Ana Sayfa / HABERLER & Yorumlar / Devlet parasıyla korkunç katliam!

Devlet parasıyla korkunç katliam!

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: Can Kemal Özer

Aylar önce yazacağımı belirtmiştim. Mesele şimdi olgunlaştı ve artık yazmanın tam vakti.

Yazı biraz uzun olacak. Ama tefrikası 40 gün sürse yeridir. Zira mevzu öyle mühim öyle mühim ki; sonunda devletin ve milletin aldatılması, bir eserin tahrifi, insanlık birikiminin çöpe atılması, kaynakların çarçur edilmesi ve hepsinden de önemlisi insanların hayatı söz konusu.

Sizden istirhamım sabırla okuyun, ehline okutun, izini sürün, şikâyetçi olun.

Biz peşini bırakmayacağız, lütfen siz de bırakmayın!

O halde buyurun, sahte para sürmeye benzeyen, piyasaya benzersiz sahte kitap sürme hadisesini okumaya…

Bir kitap düşünün, kul yazması olsa da dünyada bir benzeri daha olmasın. O kitap ki, insanlık tarihinin tıp ve eczaya dair kaleme alındığı döneme kadar ki bütün bir müktesebatı barındırsın.

Doğudan batıya, Afrika’dan Avrupa’ya herkesin bin yıldır istifade ettiği, sayısız kez çoğaltılmış, yüzlerce kez şerh yazılmış bir eser olsun.

İşte bu külliyat, –mukaddes kitaplar istisna edilirse,– belki de tarihin hiçbir devrinde bir örneği daha görülmemiş bir zulme maruz bırakıldı.

Üstelik bu geçmiş asırlarda değil, 20. asrın sonu ve 21. yüzyılın ilk yıllarında meydana geldi.

Dahası Avrupa’da değil, Türkiye’de, Ankara’da oldu.

Hikâye 1990’ların başında başlamış, bugün de devam ediyor.

HILTLARIN İÇİNDEN ÇIKAMAYINCA

Bu eserin günümüz Türkçesine ait tercümesinden ‘hıltlar’ bahsini döndüm döndüm okudum. Anlamak imkânsız. Bu durumda ya biz geri zekâlıydık, ya da yanlış giden bir şeyler vardı.

Konuya vakıf birine sorduk. “Anlayamazsın” dedi.

Neden?

“Çünkü şu eserin Türkçe tercümesini okuyorsun” diye devam etti.

Müslüman’ın Diyeti” kitabımıza buradan bir iktibas yapmıştık. Hemen o bölümlerin doğru olup olmadığının araştırmasına yöneldim. Bir de ne görelim. Eyvah ki eyvah! Facia ötesi bir durum!

Çünkü mürekkep macunun malzemeleri de, nispetleri de doğru değil.

Oysa son 10-15 yılda, çok sayıda kişiye alıp okumasını tavsiye etmiştim bu tercümeyi.

Muhtemeldir ki, yüzlerce takım alınmasını sağladım.

Malatya’da bir otelin asansöründe karşılaştığımız, yayıncı kurumun başkan yardımcısı Şaban Abak’ı eksik ciltlerin tamamlanması için tazyik etmiştim.

Ama öyle bir hata yapmışım ki, bu yazı ile herkesten af diliyorum. Hiçbir kastım yoktu. Zira söz konusu katliamdan bu fakir de habersizdi.

KİM YAPMIŞ, NE YAPMIŞ?

Eserin yayıncısı, bir kamu kurumu.

Mütercimi ise, Cambridge’de tahsil görmüş bir “profesör.”

Ondan fazla eserde imzası olan bu kişi, Atatürk Kültür Merkezi’nde görev yapmış. Uluslararası Tıp Kurumu, Türk Bilim Tarihi Kurumu üyesiymiş.

Siz, bu hal tercümesine sahip bir kişinin tercümesi ve devletin bir kurumunun yayınladığı bir esere güvenmez misiniz?

Elbette güvenirsiniz. Ama güvenmemek lazımmış.

Allah-ü Teâlâ hazretlerinin, en mükerrem varlık olarak yarattığı insanın sıhhatini ilgilendiren yanlış bir bilginin hayata mâl olabileceği hassas ötesi bir konu.

Anlaşıldığı üzere, bu külliyat edebi bir eser değil, bir tıp/tababet kitabı!

Sayısız örneğini gördüğümüz üzere “yarım hoca dinden, yarım doktor candan eder” dedikleri gibi, yarım değil baştan sona yanlış tercüme edilmiş tam 6 cilt.

Üstelik bu tercüme, bin nazla 20 yıl sürmüş.

Sizi yormayayım…

Eşi benzeri az görülür, bin yıldır adı dillerden düşmeyen, büyük filozof, ilim adamı, eşsiz hekim İbn-i Sina‘ya ait El-Kanun Fi’t Tıbb‘ adlı muhteşem eserin, Atatürk Kültür Merkezi‘nce yayınlanan, Prof. Esin Kâhyatercümesinden söz ediyoruz.

NE VAR Kİ BU TERCÜMEDE?

Konu mühim ötesi, bir devlet ve millet meselesi. Bu yüzden adım adım gidelim. Önce üç-dört misal verelim, sonra detaylara gireriz.

Misal-1

Cilt 3-1, sayfa 367’de “Onun besini, üzüm suyu ile ekşi sudur” diyor Esin Kâhya.

Bu cümledeki “üzüm suyu” kelimesi, orijinal metinde yok. Metinde olan kelime “şîrec.” “Şîrec”in bir tek mânâsı var. O da “susam yağı”dır.”

Aynı cümlede birde “ekşi su” geçiyor. Orijinal metinde “mâu hımmas” geçmektedir. Bu iki kelimenin mânâsı ise “nohut suyu”dur.

Misal-2

Misal 1’deki Kâhya’nın cümlesi “Genişleyip yayılan göz bebeği için daha sonra göze tutya uygulanır” şeklinde devam eder.

Gelin yukarıdaki tercümesi verilen cümlenin Arapçasına bir bakalım: ويكحل العين الأخرى بالتوتيا لئلا تنتشر كالأولى 

Eğer ehil biri tercüme etseydi şöyle yazacaktı: “Gözbebeği büyümesi olan gözden bu hastalığın diğer göze yayılmaması için (sağlam göze)  tûtiyâ ile sürme çekilir.”

Misal-3

İkinci misalden sonraki paragrafın, ilk cümlesini Kâhya şöyle tercüme eder: “Göz bebeğindeki genişleme için katarakt kısmında kullanılan ilaçlar verilir.”

Arapça metinde “Hayal görme (hayâlât) ve katarakt (nüzûlü’l-mâ) bölümlerinde zikredilen ilaçlar verilmelidir”  deniliyor. Tercümede “hayal görme” bahsi hiç yer almaz.

Misal-4

Cilt 2, sayfa 144’de, Benc Otu: “En zehirlisi siyah tohumlu olanıdır, sonra kırmızı ve beyaz olanı gelir. Beyaz renkliler daha az zehirlidir. Bundan dolayı beyaz olan kullanılır. Siyah ve kırmızı olanlar kullanılmamaya çalışılır. Siyah ban otunun zehri erguvan rengindedir, kırmızı olanın zehri ile sarı ve beyaz olanın zehri beyazdır veya sarı renklidir, onun rutubeti yağımsı görüntüdedir.”

Mütercim Kâhya, ban otunun “en zehirlisi siyah tohumlu olanıdır” diyor.

Yazma eserde “erde'” ve “ahbes” olanı diyor, yani ban otunun en kalitesizi, en düşük değerlisi. “Değersiz” ve “kalitesiz” denilmesi gerektiği halde “zehirli”  diye tercüme etmek, ilim ve tercüme âdâbına yakışır mı? Kaldı ki, İbn Sina, zehirli bir otu terkibine koyar mı?

“Zehr” Farsça bir kelime. Zehr’in Arapçası “çiçek”tir. İbn Sina’nın tercümeye konu eseri, Farsça değil Arapça. Anlayacağınız her şey çorba…

Görüldüğü üzere bu tercüme doğru değil ve okur yanıltılmaktadır.

Misallere devam edeceğiz ama bu terkibi vermezsek olmaz, zira biz, bunu Kâhya’nın tercümesinden kaynak göstererek “Müslüman’ın Diyeti”kitabımıza (s.149) iktibas ettik.

İbn-i Sina’nın, Cüvârişenü’l-Mülûk adını verdiği ünlü bir terkibi var. Kâhya, bu macunun muhtevası ve nispetlerini cilt 5, s.81-82’de şöyle veriyor: Kara helile meyvesi 162 gram, Belîlec meyvesi 162 gram, Emlec meyvesi 162 gram, Kara kimyon 153 gram, Biber 99 gram, Amonyak zamkı 99 gram, Sivri biber 99 gram, Kuru zencefil 99 gram, Sivri biber kökleri 99 gram, Hint narı 99 gram, Büyük kakule 99 gram, Hint selvisi 99 gram, Hint biberi 27 gr, Malaka fasulyesi 27 gr.

Kâhya tercümesinde “Cevâriş-i Mülûk” diyor. Oysa kitapta geçen isim, Cüvârişenü’l-Mülûk!

 El-Kanun Fi’t Tıbb‘ın, Osmanlı Türkçesi’ne tercümesini şerhini yapan Tokadî, Arapça orijinalindeki terkibi şöyle tercüme eder: 

Civarisenul-Muluk

Bugünün Türkçesine çevirdiğimizde ise: Kara helile 6 miskal (30 gr), Belile otu 6 miskal (30 gr), Emlec meyvesi 6 miskal (30 gr), Çörek otu 24 miskal (120 gr), Karabibe 22 miskal (110 gr), Fülfül ağacı meyvesi 22 miskal (110 gr), Zencefil 22 miskal (110 gr), Fülfül ağacı kökü 22 miskal (110 gr), Hint narı 2 miskal (10 gr), Kakule 2 miskal (10 gr), Kara topalak 2 miskal (10 gr), Hint biberi 2 miskal (10 gr), Kaju 2 miskal (10 gr) demektedir, merhum İbn Sina ve merhum Tokadî.

Şimdi bu iki listeye bakınız ve tercüme katlinin ne boyutta olduğunu görünüz.  Diyelim ki, mütercim isimleri karıştırdı, fakat ölçüleri bu hale nasıl getirdi? Birine 120, diğerine 110, bir başkasına 10 gram diyen hekimin maksadı nedir? İnsanların sıhhatinin muhafazası… Aksini yaparsanız muhafaza mı eder, yoksa bozar/ifsad mı edersiniz? Bozulan reçetenin reçeteliğinden söz edilebilir mi?

Aynı zamanda Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Başbakanımız Binali Yıldırım, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, YÖK Başkanı Yekta Saraç, Atatürk Kültür Merkezi Başkanı Zeki Eraslan ve Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı Ahmet Cevat AcarBeyefendilere, açık mektup olan konuya İnşaallah yarın devam edeceğiz.

Bakalım, içler acısı hal konusunda ilgili makamlardan nasıl tepki gelecek! Para ve zamanını hesap edip, yanlış bilgilenen okurlar ne diyecek? Neticesini de hep birlikte göreceğiz.

***

Yazının devamı

Dün, bin yıldır adı dillerden düşmeyen, büyük filozof, ilim adamı, eşsiz hekim İbn-i Sina‘ya ait ‘El-Kanun Fi’t Tıbb‘ adlı muhteşem eserin, Atatürk Kültür Merkezi‘nce de yayınlanan Prof. Esin Kâhya tercümesindeki katliamlardan söz etmiştik. Bu gün de devam edeceğiz.

Önce belirtmiştik, söz konusu eser edebi bir metin değil tababet metnidir. Bu yüzden hataya tahammülü yok. Buradaki hata mı, kast mı, doğrusu ondan da emin değiliz. Zira mütercimin neyi bilip, neyi bilmediğini de bilmiyoruz.

Kabul edelim ki, Türkiye’de kendini imtiyazlı gören iki zümre var. Bunların biri, yakaları beyaz vicdanları kararmış dönmeler. İkincisi ise akademidekiler. Konumuz, dönmeler değil akademi.

Bu ülkede doktoranı yaptın mı, ulema sınıfının ilk basamağını atlarsın. Doçent oldun mu, Nirvana’ya sadece bir adım kalır. Profesör müsün, Nirvana ne ki, 1400 yıllık ilim geleneği, ulema sınıfının hepsini cebinden çıkarmaya, kimseyi beğenmemeye başlarsın. Ama meramını anlatacak bir dilekçe yaz gel desen, beceremez çoğu, o başka!

Bunun temel nedeni, bizde tenzil sisteminin olmaması. Üniversiteye intisap ettin mi, hep terfi edersin. Tenzil, bizim üniversitelerde görülmüş şey değil. Oysa dünyada denge var. İntihal yapan da, mesleğinin hakkını vermeyen de tenzil edilir. Bu yetmezmiş gibi, 3 yıldır makale yazdın diye, devlet ayda 1-2 bin lira ek ödeme yapıyor. Bu yüzdendir, her köşe başında bir akademi dergisi çıkarılır oldu.

Bizde sınavı geçin, ama nasıl geçerseniz geçin. Teziniz kabul edilsin de, nasıl bir tez olduğunun önemi yok. Bu sebepten, YÖK’ün bu işlere de el atıp düzeltmesi şart. Verilen unvanların hepsini geri alabilen bir sistem. Yoksa daha çok ilmi cinayetler işlenir bu düzenle.

ASLI İLE ADINDAN BAŞKA BAĞI KALMAMIŞ

Kendini imtiyazlı gören zümre, devletin kaynakları ile insanlığın birikimini heba edemez. Aslında kaynağın kime ait olduğunun da bir önemi yok. Önemli olan, kaynaktan ziyade muhteva… Kaynağın devlete ait olması, acının bir başka boyutu.

Prof. Esin Kâhya, tercümesindeki İbn-i Sina merhuma ait El-Kanun Fi’t Tıbbeserini, Arapça nüshadan çevirdiğini iddia ediyor eserde.

Ortada da Tokadi’nin bir tercümesi var. Mütercim ısrarla diyor ki, Tokadi’yi kullanmadım. Aslında bunun bir önemi yok. Zira Tokadi’nin eseri de olsa, Arapça ana kaynak da olsa önemli olan netice.

Neticede, aşağıda da vereceğimiz misallerde de görüleceği üzere, ‘El-Kanun Fi’t Tıbb Tercümesi’ adlı eserin asılla irtibatının koparılmış olması.

KİM NE YAPMALI, ÇÖZÜM NE?

Bu durumda yapılması gereken belli…

Mütercimin yaptığı mı doğru, bizim sözlerimiz mi doğru, çözmek çok kolay.

Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, YÖK, Yazma Eserler Genel Müdürlüğü, Atatürk Kültür Merkezi ve dışarıdan birer kişiden oluşan, Arapça vukufiyeti iyi üç beş kişilik bir komisyon kurulmalı. Kâhya’nın tercümeye esas kabul ettiği Arapça nüsha ile tercüme karşılaştırılmalı.

Bu ‘Hakem Heyeti’, eserin doğru mu, yanlış mı tercüme edildiğini ortaya koyar. Biz haksız ve mütercim haklı ise, biz, kendi cezamızı keseriz.

Peki ya haklı isek? Çünkü çok iddialı şeyler söylüyoruz.

Bu teklifimiz ciddiye alınmalı ve icabı derhal yerine getirilmeli. Zan altındaki eseri, netice ortaya çıkana dek, Atatürk Kültür Merkezi satışını askıya almalı.

Söylediklerimiz doğru ise de, Kurumlar ve savcılıklar gereğini yapmalı. Sorumlulardan hesap sormalı.

Yeni tercüme yaptırılmalı, bir özür mektubu ile yenisi ile eskisi değiştirilmeli yahut bedel iadesi yapılmalı.

Sadece bununla da yetinilmemeli. Aynı Profesörün bütün tercümeleri gözden geçirilmeli. 

Numan Kurtulmuş Beyefendi, Ebu’r-Reyhan el-Beyrunî merhuma ait, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınlarıarasında çıkan, Kitabü’s Saydana Fi’t Tıbb eserini de gözden geçirtmeli. Çünkü bunun mütercimi de aynı kişi.

Kütüphanemizde yer almasına rağmen, el-Beyrunî’ye ait eseri inceleme ve inceletme imkânımız olmadığından hakkında hiçbir hükme sahip değiliz. Ancak ehil olanlar, aynı sorunlardan söz ettiler. Konu; insan sıhhatini, tıbbın geleceğini, dolayısıyla insan ve ilmin geleceğini ilgilendirdiği için artık daha hassas olmak zorundayız. Kesin olan bu!

AKADEMİSYENLER NE İŞ YAPAR?

Gıda, beslenme ve tıpla ilgili bir gazeteci bu işlerle ilgili de, 200 üniversitede 160 bin akademisyen ne ile ilgili?

İlk cildi, 1995’de çıkmış, son cildi ise birkaç yıl önce yayınlanmış ve aradan tam 22 yıl geçmiş bir tercüme var ortada.

Hiçbir akademisyen bu eseri incelemedi mi?  İnceledi ise ne yaptı, eleştirel bir makale yayınladı mı? 

Yayıncı, Atatürk Kültür Merkezi‘ni uyardı mı? İkaz edildi ise, Kurum ne cevap verdi, ne işlem yaptı?

İçinde birkaç hata görülse denilebilir ki, “kul işte, bir kuldan mükemmellik beklen(e)mez!” Biz de, “hakk-ı âliniz var” demek zorunda kalırdık. Oysa bu eserdeki sıkıntı, sağlam bölümlerden daha çok. İncelemek için eserin tümünü okumaya da gerek yok. Her ciltten rast gele 3 sayfadan birer cümle incelemek dahi kâfi gelir.

İşin acı yanı, bunu yapan da sıradan bir mütercim değil, işte o malum akademinin içinden biri.

Bu kadar akademisyen içinde bu esere ilgi duyup temin eden, inceleyen, asıl nüsha ile karşılaştıran kaç kişi çıkmıştır? ‘Yoktur’ diyemem ama netice ortada.

Yazma Eserler Genel Müdürlüğü, çok değerli eserleri tercüme ve tıpkıbasımı ile yayınlayarak büyük bir hizmet icra ediyor. İlk döneme nispetle, artık özel sektör gibi fiyat politikası uygulayarak kamu yayıncılığından çıkma eğiliminde olsa da değerli bir hizmet üretti. Başlatanı tebrik görevimiz.

El-Kanun Fi’t Tıbb ve Kitabü’s Saydana Fi’t Tıbb türü eserleri basmak, daha çok Yazma Eserler Genel Müdürlüğü’ne yakışır. Umarız niyetleri, çalışmaları vardır veya olur.

Kamu yayıncılığının varlık nedeni; özel sektörün ticari bulmadığı, kıymetini anlayamadığı eserleri kâr amacı gütmeden, masraflarını karşılayarak ve eserleri yeniden ele alan kişilere de teşvik edici uygulamalar yapmaktır.

Zira Yazma Eserleri incelemek bugünün şartlarında her baba yiğidin işi değil. Anlamak, incelemek, hem bilgi, hem de zaman işidir. Kaldı ki, bunların yeni nesle aktarımı şart. Ülkemizde bu işleri yapabilecek çok sayıda insan var.

Bu bağlamda, Beyan Yayınları gençler için güzel örnekler neşretmiş. İnşallah hem devamı gelir, hem de pek çok yayıncıya örnek teşkil eder. Beyan’ın hatası ise, gereksiz bir sadeleştirme ile özünü bozması.

BEŞTEPE’DEN BEKLENTİMİZ

Saygıdeğer Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan‘ın omuzlarındaki yük, kaldırılabilir bir yük değil. Burası İtalya, İngiltere değil. Burası ne kadar çakal, sırtlan, leş yiyici varsa, hepsinin etrafında ve tepesinde dolaştığı Türkiye. Burasını idare etmek, dünyanın bütün ülkelerinden güç… Ahlak, izan, basiret, feraset, cesaret ve mangal gibi yürek gerektirir.

Her derdi ‘Reis’e iletmek kolaycılık. Lakin bu ülke bürokrasisine, Reis’ten emir gelmeden iş yapmama virüsü bulaşmış. Bürokrasi vs., keyfiyetle değil, kemiyetle meşgul. Koltuğa oturan güvercin, ertesi gün oluyor bir kartal. Az fazla orada kaldı mı da, “küçük dağları ben…” meselesine dönüşüyor maalesef işler.

Bu yüzden de, Reis-i Cumhurun bu işlerden de haberdar olması şart. Bu kartallara, bir onun sözü geçiyor.

DEVLET İLGİ GÖSTERMEZSE NE YAPMALI?

İlgi göstereceğine inanıyoruz, lakin Devlet bu eleştirilerimize kazaen veya kasten ilgisiz kalırsa, yapılacak bellidir.

Bu eserleri satın alan herkes, yayıncı Kurum’a iade müracaatında bulunur. Kurum kabul etmez ise, her kaymakamlıkta bulunan ve ücretsiz hizmet veren Tüketici Sorunları Hakem Heyetlerine müracaat edip, ayıplı ürünün bedel iadesi talebinde bulunabilirler.

Ama buna gerek kalmayacağına inanıyoruz.

Hiç kimse bu ülke için, İbn Sina’nın eserini bile doğru dürüst tercüme ettiremedi dedirtemez. Buna kimsenin hakkı yok.

İŞTE YENİ ÖRNEKLER

Dün dört misal vermiştik. Misallere bugün de devam edelim.

Misal – 5

Cilt 2, sayfa 113: Itratikus: “Bu, urethrayla ilgili diye bilinir.” Mütercim Kâhya “ıtratikıs”  okuduğu kelimeye “sığırkuruğu” diye yazar, bu kelimeyi idrar yollarına götürüp “urethra”ya niye bağlar.

Doğrusu:  Bu bitki “hâlibî” dedikleri devadır. “Hâlibî” ise “geven” diye bilinen astragalus bitkisi.

Misal – 6

Cilt 2, sayfa 114: Alusen: “Kalkana benzeyen bir ottur. Bundan dolayı mesa (kalkan) da denir.” 

Doğrusu:  Bu bitki, kalkana benziyor, doğru ama “mesa” denmiyor. Arapça kalkan için kullanılan kelime burada “türmüs”. Bitkiye “türmüs” de denilirmiş.

Misal – 7

Cilt 2, sayfa 85: Aglacun: “Hindistan ve Batı ülkelerinden gelmiştir” 

Doğrusu:  Eserde batıdan değil “şarktan gelmiştir” deniliyor. Bazı bölümlerde ise “Araptan gelmiş” denilmekte.

Misal – 8

Cilt 3-1, sayfa 367: “Uyku onun için yararlıdır.”

Doğrusu:  Kânûn’da böyle bir cümle ya da içerik yoktur! Bu hayal mahsulü  bir cümle.

Misal – 9

Cilt 3-1, sayfa 367: “Hastaya kafasının arkasından vurulursa yararlı olur.”

Doğrusu:  “Darbe ardından meydana gelen gözbebeği büyümesinin ilacı, tedavisi gayet güç olur!”

Misal -10

Cilt 3-1, sayfa 368: “Kabuksuz bakla ile ilaç yapılır.”

Doğrusu:  Kabuksuz bakla denilmiyor. “Dakîku’l-bâkılâ” yani “bakla unu” deniliyor.

Misal – 11

Cilt 3-1, sayfa 368: “Onunla yapılan lapadan başka arpa yaprağı, söğüt yaprağı ile yahut da hindiba suyuyla ıslatılıp lapa yapılır, yahut da bir kısım gül yağı ve şurubu ile lüle gibi yapılıp vurulmuş olan yere, yumurta da katarak yakı yapılır.”

Doğrusu:  Lapa tarifinde “arpa yaprağı” ile “söğüt yaprağı” ıslatılır kaydı yanlıştır. Doğrusu “arpa unu” ile söğüt yaprağı” ıslatılır. “Bir kısım gül yağı” ise “bir parça gül yağı” olmalı!

Misal – 12

Cilt 3-1, sayfa 368:  “Şeffaf göz bebeğinin yayılımı ile gözyaşları damla damla akar.”

Doğrusu:  Arapça metinde “şeffâf” kelimesi yok! Metinde yer alan kelime “şeffâf” değil, “şefânîn”dir. “Şefânîn”, yabanî güvercinler anlamındadır. Bir diğer kelime burada “ferâh”tır, yani güvercin palazı. Kâhya’nın “gözyaşı” diye çevirdiği “dem”in anlamı da “kandır.”

Misal – 13

Cilt 3-1, sayfa 368: “Bu ilaçlar, umur-ı yasefiyat dedikleri göz bebeği hastalıklarının tedavisi için yararlıdır.”

Doğrusu:  Burada “umur-ı yasefiyat” okunan kelimenin aslı  “amûriyâsfîs” yani amaurosis, görme kaybı.

Misal – 14

Cilt 3-1, sayfa 368: “O yararlı ilaçların reçetesi şudur: Çocuk safrası ve gergedan safrası…”

Doğrusu:  Arapça metinde bu “merâretü’l-cedy” yani “oğlak safrası”dır. “Gergedan safrası” şeklinde çevrilen kelime ise Arapça metinde “merâretü’l-kürkiyy”dir, yani “turna kuşu safrası.” İnsan turna kuşunu, gergedana nasıl dönüştürür?

Aynı cümlede mütercim “susen suyu” der, yani İris florentina suyu. Oysa Arapça metinde ibare “rubbu’s-sûs”tur, doğru ifadeyle tatlı meyan (Glycyrrhiza glabra) şırası.

Mütercim Kâhya “3 miskal, yeteri kadar balla” der. Oysa doğrusu “bir miskalin üçte ikisi kadar balla”dır. Tercümede “rezene suyu” denilir. Oysa metinde yer alan  “üşşec”, rezene (Foeniculum vulgare) değil, Dorema ammoniacum zamkıdır.

Misal – 15

3-1, s. 368: “Ayı göğsü veya kuru kertenkele göğsü”  

Doğrusu:  Arapça metinde “ba’ru’d-dabb ve verel” yazar. “Dabb” kaya keleridir; “verel” ise varan dediğimiz kertenkeledir, “ba’r” ise hayvan dışkısıdır. “Ba’r-ı yâbis”, kuru dışkı yani “kaya keleri ve varanın kuru dışkısı”, bu Kâhya’da “ayı göğsü veya kuru kertenkele göğsü”ne dönüşür!

Misal – 16

Cilt 2, sayfa 311: “Sedîdî, büyüye bağlayarak şöyle der:”

Doğrusu: “Sedîdî, Temîmî’ye azv edip der ki:” Kâhya “Temîmî” isimli tabibi “büyüye” diye tercüme eder.

Misal – 17

Cilt 3-1, s. 473: “Eger sen müfettitte fi cihet eden tegir olursa o ise dişe tekil olursa madi olan rutubetli mizaca işaret eder.”

Doğrusu: “Eger sen müfettite”” diyor, doğrusu “Eger sinn-i müfettete” yani ufanmış dişe. “Fi cihet eden” “min ciheti’l-levn” yani  “renk cihetinden.” “Tegir olur ise” diyor. Kâhya ise “tagayyür”, “dişe tekil olursa” diyor. “Sinne te’ekkül.” Yani  “Eğer ufanmış, kırılmış dişte renkçe bir değişim veya o sinde yenme, aşınma olursa bu rutubetli mizaca delalet eder.”

Misal – 18

Cilt 3-1, sayfa 608: “Ancak gül suyu ve şekerli su o gibi ballı sudan ufak ve ılık olur.”

Doğrusu: “Gül suyu ballı sudan ufak ve ılık olur.”

Devam edecek olursa tahammül edemeyeceğini tahmin ediyoruz. Bu yüzden örnekleri burada hitama erdirelim.

İlgililerden beklentimiz belirtmiştik. Son söz olarak diyoruz ki; İbn Sina’yı rahatsız etmeyin. Bırakın bedi istirahatgâhında rahat uyusun. Bu büyük âlime ve millete bir iyilik yapmak istiyorsanız, bu eserlerin tercümesini doğru kişilere yaptırın. Yanlışlardan da hesap sorun.

Ama biz bu işin peşini bırakmayacağız. Bakalım Cenab-ı Mevla’mız neler gösterecek!

Vesselam

Yenisöz Gazetesi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Kur’ân ve Sünnet Perspektifinde Nur Talebelerinin Namaz Tesbihatı

KUR’AN VE SÜNNET PERSPEKTİFİNDE NUR TALEBELERİNİN NAMAZ TESBİHATI   Tesbihat, Allah ile kul arasındaki irtibatı …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Ey Avrupa! / Nur’un İlk Kapısı’ndan

ON BİRİNCİ DERS بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰى ۞ وَالنَّهَارِ اِذَا تَجَلّٰى ۞ …

Kapat