Hale ŞAHİN
Diyanet İşleri Uzmanı
Sabah namazını henüz eda eden Kâ’b’ın vicdan azabı ve hüznü öylesine büyümüştü ki bütün genişliğine rağmen yeryüzü dar geliyordu ona artık. Elinden gelen tek şey Rabbinin azabından
yine O’nun merhametine sığınmaktı.
Güneşin kavurucu sıcağı iyice kendini hissettiriyordu. O sıcakta, meyveleri olgunlaşan hurma dallarının gölgeliğinde biraz olsun serinlemek kadar insanı rahatlatan bir nimet olamazdı. Lakin Medine’de hummalı bir sefer hazırlığı vardı.
Allah Rasûlü Bizans’ın ani bir saldırı düzenleyeceği haberini almış, vakit kaybetmeden Medine-Suriye ticaret yolu üzerinde bulunan Tebük’e doğru yola çıkmayı uygun görmüştü. Yolculuk uzun ve meşakkatli olacaktı. Ordu iyi hazırlanmalıydı.
Medine’nin beş büyük şairinden Kâ’b b. Mâlik de sefere katılacaklar arasındaydı. Kâ’b, hicretten önce Akabe’de yapılan görüşmelerde biatıyle Hz. Peygamber’i memnun etmiş, Bedir hariç o zamana dek yapılan bütün gazvelere katılmış, on yedi yerinden yaralandığı Uhud Savaşı’nda büyük kahramanlık göstermişti. Ancak bu kez biraz rahat davranmıştı. Sefere hazırlık için sabahleyin evinden çıkıyor, akşam olduğunda hiçbir şey yapmadan geri dönüyordu. Hâl böyleyken günler günleri kovalıyor, Kâ’b kendini bir türlü toparlayamıyordu. O, daha vakit var diye düşünürken, hazırlıklarını tamamlayan ordu bir sabah yola çıktı. Kâ’b, yetişirim düşüncesiyle oyalanırken aradan birkaç gün daha geçmiş, epeyce mesafe kat edilmişti. Hâlâ orduya yetişebileceği düşüncesiyle Medine sokaklarında dolaştığı bir gün, geride yalnızca münafıkların ve maddi imkânsızlıklar yüzünden sefere katılamayanların kaldığını anlayınca hatasının farkına vardı ancak artık çok geçti. Rasûlullah’ın dönüşünü beklemek zorundaydı.
Haftalar sonra Allah Rasûlü’nün Medine’ye dönmek üzere yola çıktığı haberini alınca Kâ’b b. Mâlik’in içi içini kemirmeye başladı. Onun yüzüne nasıl bakacaktı? Hiçbir geçerli sebebi olmadığı hâlde Medine’de kalmıştı. Bu durumun nasıl bir izahı olabilirdi ki! Bir bahane uydursa mıydı acaba? Hayır, çözüm bu değildi asla. Her şeyi olduğu gibi anlatmak gerekiyordu.
Hz. Peygamber Medine’ye döndüğünde sefere katılmayanlar mescide gelerek mazeretlerini bildirdiler. Sıra Kâ’b’a geldiğinde Rasûlullah ona ne sebeple seferden geri kaldığını sordu. Akabe’de aldığı sözü hatırlattı. Kâ’b elbette o günkü sözünü unutmamıştı fakat beyan edecek bir özrü de yoktu. Yalandan bir mazeret uydurmak yerine hatasını itiraf etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber ondan, Yüce Allah kendisi hakkında bir hüküm bildirinceye kadar beklemesini istedi. Mürâre b. Rebî’ ve Hilâl b. Ümeyye adlı iki sahabi de Kâ’b ile aynı durumdaydılar. Bu üç sahâbîyi karşı Rasûlullah’ı ve Medine’yi adeta derin bir sessizlik bürüdü. Kimse onlarla konuşmuyor, görenler yüzlerini ekşitiyordu. Yer gök, dağ taş sükût ediyordu sanki. Bu sessizliğe dayanamayan Mürâre ve Hilâl evlerine çekilip ağlıyorlar, Kâ’b ise aksine sokaklarda dolaşıyor, mescide namaza geliyor, Hz. Peygamber’in meclisine katılmaya çalışıyordu. Olur da selamına karşılık verirse diye Allah Rasûlü’nün dudaklarının kıpırdayıp kıpırdamadığını takip ediyordu ama nafile. Rasûlullah onunla göz göze bile gelmiyordu. Kâ’b çok pişmandı, üzüntüsü ve kederi tarifsizdi.
Medine çarşısında dolaştığı bir gün Şam taraflarından gelen bir adam Kâ’b’a, Gassan melikinden bir mektup getirdi. Gassan meliki, Hz. Peygamber’in Kâ’b’a haksız muamele ettiğini iddia ediyor, buna karşılık topraklarına geldiği takdirde kendisinin onu layık olduğu hürmet ve taltifle karşılayacağını bildiriyordu. Ancak Kâ’b Rasûlullah’a karşı başka bir hata daha işlememeye karar vermişti, bu teklifi tereddütsüz reddetti.
Kâ’b’ı derinden sarsan sessizliğin üzerinden kırk gün geçmişti. Allah Rasûlü’nden bu kez üç sahabi için eşleriyle birlikte yaşamalarını yasaklayan bir emir geldi. Ailesinden mahrum kalma pahasına da olsa, Hz. Peygamber’in emrine itaat etmeliydi Kâ’b. Hanımına hakkında bir hüküm bildirilinceye kadar babasının evinde kalmasını söyledi.
Medine’yi bürüyen sessizliğin ellinci günüydü. Sabah namazını henüz eda eden Kâ’b’ın vicdan azabı ve hüznü öylesine büyümüştü ki bütün genişliğine rağmen yeryüzü dar geliyordu ona artık. Elinden gelen tek şey Rabbi’nin azabından yine O’nun merhametine sığınmaktı. Bu düşüncelerle şehrin sessizliğine kulak veren Kâ’b, birden “Ey Kâ’b b. Mâlik, müjde!” diye koşarak kendisine gelen kişinin sesiyle irkildi. Göklerin ve yerin Rabbi tarafından tövbesi kabul edilmişti. Hemen secdeye kapandı. Vakit kaybetmeden Rasûlullah’ın mescidine koştu. Mescide girer girmez Allah Rasûlü’nün mübarek yüzü mutlulukla bir ay parçası gibi parlıyordu. Kâ’b’ın yaşadığı en hayırlı gün bugündü. Hz. Peygamber’in simasından gönlüne sirayet eden neşeyle coşarak malının tamamını fakirlere bağışlamak istedi. Fakat Allah Rasûlü ona, malının bir kısmını elinde tutmasının daha hayırlı olacağını söyledi. Bu büyük badireden doğruluğu sayesinde kurtulduğunu itiraf eden Kâ’b b. Mâlik, yaşadığı müddetçe doğruluktan asla ayrılmayacağına dair Rasûlullah’a söz verdi.
Diyanet Aile
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024