah’ın kelamı olmasaydı, o zaman bu ağaçta meyveler gözükmeyecekti. Madem gözükmüş elbette Allah’ın kitabıdır.

O hâlde on dört asırda yaşamış bütün evliyalar ve yüksek âlimler kerametleriyle, ilimleriyle, kemalleriyle, bütün güzel sıfatlarıyla ve hakikati gösteren yaşantılarıyla Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğuna delildir.

Onları tamamıyla inkâr edemeyen, nurani ağaçları olan Kur’an’a ilişemez.

Acaba bir Geylani Hazretleri bile inkâr edilemezken, nerede kaldı tamamını inkâr etmek!

İslamiyet’in bütün hak ilimleri ispat eder ki Kur’an Allah’ın kelamıdır.

Kur’an’ı yine bir ağaca benzetirsek, fıkıh, usul-ü fıkıh, tefsir, kelam, akait, tasavvuf gibi İslamiyet’in bütün hak ilimleri o ağacın birer meyvesi olur.

Acaba dallarında bu kadar hak meyveler olan bir ağacın hayatından hiç şüphe edilebilir mi?

Madem ağacın hayatını inkâr edebilmek için ilk önce hayatının belirtileri olan meyvelerini inkâr etmek gerekir ve madem meyveye dil uzatamayan, ağaca dil uzatamaz.

Aynen öyle de Kur’an’a dil uzatabilmek ve bu nurani ağacın hayatını inkâr edebilmek için ilk önce meyveleri hükmünde olan İslamiyet’in hak ilimlerini inkâr etmek gerekir.

Bu ise mümkün değildir. Zira her bir ilim sağlam kaidelere, akli ve vicdani delillere ve mantıki kurallara bina edilmiştir. Bu ilimlerin sadece bir tanesini tamamen öğrenmek bile yıllar süren tahsile bağlıdır. Hele bir-iki tanesinde mütehassıs olmak ancak dâhilere nasip olur.

Acaba hiç mümkün müdür ki meyvesi böyle hak ilimler olan Kur’an, okuma-yazma bilmeyen bir beşerin sözü olsun ve bütün bu hak ilimler o zatın sözünden süzülsün? Hâşâ, olamaz. O hâlde Kur’an, meyveleri olan bu ilimlerinin şehadetiyle Allah’ın kelamıdır ve mukaddes kitabıdır.

Kur’an’ın meydan okumasına karşı acziyet

Kur’an’ın nazil olduğu dönemde Araplar belagatın yani söz söyleme sanatının zirvesindeydiler. Şiir ve edebiyat o kadar revaçta idi ki her sene yarışmalar düzenlenir ve birinci olan kaside altın yazıyla Kâbe’nin duvarına asılırdı. İşte Kur’an böyle bir zamanda nazil oldu ve bütün dâhi ediplere ve söz söyleme sanatının sultanlarına 8 mertebede meydan okudu.

8 mertebede meydan okumaya geçmeden önce şu sorumuzun cevabını arıyoruz: Acaba birisi şöyle bir iddiada bulunsa: “Kimse şu taşı kaldıramaz. Bu taşı kaldırabilecek dünyada kimse yoktur.” Siz de bu kişinin davasını çürütmek istiyorsunuz. Acaba bu kişinin davasını çürütmek için o taşı kaldırma yoluna mı gidersiniz yoksa o kişiyle kavga etme yoluna mı gidersiniz? Bir de düşünün, bu kişinin taraftarları var. Eğer kavga yoluna giderseniz bu yolda binler tehlike, mal ve can kaybı da var. Acaba kaldırılmaz dediği taşı kaldırarak davasını çürütebilme imkânı varken hiç uzun ve zahmetli yol olan kavga yolunu tercih eder misiniz? Herhâlde aklı olan hiç kimse ikinci yolu tercih etmezdi.

Sonra görseniz ki bu kişinin davasını çürütmek için kimse taşı kaldırmıyor. Herkes onunla kavga yolunu tercih ediyor. Ve kavga yolunda da müthiş zararlara uğruyor. Bu zararlara rağmen de hâlâ basit yol olan taşı kaldırma yolunu tercih etmiyor.

Herhâlde bunu görseniz derdiniz ki: Demek, bu kişinin “Taşı kimse kaldıramaz.” davası haklı bir davadır. Zira bu düşmanları taşı kaldırabilseydi elbette bu kısa yoldan giderek bu kişinin davasını çürütebilirlerdi. Bunlar ise bu kısa yol yerine uzun ve tehlikeli yol olan kavga yolunu tercih etmişler. Demek, kısa yol olan taşı kaldırma yolu kapalıdır.

Aynen bu misalde olduğu gibi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bir dava ile ortaya çıkmıştır. Davası “Bu Kur’an Allah’ın kelamıdır.” sözüdür. Bunu inkâr edenlere de 8 mertebede meydan okuyarak davasını kolayca çürütebilecekleri yolu göstermiştir. Bu 8 mertebe meydan okuma şu şekildedir:

Efendimiz (s.a.v.) Kur’an’ın ayetleriyle şöyle meydan okumuştur:

1- Eğer Bu Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğundan şüpheniz varsa yani bu kitabı benim yazdığımı iddia ediyorsanız o zaman haydi sizlerden benim gibi okuma-yazma bilmeyen birisi böyle bir kitap yazsın da görelim. Eğer bu kitabı -hâşâ- ben yazdıysam benim gibi okuma-yazma bilmeyen sizlerden birisi de yazabilir. Hadi yazsın; getirsin, görelim.

Bu meydan okumaya karşı Müşriklerin sesi çıkmayınca 2. mertebede meydan okuma yapıldı:

Madem benim gibi okuma-yazma bilmeyen birisi böyle bir kitap yazamıyor. Hadi o kişi okuma-yazma bilsin. Hem gayet âlim ve söz söyleme sanatının üstadı olsun, Kur’an gibi bir kitap yazsın da görelim.

Bu meydan okumaya karşı da o zamanın dâhi edipleri sessiz kalmış ve Kur’an gibi bir kitap yazamamışlardır.

Bundan sonra Kur’an’ın lisanıyla 3. mertebede meydan okuma yapılmıştır:

Madem tek başınıza böyle bir kitap yazamıyorsunuz o hâlde birleşin, kafa kafaya verin, bütün edip ve söz sultanlarınızı toplayın hatta eski yazılmış eserlerden de istifade edin. Hatta güvendiğiniz ilahlarınızı da yardıma çağırın ve Kur’an gibi bir kitap getirin.

Bu mertebede meydan okumaya da Müşrikler sessiz kalmış ve Kur’an gibi bir kitap getirememişlerdir. Sonra Kur’an 4. mertebede meydana okumayı şu şekilde yapmıştır:

Madem Kur’an’ın bütün inceliklerine benzer bir kitap getiremiyorsunuz o hâlde gelin sadece belagatına benzer bir kitap yazınız.

Bunu yapınız ve Kur’an’ın davasını çürütünüz.

Bu meydan okumaya karşı da Müşrikler sessizliğini bozamamış ve Kur’an’ın belagatına benzer bir kitap yazamamışlardır.

Bundan sonra Kur’an 5. mertebede şöyle meydan okumuştur:

Madem Kur’an’ın belagatına benzer bir kitap da getiremiyorsunuz o hâlde verdiği haberlerin doğru olmasını da sizlerden istemiyorum. Verdiği haberler yalan olsun önemli değil, sadece belagatına benzese yeter. Bunu yapınız.

Müşrikler bu meydan okumaya karşı da çaresizce susunca Kur’an 6. meydan okumasını yaptı:

Madem Kur’an’ın tamamına benzer bir kitap getiremiyorsunuz öyleyse 10 suresi kadar bir kitap yazınız ve Kur’an’a benzetiniz.

Müşrikler 10 suresinin de benzerini getiremeyince Kur’an 7. meydan okumasını yaptı:

Hadi madem 10 sureye benzer bir kitap yazamıyorsunuz. 10 sure olmasın, sadece bir suresine benzesin bu da yeter. Bunu yapınız ve Kur’an’ın davasını çürütünüz.

Müşrikler bunu da yapamadılar ve Kur’an’ın bir suresine benzer getiremediler. Bunun üzerine Kur’an 8. ve son meydan okumasını yaptı:

Madem uzun bir sureye benzer getiremediniz o hâlde o sure uzun olmasın kısa olsun, kısa bir surenin benzerini getiriniz. Hiç değilse bunu yapınız. Zira bu dünyada haysiyet ve namusunuz, izzet ve dininiz, asabiyet ve şerefiniz, can ve malınız, dünya ve ahiretiniz bunu yapmakla kurtulabilir. Eğer bunu da yapamazsanız -ki yapamayacaksınız- o hâlde bilin ki dünyada haysiyetsiz, namussuz, dinsiz, şerefsiz, zillet içinde yaşayacak, can ve malınız helakette mahvolup gidecek. Ahirette de cehennemin ebedî hapsi ile mahkûm olup putlarınız ile beraber ateşe odun olacaksınız!

Kur’an’ın bu meydan okumasına karşı da Müşrikler sessizliklerini bozamadılar. Kur’an’ın davasını çürütmek için kısa yol olan Kur’an’ın benzeri bir suresini yazamayıp uzun ve tehlikeli olan, canların ve malların heder edildiği savaş yolunu tercih ettiler. Hâlbuki Kur’an’ın kısa bir suresinin benzerini yapabilselerdi savaşa gerek kalmayacak ve Kur’an’ın davasını iptal edeceklerdi. Ama onlar savaşı tercih ettiler. İşte bu hâl gösterir ki kısa yol olan, Kur’an’ın benzerini getirmek mümkün değildir. Madem Kur’an’ın benzerini getirmek mümkün değildir o hâlde Kur’an bir beşer sözü olamaz. Okuma-yazma bilmeyen bir beşerden asla sudur edemez.

Bu  makamda şöyle bir soru akla gelebilir: Kur’an’ın 8 mertebede bu meydan okumasına karşı Müşriklerin benzer bir kitap yazamadıklarını nereden bilelim? Belki de yazmışlardır.

Bu soruya karşı cevabımız şudur: Eğer onlar Kur’an’ın bir suresine benzer bir şey yazabilselerdi elbette bu, âlemde şöhret bulacak ve Kur’an’ın davasını iptal etmek isteyen insanlar ona taraftar olacaktı. Hem nasıl ki onlar Kur’an’ın aleyhine zannettikleri her şeyi âleme neşretmişler o hâlde bunu da neşredecekler ve bu da tarih ve siyer kitaplarına girecekti. Hâlbuki bütün tarih ver siyer kitapları araştırılsa Kur’an’a benzer olarak yazılmış bir kitap hatta kısa bir sure bile bulunamaz. İşte bu durum ispat eder ki o asrın dâhi edipleri Kur’an’a benzer bir kitap yazmaktan âciz kalmışlardır.

Hatta bir edip onların bu âczini şöyle ifade etmiştir: “Muaraza-yı bi’l-huruf mümkün olmadı, muharabe-i bi’s-suyûfa mecbur oldular.” Yani “Harfler ile karşı gelmek mümkün olmadığından, kılıçlar ile savaşmaya mecbur oldular.”

İşte Kur’an’ın 8 mertebede onlara meydan okuması, onların ise bu meydan okumaya karşı âciz kalmaları ve birkaç satır yazmak gibi kısa bir yolu bırakarak uzun ve tehlikeli yol olan savaş yolunu tercih etmeleri ispat eder ki Kur’an Allah’ın kelamıdır ve O’nun sözüdür.

Kur’an’da hata ve tezatların olmaması

Kur’an bir lisan mucizesidir. Onda söze ve üsluba ait bütün güzellikleri, yüksek ifadelerin bütün çeşitleri, ahlaka ait bütün yüce esaslar, kâinata ait bütün kanunlar, müspet ilimlerin özü ve İlahî bilgilerin fihristi geçmişe ve geleceğe ait gaybi haberlerin bulunmasına rağmen hiçbir karışıklık izi görülmez.

Ve Kur’an’ın ayetlerine insaf ile dikkat edilirse görülür ki diğer kitaplar gibi bir-iki fikri takip eden bir fikrin silsilesine benzemez.

Bu kadar farklı ve teferruatlı türleri bir yerde toplayıp herhangi bir karışıklık, zıtlık göstermemesi ispat eder ki Kur’an asla okuma-yazma bilmeyen bir beşerin fikrinin mahsulü değildir.

Hâlbuki hangi seviyede olursa olsun hiçbir beşeri eser hata ve yanlıştan salim olamaz.

Edebiyatta ileri olan Arap edipleri ve belagatin âlimleri ve kelamların özelliklerini ortaya çıkarmaya çalışan edebiyat eleştirmenleri altının ayarını anlamak için onu mihenk taşına vuran bir sarraf titizliği ile asırlar boyunca Kur’an’ı incelemişler ve sonuçta onun bütün hata ve tezatlardan uzak olup bir beşerin böyle bir eseri vücuda getirmekten âciz olduğunu kabul etmişlerdir.

Onlar hâlâ Kur’ân’ı gereği gibi düşünüp anlamaya çalışmazlar mı? Eğer o Allah’tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı mutlaka onda birçok  çelişkiler bulurlardı.” (Nisa:82)

Kur’an ile hadis üslubunun benzememesi

Kur’an üslubu ile hadis üslubunun birbirinden uzak olması ispat eder ki Kur’an Allah’ın kitabıdır.

Kur’an-ı Kerim’i Allah’tan bize getiren Hz. Peygamber olduğu gibi, onu tebliğ eden de bizzat kendisidir. Kur’an ondan zuhur ettiği gibi, hadiste ondan zuhur etmiştir.

Fakat dikkat edilirse Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Kur’an olarak tebliğ ettiği İlahî kelam ile kendisine ait olan hadisler arasında büyük bir fark olduğu görülür.

Hem bu farkı anlamak için de âlim olmaya gerek yoktur. Kur’an ve hadis üslubunu karşılaştıranlar bunların arasında bariz bir fark olduğunu hemen görürler.

Eğer Kur’an kendisini inkâr edenlerin dediği gibi, bir beşer sözü olsaydı Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile Kur’an’ın üslubunun aynı olması gerekirdi.

Hâlbuki Kur’an’ın üslubunun Hadis-i Şeriflere benzememesi ve Kur’an’ın beyanının bütün beyanlardan üstün olması gösterir ki bu Kur’an peygamberin sözü değil, kendisini peygamber kılan ve ona vahyeden Allah’ın sözüdür.

 

FeyyazTv

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Eli, lâm, Mîm

ELİF, LÂM, MÎM.   Kur’an-ı Kerim’de yirmi dokuz sûrenin başında yer alan bu harflere “Hurûf-i …

Kapat