Ana Sayfa / Yazarlar / “..döner, şeyhini irşad eder ve şeyhinin şeyhi olur!”

“..döner, şeyhini irşad eder ve şeyhinin şeyhi olur!”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“Bazan nâkıs bir şeyhin hâlis müridi, şeyhinden daha ziyade kâmil olabilir
ve döner şeyhini irşad eder ve şeyhinin şeyhi olur.” (17. Lem’a)
Vecizesini örnek alarak Üstadımızın
‘zaman tarikat zamanı değil, hakikat zamanıdır’
sözüne göre bu vecizeyi, tarikat ehli nasıl yorumlardı, hakikat ehli nasıl anlardı,
Bir örnekle anlatır mısınız?..
Evvelâ tarikat ehlinden başlayalım;
Seneler evvel İstanbulda geçimini insanları sandalıyla bir yakadan diğerine geçirerek sağlayan bir adam varmış.
Birgün hutbeyi dinlerken hoca
’Müslüman dediğin Bismillah der ve suyun üzerinde yürür!’ diye haykırmış.
Adam bir an için şok olmuş ama daha sonra müthiş bir sevinç duyarak biran evvel denize gitmek için sabırsızlanmış.
Namazdan sonra derhal kıyıya gitmiş ‘Bismillah’ demiş ve denizin üzerinde yürüyerek evin yolunu tutmuş…
Eve bu kadar erken varmasına şaşıran hanımına olayı anlatınca kadın;
-‘Nolur bey hocayı yemeğe davet et.’ Diye ısrar etmiş.
Ertesi gün namazdan sonra hocanın yanına gelen adam Hocayı zar zor ikna etmeyi başarmış ve ikisi evin yolunu tutmuşlar.
İskeleye doğru giderken yolu değiştiren adama hernekadar şaşırdıysa da hoca birşey dememiş.
Nihayet denizin yanına gelmişler ve adam
-’Buyrun hocam önden gidin ‘
deyince bir an için afallayan hoca bozuntuya vermeden
-‘Olurmu hiç siz önden buyurun’
demiş. Adam ‘Bismillah ‘deyip suyun üzerinde yürümeye başlayınca
hoca anlamış ve’
Biz sadece söyledik, sen ise İNANDIN ‘diyerek noktayı koymuş!..

Ehli tarık’ın dediği gibi; söyleyen Alim olursa, dinleyen de Arif olmalı!..

HAKİKAT ehli ise;
“…-Allah- herşeyi, o nizama müraat etmeye ve o nizamla kalmaya tevcih etmiştir. Ve bilhassa insanı da, o daire-i esbaba müraat ve merbutiyet etmeye mükellef kılmıştır.”(İşârâtü’l-İ’câz)
Canlıların güneş, su ve toprak gibi maddi rızka ihtiyacı olduğu gibi,
İnsanlarında, hem maddi hem manevi rızka ihtiyacı vardır.
Kalplerde ki iman tohumunun da,
Toprağı bedeni, suyu ibadeti, güneşi ise, nübüvvettir, yani peygamber ve kitaptır!..
Göz sağlam olsa da güneş olmadan göremez, insanda zeka ve şuur olsa da, Nübüvvet nuru olmadan hakikati ve hikmeti kavrayamaz!..
Gayba ait olan altı iman esasatına da itikad edemez!..
Dinimiz Tevhid dini olduğu gibi, yolumuz da şeriata dayalı hakikattir.
Allah (ﷻ) kalplerin ve ruhların irşadına da (Nübüvvet) kitabı ve peygamberleri ve onların izinde giden ve onlara varis olan alimleri ve mürşitleri ve üstadları sebep kılmıştır.
Müslümanlar, peygamberini ‘Abduhu ve Resulühu’ diyerek kul ve resul olarak tanırlar.
Peygamberler hidayete, imana, hayra “mazhar” (yansıtan) ve “makes” (aksettiren) olmuşlardır.
Yani hidayet güneşi, öncelikle onların salih gönüllerini irşat etmiş sonra da o aynalardan da diğer müminlerin kalplerine aksetmiştir!…
İşte “mürşidin ruhu ve kalbi bir âyinedir
O Gönül aynası, bir havuza benzer.” (17. Lem’a)
İnsanın beş duyusu, kalp havuzuna akan dereler gibidir.
Takva kalasıyle gönlün irşadı için,

gözü hariçten çekip,
bu dereleri kapamak,
kal¬bin derinliklerine dalıp onu istiğfar ve zikirle temizlemek gerekir!..
Ruhun terakkiyatı ve aklın tekemmülü ise
kalbin safiyeti ve nefsin tezkiyesi şartına bağlıdır!..

“Evet, âyine muhafaza edilmeli, çünkü mazhardır.
İşte mürşidin ruhu ve kalbi bir âyinedir,
Cenâb-ı Haktan gelen feyze mâkes olur, müridine aksedilmesine de vesile olur.
Vesilelikten fazla, feyiz noktasında makam verilmemek lâzımdır.
Hattâ bazı olur ki, masdar telâkki edilen bir üstad, ne mazhardır, ne masdardır!..” (17. Lem’a)
İşte bundan dolayıdır ki;
“Evet, bir kaleyi fetheden bir taburun ganimetini ve muzafferiyet ve şerefini, binbaşısı alamaz…
Evet, üstad ve mürşid, masdar ve menba telâkki edilmemek gerektir.
Belki mazhar ve mâkes olduklarını bilmek lâzımdır.
Meselâ,
hararet ve ziya sana bir ayna vasıtasıyla gelir.
Sen de, güneşe karşı minnettar olmaya bedel, aynayı masdar telâkki edip,
güneşi unutup, ona minnettar olmak divaneliktir!..” (17. Lem’a)

“Belki müridinin safvet-i ihlâsıyla ve kuvvet-i irtibatıyla
ve ona hasr-ı nazarla, o mürid, başka yolda aldığı füyuzâtı,
üstadının mir’ât-ı ruhundan gelmiş görüyor.
Halbuki âyinede değil, belki âyineye olan dikkat-i nazar vasıtasıyla,
âyinenin haricinde hayaline bir pencere açılmış, görüyor.

Kur’ân-ı Hakim’de Cenâb-ı Kadîr-i Zülcelâl buyuruyor ki:
“Ey insanlar! (Size) bir misâl verildi; şimdi onu dinleyin:
Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler
bile, bir sineği dahi yaratamazlar!..” (Hacc,73)
“Siz de benim gibi ders alın” diyor.
… Şöyle ki: Mehâsiniyle mağrur olan nefsime dedim ki:
‘Sen bir şeye mâlik değilsin, nedir bu gururun?’
Dedi ki:
‘Madem mâlik değilim, ben de hizmetini görmem.’
Dedim ki:
‘Yâhu, bu sineğe bak…
Gayet küçücük zarif elleriyle kanatlarını, gözlerini siler süpürür.
Her işini görür. Sen de lâakal onun kadar vücuduna hizmet etmelisin’
diye ikna ettim.
Takdis ederiz o Zâtı ki,
bu sineğe nezafeti ilhamen öğretir, bana da üstad yapar.
Ben de onunla nefsimi ikna ve ilzam ederim!..” (Mesnevî-i Nuriye)

“Bir zaman, müslim olmayan bir zât, tarîkatten hilâfet almak için bir çare bulmuş ve irşada başlamış.

Terbiyesindeki müridleri terakkiye başlarken,

birisi keşfen mürşidlerini gayet sukutta görmüş.

O zât ise ferasetiyle bildi, o müridine dedi:

“İşte beni anladın.”

O da dedi:
“Madem senin irşadınla bu makamı buldum;

seni bundan sonra daha ziyade başımda tutacağım”

diye Cenâb-ı Hakka yalvarmış,

o bîçare şeyhini kurtarmış;

birden bire terakki edip bütün müridlerinden geçmiş,

yine onlara mürşid-i hakikî kalmış!..

Demek bazan bir mürid, şeyhinin şeyhi oluyor.

Ve asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil,

belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak,

ehl-i sadâkatin şe’nidir.

Münâfıklar, böyle vaziyetlerde kardeşlerin

tesanüdünü ve birbirine karşı hüsn ü zanlarını bozmak için derler:

“İşte o kadar ehemmiyet verdiğin zâtlar âdi, âciz insanlardır.”

Her ne ise, musibette gerçi çok zararımız var,

fakat umum âlem-i İslâmı alâkadar edecek bir keyfiyet, bir vaziyet olmasından,

pek çok ucuz olarak pek büyük kıymeti var.

Buna benzer vukua gelen hâdiseler,

ya siyaset-i diniye veya başka sebeplerle,

umum âlem-i İslâm namına olamadılar.” (13.Lem’a)

Onun içindir ki,
bazan nâkıs bir şeyhin hâlis müridi, şeyhinden daha ziyade kâmil olabilir.
Ve döner, şeyhini irşad eder ve şeyhinin şeyhi olur!..” (17. Lem’a)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
İyilikler ve Kötülükler Nasıl, Ne Kadar Yazılır?

Birleri, onlarına galip olan kimsenin vay hâline! (İmam Zeynel Abidin (ra)  *** Prof. Dr. Yaşar …

Kapat