Dördüncü Şua, bir mülahaza
Bediüzzaman’ın kendi tavsifi ile “çok kıymettar bir hakikat olmakla beraber çok ince ve derindir.” Bediüzzaman Esma-i Sitte risalesinde de bu tavsifatı kullanır. “Bu çok ehemmiyetli meseleler ve çok derin ve geniş” Yine bu konuda ihtar bölümünde şu cümleyi kullanır. “İsmi Azama ait meselelerin ihata edilemeyecek derecede genişleri olduğu gibi akıl görmeyecek derecede inceleri de vardır.“ aynı yerde “herkesin fikri yetişemez“ diyor, akabinde “fakat hissesiz de kalmaz” diye bir cümel kullanıyor. İncelik ve derinlik, genişlik ve herkesin fikri yetişememek kelimelerini kullanır, bunlarla incelikleri yakalamaya, derinliğe dalmaya, genişliği ihata etmeye, fikri yetişememek ile de fikri geliştirmeyi örgütlüyor.
Ayet-i Hasbiye’yi okudum, yirmi sayfa sahah erken saatlerde, bunu öğrencilik yıllarımda da okurdum, Kırkıncı Hocam da bu bahsi okutur ve dinlerdi. O da çok hazzederdi. Hoca Efendi okyanuslara dalar gibi cümlelerin içine bir mukaddes dalgıç gibi dalar, şaşırır istiğrak ve iştiyak ile manayı yakalar bize de hissetmeyi yakalamayı gayş olmayı öğretirdi. Anlatmayı hissettirmeyi ne kadar severdi. Çok çok özel bir insandı. Büyük metinleri okuyup hazzedecek insanlar yok mu ben görmedim, Akif İstanbul’da çok az arkadaşı ile bazı kitapları bir araya gelir okurmuş, onlarla buluşmak ve tefekkür ve tezekkür için çok yol katedermiş, bir gün de çok uzaktaki arkadaşına gider gittiğinde o adamı bulamaz, orada uzun süre bekler, belki bir günü aşkın adam gelir birlikte mütalaa ederler. Ömrü boyu Tefsir-i Celaleyni yanında taşımış o kitabı Kırkıncı Hocamın kütüphanesinde görmüştüm kendinden rica ettim, bana gösterdi, iki cilt kitap ama çok veciz ve hülasa bir tefsirmiş. Ölmeden birkaç yıl önce beni yanına istemişti, ama başaramadık, ne yaparsın. Hiç bir tahsis yapmadan her kitaba komşu olmak ve konuşmak düşünmek isterdi, ilim için gelmiş, ilim için yaşamış, bir büyük adamdı. Ama mukayese imkanı olduğu için Bediüzzaman’ı ve eserlerini mukayeseli bilir ve şaşırırdı. Lebid’in kızı babasının şiirini Kabe’den indirirken, “ayata karşı bunun bir kıymeti kalmadı” demiş henüz inanmamış ama sözdeki mucizeyi hissetmiş, çünkü Kur’an belagattan ve söz sanatlarından anlayan bir muhite indirilimiş. bit pazarına döküntüler gider.
Ayet-i Hasbiye’nin ihtar kısmında eserini kendi tavsif eder. “Hem bu birinci mertebe bana mahsus gayet ehemmiyetli bir muhakeme-i hissi ve gayet ruhlu bir muamele-i imani ve gayet gizli bir mukaleme-i kalbi suretinde mütenevvi ve derin dertlerime şifa olarak tebarüz etmiş. Bana tam tevafuk eden tam hissedebilir. Yoksa tam zevkedemez.”
Bediüzzaman kendi dünyasının şifrelerini verir.
Muhakeme-i hissi (bana mahsus)
Muamele-i imani
Mukaleme-i kalbi
Hislerin muhakemesi ne demek, nasıl bir şey bu terkib
Muamele-i imani ne demek, hissetmediğimiz şeyler mi yoksa hissediyoruz da ifade mi edemiyoruz,
Kalbin konuşması ne demek, his, iman ve kalb üçünün ortak tezekkür ettiği bir bahis, kalb iman ve hissini nasıl terbiye etmiş, onlardan bu bahsi çıkarmış. Onları bağımsız bir ünite gibi taayyün ettirip sonra onlarla konuşulur, bağımsızlık mı yoksa esaret mi?
Bahislerin derinlik, genişlik ve inceliğine inmek veya çıkmak veya genişlikte dolaşmak ama iman, his ve kalbin dünyasında, nasıl olacak bu iş.
- On Dokuzuncu Söz Üzerine - 26 Eylül 2023
- Bir Gece Şiiri - 22 Eylül 2023
- Bülbül Şiiri / Mehmet Akif ERSOY - 11 Eylül 2023
- Hizmet Rehberinden – 2 - 3 Eylül 2023
- Malazgirt Savaşı ve Türk – Kürt Kardeşliği - 26 Ağustos 2023
- Hizmet Rehberinden - 24 Ağustos 2023
- Hikmet-i Amme, Umumî Hikmet - 17 Ağustos 2023
- Güzellik ve Peygamber - 13 Ağustos 2023
- Güzel ve Estetik Yorumlar - 11 Ağustos 2023
- Bakmak, Görmek ve Göstermek - 9 Ağustos 2023