“DİNDE ZORLAMA YOKTUR.” (Bakara,256)
Soru; -Nefis le ilgili, ganimetle ilgili, dinde zorlama ile ilgili bir çok ayet
(isterseniz yazarım)
ilk yıllarda barışı söylüyor sonra vazgeçip öldürün şekline dönüşüyor.-
Bu çelişki değil mi?..
“Dinde hareç yoktur.”
Birinci ibare ayettir ve fıkhî bir hükümdür, “Dinde zorluk yoktur…” ,
(Bakara, 2/256) demektir.
İkinci ibare ise şer’i bir hükümdür. Manası: “Din kolaylıktır.”
“Allah hiçbir nefse gücünün yetmeyeceği yükü yüklemez…”
(Bakara, 2/286)
Bazı tefsir âlimlerimiz, “Dinde zorlama yoktur…” ayetine
Zorlama (denen şey), dinde yoktur.” şeklinde mana vermişlerdir.
Bu manaya göre sadece inanma konusunda değil,
her konuda insanlara zor kullanmak “dinde yoktur”.
Dinde tebliğ vardır, dinde ikna vardır, dinde sevdirme vardır
ve nihayet dinde kolaylık vardır.
Ama, Adaleti sağlamak için de,
“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun.”
(Âl-i İmrân sûresi, 104)
Ayeti Celilesinin emrince İman edenler, farz olan bu hükmü yerine getirmek için
fitneyi kendi haline bırakacak değillerdi tabiki.
-Sen hem muâraza edeme,
– hem kuru inadından vazgeçip iman etme
-ve iman edecek olanları da engellemeye çalış,
– iman edenlerede fırsat bulunca ya işkence et
-yada onlara düşmanlık et
-hem de İslam’ı yok etmeye çalış
bütün bunlara rağmen müslümanlar seninle savaşmasın.
Olur mu böyle şey?.
kötülükle, adaletsizlikle
hem de gücün yeterken
mücadele etmemek de her yönüyle kötülük ve haksızlık değil midir?
Ne güzel söylemiş ziya paşa;
“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir;
tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.”
Yani, Nasihat ile yola gelmeyeni azarlanmalı,
azar ve nasihat ile yola gelmeyene de kötek atmalı!..
“Ya muaraza ediniz
yahut can ve malınız helâkettedir.”
(25.söz)
İslam’da asıl olan musalahadır, yani insanlık arasında temel prensip barıştır,
harp sadece barışın imkânsız olduğu bazı durumlarda kullanılan geçici bir vasıtadır.
Bu yüzden barış esas, harp ise buna mebni tali bir kaidedir.
Açmak manasına gelen “fetih”, kapatmanın zıddıdır.
İslam, cihadı ve fethi İslam’ın neşredilmesinin önündeki engellerin
ve zorlukların kaldırılmasında kullanılan bir vasıta olarak değerlendirir,
yoksa insanların canlarını, mallarını, kaynaklarını sömürmede
ve gasp etmede bir işgal vesilesi olarak görmez.
İşgal ile fetih, kara ile ak gibi birbirine zıttırlar.
Cihat ve fetih barışın iki hizmetkârıdır.
Hâlbuki işgal, barışın can düşmanıdır.
Batı medeniyetinin Afrika ve Amerika’yı işgal
ve zorbalıkla nasıl sömürdüğünü tarih çok iyi bildirmektedir.
“Dinde zorlama yoktur.” hükmü,
başka dinde ve inançta olan kimselere zorla İslam’ı kabul ettirme anlamındadır.
Yani bir Yahudi ya da Hristiyan’ı zorla Müslüman yapamazsın, denilmek isteniyor.
Zira iman gönül ve kalp işidir,
insanların kalp ve gönlüne baskı ile bir şeyi kabul ettiremezsin.
Baskı ile onu ancak iki yüzlü yaparsın,
gerçek iman ancak severek ve isteyerek gerçekleşir.
Mesela, bir Amerikan vatandaşını zorla Türk vatandaşı yapmak,
sonrada Türk kanunlarına onu uymaya zorlamak haksızlık ve hukuksuzluk olur.
Ama bu vatandaş kendi hür iradesi ile Türk vatandaşlığını kabul edip Türkiye’ye yerleşirse
o zaman Türk kanunlarına riayet etmek mecburiyetindedir.
Vatandaşlığa zorlamak ayrı bir şey -ki bu haksızlık ve hukuksuzluktur-
vatandaş olduktan sonra kanunlara uymaya zorlamak ayrı bir şeydir.
Kimse kalkıp ben vatandaş, olurum ama kanunlara uymam diyemez. Asıl tutarsızlık ve çelişki buradadır.
Bir kimse severek ve isteyerek Müslüman olduktan sonra
Müslümanlığın gereklerini yani emirlerini ve yasaklarını yerine getirmek zorundadır.
Şayet bu gerekleri yerine getirmez ise bunun müeyyideleri vardır.
Tıpkı yukarıda vermiş olduğumuz örnekteki gibi.
“Müslüman’ım ama faiz yerim,
adam öldürürüm, namaz kılmam, kimse bana karışamaz.” demek,
tıpkı “Türk vatandaşıyım, ama Türkiye Cumjuriyeti kanunlarını takmam,
kimse da bana müeyyide uygulayamaz.”
demek gibidir ki, bu hakikaten ahmaklık olur.
Namaz her Müslüman’a farz kılınmıştır,
bunu mazeretsiz terk etmenin belli müeyyideleri vardır.
Bu müeyyideler fıkıh kitaplarında etraflıca izah edilmiştir.
“Ey nefis! Ubûdiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil,
belki netice-i nimet-i sabıkadır.
Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve ubûdiyetle muvazzafız.”
(24.söz)
Namaz kılmamak bir iman ehli için,
Allah’ın, insana vermiş olduğu sayısız nimetlerine karşı nankörlük etmektir ki
bu anlamda namaz kılmayan herkes hain sayılır.
Çünkü namaz, bu nimetlere karşı insanın külli bir şükrüdür.
İnsan namazı terk ettiği zaman şükrü de terk etmiş oluyor ki bu özü itibarı ile hainliktir.
Tabii ki bu kadar sınırsız nimete nankörlük etmek, hainliktir…
Her zamanın ve dönemin bir hükmü vardır.
Hükmün gereğine göre hareket etmek gerekir.
Mesela; eski zamanlarda hüküm hissiyat ve kuvvette idi, bu sebeple ordu
ve kuvvet önemli bir fetih ve cihad vasıtası idi.
Bu yüzden o dönemlerde İslam, kuvvet ve ordu ile yayılmıştır.
Tabi burada yanlış anlaşılmasın, bu dönemlerde İslam tamamen zorbalık
ve kaba kuvvetle yayılmış değildir,
sadece İslam’ın önündeki maddi engelleri kaldırmak anlamında,
ordu ve kuvvet kullanılmış demektir.
Zira o dönemlerde, akıl ve kalbin etrafında kuvvet ve zorbalıklar hükmediyordu;
İslam orduları bu akıl ve kalbi çevreleyen arızaları kuvvet ile dağıtıp hakkı göstermiştir.
Bu zamanda insanlık, ilim ve fene rağbet ettiği için hissiyat ve kuvvetten ziyade,
akıl ve ikna hükmediyor.
Öyle ise; mücadelenin şekli ve muhtevası da buna göre olmak gerekir.
İkna ve ilim bu zamanın bir hükmü olmasından dolayı, İslam’ı insanlara ilim
ve ikna ile götürmek ihtiyaç olmuştur.
Üstad burada bu hakikate işaret ediyor.
Risale-i Nur’un tarzı ve üslubu, ilim ve ikna ile,
İslam’ı bu çağın insanlarına ulaştırmak şeklindedir.
Kuvvet ve maddi cihad, bu zamanda ikinci plana düşmüştür,
tamamı ile kalkmamıştır;
ancak harici düşmanların saldırısına karşı kullanılabilir bir vaziyete gelmiştir.
Bu zamanda inkarcı felsefeye karşı,
Kur’an’ın manevi elmas kılıcı olan Risale-i Nurlarla mukabele edilebilir.
Zira Risale-i Nurlar, tahkiki iman dersini veriyor.
İlimden gelen şüphe ve inkara, ancak tahkiki iman dersleri ile karşılık verilebilir.
GANİMET’e gelince;
“Habîbim, Yâ Muhammed!.. Sana ganîmetlerden soruyorlar.
De ki: “Enfâl (ganîmetler hakkında hüküm) Allah’a ve peygambere âiddir.”
Artık Allah’dan korkun ve aranızdaki hâli (ihtilâfı) düzeltin!
Eğer (gerçek) mü’minler iseniz, Allah’a ve Resûlüne itâat edin!
(Enfâl,1)
Bu âyet konunun ahlâkî boyutunu,
meseleye bir kul gibi yaklaşmanın örneğini vermekte,
- âyet ise,
“Eğer Allah’a ve hak ile bâtılın ayrıldığı o gün, o iki ordunun
(Bedir’de) karşılaştığı gün kulumuza indirdiklerimize îmân etmişseniz,
bilin ki ganîmet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri,
artık şübhesiz Allah’a, peygambere, akrabâlar(ın)a, yetimlere,
yoksullara ve yolda kalmışlara âiddir.
Allah, herşeye hakkıyla gücü yetendir.”
(enfâl,41)
Allah’ın kendine ait olanı nasıl dağıtmayı murat ettiğini açıklamaktadır.
Bazı tefsir ve fıkıh âlimlerine göre bu âyet, ganimet ile ilgili hüküm
ve uygulamanın ilk aşamasını açıklamaktadır.
Hz. Peygamber Bedir Savaşı’nda alınan ganimetlere bu âyetin hükmünü uygulamış,
tamamı kendisine bırakılmış bulunan ganimetin beşte birini (tahmîs) ayırmadan
hepsini gazilere dağıtmıştır.
Sonra ganimetin beşte birini ayırmasını,
geri kalanı savaşa katılanlara dağıtmasını bildiren 41. âyet gelmiş
ve bu âyetin hükmü uygulanmıştır..(Ebû Ubeyd, s. 426).
Burada fakih ve müfessirlere göre iki âyeti,
yukarıda açıklandığı şekilde anlayıp birleştirmek,
birlikte uygulamak mümkündür, nesih (kaldırma- değiştirme-) söz konusu değildir.
Bilakis Emr-i İlahi’de, insanların fıtratın da var olan, nefse zor gelen bir konuda,
aşama aşama, öğretme ve uygulama tabi ki vardır
Kadim Kelam olan Kur’an-ı Aşimüşşanın, vahiyle peyderpey indirilmesinin bir hikmeti de;
bir çok konu örneklerinde olduğu nefis, içki, tesettür veya bazı ibadetlere dair hususlarda,
bütün mahlukat üzerinde, Rububiyet sıfatına haiz Rahim ve Rauf olan Rabbimizin,
kullarına bazen farklı misaller,
bazen de talim ve terbiye usulü olan aşama, aşama öğretmesidir…
“Onları yakaladığınız yerde öldürün;
sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın.
Fitne öldürmekten daha kötüdür.
Mescid-i Harâm civarında onlar sizinle savaşmadıkça
siz de orada onlarla savaşmayın.
Şayet sizinle savaşmaya kalkışırlarsa o zaman onları öldürün.
İşte kâfirlerin cezası böyledir!..”
(Bakara,191)
“Eğer onlar vazgeçerlerse, artık Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.”
(Bakara,192)
“Hayatın gerçeklerinin,
kötülükleri önlemede savaşmayı gerekli kıldığı durumlarda
“barışçılık” tan söz etmek anlamsızdır.
Kur’an-ı Kerîm olması gerektiği kadar barışçıdır.
Bununla birlikte müslümanın sebep olmadığı bir savaşta teslimiyetçi davranmayı
veya girişilen bir savaşı kazanmanın gereklerini, hümanist olduğu ileri sürülen
ütopik fikirlere feda etmeyi de onaylamaz.
“Haksızlık etmeme ve haksızlığa uğramama”yı emreden âyet
(Bakara 2/279) Kur’an’ın bu husustaki temel kuralı olarak alınmalıdır!..
- âyet Hz. İbrâhim’den beri kutsal mekân olma özelliğini sürdüren
Mescid-i Harâm dahilinde kan dökmeyi yasaklayan geleneği devam ettirmekte;
ancak 192. âyette bir saldırı vuku bulursa buna karşı konulması emredilmekte;
saldırıdan vazgeçilmesi halinde
Allah’ın Gafûr -affeden- ve Rahîm-merhamet eden- olduğu bildirilerek,
müslümanların da,
artık savaşmayı durduranlara karşı şiddet kullanmamaları gerektiği ima edilmektedir.
Bu ve bundan sonraki âyetlerin iniş sebebiyle ilgili bir rivayete göre
Hz. Peygamber(ﷺ), hicretten sonra ilk defa Mekke’yi ziyaret etmek üzere
kalabalık bir müslüman grupla yola çıkmış;
fakat Hudeybiye denilen yerde Mekkeli müşriklerin engellemesiyle karşılaşmış;
meselenin savaşmadan halledilmesi yolunu seçmişse de,
bir müşrik birliğinin saldırıya kalkışmaları üzerine savaşa izin veren bu âyetler inmiştir!..”
(Elmalılı H.Yazır- Kur’an yolu-).
“Evet
Cenâb-ı Hakk’a îmân eden, elbette O’na itâat edecek.
Ve itâat yolları içinde en makbûlü ve en müstakîmi (istikāmetlisi)
ve en kısası,
bilâ-şübhe (şübhesiz) Habîbullâh’ın
(Allah’ın sevgilisi olan Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın)
Sünnet-i seniyyesi olan,
O(ﷺ)’nun gösterdiği ve ta‘kîb ettiği yoldur!..”
(Lem‘alar, 11. Lem‘a, 54)
- Hayranlıkla Dinlediler ve İtaat Ettiler!.. - 18 Eylül 2024
- ‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ - 14 Eylül 2024
- Eğer Allah Dileseydi Ne (biz) Şirk Koşardık, Ne de Atalarımız!..” - 11 Eylül 2024
- “Canımı Müslüman Olarak Al ve Beni Sâlih Kimseler Arasına Kat !” - 10 Eylül 2024
- Şehadette Niçin Hem Abduhu Hem Rasûluhü Diyoruz? - 2 Eylül 2024
- İttihad-ı İslâm’ı Israrla Önemsememek… - 30 Ağustos 2024
- Allah’ın Lûtfu ve Rahmetiyle, Ferahlasınlar… - 27 Ağustos 2024
- Sırf Allah ve Resûlü, Fazlından Kendilerini Zengin Etti Diye İntikam Almaya Kalktılar - 18 Ağustos 2024
- “Kader Bizi Böyle Bağlamış…” - 9 Ağustos 2024
- “Bir de Takvâ Elbisesi ki…” - 3 Ağustos 2024