Ana Sayfa / Yazarlar / Dilin şeâiri: dinin şeâiri

Dilin şeâiri: dinin şeâiri

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Şeâir deyince, akla İslâmın alâmetleri gelir. Yüce Allah Kur’ân’ında bunlara tâzim gösterilmesini istemiş ve bunu da doğrudan doğruya kalplerin takvâsına bağlamıştır. Buna göre, şeâiri tâzim eden kimseye bunu yaptıran şey kalbindeki takvâ olduğu gibi, bu hususta ihmal gösteren kimsenin de kalbiyle bir problemi var demektir.

Dikkat ediniz: Şeâir, ilân edilen, açığa vurulan, herkes tarafından görülen, işitilen, bilinen şeydir. Kalpler ise başka insanların muttali olamayacağı gizli ve çok özel bir âlemdir. Kur’ân, işte bu iki zıt şey arasında bir sebep-sonuç bağlantısı kurmuş ve “Kim Allah’ın şeâirine saygı gösterirse, hiç şüphesiz bu kalplerin takvâsındandır” buyurmuştur (Hac Sûresi, 22:32).

Şeâirin ne olduğuna gelince, bu hususta ne Kur’ân, ne de dinî kaynaklar bir sınırlama getirmemiş, “Şunlardan ibarettir” dememiştir. Onun için, İslâmı hatırlatan, bir yerin İslâm yurdu olduğunu gösteren, kişi veya toplulukların Müslümanlığını ilân eden şeylerin tamamı şeâirden sayılmış veya zamanla şeâir arasına girmiştir: Hac, kurban, ezan, Ramazan, oruç, tesettür gibi dinî ibadet ve emirler açıkça İslâmı ilân ettiği gibi, camiler, minareler, hattâ türbeler ve mezarlıklar dahi, bulundukları yerler üzerine vurulmuş birer mühür gibi, o beldelerin birer İslâm diyarı olduğunu âleme duyururlar.

***

Dinin şeâiri arasında belki de en önemlileri, dilin şeâiridir. İslâmın bize öğrettiği öyle sözler ve öyle kelimeler vardır ki, onlardan her biri, bu dinin âlemlerinden bir âlemin kapısını açar. Bu kelimeleri değiştirip anlamlarını başka sözlerle ifade etmeye teşebbüs ettiğinizde, bütün yapabileceğiniz şey, en fazla, o kelimenin sathî ve sınırlı bir mânâsını ifade etmekten ibaret kalır, o kadar. Yoksa, o kelimenin aslıyla içine daldığınız âleme girmek bir yana dursun, öyle bir âlemin varlığını uzaktan dahi kolay kolay hissedemezsiniz.

“Rızık” işte böyle şeâir cümlesinden sayılacak bir kelimedir. Aslında o bir kelime değil, bir âlemdir; onu işittiğiniz yahut telâffuz ettiğiniz zaman, kendinizi Rahmân ve Rezzâk isimlerinin tecellîsi altındaki âlemlerde bulursunuz. Foton yutan elektronlardan çiçek tarlalarını dolduran arı ordularına, hergün yüzlerce kilo sütle nasiplenen balina yavrusundan yıldız yiyen karadeliklere kadar akla gelen her türlü varlığın nasiplendiği sofralarla dolu âlemlerdir bunlar. Orada gökten rızık yağar, yerden şükür fışkırır. Canlı ve cansız herşey, her an bir lütuf ve ihsan sağanağı altındadır; herkesten ve herşeyden zikir ve şükür sadâları işitilir. Rızkın Allah’tan geldiğine iman eden bir insanın dünyaya bakışı işte böyle birşeydir.

Fakat bu manzarayı gösterecek ve bu sadâları işittirecek olan, “rızık” kelimesidir. Bu kelimeyi kaldırdığınız anda manzara karartmaya düşer ki, Batı medeniyetinden aldığımız kavramların yaptığı şey aynen bundan ibarettir. Bizim “rızıklanmak” olarak baktığımız hadiseyi o bize “enerji ihtiyacını karşılamak” gibi içi bomboş bir fiil olarak gösterir ve gözümüzün önündeki muhteşem sofrayı bir kazurat yığınına çevirir.

***

Her biri bir âlemin anahtarı olan şeâir hükmündeki kelimelerden hemen akla geliveren birkaç örnek daha: nimet, rahmet, hikmet, inayet, şükür, hamd, marifet, mağfiret, amel-i salih, iffet, sıdk, tevekkül… “Biz bu kelimeleri zaten biliyoruz; mânâlarından haberdarız” mı diyorsunuz? Onları sadece lügat olarak bilmek yetmez; önemli olan soru şudur:

Bu kelimeler, bugün dilimizde eski yerlerini muhafaza ediyorlar mı? Kullanıyorsak bile, bunları ne kadar sıklıkla kullanıyoruz?

Eğer şeâir hükmündeki sözlerin kullanımında bir gerileme varsa, hiç tereddütsüz bunun imanda bir gerileme olduğunu söyleyebiliriz. İnsan neye inanıyorsa, konuşmasında onun eseri görülür.

Herkesin bu konudaki hesabı farklı sonuçlar verebilir; ama toplum ölçeğinde ele alacak olursak, iç açıcı bir durumla karşılaşmayacağımız meydandadır. Bu gidişi tersine çevirmenin en önde gelen şartı, dilimizdeki bozulmanın tabiî bir süreç içinde değil, kasıtlı operasyonların neticesinde gerçekleşmiş olduğunu fark etmektir. Dine gelen hücumların önce şeâiri hedef aldığını unutmayalım. Bu cihanşümul gerçeğin pek çok örneğini yaşadık, hâlâ da yaşamaya devam ediyoruz.

Gerçi ezan gibi bir şeâire sahip çıkmamız uzun zaman almadı. Başörtüsü konusunda, bazı dahilî ihanetlere rağmen yine bir hassasiyet ortaya koymaya muvaffak olduk.

Fakat lisanın şeâiri bahis konusu olduğunda, sinsi bir şekilde bünyeyi saran ve dilden dine sirayet eden virüs karşısında o kadar basiretli davranamadığımız meydandadır. Bu sonuç bizi, küfrün şeâiri hükmünde olan kelime ve kavramlar konusuna getiriyor ki, buna da ayrı bir bahis açmak gerekecektir.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Ahmet Bulut, Kastamonu ve İnebolu’da Namazı Konuştu

Millî Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ve Ensar Vakfı arasındaki protokol gereği, gençlerin milli …

Kapat