Dört Grup İnsan…

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: Soner DUMAN

İnsanların aklına tuhaf sorular geliyor. Bu sorulardan birisi, Allah Resûlü’nün (s.a.v.) amcasının oğlu, “Kur’an’ın tercümanı”, “ümmetin âlimi” diye nitelenen İbn Abbas’a (r.a.) soruldu. Denildi ki:

“İki kişi düşünelim; bunların birisi çok namaz kılıyor, çok oruç tutuyor, ameli fazla. Ama bir takım günahlar da işliyor, insanlara bazı kötülükler de yapıyor. Diğeri sadece farzlarla yetiniyor, ama insanlara kötülük etmiyor, günahlara dalmıyor. Bunların hangisi üstündür?”

Abdullah İbn Abbas şöyle cevap verdi: “Ben, günahlardan sâlim olmayı hiçbir şeye denk tutmam!” (Beyhakî, Şuabu’l-iman, IX, 426)

Allah Resûlü’nün (s.a.v.) “Allah’ım onu dinde anlayış sahibi kıl ve Kitabın (Kur’an’ın) yorumunu ona öğret” diye dua ettiği kutlu sahabî ne de güzel cevap vermiş! (Müsned, V, 215)

Onun bu sözünü yorumlamaya çalışalım.

Yüce Rabbimiz, şu dünya imtihanında bizlere bazı şeyleri emretmiş, bazı şeyleri yasaklamış. İnsanlar Allah’ın emir ve yasakları konusunda dört gruba ayrılıyorlar:

Birinci grup Allah’ın emrettiklerini yapan ve yasaklarından kaçınan kimseler. Bunlara “takva sahibi” deniliyor. En üstün insanlar bu grupta yer alıyor. Nitekim Rabbimiz “Allah katında en değerliniz, en takvalı olanınızdır” (Hucurat, 13) buyurmuyor mu? Bu insanların sayısı ne kadar da az!

İkinci grup Allah’ın emrettiklerini yapmadığı gibi yasaklarını da çiğneyen kimseler. Bunlara “fâsık ve fâcir” deniliyor. Bunlar en kötü insanlardan. Çünkü hayatlarında Allah’ın çizdiği sınırlara riayet etmiyorlar. Yaratılış amaçlarına aykırı yaşıyorlar. Kendilerine kötülük ettikleri gibi başkalarına da kötülük ediyorlar.

Üçüncü grup Allah’ın emrettiklerini yapıyor ama yasaklarından kaçınmıyor. Bakıyorsunuz namaz, oruç, zekât gibi bir takım amelleri yapıyor. Hacca ve umreye gidiyor. Kur’an okuyor ama eliyle, diliyle bir takım günahlar, kötülükler işliyor. Onun bunun gıybetini yapıyor, haram yiyor, insanların hakkını yiyor. Bunlar, dibi delik kovaya benziyorlar. Yaptıkları ameller sebebiyle sevap elde etseler bile bu sevaplarını ellerinde tutamıyorlar. Bunlar içinden günahlarını itiraf edip tövbe edenler hakkında Cenab-ı Hak şöyle buyurmuş:

“Diğer bir grup ise günahlarını itiraf ettiler, iyi bir ameli diğer kötü bir amelle karıştırdılar. (Tevbe ederlerse) umulur ki Allah onların tevbesini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Tevbe, 102)

Eğer tövbe etmezlerse bunlar için durum son derece sıkıntılı. Çünkü peygamberimizin de belirttiği üzere insan, eğer kul hakkı yemişse kıyamet gününde kendisinin sevapları hakkını yediği kimselere dağıtılacak. Şayet sevabı kalmamışsa hak sahiplerinin günahlarından alacak, onların günahını üstlenecek. Mahşer meydanına dağlar kadar sevapla gelip sonra da dağlar kadar günahla cehennemi boylayacak. İşte “müflis / iflas etmiş” kişi tam da budur! (Müslim, Fezâilü’s-sahabe, 59; Tirmizî, Sıfatü’l-kıyame, 2)

Dördüncü grupta yer alan insanlar Allah’ın emrettiklerini yapmıyorlar ama günah da işlemiyorlar, insanların haklarını yemiyorlar. Bunlar da “kötülük etmeyen ama iyilik de yapmayan” gruba giriyor. Yaratılış amacı olan kulluğu yerine getirmediklerinden bunlar da suçlu. Neticede insan bu dünyaya Allah’a kulluk etmek için gönderilmiştir. Bunu yapmayan insan, her ne kadar günahlardan uzak dursa da tam anlamıyla iyi bir insan değildir. Günümüzde pek çok kişi birini öveceği zaman “içkisi yok, kumarı yok, kimsenin dedikodusunu yapmaz” diyerek övüyor. İyi güzel de bu işin bir tarafı. Peki bu kişi ibadetlerini yapar mı? Fakir fukaraya iyilik eder mi? İnsanları Allah yoluna davet eder mi? İyi olmak sadece kötülüklerden kaçınmakla olmuyor, iyilikleri de yapmak gerekiyor.

Abdullah İbn Abbas, bu dört grup içinden ilk grupta yer alan ile üçüncü grupta yer alan kimseler arasında tercihte bulunuyor ve diyor ki: Bir kimsenin ibadetleri az olsa bile, sonuç itibarıyla farzları yerine getiriyorsa o kimse Allah’a karşı kulluk görevini yerine getirmiş demektir. Bir de günahlardan kaçınıyorsa, başkalarının hakkını yemiyorsa bu kimse kötülükten selamette demektir. Peygamberimiz “Müslüman, elinden ve dilinden bir kötülük gelmeyeceği konusunda diğer Müslümanların selamette olduğu kimsedir” buyurmadı mı? (Buharî, İman, 3)

Her birimiz, büyük sahabî İbn Abbas’ın bu sözü üzerinde iyi düşünmeliyiz. Bizim birinci önceliğimiz “çok amel işlemek” değil, farzları yerine getirdikten sonra günahlardan uzak durmaktır. Mecelle’nin genel kuralı da öyle demiyor mu: “Def-i mefâsid, celb-i menâfi’den evlâdır”, Yani “kötülükleri def etmek, iyilikleri elde etmekten daha önce gelir.” Aslına bakarsanız ibadetlerin de temel amacı bu değil midir? Namaz insanı kötülükten alıkoymuyorsa, oruç insanı takvalı kılmıyorsa, zekât sizi cimrilikten uzaklaştırmıyorsa bu ibadetler hakkınca yapılmıyor demektir.

Rabbimiz bizleri iyilikleri yapan, kötülüklerden uzak duran “takva sahibi” kimselerden kılsın.

(Soner Duman /27.Cemâziyelevvel.1440/02.Şubat.2019/C.tesi)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Kur’ân ve Sünnet Perspektifinde Nur Talebelerinin Namaz Tesbihatı

KUR’AN VE SÜNNET PERSPEKTİFİNDE NUR TALEBELERİNİN NAMAZ TESBİHATI   Tesbihat, Allah ile kul arasındaki irtibatı …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Hizmet Bir Bütünlüktür

“Baş, bir batman taşı kaldırdığı halde; göz, bir saçı kaldıramadığı gibi; o latife, bir saç kadar bir sıkleti, yani gaflet ve dalaletten gelen …

Kapat