Ana Sayfa / Yazarlar / Doğrucu Eğriler, Eğrici Doğrular

Doğrucu Eğriler, Eğrici Doğrular

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.
Hayat, hepimiz için her yeni gün yeni yeni derslerle yüklü olarak gelir.
Güneş her zaman bahar sabahlarına doğmaz. 
Geçtiğimiz gün Elazığ ve Malatya illerimizde bir deprem afeti yaşandı. Pek çok insanımız hayatını, pek çok insanımız malını-mülkünü, huzur ve mutluluğunu kaybetti.
Böylesi acılar, o acıyı yaşayanlar kadar duyan, gören iman ve vicdan sahibi herkes için birer imtihandır.
Afet, bela ve musibet karşısındaki durumumuz kadar, afetzede kardeşlerimize karşı tutumumuz da bizim imanımızın, vicdanımızın, irfanımızın, merhametimizin hasılı insanlığımız ve müslümanlığımızın test edildiği anlardır.
Bu sınavı kazanıp-kaybettiğimizin göstergelerini sosyal medyaya biraz dikkatle bakınca kolaylıkla anlayabiliyoruz. 
Bir kısım insanların, deprem gibi ağır bir travma yaşayan insanlarımız hakkında, sırf siyasi, ideolojik nedenlerle, şuna oy vermişlerdi, şuna oy vermemişlerdi diye alenen “oh olsun” diye dehşet verici paylaşımlar yapanlar kaybettiler. 
Bir kısım insanlar, oradaki kardeşlerimizin acılarını paylaşmak,  bir an önce yardım eli uzatmak yerine yine siyasi polemikler üretme, moral bozma, ona buna taş atma, laf atma yarışına girdiler ve onlar da kaybettiler. 
Bu tip insaların varlığı, tavırları, kazanıp kaybetmeleri beni çok ilgilendirmiyor aslında. 
Bu tür insanlar her zaman, ger toplumda varolan marjinal ve azınlık gruplardır. Sesleri çok çıkıyor gibi görünseler de söylemleri ve eylemleri toplumun genel karakterini yansıtmaz, toplumun geneli tarafından saygı görmez, kabullenilmez. 
Beni asıl ilgilendiren ve üzen, merhamet dini İslamı kabul etmiş, gönül vermiş, o dine ve o dinin inananlarına hizmet etme iddia ve sevdasında olan insanların kaybediyor oluşu. 
Sıcak evinde, çoluk çocuğuyla oturduğu yerden yer bilimcilerin depremin maddi sebeplerinin analizini yapmaları gibi, afetin en sıcak anında, enkaz altında kalanların hayata tutunmaya, dışarda kalanların bir canı kurtarmaya, yakınlarından haber almaya çalıştıkları o en dehşetli anda depremlerin manevi analizini yapan uzman edasıyla deprem şu şu günahların neticesidir,  deprem İlahi ikazdır vaazlarına başlamaları da yazık ki kaybettiriyor. 
En yakınlarını enkazdan kurtarmaya çabalayan insanları, belki dünyevi tüm varlıklarını kaybetmiş insanları adeta tokatlar gibi; “sizler şu şu günahları işlediniz ve Allah size bu musibeti gönderdi. Suçlusunuz ve cezanızı çekiyorsunuz” der gibi tuzu kuru, karnı tok, sırtı pek insan pozlarıyla, sütten çıkmış ak kaşık edasıyla güya dini tebliğ ediyor, nasihat ediyor, sevaba giriyor gayretiyle yorumlar yaparak kaybediyor, kaybettiriyorlar. 
Kötü niyetle yaptıklarına da zerrece ihtimal vermiyorum, iyi niyetle yapıyorlar. 
Evet, depremin maddi sebepleri olduğu gibi manevi sebepleri olduğuna dair pek çok rivayetler var. 
Elbette bu kainat  başıboş değil ve kainattaki hadisat tesadüfen olup bitmiyor. 
Bizler haşa, kainatta olup biten herşeyi sadece seyreden, karışmayan, yaratamayan, güç yetiremeyen, neyin ne olduğunu bilmeyen, irade ve idare etmekten aciz bir Allaha inanıyor değiliz elbette. 
Tam tersi, zerrece istisnası olmadan herşeyi gören, herşeyi bilen, her şeyi her an yeniden yaratan, idare eden, yöneten, yönlendiren kudreti sonsuz, rahmeti sonsuz, merhameti sonsuz, hikmeti sonsuz… bin bir isminin tamamıyla ve her an kainatı herşeyiyle kuşatan Rabbül Âlemîne iman ediyoruz. 
Bir yaprağın bile Allah’ın izni, bilgisi ve iradesi dışında düşmediğine; en alt birimleriyle bir atom zerresinin bile Allahın emriyle hareket ettiğine inanan hiç bir kimse, deprem olurken -hâşâ-Allah görmedi, bilmiyordu ya da biliyordu, görüyordu ama elinden bir şey gelmedi, deme gaflet ve dalaletine düşemez elbette. 
Gece gündüz gibi, bahar, yaz, kış gibi, sıcak ve soğuk gibi, rüzgarlar, yağmurlar, yıldırımlar gibi depremler gibi hadiseler de bu dünyadaki düzenin bir parçasıdır, onlar olmadan da bu dünyadaki nizam, intizam düzgün işlemez. 
Afetler ve musibetler de herzaman ve herkes için ceza demek değildir ayrıca. Tam tersi bazan kısa vadede, bazan uzun vadede tam anlamıyla mükafattır, rahmettir desek yeridir. 
Deprem ilâhî bir faaliyettir, Allah’ın izni ve emriyle meydana gelen bir harekettir, sözü ve hükmü doğrudur, ama cezadır hükmünü vermek herkesin haddi olmasa gerektir. 
Bediüzzaman Hazretlerinin altın yaldızla yazılmaya, her yere asılmaya layık sözlerinden biri benim meramımı anlatmakta rehberim oldu;

“Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. 

Her dediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu demek doğru değildir.”

Allah ağızlarımızı konuşsunlar diye verdi elbette ama, ağızlarımıza kumanda edecek beyinler de verdi. O beyinlerimizi süsleyecek ilimler de verdi. Kalp verdi, vicdan verdi. Onları dilimize hakem ve hakim kıldı. 
Konuşmak serbest. Fakat konuşurken kendimize ve konuşan herkese sorulması gereken sessiz sorular olmalı. 
Bir kere biz kimiz? Kim ve ne adına konuşuyoruz?
Bizim bu konuda söz söyleme hakkımız var mı, yetkinliğimiz var mı, derinliğimiz var mı?
Bize söz söyleme yetkisini kim verdi, nereden aldık?
Bu sözleri ne niyetle söylüyoruz?
Allah o kullara ceza kesmiş de, ihbarnameyi teslim etme görevini bize mi vermiş?
Ceza olduğundan emin miyiz, belki mükafattır da biz yanlış anlamışızdır.
Belki onların hiç günahı yoktu, musibet bizim günahımız yüzünden geldi de onlara da isabet etti..
Bize musibetin dokunmaması masum olduğumuzun, tüm bela ve musibetlerden beraat ettiğimizin göstergesi midir? 
Biz bu sözleri söylerken kendi nefsimizle mi hesaplaşıyoruz yoksa kendimizi aklayıp başkasını taşlama, daha doğrusu başkasını suçlayıp kendimizi aklama derdine mi düştük, suç bastırmaya mı çalılıyoruz?
Musibetlerin ilâhî ikaz olduğunu, dersler çıkartmak, arınmak gerektiğini düşünüyorsak ki düşünmeliyiz. Fakat deprem ilahi ikazdır, sözünü kendi nefsimize söylediğimizde, kendi nefsimizi sigaya çektiğimizde bir anlamı ve değeri olur.
Başkasının günahının hesabını sormak bize düşmez elbette.
Bazan sessiz düşünmek gerekir.
Her aklına ve diline geleni söylemek ilimden değil cehalettendir.
İlmin de, nasihatin de edebi vardır, adabı vardır.
Nasihat ediyorum diye muhatabı yaralamak, rencide etmek, üzmek, yormak, germek, aşağılamak edepsizlikten de öte bir durumdur.
Bu kaba-saba “doğrucu Mehmet” ahlak ve tavrı müslümanlara asla yaraşmıyor.
Müslüman her haliyle, en nezih, en nazik, en asil, en edepli, en hürmetli, en şefkatli, en saygılı, en düşünceli, her sözü ve her hareketi en yerli yerinde davranan insan olmalı.
Bırak din kardeşini, hiç kimseyi eliyle ve diliyle rencide etmemeli, zarar vermemeli, yaralamamalı. 
Dindar görünen insanlar, zaten eli kolu kırılmış din kardeşlerini tokatlarken, dinle imanla, bu milletin ruh ve gönül dünyasıyla, mayasıyla hiç alakası olmayan hatta bu milletin değerlerini yok etmek, genç nesillerini ifsad  etmek için elinden gelen herşeyi yapan insanlar yardım kampanyaları düzenleyip milletin gönlünü fethediyor.
O kampanyalara maddi destek veren insanlar da elbette bizim imanlı, namazlı, niyazlı insanlarımız.
Ama biz, elimizle dolu dolu yardım yaparken, dilimizden dökülen ölçüsüz, tersiz, zamansız, hikmetsiz sözlerimiz yüzünden, neyi nasıl, nerede, hangi dozda söylememiz gerektiğini bilmeden konuştuğumuz için kaybediyoruz, insanları kendimizden soğutup uzaklaştırıyoruz. 
Öbür tarafta bu millete zerre hayrı dokunmayan hatta bu milletin tüm değerlerine düşman olan insanlar, belki ellerini ceplerine bile atmadan, sırf nerede nasıl tavır sergilemeleri gerektiğini iyi bildikleri için, dillerine, söylemlerine hâkim olmayı bildikleri için sempati kazanıyorlar, saygınlık kazanıyorlar, insan ve gönül kazanıyorlar. 
Müslümanların toplum tarafından sevilmiyor olması, deprem musibetinden daha küçük bir musibet değildir ve bu musibet de bizim acı dilimizden, ekşi yüzümüzden, hikmetsiz, basiretsiz, merhametsiz halimizden dolayı başımıza geliyor.
Bu musibetin üzerimizden kalkması için de umumi tevbeye, arınmaya, Peygamber Efendimizin edebiyle edeplenlenmeye, haliyle hallenmeye, diliyle dillenmeye, kalbiyle sevmeye, merhamet etmeye son derece ihtiyacımız var.
 
Kalbi yumuşak olmayan, dili tatlı, sözü hikmetli olmayan, bu dine ve müslümanlara susarak hizmet etmeyi denesin.
İman-İslam cihetiyle doğru olan bizler, dillerimizdeki eğrilikleri düzeltemediğimiz için, 
İmanları eğri, hayatları eğri, niyetleri eğri, tüm işleri eğri ama doğru zamanda, doğru işler yapmakta uzman eğrilere yol açıyor, meydan açıyor, fırsatlar sunuyoruz.
Bu vebal bize yeter de artar bile. 
 
Bu vesile ile, başta deprem olmak üzere, ağır musibetlerle imtihan olan tüm kardeşlerimize Rabbimden sabırlar, metanetler diliyorum. 
Yaşadıkları ağır imtihandan yüz akıyla, maddi-manevi kazançlarla çıkmalarını diliyorum. 
Bu dünyada kaybettikleri herşeyin binler misliyle  mükafatlandırılmalarını diliyorum Rabbimden. 
“Ne gam bâki, ne dem bâki”  
Bu gamlı günlerin bir an önce geçip, saadetli günlere kavuşmalarını diliyorum. 
 
Âfetzede, musibetzede kardeşlerimizin yardımına koşan resmi, sivil tüm kuruluşlara, onların fedakar, kahraman çalışanlarına binlerce kez teşekkür ediyorum. Rabbim hepsini iki cihanda da aziz kılsın, yüreklerine hüzün düşürmesin.. 
Darda olana el uzatanın eli yardıma muhtaç olmasın, muhtaç olduğunda da uzattığı eli hiç bir zaman boş kalmasın inşaallah. 
Rabbim devletimize ve milletimize zeval vermesin. 
Amin
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Mehdi İnkârcıları Bilsinler Ki

Mehdi-i ali Resul yani Peygamber Efendimizin (asm) neslinden gelecek ve İslam düşmanlarına karşı mücadele edecek …

Kapat