Ana Sayfa / Yazarlar / Devrekâni Adı Nereden Geliyor?

Devrekâni Adı Nereden Geliyor?

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Devrekâni Adı Nereden Geliyor?

Devrekâni ilçemizin değişik bölgelerinde, değişik zamanlarda yapılan sınırlı çalışmalar neticesinde Bakır Çağı’na, M.Ö. 3000 yıllarında, özellikle Hititler dönemine ait yerleşim yerlerine, gündelik kullanım eşyalarına, dini figürlere, sanat eserlerine dair oldukça zengin bulgular elde edilmiştir.
Elde edilen bu bulgular ve bilgiler ışığında ilçenin en az beş bin yıllık bir tarihe sahip olduğunu ve dolayısıyle Devrekâni ilçemizin Kastamonu’nun ve hatta ülkemizin en kadim yerleşim yerlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.

Pek çok şehir, ülke, millet, medeniyet gibi
Devrekâni İlçemiz, tarihi süreç içersinde parlak devirler yaşadığı gibi nisbeten ışığının söndüğü dönemler yaşamıştır.

Kastamonu ve civarının İslam&Türk hakimiyetine geçtikten sonra özellikle Candaroğulları Beyliği döneminde Devrekani’nin oldukça kıymetli bir yerleşim yeri olduğunu görmekteyiz.
Osmanoğulları ve Candaroğulları Beylikleri/devletleri arasında birkaç defa vuku bulduğu bilinen kız alıp verme hadisesinin en önemlisinin Devrekani ilçemiz sınırları içerisinde gerçekleşmiş olması bu önemin en bariz göstergesi olarak kabul edilebilir.

Candaroğulları Beyi İbrahim Bey’in kızı, ileride Fatih Sultan Mehmed Han’ın annesi olacak olan Hatice Hüma Hatun’un Osmanlı Sultanı ll. Murat’a eş olarak gönderilip ll.Murat’ın kız kardeşi Selçuk Sultan’ın da Candaroğulları Beyi İbrahim Beye gelin geldiği düğün Devrekani ilçemizde yapılmıştır..

Bu durum, Devrekani ilçemizin beylik merkezi, başkent olduğu anlamına gelmiyor elbette.
Batı Karadeniz Bölgesinde yüz altmış yıldan fazla hüküm süren Candaroğulları Beyliği’nin esas olarak Kastamonu’dan yönetilmekle birlikte zaman zaman Sinop’u ve kısa süreli de olsa başka şehirleri başkent olarak kullanmış oldukları biliniyor.
Ancak Devrekâni ilçemizin böylesi bir önem kazanmış olduğunu söylemek doğru olmaz.

Bunun yanında bazı beylerin bazı yerleri yazlık saray olarak kullandıklarını da biliyoruz.
Adil Bey’in Kuzyaka Terzi Köyü, Mahmud Bey’in Kasaba Köyü Civarını yazlık saraylar edindikleri gibi İsfendiyar Bey yahut İbrahim Bey’in de Devrekani bölgesini yazlık saray bölgesi edindikleri ya da şehzadelerin ikametine tahsis edilen bölgelerden biri olduğunu ifade etmek mümkündür.

Elbette bundan yüzlerce, binlerce yıl önce de şehirler, medeni hayat derece önemlidir.
Siyaset, ticaret, bürokrasi, ilim, irfan, dini hayat, medeni hayat şehirlerde oluşur, gelişir, etrafa şehirlerden yayılır..
Şehirler medeni hayatın, manevi hayatın fabrikası, tezgahı, atelyesi, çarşısı, pazarıdır.

Ancak, devletlerin, şehirlerin, insanların yaşatılabilmesi için maddi ihtiyaçlarının da karşılanma zorunluluğu vardır.
Bu açıdan ziraat, tarım/ hayvancılık gibi sektörler her dönem için hayati öneme haizdir.
Güçlü bir devlet için güçlü bir ekonomik yapıya, güçlü bir orduya ihtiyaç vardır.
Güçlü ordu için askerlere, askerler için savaş hayvanlarına ve bunların hepsi için uygun geniş eğitim alanlarına ihtiyaç vardır.
Devletine yük olmayan, destek olan karnı tok, sırtı pek tebaya ihtiyaç vardır..
Bütün bunlar için verimli arazilerin seçilip oraların yurt edinilmesine, ekilip biçilmesine, herşeyin bol miktarda üretilmesine ihtiyaç vardır.

Beyliğin yönetim merkezi olarak seçilen Kastamonu, genel iklim yapısı itibariyle kışları soğuk, yazları da çok sıcak olmayan bir bölgedir.
Ancak buna rağmen şehir merkezinin civarında havadar geniş ormanlık alanlar, bedene ve ruha ferahlık veren, şifa veren daha serin mekanlar, ziraate uygun geniş ve düz alanlar bulunmaktadır.

Yaz aylarında Akdeniz, Ege, Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki insanlarımız sıcaktan nefes alamazken Kastamonu’da yazın ortasında bile soba yakılan, insanı canlı, dinç tutan havası, suyu tertemiz bölgeler vardır.

Devrekâni ilçemiz hoş iklimi, geniş, düz ve verimli arazileri itibariyle devletin ihtiyaç duyduğu, insanın, ordunun, sarayın ihtiyaç duyduğu her alanda güzel imkanlar sunabilecek bir bölgedir.
Bunun yanısıra Devrekani, tarihi köklerinin derin olması hasebiyle de devlet ricalinin dikkatini çekmiş ve bu yüzden bazı beylerin geçici de olsa ikamet alanları olmuş olmalıdır.
Zira tarih boyunca iddiası, ideali olan bütün devletlerin kendilerinden önceki devletlerin ve medeniyetlerin ayak izlerini takip etmek konusunda hassas oldukları görülür.
Medeniyetlerin mıknatıs gibi çekici bir özelliği vardır.
Medeniyetler medeniyetleri çeker.
Dostu da, düşmanı da çeker.

Sonra gelen medeniyetler bir yandan önceki izleri takip edip onların bıraktıkları medeniyet ruh ve ikliminden beslenmek, nefeslenmek, diğer yandan onların izlerinin, mühürlerinin üzerine kendi iz ve imzalarını bırakmak arzusundadırlar.
Bu da adeta içgüdüsel bir devlet ve medeniyet refleksidir denilebilir.

Bu girişten sonra Devrekâni isminin nereden geldiği konusuna gelelim.
Devrekani ilçemizin adının nereden geldiği konusunda Kaymakamlık sitesi ve Kastamonu İl Kültür Müdürlüğü sitesinde aktarılan bilgiler dışında herhangi bir bilgi-belge yok. En azından ben ulaşamadım.

Orada verilen bilgiler özetle şu şekilde;
Candaroğulları Beyliğini kırk yıldan fazla yönetmiş olan İsfendiyar Bey zamanında yörenin geçici konaklama amacı ile HAN olarak kullanılması, bolgenin “DEVLETHANI” olarak isimlendirmesine neden olmuş, Devlethanı ifadesi de zaman içinde halk dilinde “DEVREKÂNİ”ye dönüşmüştür deniliyor.

Herhangi bir konuda kesin bilgiler olmadıkça konuyu izah için ortaya konulan her fikre, kabul edilmese bile saygı duyulması gerekir.
Dolayısıyle, Devlethanı ifadesinin zaman içersinde Devrekani’ye dönüştüğüne dair bu rivayeti değerli bulmakla birlikte doğru olma ihtimalinin çok zayıf olduğu kanaatindeyim.

Dil ve tarih konusunda uzman olmamakla birlikte konu hakkında farklı düşüncelerim, tezlerim var.
Elbette benim düşüncelerim de eleştiriye açıktır.
Bu yazıyı yazma amacım konuyu gündeme taşıyarak uzmanların konuya eğilmelerine, araştırmalar yapmalarına, gerçeğin ortaya konulmasına vesile olmaktan öte bir çaba değil..

Malum olduğu üzere Türkler, Türkistan topraklarında Müslüman olduktan sonra Arapça’nın din ve ilim dili olması nedeniyle Arapça’dan kelime ve kavramlar almaya başladılar..
Bu gün de kullandığımız kalem, defter, kitap, alim, muallim, medrese, devlet, sultan, sanat, zanaat, ziraat, ticaret vb binlerce kelime Arapça’dan dilimize kazandırılmış kelimelerdir.

Atalarımız batıya yöneldikten sonra uzun süre yaşadıkları ve yönettikleri İran topraklarında kullanılan Farsça’yı da şiir, edebiyat ve zaman zaman devlet dili olarak kullandılar.
Bu vesileyle Türkçe’ye Farsça’dan da kelimeler katarak dilimizi biraz daha zenginleştirdiler.
Müjde, gönül, rüzgar, pazar, horoz, şah, şahan, bahçe, dergah, güzergah, namazgah, gülistan, günah, günahkar, bestekar, kervan, biçare, hemşehri, hemşire, nahoş, derdest, abdest, namaz, oruç gibi binlerce kelime Farsça’dan dilimize kazandırılmıştır ve halen kullanılmaktadır.
Bunların yanısıra kullanımı terkedilen,unutulan kelime ve kavramlar da vardır.
Zaman içersinde Arapça ve Farsça’dan dilimize geçen kelimeler öylesine Türkçeleşmistir ki, Arapça ve Farsça kelimelere Türkçe ekler ilave edilmiş, kelime terkipleri olusturulmuş.
Pazar ertesi; pazartesi
Cuma ertesi, cumartesi gibi.
Bazen de biri Arapça, diğeri Farsça iki kelime birleştirilip yeni bir kelime/kavram oluşturulmuştur.
Nâ-murad, Ber-murad, ikamet-gâh, âli-cenâb gibi..

Devrakani ilçemizin isminin İsfendiyar Bey’in yaptırdığı hanla bağlantısının doğru olduğunu varsayarak konuya biraz daha farklı bir pencereden bakarak, han kelimesinin yanına Arapça devlet kelimesinin değil de yine Arapça başka bir kelimenin konulmasıyla açıklığa kavuşabileceğini düşünüyorum.
Bu gün unutulmuş olsa da bir zamanlar özellikle ediplerin sıkça kullandıkları Arapça’dan dilimize geçmiş “dürr” veya “dürri” kelimesinin han kelimesiyle birleşiminden ortaya çıkmış olabileceği kanaatindeyim.
Dürr ya da Dürri; Parlak, parlayan, inci gibi parlayan anlamında bir kelime.
Dürri-Han, inci gibi parlak, parıldayan eşsiz güzellik ve özellikte bir han..
Bu iki kelimesinin birlesmesiyle ortaya çıkan anlam ve soyleyiş çok daha güzel, özel ve gerçeğe yakın duruyor diye düşünüyorum.

Han (خان) kelimesindeki H (خ) sesi, Türkçemizde olmayan hırıltılı bir harf ve sestir.
Arapça, Farsça ya da başka dillerden dilimize geçen kelimelerde bizde olmayan sesler bizdeki en yakın ses ve harflere dönüştürülerek geçmiştir.
Bizim dilimizde peltek harf ve peltek sesler olmadığı için peltek harfle yazılan zalim, kazım, sevap gibi kelimelerdeki peltek harfler en yakın keskin harfe dönüştürülerek söylenir.
Bu hırıltılı haخ harfi bizim günlük kullanım dilimize ya normal h olarak ya da ka-kı gibi seslere dönüştürülerek kullanılagelmiştir.
Zira bizim dilimizde hırıltılı ha sesi olmadığı için pek çok kişi bu harfi ha diye değil, ka, kı diye telaffuz etmektedir.
Bu nedenle Dürri-Hân kelimesi Dürri-Kân diye okunup söylenmesi mümkündür.

Yöredeki hanın İsfendiyar Bey gibi önemli bir sultanın adıyla anılması ve Türklerde sultanlara Han da denilmesi nedeniyle, han binasının aynı anda İsfendiyar beyi bir diğer ifadeyle İsfendiyar Han’ı da hatıra getirmesi sebebiyle (İsfendiyar) Han’ın hanı anlamını da içerecek şekilde yani ‘Dürri-Kânî’ şeklinde kullanılmış olması akla daha yakın gelmektedir.

Ayrıca, ‘dürri’ (در) kelimesinin Arapça harekesiz yazılışının “dür” ya da galat olarak “dör” diye okunması, telaffuz edilmesi mümkündür.
Arapça’da (عمر) Amr ve Ömer, صوده Sude ile Sevde isimlerinin yazılışları aynı ama okunuşları farklı olabilmiştir.
(محمد)
Muhammed isminin dilimizde Mehemmed, Mehmet, Memet, Mêmet gibi çok farklı şekillerde söyleniyor olması در dürri olarak yazılan bir kelimen dür veya dör diye okunmasının mümkün olduğuna delil olabilir.

Dolayısıyla bölgenin درخاني “Dür-Hâni” veya “Dür-Kâni” ve zamanla Dör-Kani veya Dörkeni şeklinde telaffuz edilmeye başlanmış olabileceğini varsaymak akla daha yakın gelmektedir.
İlçenin resmi adı Devrekâni olmasına rağmen halk arasında Dörkeni olarak söyleniyor olması bende bu fikrin oluşmasına neden oldu.

Devrekani adı, İsfendiyar Bey’in bölgede inşa ettirdiği hanla da bağlantılı olmayabilir.
Hoş iklimiyle, temiz havası, tatlı, berrak suları, verimli arazileri, yeşilliğiyle bölgenin inci, mercan gibi kıymetli, geçmişi, günü ve yarınları parlak bir belde; İsfendiyar veya İbrahim Han’ın (bey) incisi, gözdesi bir belde olduğunu ifade için Dürri-Hâni olarak tavsif edilmiş, isimlendirilmiş olması da mümkündür.
Ve zaman içersinde yukarda izah ettiğim şekliyle değişime uğrayarak Dörkeni olarak söylenmeye başlanmıştır..

Bir ihtimal daha aklıma geliyor.
Devrekâni ilçesinin iklim ve coğrafi özelliğine, eşsiz güzelliğine vurgu yapılmak maksadıyla yöre inci gibi, pırlanta gibi eşsiz güzellikte bir mekan; Dürri-Mekân (در مكان) olarak isimlendirilmiş de olabilir..
Zaman içersinde söyleyiş kolaylığı sağlamak için halkın mekan kelimesinden mim harfini yani me ekini atıp kısaca “dürri-kân” در كان dürr-kâni” ve zamanla “dör-kâni” şeklinde söylenmeye başlanmış olma ihtimali de akıldan uzak değildir.
Yani ilçenin ismiyle ilgili üç ihtimalden sözediyoruz;
1. Dürri-Hân; inci gibi, ışıltılı bir han..
2. Dürri-Hân; Han’ın, sultanın, bey’in gözdesi bir han
3. Dürri-Mekan; İnci mercan gibi, ışıltılı, parlak, güzel bir mekan, belde.
Dürr-Hani, Dürr-Kâni, Dürr-Mekâni, Dör-Kâni, Dörkeni ve en son resmi kayıtlara geçtiği haliyle Devrekâni..

Söylediğim gibi, bu yazılanlar benim şahsi fikirlerimdir ve her türlü tenkide açıktır.
Konuyu gündeme taşıyıp araştırmacıların, uzmanlarının ve ilgililerin konu üzerinde düşünmelerine, araştırmalar yapmalarına vesile olabilirsem ne mutlu bana..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Risale-i Nur’u Okumada Üç Safha / Hatıra

Mehmet Âkif Usanmaz Ağabey Anlatıyor: RİSALE-İ NUR’U OKUMADA ÜÇ SAFHA         Üstad derdi ki: “Bilir …

Kapat