Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Seçme Yazılar / Dijital çağa uyum sağlamak, peki ne kadar?

Dijital çağa uyum sağlamak, peki ne kadar?

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Chatfield kitapta, gelişim ile ilgili olarak iki hikâyenin izini sürmeye çalışıyor: İlki dijital âlemde bir birey olarak nasıl gelişebileceğimiz, ikincisi ise toplumun hem bu dünyada potansiyelimizi gerçekleştirmemiz hem de diğer insanlarla mümkün olduğunca insani bir şekilde ilişki kurmamız konusunda bize nasıl yardımcı olabileceğidir. Yakuphan Güleç’in yazısı.

Yirminci ve yirmi birinci asırda yaşananlar olayların insan yaşamında bıraktığı izler sayılamayacak kadar çok ve derin. Savaşların yanında teknolojik gelişmelerin süpersonik hızı ile müthiş bir bombardıman altındayız. Bu gelişimlere insan algıları üzerinden bakacak olursak pek çok zorlukları da beraberinde getirdiğini görmekteyiz. İşte bu zorluklara dair Sel Yayınları’ndan çıkan Tom Chatfield’in kitabının ismi olan “Dijital çağa nasıl uyum sağlarız?” sorusuyla karşılaşıyoruz. Yazar kitabın giriş bölümünde temel bir teknoloji tarihi sunduktan sonra teknolojinin alanlarına dair sorusunu derinleştiriyor.

Bundan yirmi veya otuz yıl evvel bir topluluğa çıkıp şu kadar süre içerisinde cep telefonu adlı bir aygıt ile pek çok aktivasyonu gerçekleştirebileceğimizi ve bu hizmetin de bedavaya olacağını söylesek kim inanırdı? Bu çağ imkânsız olarak görülen gerçekliklerle örülüyor. Ve önümüzde nice imkânsız dediğimiz şey gerçekleşecek. Yirmi yıl önce sadece hükümetlerin emrinde olan kaynaklar, bir on yıl kadar sonra milyarlarca insanın parmaklarının ucunda olacak. Bu hızlı ve değişkenli bir dünyada nasıl yaşayabiliriz?

Akıllı küresel ağ ve nesnelerin interneti giyimden yiyeceğe, teknolojiden doğaya kadar hayatımızın her alanında elimize nice kolaylıklar sunuyor. Bizler teknolojinin sunduğu imkânlardan yararlanalım ancak diğer yandan da her yeni keşfi iyi ve güzel diye de kabul etme gafletine düşmeyelim. Bu yüzden öncesinde şu soruları sormalıyız: Bu bilgilerle ne yapacağız? Başkaları (devletler, şirketler, aktivistler, suçlular, güvenlik güçleri ve yasa koyucular) bu bilgilerle ne yapmaktadır?

Günümüz dijital dünyası, yalnızca bir fikir ya da modern dijital aletlerin sadece boş zaman ve zevk için devreye girmediğini, zevk ve çalışmanın beraber yürüdüğü; medya, iş, alışveriş, araştırma, politika, oyun, finans ve daha pek çok şeyi kusursuzca ve el çabukluğu ile hayata geçirdiğimiz bir arena mesabesindedir. Chatfield kitapta, gelişim ile ilgili olarak iki hikâyenin izini sürmeye çalışıyor: İlki dijital âlemde bir birey olarak nasıl gelişebileceğimiz, ikincisi ise toplumun hem bu dünyada potansiyelimizi gerçekleştirmemiz hem de diğer insanlarla mümkün olduğunca insani bir şekilde ilişki kurmamız konusunda bize nasıl yardımcı olabileceğidir. Bununla beraber kendimizi geliştirme olanağına sahip olmak için hayatımızdaki aletleri kullanmak veya kullanmamak için bilinçli zaman yaratmamamızın ne anlama geldiği incelemektedir. Aynı zamanda aslında her gün boğuştuğumuz sorunlar olan yeni kimlik inşası, mahremiyet, iletişim, dikkat ve tüm bunların düzenlenmesi konusuna değinmektedir. Aynı bizimki gibi değişken bir doğaya sahip olan teknoloji, hayatlarımızda birçok farklı rol oynayabilir. O, bizi ve başkalarını görmemize yarayacak bir ayna gibidir. Ancak, gözlerimiz bu aynaya da bakmamayı da tercih edebilir.

Her şeyden önce teknolojiye hem “evet” hem de “hayır” diyebilme becerisine sahip olmadıkça, mucizelerini birer tuzak haline getirebileceğimiz bilgisi zihinlerimizde yer almalıdır. Günümüz kablolu bağlantıları bizlere “kimsin?” sorusundan ziyade “ne yapıyorsun?” sorusunu sordurmaktadır. Fakat kim olduğunu bilmeden yani kimlik inşası tamamlanmadan ne yaptığına dair soru sormak tuzaktır. Varoluştan önce eyleyiş olmaz. Sakat bir anlayıştır bu. Kimi zaman bağlantıdan uzaklaşabiliriz. Mühim olan bilinçli olarak bunu istemektir. Yarım saat maillerine bakmamak sana bir şey kaybettirmez. Hatta kimi zaman mailleşmek yerine yüz yüze iletişim bugün daha da değerlidir.

Kontrolü elimize almak

Teknolojinin en zorlayıcı kısmı sanırım çoklu görevler içerisinde boğulmamızdır. Teknoloji aynı anda birden çok yerde olmamıza neden oluyor ve bazen bunun açtığı bölünmelere gark oluyoruz. Birden çok işi bir arada yapmak sizi yavaşlatacak, hata ihtimalini artıracaktır. Karmaşa ve kesintiler, bilgiyi işleme yetimiz açısından kördür. Ekrandan geçen içerikleri yüzeysel ve zihinsel işlemler ile geçmeliyiz. Zira normalde zihin bir işi bitirdiğinde diğerine geçiş yapar. Yani zihin sıralı ve geçişlidir, aynı anda iki işi yapmakta zorlanır, yapsa dahi hatalar ortaya çıkma ihtimali yüksektir. Toplu taşımada elinde telefon, kulağında kulaklık, çevresinde onlarca insana aldırmadan tek başına yeten ve telefonuyla iletişim kuran insan günümüzün alışık olduğumuz insan davranışıdır artık. Kendimize verdiğimiz değer ve dikkatin başkasına verdiğimiz değer ve dikkat ile eşdeğer olduğunu da unutmayalım.

Unuttuğumuz bir şeyi telefonumuza veya bilgisayarımıza bakarak bulabiliyoruz. Bu da beraberinde aklı gerektiği gibi çalıştırmamaya, zihinde yer alması gereken önemli bilgileri taşımamaya, diğer bir değişle tembellikte bulunmamıza sebep oluyor. Yazı ve üçüncül aygıtların hafızasında bilgileri saklı tutmak iyi fakat neyi, ne zaman ve nerede kayıt altında tutacağımız çok daha önemli bir sorunsalı barındırmaktadır. Koşullara uyum sağlamayı becermek zorundayız. Diğer yandan da gözlem, düşünce ve hislerimizin tamamına ev sahipliği yaptıklarında ısrar ederek koşullarımızı da kendimize uydurmak zorundayız. Bu dikkatimizi bölebilme ve şu ya da bu fikre yöneltme, tüm diğerlerini uzaklaştırma yeteneklerini de içeriyor. Ancak diğer özgürlükler ve bizim için işe yaramaları dışında bir meşrulaştırmaya ihtiyaç duymayan yöntemlerle çalışabilmemiz için de zaman ve mekân olmak zorundadır.

Teknolojiyi yeni bir çerçeveye oturtmak

Tüm üretilmiş nesneler, bizi üretim koşullarından yabancılaştırır. Telefonun çipleri ve pilleri, yazılımı, dış koruyucuları vs. derken ortaya parçalara ayrılmış devasa bir sistem çıkıyor. Google’ın arama motoru gibi ekranda yer alan bir nesne söz konusu olduğunda, yabancılaşma yine de daha bütünlüklüdür. Sanki üretilmiş değil de bulunmuş bir şey gibi. O her yerde ve hiçbir yerde değil. Google gibi hizmetler, değil ayağımdaki ayakkabılar cebimdeki telefon kadar bile insanlar tarafından yaratılmış bir şey gibi gözükmüyor. Onları eleştirme ve görme yeteneğim azalıyor da daha çok alışkanlık alanına kayıyor. Ama Google ve tüm diğerleri en küçük parçasına kadar insan yapımı ve görünüşte benzersiz varoluşlarının arkasında tartışmaya açık tarihi ve insani bağlamları bulunmaktadır. Maalesef ki bunlar olurken asıl gündemler ıskalanabiliyor. İhtiyacımız olan şey nasıl davranılması gerektiği konusunda inandırıcı ve hoşa gidecek bir şeydir. O da akıllı olmak ve yapılan şeyin sonuçları hakkında bir an dahi olsa düşünmektir.

Dünyada olduğu gibi internette de karşılıksız hiçbir şey yoktur. Prof. Dr. John Naughton: “Eğer ‘ücretsiz’ hizmetlerden yararlanıyorsanız, o zaman kendinizin (ya da daha doğrusu kimliğinizin) onlara ait bir ürün olmasını kabul etmek durumundasınız.” ifadeleriyle bu gerçeği açıklamaktadır. Fakat eğer dijital teknolojiler arkasındaki karmaşıklığı ve tarihleri kavrayamaz isek asla onları yapanları ve onlar hakkındaki eleştirileri ve uyarıları, açıklamaları ve de alternatifleri göremeyiz. Aniden Facebook’un bir alternatifi olacak ya da Amazon’u geçecek bir internet mağazası ile çıkıp gelmeniz pek olası olmayabilir, ama her ikisini de biraz daha iyi kullanmayı ve bu devlerin bile sizin için yapamadığının ne olduğunu düşünmeyi öğrenebilirsiniz.

Paylaşmak, uzmanlık ve otoritenin sonu

Teknolojinin yenilikleri ve bereketleri inkâr edilemez ancak iki alanda özellikle endişelenmemize sebep olmaktadır: Entelektüel durum ve ekonomi. Çoğu şey üstünkörü geçiliyor ve nicelik-nitelik arasında kaygan zeminlerde duruyoruz. Belli başlı şirketler istedikleri entelektüel içeriği veya ekonomik vasfı kabul ettirebiliyor. Popüler olan kitap veya yazarların ilgi gördüğü, diğerlerinin ise çok gerilerde kaldığı entelektüel bir ortama şahit olmaktayız. Twitter ve Facebook gibi platformlar algoritmaları ile insana dair pek çok bilgiyi toplayabilmektedir. Ve bu algoritmalar sosyal medya üzerinden bireysel bakımdan kendimizi ifade etme anlamını da taşımaktadır. Bugün hepimiz birer radyocu, televizyoncu ve de yorumcuyuz. Kendi tam zamanlı yayınlarını yapan aktörleriz. Ve bu mecralarda ortaya çıkan olası durum aynı görüşe sahip insanların Cass Sunstein’in deyimiyle “yankı odalarında” kapalı bir şekilde kalacakları gerçeğidir. İşte bu yüzden sosyal medyayı doğru anlamak ve internete yön vermek veyahut kendi yönünü belirlemek için yararlı ve zararlı olabilecek içerikleri ve platformları görebilmeli, ayak takımının takip ettiği izlerin farkına vararak, alışkanlıkların içerisinden sıyrılarak öğrenmeye açık olmalıyız.

İnsandan daha azına dönüşmek üzerine

İnternetteki en büyük tehlikelerden biri de çoğunluğun giderek kabalaşması ve azınlık halindekileri taciz etmeleridir. Bunun için internet kullanıcılarının yapması gereken şey gerçek hayatta yapmayacakları şeyleri veya söylemeyecekleri sözleri internette de yapmamaları veya söylememeleridir. İnsanlara sanki “şahsen” karşınızdalarmış gibi davranma fikri, güçlü bir fikirdir. İnternette pornografi kadar tehlikeli olan nesneleştirme biçimlerinden biri, sözlü tacizden siteler ile hizmetlerden iş ve zevke varan zulümlere ulaşan bir yelpazeyi kapsayan, siber-zorbalıktır. Siber-zorbalık ile benlik yitimi, dijital rahatlığın istismar edilmesine ve toplumsal kimlik, duygudaşça ilişkilenme ve ilişkilendirme yetisi, paylaşma ve kendini dürüstçe ifade etme olanakları gibi hayatın temel değerlerinin içinin boşaltılmasına sebep olmaktadır. Bugün hepimiz, en ilkel eğilimlerimizin çoğunu dijital âlemde hevesle tatmin etme olanağına sahibiz ve çoğumuz bunu kimi zaman yapıyor. Fakat unutmayalım ki bizler birer nesne değil, kalbi ve aklı olan insanlarız.

Sonuç

Bugünü anlamak istiyorsak deneyimlerimizi yaratan aletlere değil, deneyimlerimizin doğasına bakmak zorunda olduğumuza inanıyorum. Bu deneyimlerin en iyisini el üstünde tutmalı, gereksiz ve boş içerikleri de ayıklamalıyız. Zamanı iyi kontrol etmeli ve bilinçli kullanıcılar olmalıyız. Ayrıca teknolojiyi eleştirmemiz gerekmektedir. Eleştirel bakmadığımız şeyler yaşamlarımızda alışkanlık haline gelir ve bu da sorgulamayı bertaraf etmek gibi olumsuz bir sonuca yol açar. Chatfield, sordukları kadar cevap verdikleriyle de teknolojinin kullanımı hakkında güzel bir iz sürmektedir.

Yakuphan Güleç (dunyabizim.com) 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Ramazân-ı Şerîf’teki Cumâların Husûsî Fazîleti

Ramazân-ı Şerîf Ayının Cumâlarının Husûsî Fazîleti ...  Ramazân Cumâlarının Fazîletleri Cumâ günü ve gecesinin fazîletleri …

Kapat