Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Denge, İ’tidâl ya da Orta Yol… / Prof. Dr. İrfan Gündüz

Denge, İ’tidâl ya da Orta Yol… / Prof. Dr. İrfan Gündüz

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.
Yedi kat semâyı, birbiri üzerinde tabaka, tabaka; uyumlu ve âhenkli bir şekilde yaratan O’dur. Rahmân olan Allah’ın yaratmasında hiçbir nizamsızlık, aykırılık ve uyumsuzluk göremezsin.

Gözünü gökyüzüne döndür de bir bak. Orada bir çatlak, bir kusur ve bir bozukluk görebilir misin? Sonra gözünü tekrar gökyüzüne çevir bak. Göz aradığı bozukluğu, kusur ve çatlağı bulmaktan ümidini keserek âciz, bitkin ve bitâb bir halde sana dönecektir.” (el-Mülk, 67/3-4)

Varlıklar arasında insan, âlemde var olan rûhânî ve maddî her varlığın bütün özelliklerini özet hâlinde bünyesinde barındıran ve bunlara potansiyel olarak sâhip olan bir yaratıktır. Bu yönüyle insan, âlemde var olan herşeye bir yönüyle benzemekte, bedeniyle madde âlemine bağlanırken, rûhu ile de ulvî ve yüce âlemlere yükselebilmektedir.

İnsan, nefsinin şehvet hevâsıyla mücâdele ederek maddî âlemle alâkasını azalttıkça ulvî âlemle bağlantısını kuvvetlendirmekte ve ibâdetler, nefsin üstündeki âlemle alâkasını kuran fazîlet ve fedâkarlıklar sistemi olarak ortaya çıkmaktadır.

Adalet, kelime olarak: “Hak ile hükmetmek, nefsinde istikâmet üzere olmak, kişiye hakkını vermek veya hakkını almak, eşit olmak ve eşit kılmak, eşyayı kendilerine mahsus olan yerlerine koymak, işlerde ifrât ve tefrîtin ortasını bulmak”1 gibi manâlara gelmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm ve sünnette genellikle düzen, denge, âhenk, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yolu izleme, takvâya yönelme, dürüstlük ve tarafsızlık2 gibi anlamlarda kullanılmaktadır.

Bizim burada ele almak istediğimiz denge veya i’tidâl, insanoğlunun bünyesinde barındırdığı potansiyel güçler arasındaki dengeyi yakalamak ve böylece kâmil insana giden yolda adâlet ve i’tidâlin önemi ve tahakkukunu ortaya koymaktır.

İfrât, normal ölçülerden ileri gitmek, tefrît ise; normal ölçülerin gerisinde kalmaktır. İnsanların duygu ve his dünyâlarında bulunan güç ve enerjiyi yerli yerinde kullanmak ve haddi aşmamak şeklinde yorumlanan i’tidâl ise ölçülü ve dengeli olmak, orta yolda bulunmak, istikamet çizgisinde olmak demektir.

“Ve işte böyle sizi doğru bir caddeye çıkarıp, ortadan yürüyen bir ümmet kıldık ki bütün insanlar üzerine adâlet nümûnesi ve hak şâhidleri olasınız!”3 meâlindeki ayette özetle şu hususlar dikkatimizi çekmektedir:

Aslında bizler, son peygamber’in ümmeti olduğumuz için “son ümmet” diye anılmamız gerekir. Oysa âyette “orta ümmet” tabiri geçmektedir. Bunun sebebi, geliş ve zaman itibariyle orta veya sonda olmak değil, “orta yolu izleyen, dengeli ve ölçülü olan, aşırılıktan uzak bulunan ümmet” olmamız istendiği için bu ifade kullanılmıştır.

Nefsin, bedenle ilgili ihtiyaçlarını belirli bir denge içinde tatmîn etmesi esastır. Böylesi bir denge, ne bedenin ihtiyaçlarını bütünüyle terk, ne de aşırı tatmîn etmek anlamındadır. Bedenî ihtiyaçların aşırı tatmîni, bedenin güçleri olan şehveti, gadabı, öfkeyi, duygu ve düşünceleri ibtidâî yönde geliştirecektir. Dengeli ve meşrû bir tatminde ise bedenin meşgûliyetlerinden kurtulan kalbin Allah’a dönmesi ve yükselerek hakîkatları olduğu gibi anlama kabiliyeti kazanması mümkün olacaktır.

Mücâhede; i’tidâlden çıkan ve ifrâta giden ve baskın gelen nefsteki müfrit sıfatın zıddını yapmağa zorlamakla, istenen iyi karakterin insan nefsinde yerleşmesine çalışmaktır.

Riyâzat ise; kulun tabîatlaşıncaya ve iç dünyâsında sürekli yerleşik hâle gelinceye kadar iyi işler yapmaya zorlanmasıdır.

Hakk’ı hak olarak görmek ve ona tâbî olmak, ömür boyu sürecek bir mücadele ve ısrarla sürdürülmesi gereken yoğun bir çile işidir.

İmam Gazzâlî hürriyeti: “Şehvetlerin esâretinden ve dünyânın sıkıntılarından kurtulup meleklere benzeyerek, şehvetini ve dünyâyı kendi irâdesi ve idâresi altına almak”4 diye tanımlarken tâ’atlarımızın gâyesini de: “İbâdet ile kastedilen, nefsâni şehvetlerin riyâzeti, öfkenin tutulması ve bu sıfatların kırılmasıyla akla baş eğmelerinin sağlanması”5 şeklinde açıklamakta ve bütün ibâdet, riyâzat ve mücâhedelerin hep bu hürriyeti yakalamak için yapıldığına işâret etmektedir.

Arap atasözlerinin kaynağını Kur’ânı Kerîm’den aldığını ortaya koyan düşünceleriyle meşhûr olan Hasan İbnü’l-Fasl’a: “İşlerin en hayırlı ve doğru olanı orta olanıdır.” esasının Allah’ın kitâbındaki yeri sorulduğunda, “Evet dört yerde vardır.” cevâbını vermiş6 ve şu âyetleri sıralamıştır:

1. “O, ne yaşlı ve bezgin, ne de körpe ve genç, ikisi ortası dinç bir inektir. Haydi emrolunduğunuz işi hemen yapın.”7

2. “Rahmân olan Allah’ın kulları, infâk ettikleri vakit isrâf etmezler, hasislik yapmaz, hakkını da kısmazlar. İkisi arası denk giderler.”8

3. “Hem elini bağlayıp boynuna asarak cimrilik etme, hem de onu büsbütün açıp saçarak isrâf etme ki pişmân olur açıkta kalırsın”9

Sonu iflâs olan isrâfı ifrât, neticesi nankörlük ve vebâl olan cimriliği de tefrît olarak değerlendiren ve gösteren bu iki âyet, gerek sosyal ve gerekse ekonomik hayatta başarılı olmak için gereken orta yolu göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

4. “Namazda Kur’ân okurken veya duâ ederken pek bağırma, sesini de fazla kısma. İkisinin arası bir yol tut.”10

Namazda Kur’ân-ı Kerîm sûrelerini okurken bile insanın sesini ölçülü ve dikkatli kullanması gerektiğini gösteren bu ifâdeler, genel bir prensip ve ölçü olarak ele alındığı takdirde, insanın kullanabileceği her kabiliyet ve yetkide bu ölçülere dikkat etmesi gerektiğini gösterir.

“Yeryüzünde böbürlenerek azametle yürüme; çünkü sen ne arz’ı yırtabilirsin, ne de boyunca dağlara yetişebilirsin.”11

İnsan vücûdunda efendi ve köle olması gereken duygular bir arada yaratılmış ve aynı akıl ve îmâna emânet edilmiştir. Ne var ki, köleye efendi, efendiye de köle mevkîî verilmesin. Bu yüzden Mevlânâ: “Efendiyi, nefsinin ve isteklerinin emîri; köleyi de; nefsinin ve isteklerinin esîri” diye ta’rîf ediyor.

İnsanın iç dünyâsında ilim, gadap, şehvet ile bu üç kuvvet arasındaki dengeyi koruma ve kullanma kuvvet ve kabiliyeti şeklinde dört rükün vardır. Bunlar dengeli ve uyum içinde oldukları zaman ancak güzel ahlâk meydana gelir.

Fazîleti; “ahlâkî kuvvetlerin i’tidâl ve âhengi ile ortaya çıkan bir durum.” diye tanımlayan İmam Gazzâlî, bunları hikmet, şecâ’at, iffet ve adâlet olmak üzere dörde ayırır: “Akıl kuvvetinin faziletini hikmet, gadap kuvvetinin fazîletini şecâ’at, şehvet kuvvetinin faziletini de iffet şeklinde açıklarken adâleti bütün bu kuvvetlerin gerekli tertîb üzere kullanılması”.12 diye tanımlar.

Dipnotlar: 1- İbn Manzûr, Lisânü’l-arab, XI, 430; ez-Zebîdî, Tâcü’l-arûs, IIX,9. 2- İbn Manzûr, Age., XI, 431; Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, III, 10. 3- el-Bakara, II, 143. 4- İmam Gazzâlî, a.g.e., III, 55. 5- İmam Gazzâlî, Mîzânü’l-amel, 21. 6- es-Süyûtî, el-İtkân fî ulûmi’l-Kur’ân, II, 168. 7- el-Bakara, II, 68. 8- el-Furkân, 25/67 9- el-İsrâ, 17/29. 10- el-İsrâ, 17/110. 11- el-İsrâ, 17/37. 12-Gazzâlî, İhyâu Ulûmi’d-dîn, III, 52, 57.

dergi.altinoluk.com

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Belki Bir Hayat Değişir! / Orhan SALCI

"Biz de Sizi Bekliyorduk"   Öğle namazından sonra Rabb'ine yürüyen bir teyzemizi ebedî istirahatgâhına uğurladıktan …

Kapat