Özellikle Dîvan şiirinde, Dersaadet’in güzelliklerini ve imparatorluğun payitahtının giderek artan ihtişamını anlatan birçok şiir ve İstanbul’u anlatmaya doyamayan birçok şair vardır. Dilara Yabul, bu şiirleri ve şairleri anımsamak yahut öğrenmek adına, İstanbul ile ilgili 10 Dîvan şiirini paylaşıp şairlerinin hayatlarını kısaca ele aldı.
İstanbul, yani yeryüzündeki cennet, tarih boyunca pek çok şiire konu olmuş; Bizans devrinde de, fetihten sonra da sayısız şair İstanbul’u ve onun efsunkâr güzelliğini şiirlerinde işlemiştir. Özellikle Dîvan şiirinde, Dersaadet’in güzelliklerini ve imparatorluğun payitahtının giderek artan ihtişamını anlatan birçok şiir ve İstanbul’u anlatmaya doyamayan birçok şair vardır. Bu şiirleri ve şairleri anımsamak yahut öğrenmek adına, bu yazıda İstanbul ile ilgili 10 Dîvan şiirini paylaşıp şairlerinin hayatlarını kısaca ele almaya çalıştık.
1 – Şiirlerimizin ilki, Dîvan şairi Karamanlı Aynî’nin. Doğum ve ölüm tarihleri belli olmayan şairin hakkında bildiklerimizi de Karaman Beyi Kasım adına düzenlediği Dîvan’dan öğreniyoruz. O dönemde Aynî, son Karaman Beyi Kasım (1474-1483) ile onun saltanat mücadelesinde desteklediği Karaman Valisi Cem Sultan’ın (ö. 1495) meclislerinde bulunmuştur. Şair olarak asıl ününü ise İstanbul’un fethi vesilesiyle kaleme aldığı şiir ile kazanmıştır.
Şehr-i âzam kim binâsı gerçi mâ u tıyndedür
Ya anun üstündedür cennet yahud altındadur
Bu haber kim söylenür hem zâhir ü bâtındadur
Revnakı bu kâ’inâtun şehr-i Konstantindedür
Ger sala Sultan Muhammed Zülfikâr-ı Hayderî
Misl-i Hayberdür güşâd ide bu yedi kişveri
Dir melekler nutka geldikçe felekler dilberi
Revnakı bu kâ’inâtun şehr-i Konstantindedür
Misl-i dünyâdur anın içindeki camileri
Zeyn olur hem cum’a gün huffâz ile mahfilleri
Gûşe ber gûşe pür olmuşdur cihan hâmilleri
Revnakı bu kâ’inâtun şehr-i Konstantindedür
İki âlem görmeği fikr ider isen cân ile
Var Kalâtâ şehrine deryâyı geç seyrân ile
Bâde vir de ömrü nuş it bâde-i hûban ile
Revnakı bu kâ’inâtun şehr-i Konstantindedür
Şûle saldıkça zemin üstüne mâh-ı encümen
Nerkis-i ra’nâ biter hâk üzre her gûşe çemen
Dir zebân-i cân ile sorsan bu güftârı çü men
Revnakı bu kâ’inâtun şehr-i Konstantindedür
Feth idüp Sultan Muhammed anda çün câ eyledi
Kâr-i âlîler yapub firdevs-i a’lâ eyledi
Değmemiş ey Aynî pür gılman ü havrâ eyledi
Revnakı bu kâ’inâtun şehr-i Konstantindedür
2 – İkinci şiir yine İstanbul’un fethi ile alakalı, hatta İstanbul’u fetheden kişiye, Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri’ne ait. Bilindiği gibi şiirlerinde Avnî mahlasını kullanan Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul ile alakalı pek çok gazel kaleme almıştır. İstanbul’un fethi ile ilgili de tarih düşürmüştür. Burada parantez içinde tarih düşürme sanatından bahsetmekte fayda var. Bir olayın tarihini bir mısra, beyit ya da ibare içinde ebced hesabına uygun bir şekilde belirtmeye tarih düşürme denir. Tarih düşürülen beyitte karışıklığa mahal vermemek için ‘tarih’ kelimesi ve şairin mahlası zikredilir ve genelde hicrî kamerî yılda tarih düşürülür. Avnî’nin, yani Fatih Sultan Mehmed Han’ın şiirinde de bu iki özelliği görmek mümkün:
İstanbul’un Fethine Tarih
Feth-i İstanbûl’a fursat bulamadılar evvelûn
Feth edüp Sultan Muhammed dedi târih: âhirûn
3 – Üçüncü şiirimiz Yahyâ Efendi’ye ait. Şeyhülislâm Zekeriyyâzâde Yahyâ ismiyle de anılan Yahyâ Efendi, 1561 ile 1644 tarihleri arasında yaşamış, I. Mustafa, IV. Murad ve Sultan İbrahim döneminde şeyhülislamlık yapmış bir zat-ı şerif. Bilhassa IV. Murad döneminde itibarı ve şöhreti artan, bu süreçte hayatının en rahat dönemini yaşayan Yahya Efendi, Sultan İbrahim döneminde uğradığı iftiralar sebebiyle gözden düşer ve haksız ithamlardan duyduğu üzüntüyle sağlığı bozulur. Vefat edince babasının Fatih-Çarşamba’da yaptırdığı medresenin hazîresine defnedilir. Döneminin meşhur şairlerinden biri olduğu için vefatına dair pek çok tarih düşürülmüştür, bunların en ünlülerinden biri “Kabr-i Yahyâ ola yâ rab pür-nûr”dur. Genç yaşta şair olarak üne kavuşan ve rindmeşrep bir zat olan Yahya Efendi, gazel sahasında Nedîm ile Bakî arasındaki köprü olarak nitelendirilmektedir. Sade ve samimi bir söyleyişi benimsemiş olan Yahya Efendi’nin dîvanı da çoğunlukla gazellerden oluşmaktadır.
Gazel
Salınsun îd irişdi yine hûbanı Sitanbûlun
Yine ârâste olsun Karâmânı Sitanbûlun
Safâlar kesp idüp uşşâka olsun merhâbâ yer yer
Vefâ meydânına gelsün civânânı Sitanbûlun
Döner hurşîd-i âlemtâbına gerdûn-ı gerdânın
Binüb dûlâba her bir mâh-ı tâbânı Sitanbûlun
Semend-i nâz ile yöğrük civanlar seyre çıksunlar
Pür olsun hûblarla At Meydânı Sitanbûlun
Bu şi’rin hak budur Yahyâ ki gâyet bî-nazîr oldu
Pesend eylerse lâyık ehl-i irfânı Sitanbûlun
4 – Dördüncü şiirimiz Dîvan şiirinde ‘Nedîmane’ nam bir tarz oluşturan meşhur Lâle Devri şairi Nedîm’in. 1681 yılında İstanbul’da doğan Nedîm’in asıl adı Ahmed’dir. Ailesinin devlet hizmetinde bulunan insanlar olması sebebiyle dönemin klasik ilimleri dışında Arapça ve Farsça da öğrenmiştir. III. Ahmed döneminde şairliği ile ün salmaya başlayan Nedîm, kâsideleri vasıtasıyla çeşitli devlet adamlarının dostluğunu kazansa da esasen medrese müderrisidir. Bir dönem Sahn-ı Semân medreseleri müderrisliğini de yapmıştır. Lâle Devri’nin sonunu getiren Patrona Halil İsyanı patlak verdiğinde ise kendisi Sekban Ali Paşa Medresesi’nde müderrislik görevini ifa etmektedir. Naif bir yaradılışı olan Nedîm’in sürekli bir korku hâli (illet-i vehîme) yaşadığı bilinmektedir. Bu sebeple ölüm sebebi tam olarak bilinmese de, Patrona Halil İsyanı’nı takip eden günlerdeki korkulu ruh hâlinden vefat ettiği düşünülmektedir. Kabri Karacaahmet Mezarlığı’nın Miskinler Tekkesi kısmındadır. Üslubu şahsi ve söyleyişi mükemmel olan Nedîm bu iddiasını “Ma‘lûmdur benim sühanım mahlas istemez” (sühan: söz, kelam) diyerek göstermektedir. Ahenge büyük ehemmiyet veren Nedîm’in pek çok şiiri bu özelliği sayesinde bestelenmiştir.
Kaside
(Der vasf-ı İstanbul ve sitâyiş-i Sadrazam İbrahim Paşa)
Bu şehr-i Sıtanbûl ki bîmisl ü behâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdır
Bir gevher-i yekpâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır
Bir kân-ı ni’amdır ki onun gevheri ikbâl
Bir bâğ-ı iremdir ki gülü izz ü ulâdır
Altında mı üstünde midir cennet-i a’lâ
Elhak bu ne hâlet bu ne hoş âb u hevâdır
Her bağçesi bir çemenistân-ı letâfet
Her gûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır
İnsâf değildir onu dünyâya değişmek
Gülzârların cennete teşbîh hatâdır
Herkes irişür anda murâdına anınçün
Dergâhları melce’-i erbâb-ı recâdır
Kâlâ-yi maârif satılur sûklarında
Bâzâr-ı hüner ma’den-i ilm ü ulemâdır
Câmilerinin her biri bir kûh-ı tecelli
Ebrû-yi melek andaki mihrâb-ı duâdır
Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr
Kandîlleri meh gibi leb-rîz-i ziyâdır
Ser-çeşmeleri olmada insâna revan-bahş
Germâbeleri câna safâ cisme şifâdır
Hep halkının etvârı pesendîde vü makbûl
Derler ki biraz dilberi bî-mihr ü vefâdır
Şimdi yapılan âlem-i nev-resm ü safânın
Evsâfı hele başka kitâb olsa sezâdır
Nâmı gibi olmuşdur o hem sa‘d hem âbâd
İstanbul’a sermâye-i fahr olsa revâdır
Kûhsârları bâğları kasrları hep
Gûyâ ki bütün şevk ü tarab zevk ü safâdır
İstanbulun evsâfını mümkin mi beyan hiç
Maksûd heman sadr-ı kerem-kâra senâdır
5 – Beşinci şiirimizi kaleme alan şair Fennî ancak Fennî’nin hayatı hakkında pek fazla bilgiye sahip değiliz. Doğum yılı bilinmeyen ve 1745 yılında vefat ettiği tahmin edilen Fennî’nin asıl adı Mustafa’dır. Divân’ında 63 beyitlik Sevâhilnâme isimli bir mesnevi bulunur ve bu mesnevi İstanbul’un semtlerini anlatır.
Galata
Hep galat sözle geçürdi gününü âşık-ı zâr
Galatâ seyrine gitmiş meğer ağyâr ile yâr
Beşiktaş
Tıfl iken sanâ hırâm-ı bedi öğretdiğiçün
Dilerim Hazret-i Hak’dan anı kim o beşik taş olsun
Ortaköy
Oldu dil olmuş iken kayd-ı cihandan reste
Ortaköy’de yine bir mûy-miyâne beste
Bebek
Oldu muhtâc gönül tıfl-ı civân-ı gayre
Giymeyince Bebek’e merdüm-i dîdem seyre
Fener
Meyl idüp şem’-i izâri içün ol sîmbere
Düşdü pervâne-i dil şimdi fenerden fenere
Üsküdar
Kâbe toprağı diyû olsa bile nâm-âver
Üsküdar’dan dahi yeğdir bana rûy-i dilber
6 – Altıncı şiirimiz, Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye isimli eseriyle tanınan, Şeyh Galib’in müridi olan Esrar Dede isimli mutasavvıf şairimizin. İyi bir tahsil gören Esrar Dede’nin çocukluk ve gençlik yılları hakkında çok fazla bilgiye sahip olmasak da onun Arapça, Farsça, Rumca, Latince ve İtalyanca bildiğini biliyoruz. 1748 yılı doğumlu olan şair, 1797 yılında bir mirac gecesinde vefat etmiştir. Müridi ile arasında derin bir muhabbet olan Şeyh Galib, vefatı üzerine mersiye kaleme almıştır ve yine Şeyh Galib başta olmak üzere vefatına dair pek çok şair tarih düşürmüştür. Dîvan’ında Hulefâ-yi Râşidîn’e duyduğu muhabbeti “Men bende-i ahbâb-ı Resûlullâhem/ Ne Hâricîyem ne Şîî-yi gümrâhem/ Hem bende-i Bû Bekr ü Ömer Osmânem/ Hem hâk-i reh-i Alî veliyyullâhem” diyerek dile getiren Esrar Dede’nin Hazret-i Ali sevgisini anlattığı Mübarekname-i Esrar ve Fütüvvetname-i Esrar isimli iki manzumesi vardır.
Gazel
Dildar idicek va’deyi yâhû-yi Sıtanbûl
Teng oldu yine başıma her sûy-ı Sıtanbûl
Yarin kademi bastığı yer olmasa anda
Bir dâhi harâm idi bana bûy-ı Sıtanbûl
Her semtine baksam görünür âteş-i hicrân
Dûzah bana her kûçe vü her kûy-i Sıtanbûl
Bir âh idene bin gez ider hayf selâmet
Âşık-küş olur nâsıh-ı bed-gû-yı Sıtanbûl
Gelmez mi aceb gül-i handan dahi Esrâr
Gülmez mi bugünlerde yine rûy-i Sıtanbûl
7 – Yedinci şiirimiz müverrih, yani tarih düşürmede pek mahir olan Sürurî’ye ait. Asıl adı Seyyid Osman olan Sürurî, 1752 Adana doğumlu. Yirmili yaşlarında şiir yazmaya başlayan ve seçtiğimiz üçüncü şiirin şairi Şeyhülislam Yahyâ Efendi tarafından kabiliyetli görülüp İstanbul’a gitmesi teşvik edilen Sürurî, yazdığı ilk şiirlerde Hüznî mahlasını kullanmıştır. Daha sonraları ise, Tâhirül Mevlevî’den nakle göre, onda kabiliyet gören Yahyâ Efendi tarafından kendisine Sürurî mahlası verilmiştir. III. Selim döneminde Anadolu kazaskerliği yapan şairimiz 1814 yılında vefat etmiştir ve vefatı üzerine pek çok şair tarih düşürmüştür. En meşhurlarından biri İzzet Molla’nın şu kıtasıdır: “Sürûrî-i müverrih kim uyurken bulmasa târîh / Gamından bir dahi varmazdı aslâ âlem-i hâba // Teessüf eyleyip üstâdına İzzet dedi târîh / Sürûrî’nin vefatı mûcib-i hüzn oldu ahbâba”. İstanbul ile ilgili olan şiirinde İslâmbûl lafzını kullanması ise bizim açımızdan dikkat çekici olan nokta.
Gazel
Virüb revnak anâ gılmân-sıfat hûbân-ı İslâmbûl
Misal-i kasr-ı cennetdir bülend eyvân-ı İslâmbûl
Sürûşan-ı beyt-i ma’mûru tavaf eyler sanur âdem
Ki devr eyler yayan kimki ider cevlân-ı İslâmbûl
Ekalîm-i cihanda memleketler pâdişâhîdir
Olur hem mülke anınçün revân fermân-ı İslâmbûl
Hamûşândır behâr olmazsa mürgân-ı çemen ammâ
Nevâ pervâzdır her dem sühângûyân-ı İslâmbûl
Sürurî’den selâm olsun vatanda olan ahbâba
Unutdurdu sılâ fikrin anâ yârân-ı İslâmbûl
8 – Sekizinci şiirimiz de ikinci şiirimiz gibi bir Osmanlı sultanına ait, Adlî mahlasını kullanarak şiirler yazan II. Mahmud’a. Dîvan şiiri formlarını kullanmasına rağmen klasik Dîvan şiiri gibi ağdalı bir dil kullanmayan Adlî, yani II. Mahmud genelde şarkı formunda şiirler yazmış ve bu şiirlerin çoğunu kendisi bestelemiştir. İstanbul ile, daha doğrusu Çamlıca ile ilgili olan bu şiiri de yine şarkı formundadır.
Şarkı
Pek hâhişi var gönlümün ey serv-i bülendim
Yârın gidelim Çamlıca’ya cânım efendim
Redditme sakın bu sözümü şâh-ı levendim
Yârın gidelim Çamlıca’ya cânım efendim
Râhat mı olur anda iken cümle ahibbâ
İster ki gönül zevk idelim biz bize tenhâ
Bir gün de Fener-bağçesine gitmeli ammâ
Yârın gidelim Çamlıca’ya cânım efendim
9 – Dokuzuncu şiirimiz Osmanlı devlet adamı olan Eşref Paşa’nın bir gazeli. 1820 yılında Bursa’da dünyaya gelen Eşref Paşa, evvela ağabeyi olan eski Bağdat kadısı Şerif Rüşdü Efendi’den medrese usulünde ders görmüş, sonra İstanbul’a giderek Kethüdâzâde Arif Efendi’den hikemî ilimler ile Farsça öğrenmiştir. Şairliğinin yanı sıra Osmanlı Devleti’ne asker olarak hizmet etmiş ve 93 Harbi süresince Tuna cephesi kumandanı olarak görev yapmıştır ve savaş mağlubiyet ile sonuçlanınca bundan sorumlu tutulup birçok paşa ile birlikte Limni Adası’na sürgüne gönderilmiştir. Birkaç ay sonra II. Abdulhamid tarafından affedilmiş ve İstanbul’a geri dönmüştür. 1894’te vefat eden Eşref Paşa’nın kabri Merkezefendi Kabristanı’nda yer almaktadır. Büyük bir “muhibb-i âl-i abâ” olan Eşref Paşa, Nâmık Kemal’e Nâmık mahlasını veren zattır. Dîvanı Eşrefü’üş-şuarâ adıyla basılmıştır.
Gazel
Gönülde ârzûdur vuslat-i heyhât-i Istanbûl
Bir âteşdir ciğerde hasret-i mâfât-i Istanbûl
Tüter gûyâ gözümde tûtiyâdır hâk-i müşkînî
Girândır kadr-i dürden kıymet-i zerrât-ı Istanbûl
Hilâfet âsmânıdır sadâret âstânıdır
Meziyyetce nice şâhid idea isbât-ı Istanbûl
Şinâs-ı bezm-i ünsâüns vasf-i ülfet-i sahrâ
Muvâfıkdır mizâcâ mevsim ü evkât-ı Istanbûl
Mülûkâne mahaldir mecmâ-ı bahreyndir Eşref
Nolâ aynî sıfât-ı Cennet olsa zât-i Istanbûl
Şikâyet baht-i serkeşden hikâyet Niş’dendir hep
Meded ey rûh-ı âlem revnâk-ı dârât-ı Istanbûl
Reşîd-i nev’-i Âdem Mustâfâ Pâşâ-yi efhamsin
Der-i lütfunda hâsıldır bütün hâcât-ı Istanbûl
Revâ kıl hâcetim tâ kim varub ol şehr-i irfâna
Zemîn-i şa’iriyyetde idem iskât-i Istanbûl
Ümid oldur ki hakkımda zuhûr-i iltifâtınla
Medâr-ı sûret-i ikbâl olur mir’ât-ı Istanbûl
10 – Son şiirimiz Şeref Hanım’a ait. Şair Mehmed Nebîl Bey’in kızı olan Şeref Hanım, 1809 doğumludur. Devrinin şairlerinden farklı olarak şiirlerinde sade ve samimi bir anlatımı tercih etmiştir. Daha çok Kerbela mersiyeleri ile tanınan şair, her yıl Muharrem ayında bir mersiye kaleme almış olup Dîvan’ında yer alan 677 şiirin 16’sı Kerbela mersiyesidir. Hüzün içinde geçen yaşamını şiirlerinde nükteli bir şekilde ifade eden şair 1861 yılında vefat etmiştir.
Kıta
Gencîne-i irfân olan İslâmbûl
Mahbûbe-i büldân olan İslâmbûl
Müştâk seni görmeğe gayretle Şeref
Ey mecmâ’-i yârân olan İslâmbûl
…
dunyabizim.com
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024