Ana Sayfa / Yazarlar / Dialogdan Monoloğa

Dialogdan Monoloğa

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bediüzzaman’ın eserlerinde kullandığı teknikler zaman geçtikçe daha estetik ve sanatlı yapılara dönüşür. Bu durum onun eserlerini sürekli geliştiren ve büyüten daha teknik  ve kamil üsluplara doğru yol almasına neden olmuştur.ilk dönem eserlerinde örnekleme diğer adıyla dab-ı mesel, modern adıyla kurmaca fiction tarzlarını fazla takib etmediğini gösterir.  Ama zaman geçtikçe dünyada ve bizde anlatım tarzlarının geliştiğini görür, Şam’a gidişi, sonra İstanbul hayatı, arkasından millî mücadeleciler ile az da olsa yer yer müşterek dialoglarının olması, birinci meclis yılları dildeki değişmeleri görmesini ve takib etmesini sağlar. Dilinin en sade olduğu dönem en sabırşiken zulme maruz kaldığı Kastamonu yıllarıdır. Orada yazdığı Münacaat ve Ayet ül Kübra eserleri dil olarak çok sadeleşmiş, dilin Osmanlı Türkçesi  hususiyeti korunmuş ama terkipler azaltılmıştır.

Onun kurmaca eserleri küçük sözlerdeki küçük dünyalar,sonra Haşir Risalesindeki evren çapında dünyalar, en nihayet Ayet ül Kübra’da takib ettiği teknik hususiyet çok başkalık gösterir. Haşir’de dialog yani birden fazla şahıs ile temayı ve tezi götürür. Anlatıcı ve birinci adam, şüpheci adam ikisi konuşarak hakikatı tebarüz ettirmeye çalışırlar.

Bediüzzaman muhatabının körlüğünü tedrici bir tarzda azaltmaya çabalar ve sonunda haşir hakikatını kabul eden aydınlık bir dünyaya gözlerini açar. Bu adam aslında yüzyılların körlüğünü temsil eden bir prototiptir. Tarihsel ve dini, olarak düşünülmüş ve öyle meydana getirilmiştir. Politize edilen devletin yan çıktığı izmlerin sanat adamları gibi  değildir Bediüzzaman bir kalemi vardır, kağıt bulursa yazar, eğer polis takib ederse ağaç kovuklarına koyar ve Ayet ül Kübra böyle meydana gelir. Türk edebiyatı teknik başarıları olan ama onları bir teknik prosüdüre koyan insanlar yetiştirmedi, Divan şiirinin o büyük mücevher dükkanını hocalar da Osmanlıyı yıkan zavallılar da hep aşağıladılar, ama savunanlar sadece büyük büyük dedi büyük laf ettiler, ama onun estetik düzenini ortaya koyan adam çıkmadı. Çok aradım yok yok.

Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdır

Bir gevher-i yek-pâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır

Ne deseydi yani İstanbul çok kıymetli ve eşsizdir.

İmparatorluğun lisanı altın sayfalar değil o sahifelerle yapılmış nakışlardır, nakış düz değildir, iç içedir. Bu mısralar imparatorluğun azametli dilinin tezahürleri olan nakışlardır. Bit pazarı esnafının kullandığı dil değildir, öyle olamaz da . Düz cümle kavak ağacı gibi ancak kargalara yuva olur, ama artistik cümle artistlerin büyük hayal ve dil ustalarının kurduğu cümlelerdir.

Bediüzzaman Haşir de ikili konuşma ile hakikatı götürür, ama Ayet ül Kübra’da monolodur, ikinci bir adam yoktur. Anlatıcı kahramanı olan seyyahı idare eder.

“Evet bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen her bir misafir  gözünü açıp baktıkça görür ki: Gayet keremkârane bir ziyafetgâh ve gayet sanatkârane bir teşhirgâh ve gayet haşmetkârane bir ordugâh  ve talimgâh ve gayet hayretkârane ve şevk engizane bir seyrangâh ve temaşagah ve gayet manidarane ve hikmetperverane bir mütalaagâh olan bu güzel  misafirhanenin sahibini ve bu kitab-ı kebirin müellifini ve bu muhteşem memleketin sultanını tanımak ve bilmek için şeddetle merak ederken, en evvel göklerin nur yaldızı ile yazılan güzel yüzü grünür: Bana bak aradığını sana bildireceğim der, o da bakar görür ki” Tek kişilik yani monolog anlatımlar zordur, çünkü ki kişinin bölüşerek anlattığı kurmaca metinler kolay kurgulanır, Bediüzzaman burada konuşmacıyı bire indirgemiştir, monolog olmuştur artık.

Bediüzzaman artık nesnelere kişilik vermiş onları yol gösterici hale getirmiştir, asırlarca  Hegel’in kaotik ve karmaşık dediği kainatın üyeleri Allah’ı gösteren işaretler delillere dönüşürler.

Bir kahraman hava boşluğudur fezadır. 

“Sonra dünyaya gelen o yolcu adama  ve misafire cevv-i sema denilen ve mahşer-i acaib olan feza  gürültü ile konuşarak bağırıyor. Bana bak merakla aradığını  ve seni buraya göndereni benimle bilebilir ve bulabilirsin, der. O misafir onun ekşi fakat merhametli yüzüne bakar, müthiş fakat müjdeli gürültüsünü dinler”

Bizim hizmetimize verilen nesne ve olaylar bizim ile arkadaştırlar, tabiat tağutunu en iyi dağıtan eserdir Ayet ül Kübra.

Bulut ne kadar harika bir arkadaştır, işine ne kadar bağlıdır. Rahmetin hazine-i Rabbanisi bulut, bütün hayat onun ile yere iner büyüt hayatlar onunla başını kaldırır insana günaydın der.

Zemin ile asuman ortasında muallakta durdurulan bulut  gayet hakîmane ve rahîmane bir tarzda zemin bahçesini sular ve zemin ahalisine abı hayat getirir  ve harareti (yani yaşamak ateşinin şiddetini) tadil eder. Ve ihtiyaca göre her yerin imdadına yetişir. Ve bu vazifeler gibi çok vazifeleri görmekle beraber muntazam bir ordunun acele emirlere göre görünmesi ve gizlenmesi gibi birden cevvi dolduran o koca bulut dahi gizlenir, bütün eczaları istirahata çekilir, hiçbir eseri görülmez. Sonra “Yağmur başına arş” emrini aldığı anda, bir saat belki birkaç dakika zarfında toplanıp cevvi doldurur, bir kumandanın emrini bekler gibi durur.”

Bulutla nasıl bütünleşir onunla ne kadar harika bir empati kurar. (Bu büyük Muhammed Ümmetinin çocuklarına bunları okutmadık mı okutamadık mı, bunun hesabını bizden sorarlar, hiçbir politik ve başka  maksadı olmayan şu satırları bu kadar yıl geçti aradan hâlâ okutamadık, neden kendimize soralım.) dünya okumalı bunları değil bizimkiler, uluhiyyetin gazabı dünyanın üzerinde bir iklimin bir coğrafyanın değil, çünkü uluhiyyete ve rububiyete gösterilen saygısızlıktır bizi bu günlere getiren.

Anlatımı anlatıca ile paylaşan rüzgar, yağmur, şimşek tabiat olayı olmaktan çıkıp fonksiyonel kainatın hizmetçileri olurlar.

Küre-yi Arz gelir misafire çıkışır.

“Sonra seyahat-ı fikriyeye alışan  o mütefekkir misafire küre-i arz lisan-ı haliyle diyor ki gökte fezada ne geziyorsun? Gel ben sana aradığını  tanıttıracağım. Gördüğüm vazifelerime bak ve sahifelerimi oku! O da bakar görür ki Arz meczub bir Mevlevi gibi iki hareketiyle günlerin senelerin, mevsimlerin husülüne medar olan  bir daireyi Haşr-ı azamın meydanı etrafında çiziyor ve zihayatın yüzbin envaını bütün erzak ve levazımatlarıyla içine alıp feza denizinde kemal-i muvazene ve nizamla gezdiren ve üneş etrafında seyahat eden  muhteşem ve musahhar bir sefine-i Rabbaniyedir.”

Yeni anlatıcılar, nehirler, denizler, dağlar ve sahralar anlatım sıralarını beklerler, insana tevhid dersi için yazarla ortaklık yaparlar.

Risale-i Nura kalpleri ve akılları musahhar yap, metninin farkında duanın farkında.

Yolcu terakki eder “sonra seyahat-ı fikriyede bulunan o meraklı ve terakki ile zevki ve şevki artan dünya yolcusu bahar bahçesinden bir bahar kadar bir güldeste-i marifet ve iman alıp gelirken, hayvanat ve tuyur aleminini kapısı hakikat bin olan aklına ve marifet aşina olan fikrine açıldı. 

Yüzbin ayrı ayrı seslerle ve çeşit çeşit dillerle onu içeriye çağırdılar “Buyurun” dediler. Şu cümledeki alayişe ve nümayişe, neşeye bir baksana…

Osmanlı tarihinde Kastamonunun azameti ve son dönemde gördüğü horlamalara bir hediye-i kutsiyedir Ayet ül Kübra, nice masum âlim garibanlar, bir hiç uğruna idam sehpalarını boylamıştır, yaşasın cehennem.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Uzaktan Kumanda İle Çalışma Şekilleri

Türkiye’nin Suriye ve Libya’daki en etkili silahlarından biri şüphesiz silahlı insansız hava araçları (SİHA’lar) olmuştur. …

Kapat