Suriye’de daha birkaç yıl sular durulmayacak. Çünkü ABD, Rusya, İsrail ve İran bölgeyi karıştırmaya devam ediyor. İnşallah Türkiye’nin bölgedeki duruma el koyması ile birlikte sulh ve sükûnet sağlanmış olacak.
“Yurtta sulh cihanda sulh” denilerek emperyalist Batı devletlerinin Türkiye üzerindeki boyunduruğu neredeyse bir yüzyıl devam etti. Mevcut statükonun devamı için İslam kahramanı Türk milletine böylesine pasif bir slogan dayatılmıştı.
Güya barış adı altında Türkiye kukla devlet haline getirilmişti. Askeri işgal manevi alanda da devam ediyordu. Milli ve dini değerlerimiz ayaklar altına alınmıştı. Lozan Anlaşması ile başta Türkiye olmak üzere bütün Ortadoğu’yu emri altına alan İngiltere; 2. Dünya Savaşı sonucunda büyük ölçüde güçten düştüğü için yerini diğer vahşi Batı ülkelerine bıraktı. Üstelik Türkiye ve diğer Müslüman devletlerin başına bir de İsrail musibetini sarmışlardı.
Ülkemizde tek partili faşist yönetim 1950 yılına kadar devam etti ise de arkasından gelen kesintisiz askeri darbe süreçleri sonucunda insanlar bir türlü rahat nefes alamadılar. Sadece Türkiye’de değil bütün Ortadoğu’da silahlı kuvvetlerin namluları daima halka dönük olarak bekliyordu. Her türlü özgürlük hareketi kısa sürede Batı güçlerinin emrindeki generaller aracılığı ile yapılan darbeler sonucunda boğuluyordu.
Nihayet Türkiye halkı 15 Temmuz 2016 yılında bu gidişe bir son verdi. Tankların önüne çıkarak askeri darbeyi püskürttü. Darbeci askerler derdest edilip pataklanarak bu kanlı faşist gidişata bir son verildi. “Yurtta Sulh Konseyi” yerini halkın seçtiği yöneticilere itaat eden vatanını emperyalist güçlerden daha fazla seven gerçek askerlere bıraktı. “En iyi savunma hücumdur” stratejisi yürürlükteydi artık.
Savaştan kaçan fakat halkımıza işkence yapan generaller kodese tıkıldı. (28 Şubat generalleri hariç. İnşallah temyiz süreci sonunda onlar da hak ettikleri yeri bulacaklar) Öncelikle büyük şehirleri kontrol altına almak maksadı ile Ankara ve İstanbul’un orta yerindeki zırhlı birlikler, sınırlara kaydırılarak gerçek savunma kuvvetleri haline dönüştürüldü. Namlular halkımıza değil; bu sefer sınırlarımızın dışına çevrilmişti.
15 Temmuz darbe teşebbüsünden hemen sonra bir ay içinde ordumuz “Fırat Kalkanı” harekâtı ile DAEŞ örgütünü yok etmek üzere Suriye’ye girmeye başladı. Kısa bir zaman sonra da Batılı güçler tarafından beslenip büyütülen PKK’ya karşı “Zeytin Dalı Operasyonu” düzenlenmiş Afrin, teröristlerden temizlenmişti.
Bu iki harekât “Yurtta sulh cihanda sulh” anlayışı ile nasıl bir boyunduruk altına alındığımız gerçeğini de meydana çıkarmıştı. Batılı emperyalist güçler içimizdeki Sabetay Yahudileri aracılığı ile ülkemizi iliklerine kadar sömürdükleri yetmiyormuş gibi kahraman Türk milletini de uyutuyorlardı. Çevremizdeki ülkelerdeki Müslüman halkları da kendilerine bağlı krallık ve diktatörler aracılığı ile ezmeye devam ediyorlardı. Gerektiği zaman kurmuş oldukları terör örgütleri devreye giriyor; bu esnada milyonlarca insan ülkemize göç ediyordu.
Bu göçü kontrol altına almak üzere Türkiye üçüncü bir operasyonla “çatışmasızlık bölgesi” adı altında 13 askeri kontrol noktası tesis etti. İdlib merkezli bu bölgede varılan anlaşmalar; ne yazık ki Rusya, İran ve Esed Rejimi unsurları tarafından çiğnendi.
Adı üstünde çatışmasızlık bölgesi; fakat acımasızca bu zalim koalisyon uçakları tarafından bombalanmaya hala devam ediyor. Elbette üçüncü operasyon bu şekilde kalmayacaktır. Çünkü 2 yıldan beri ABD’nin oyalama taktikleri sonucunda Fırat nehrinin doğusuna yapılacak harekât öncelik kazanmıştı. Aynı anda iki düşmanla mücadele etmek mantıklı değildi.
ABD Başkanı Trump, Türkiye’yi dördüncü harekattan alıkoymak için “Suriye’den çekileceğiz” sözü vermişti. Fakat yalan söylediği zaman yüzü kızarmayan bu lider, sözünden dönmüştü. Bu skandala rağmen kimse ABD’ye ve yalancı başkanı Trump’ı kimse hala kınayamıyor.
Fakat Türkiye’nin lideri Erdoğan; bu oyalama taktiğinin farkındaydı ve dördüncü operasyon için kararlıydı. Bu operasyon sonunda bölgedeki ABD askerlerinin yok edilmesi sonucunda çıkabilecek sorunları engellemek için “Müşterek Harekât Merkezi” kuruldu. Şimdi Suriye’nin kuzeyinde kurulacak güvenli bölge için yapılacak harekâtta ABD’li askerler PKK’lı teröristlerden ayırt edilebilecekti.
Dördüncü Suriye Operasyonu; görünüşte PKK’ya karşı olsa da aslında ABD’ye karşı yapılıyor. Çünkü ABD, FETÖ ve PKK terör unsurlarını koruyup kollayan besleyip büyüten bir ülkedir. ABD’nin nihai amacı; Türkiye’nin parçalanarak küçük lokmalar haline getirilmesidir. Bu sayede ülkemizi daha kolay kontrol edebileceğini düşünüyor.
Sonunda dönüşü olmayan bir yola girildi. Erdoğan’ın da belirttiği gibi Eylül ayı bitmeden ordumuz Fırat’ın doğusuna girerek bütün PKK teröristlerini temizleyecek. Bundan kaçış yoktur. ABD’nin bütün oyalama çalışmaları ancak buraya kadar sürebilmiştir.
Operasyonun başarılı olacağından hiç kimse şüphe duymuyor. ABD’nin yığmış olduğu 50 bin TIR dolusu askeri malzeme ve silah ise ileride çok işimize yarayacak. Çünkü bugün tümen seviyesinde bulunan Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) silah lazım olacak. İlk üç operasyonda Türkiye askerleri ile beraber teröristleri temizlemede çok başarılı olan ÖSO’ya rejim ile savaşabilmek için bol miktarda silah gereklidir.
Hemen akla PKK’nın bu silahları Türkiye ve ÖSO’ya kullanması sorusu gelebilir. Fakat şu hususu gayet iyi biliyoruz ki PKK; gerilla taktikleri ile mücadele eden bir terör örgütüdür. Düzenli birlikler halinde karşı koyduğu anda büyük darbeler yemiştir. Afrin, bunun en büyük delilidir. ABD ve Batılı ülkelerin yığdığı silahların çoğu kullanılamadan Türkiye’nin eline geçmiştir. Düzenli bir askeri güç ile savaşma kabiliyeti olmayan PKK unsurlarının aynı Afrin’de olduğu gibi “tabanları yağlayıp” kaçmaktan başka çaresi yoktur.
Peki, dördüncü operasyondan sonra Suriye sorunu çözülecek midir?
Ne yazık ki; hayır! Beşinci, altıncı ve yedinci operasyonlar hatta savaşlar arkasından gelecek. Fakat bu savaşlarda Türkiye aktif değil destekleyici rol alacaktır. Çünkü Türkiye’nin desteği ile sürekli başarılar kazanan ÖSO unsurlarının nihayetinde Rusya ve İran’ın desteklediği Rejim kuvvetlerini alt etmesi beklenmektedir. Katiller sürüsü Esed Rejimi ile bir barış yapmanın imkan ve ihtimali yoktur. Zafer İslam’ın olacaktır.
Suriye’de tam bir barışın gelmesi ise İsrail’in işgal ettiği topraklardan kovulması sonucu gerçekleşecektir. Zira ABD gibi Müslüman kanına doymayan İsrail’in bu kanlı politikasını durdurmanın başka yolu yoktur. Bu kan içici Yahudi ve Hıristiyan caniler; ancak güçten anlarlar. Söyledikleri “barış, hürriyet vs.” nutukları koskocaman bir yalandan ibarettir. Zira Allah’a değil; kuvvet ve güce tapınırlar.
Elbette ölmez kalırsak bu yazıların devamını getireceğiz. Fakat burada önemli olan bugünü konuşmak değil yarını hatta gelecek yılları düşünmek; analiz etmektir. Ne yazık ki bunları yazacak, üzerinde kafa yoracak kapasitede insanımız çok azdır.
Çünkü geçmişi doğru dürüst bilemiyorlar ki; nerede kaldı geleceği tartışmak imkanı olsun. Hala tek partili CHP rejimini; demokrasi olarak bilen embesiller mevcuttur, vesselam…
- Kayıt Dışı Ekonomi ve Çözümleri Kitabı - 23 Ağustos 2020
- Hani Avrupa Ayağa Kalkacaktı? - 20 Ağustos 2020
- Şimdi Sıra Birinci Maddeye Geldi - 15 Ağustos 2020
- Yalancının Mumu 51 Senedir Yanıyor - 13 Ağustos 2020
- Kadına Şiddet Şapka İle Başladı - 11 Ağustos 2020
- Fuat Sezgin’in Arapçanın Üstünlüğüne Dair Görüşleri - 8 Ağustos 2020
- Necip Fazıl Kısakürek’i Farklı Gösteriyorlar - 3 Ağustos 2020
- Ölümü Unutmuş İnsanlara Bir İbret Dersi - 28 Temmuz 2020
- Kelam-ı Ezelî ve Hutbenin Arapça Okunması - 25 Temmuz 2020
- Böyle Anayasa Olmaz - 20 Temmuz 2020