Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Dunyevîleşmenın Tezahürleri ve Dünya-Ukbâ Dengesi / Prof. Dr. Faruk BEŞER

Dunyevîleşmenın Tezahürleri ve Dünya-Ukbâ Dengesi / Prof. Dr. Faruk BEŞER

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Dunyevîleşmenın Tezahürleri ve Dünya-Ukbâ Dengesi/ Prof. Dr. Faruk BEŞER

Dünyevîleşme Nedir?

Dünyevîleşme nedir? Bakış açınıza göre bunun pek çok tanımını yapabilirsiniz. Kelime, isim olarak dünyaya ait olma demek. Dünyevîleşmek derseniz, bu aidiyeti fiilen yaşıyor olmayı anlatmış olursunuz. Zıddıyla düşündüğünüzde ise dünyevîleşme tabii olarak öbür âleme, yani ukbâya ait olmama, orayla alakalı bulunmama demek olur. O zaman akla şöyle bir soru gelir: Dünyaya ya da ukbâya ait olma nasıl gerçekleşir? Bunun ölçüsü nedir? İnsan ne yaparsa dünyaya ya da ukbâya ait olmuş olur?

Sorunun cevabını vermek sanıldığı kadar kolay değildir. Çünkü bu aidiyetlerden hiçbirinin belli bir sınırı yoktur. Her insan bir ölçüde dünyaya aittir. Gerçi dünyaya ait olma ile dünyevîleşmeyi de farklı şeyler olarak görebilirsiniz.

O halde diyebiliriz ki, dünya için yaşama, ya da dünyayı önceleme dünyevîleşmedir. Bu noktadan hareketle pek çok dünyevîleşme çeşidinden, ya da dünyevîleşmenin farklı kademelerinden söz edebiliriz. Mesela:

1. Öbür âlemi bütünüyle inkâr edip, hayatın bu dünyadan ibaret olduğunu söylemek ya da böyle inanmak tam anlamıyla dünyevîleşmektir. Böyle bir insanın mümin olamayacağı açıktır. Bir mümin bu insanı mülhid, kâfir, inkârcı, ateist ya da benzeri bir kelime ile anlatmak zorundadır. Böyle bir inanç tamamen sekülerdir, profandır. Çünkü hiçbir şeyde manevî bir boyut tanımaz.

2. Bir tanrıya inandığı ve ikinci bir âlemin olabileceğini söylediği halde bundan çok emin olamamak ve orası için hazırlık yapmanın gereğine inanmamak da bir tür dünyevîleşmedir. Deistleri bu grupta düşünebiliriz. Agnostikler de buna benzer bir inanca sahiptirler. İslâm inancına göre böyle olan birisinin de mümin sayılması mümkün değildir.

3. Öbür aleme, oradaki hesaba kitaba ve bunun için bir şeyler yapmanın gereğine inandığı halde o dünyaya hazırlanmak için hiçbir şey yapmazken, bu dünyayı canının arzuladığı gibi yaşamak da bir dünyevîleşmedir. İslâm inancına, en azından bazı mezheplere göre bu insan bütün iman esaslarına inanıyorsa mümindir. Ancak emirlere ve yasaklara riayet etmemesi sebebiyle gaflettedir, günahkârdır, öbür âlemdeki durumu kritiktir, ancak Allah’ın bir sebeple bağışlaması halinde kurtuluşa erebilir.

4. İmanı tam, asgari düzeyde farzları yapan, büyük günahlardan sakınan, bununla birlikte en büyük derdi, asıl çabası dünya olan, onun için sevinen, onun için üzülen insan da bir nevi dünyevîleşme yaşamaktadır. Çünkü ne kadar ibadet ediyor olursa olsun, onun terazisinde dünya ukbâya ağır basmaktadır. Ama bu insanın kurtuluş ümidi vardır.

5. Sekülerizmin yönetimdeki yansıması olan ve siyasete, hukuka ve yönetime dinin, yani Allah’ın karışmaması gerektiğini söyleyen insanın hali de bir tür dünyevîleşmedir. Belki felsefî anlamda dünyevîleşme de zaten budur. Bu inanç; Allah’ın bazı şeyleri bildiği, ama dünya işlerinden anlamadığı düşüncesini içinde barındırdığı, dolayısıyla Allah’ı eksik ve âciz bir varlık olarak tasavvur ettiği için müslümanda bulunması mümkün olmayan bir inançtır. En temel özelliği, dinin yönetimde referans alınmamasıdır. Yumuşatılmış hali ise, devletin bütün dinlere eşit mesafede bulunmasıdır.

6. Şöyle bir dünyevîleşmeden daha söz etmek de mümkündür: Modern zamanların bazı fikren mağlup müslümanları, ahirete inandıklarını söylemek ve bunu şiddetle savunmakla beraber, pozitivizmin ve rasyonalizmin etkisiyle dinin her öğretisini deney ve akılla izah etmeye kalkışmakta ve farkında olmadan dünya merkezli bir âlem düşüncesi taşımaktadırlar. Bu tutumun sonucu, ahiret hayatının ve düşüncesinin zayıflayıp belirsizleşmesi, cennetin de cehennemin de dünyaya taşınmasıdır.

7. Belki bütün bunların zıddı bir durumdan da söz edebiliriz: Dünyadan tamamen elini ayağını çekme, onu başkalarına bırakma, yemeyi içmeyi bile normalin altına indirme, bir nevi ruhbanlık ya da riyazet yaşama. Buna da bir isim bulmak gerekirse belki “uhrevîleşme” demek gerekir. Ama böyle bir inanç, büyük bir ihtimalle ahireti de kaybettireceğinden bunun da İslâm’da yeri yoktur.

Din Dünyevileşmeye Nasıl Bakar?

Bu dünya anlık olarak, şimdi yaşadığımız ve bize en yakın olan dünyadır: “elhayatü’ddünya”. Bu ifade Kur’ânı Kerîm’de altmış kez geçer. “Dünya” olarak da yüzden fazla yerde zikredilir. Aslında bu bile dünyanın çok da önemsiz olmadığını anlatır. Ama bu dünyanın ömrü, ahirete göre göz açıp kapatacak kadar kısa bir süredir. Öbür alem ise Son Yurt’tur: “edDâru’lÂhire”. Ve sonsuz olan odur. O halde adaletli olmak gerekir. Adalet her şeyi yerli yerine koymak, her şeye hak ettiği kadar değer vermek demektir. “Allah’ın verdiği imkânlarla ahiret yurdunu arayın, dünyadan da nasibinizi unutmayın.” 1 Yani dünya ne kadarsa ona o kadar değer verin. Ne var ki, değer vermekle onu başkalarına bırakmak ayrı ayrı şeylerdir.

“Bilesiniz ki, dünya hayatı bir oyundur, bir eğlencedir, bir süstür ve birbirlerinizle övünmeniz, servet ve çoluk çocuk yarışı yapmanızdan ibarettir. Tıpkı sağanak bir yağmur gibi. Onun ekinleri çıkarması çiftçiyi sevindirir. Sonra bakarsınız ekinler sararmış ve ardından çerçöp oluvermişler. Ahirette ise ya şiddetli bir azap ya da Allah’ın bağışlaması ve rızası vardır. Dünya hayatı aldanmışların servetidir”. 2

“Bizimle karşılaşmayı ummayan ve dünya hayatına razı olup onunla tatmin olmaya çalışanlar, bizim âyetlerimizden gafil olanlardır”. 3

Dünya hayatını tercih edenler aldanmışlardır, çünkü o bir menzili maksuda doğru giden yolcunun bir ağacın altında oturup dinlenmesi kadar bir şeydir. Süresi, öbür âleme göre çok kısadır. Ne var ki, insan hemen ve peşin olanı sever. Oysa “Ahiret daha hayırlı ve daha kalıcıdır”.4 O halde insan duygularıyla değil aklıyla hareket etmelidir.

Bu tür haberlere bakanlar bunlardan dünyanın tamamen terkedilmesi gereken bir şey olduğunu da zannedebilirler. Nitekim kahir ekseriyetiyle sufî bakışın temelinde bu vardır. Bir lokma bir hırka anlayışı buradan çıkmıştır. Ama bu bakış müslümanları zayıflatmış ve dünyayı ellerinden kaçırmalarına sebebiyet vermiştir. Dünya ellerinden çıkınca da hâkimiyetlerini ve müslümanca yaşama imkânlarını kaybetmişler, böylece dinlerini de tehlikeye sokmuşlardır. Oysa ilk müslümanlar dünyaya sahip olmuş, dini onunla hâkim kılmışlardı. O halde ortada bir yanlışlığın olduğu kesindir. Ya o ilk müslümanlar, ya da zahitliği dünyalıktan soyutlanma olarak anlayanlar hata yapmışlardır.

İslâm’ın zühdü ve takvayı emrettiği doğrudur, ama konumuz açısından zühdün ve takvanın nasıl anlaşılması gerektiği de önemlidir. Acaba dünyayı başkalarına bırakmadan onunla ahireti arayan ilk müslümanlar mı daha zâhid ve daha takvalı idiler, yoksa “dünya da gitti din de gitti elimizden” dedirten anlayışa sahip olanlar mı? Kaldı ki, zâhitlik sahip olmadığı bir şeye değer vermemek olamaz. Çünkü bunun bir anlamı yoktur. Aksine o, sahip olduğu halde dünyaya değer vermemektir. O halde dünya ahiret kıyaslamasında dünyanın önemsiz olduğunu söylemek, onu bütünüyle terketmek ve başkalarına bırakmak anlamına gelmemelidir. Aksine her birine gereği kadar değer vermek demektir.

Ahiretle kıyaslandığı zaman dünyanın değerinin hesaba katılmayacak kadar küçük olduğunu anlatan yukarıdaki haberlerin yanında, dünyayı başkalarına bırakmamayı emreden âyetler ve hadisler de vardır: “Allah’ın sizin için bir kıyam olarak yarattığı mallarınızı sefihlere vermeyin”.5 Kıyam, “ayakta değilse ayağa kalkmak, ayakta ise ayakta durmak” anlamına gelir. Demek ki, mal ve servet, kısaca dünya sizin ayakta kalmanız, ya da ayağa kalkabilmeniz için yaratılmıştır. Bu sebeple onu doğru yerde harcamasını bilmeyenlere bırakmamanız gerekir. Buna, “servetiniz olmadan kıyamınız da olmaz” da diyebiliriz.

Size karşı olanlar için bütün gücünüzle hazır olmalısınız ki, bununla hem Allah’a düşman olanları hem de hesaba katmadığınız diğer düşmanlarınızı caydırmış olasınız.6

İslâm’ın tam olarak oluşmasının şartlarından birisi zekât, birisi de hacdır. Her ikisi de maddî imkâna, yani dünyalığa dayanır. Kurtuluşa erecek müslümanların özelliklerinden birisi zekât için çalışmalarıdır.7 Zekât için çalışmak, “servetim olsun da zekât vereyim” diye çalışmaktır. Cihad da ayrı ve önemli bir farzdır ve o da maddî imkânlar olmadan asla yapılamaz. İslâm’ın infak, tasadduk, ihsan gibi pek çok emri hep dünyalığın bulunmasına bağlıdır. Alma değil, verme asıldır ve önemlidir. Veren el, alan elden hayırlıdır ve veren el üstteki eldir, üstün eldir.

Allah (c.c.), “Dünyaya bizim sâlih kullarımız mirasçı olacaklardır” der.8 Sâlih kullar, yapılması gerekenleri yapanlardır.

Çalışma bir görevdir. İnsan için sadece çalıştığı vardır.9 Her insan Rabbine kavuşuncaya kadar çalışıp didinmek üzere yaratılmıştır.10
Bütün bunlar mümin insanın dünyaya sahip olması içindir. Ama dünya ona sahip olursa bu dünyevîleşmiş olur. Hz. Süleyman’ın 1000 tane cins atı vardı. Ama onların resmi geçidini seyre dalmak onu bir namazdan alıkoyduğu için hepsini kesiverdi.11

Dengeyi Sağlayabilmek

O halde dünyevîleşmek dünyayı elde etmek değildir, dünya için yaşamaktır, dünyayı ve dünya hayatını öncelemek, asıl olarak dünyayı bilmektir. Ahirete inansa dahi, Allah’ın verdiği bütün imkânları dünyası için harcamaktır. Onun için sevinmek, onun için üzülmektir. Kısaca dünyevîleşme bir zihniyet meselesidir, dünyanın ne olduğuna bakışla alakalıdır. Daha sonra göreceğimiz gibi, insan ibadetini bile dünyevîleştirebilir. Tıpkı kapitalizm gibi. Kapitalizm tipik bir dünyevîleşmedir. Ama o kapitale ya da paraya, dünyalığa sahip olma değil, onun için yaşama, onu hedeflemedir. Yani insanı kapitalist yapan ya da öyle olmaktan kurtaran şey para değil zihniyettir.

Dünyevîleşmek, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışmaktır Allah Hûd (a.s.) kavmini Ne oluyor da, hiç ölmeyecekmiş gibi kâşaneler yapıyorsunuz! diye uyarmıştı.12

Dünya ahiret dengesini kuranlar, Rabbimiz, “bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver ve bizi cehennem azabından koru’, diyebilenlerdir. Hz. Osman (r.a.) gibi, sıfır sermaye ile Medine’ye hicret edip dokuz sene sonraki Tebük Seferi’nde 300 deve ve 1000 dinarı ordunun teçhizine13 harcayabilenlerdir.14 Müminin görevi kazanmak ama niçin kazandığını bilmek, doğru ve yerinde harcamaktır.

Sosyal İlişkilerde Dünyevîleşme

Müminler, farkına varmadan dünyevîleşmiş, yani öbür âlem endişesini yitirmiş olabilirler. Efendimiz buyururlar ki, “Aç insanların çanaklara üşüşmeleri gibi, diğer milletlerin sizin üzerinize üşüşmelerinden korkuyorum. Birisi sordu: “O gün bizim sayımız az olduğu için mi böyle olacak?”

“Hayır, dedi, aksine siz o gün çok olacaksınız, ama selin sürüklediği çer çöp haline geleceksiniz ve heybetiniz düşmanlarınızın kalbinden silinmiş olacak. Allah kalplerinize vehen koyacak.” “Vehen nedir, ey Allah’ın Rasulü?” diye sordular. “Dünya sevgisi ve ölümü sevmemek” buyurdu. (Bir başka rivayete göre; cihadı sevmemek, dedi).15

Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.) Uhut şehitlerini ziyaretten dönmüş ve bu duygu ile insanları toplayıp onlara şöyle hitap etmişti:

“Ben içinizde bulunduğum sürece sizin öncünüzüm. Şu anda cennetteki havzıma bakıyorum. Yeryüzünün anahtarları bana verilmiş durumda. Artık benden sonra sizin müşrik olmanızdan korkmuyorum. Korktuğum şey, sizin bu dünya için yarışıyor olmanızdır”. 16

Müslümanlar da bu girdaba kapılabilmektedir. Körfez ülkelerindeki İslâmî bir bankanın reklamlardan biri şöyle imiş; “Niçin siz de düğününüzü Bahama Adalarında yapmayasınız?17

Son yıllarda muhafazakârlar arasında yaygınlaşan beş yıldızlı, 5060 çeşit açık büfe yiyecekli tatilleri de dünyevîleşmeden saymak mümkündür. Yemek yemenin bir adabı vardır. Ayrıca günümüzün varlıklı kesimlerinde hayatın gayesi haline getirilmiş olan yemeiçme, giyimkuşam tutkusu bitkilerin ve canlıların hukukunu ihlale sebebiyet vermektedir. Daha çok verim almak için canlıların genleri ile oynamak sorunun diğer bir boyutudur. Oysa Kur’ânı Kerîm varlıkların yaradılışları/fıtratları ile oynamayı şeytanın iğvası olarak anlatır.18

Oysa yemek bir amaç değil , hayatı anlamlı kılmak maksadıyla yaşamak için bir araçtır. “Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz”19 Yemeiçmenin amaca dönüşmesi bir dünyevîleşme tezahürüdür. Kur’ânı Kerîm bunu bir kâfir özelliği olarak zikreder: “Allah, imanı seçip salih amel yapanları zemininden ırmaklar akan cennetlerde ağırlayacaktır. Küfrü seçenler ise zevk için ve hayvanların yediği gibi yerler. Onların barınağı da ateştir.” 20

Kuşkusuz dünyevîleşmenin sebebi, ya da bizi ondan kurtaracak olan şey birinci derecede eğitimdir. Yüz yıldır pozitivizmin ilmihaliyle yetişen insanımız elbette ibadetini bile bu arazdan ya da marazdan arındıramayacaktır. O halde ilgili olan herkesin himmetini öncelikle bu noktaya teksif etmesi gerekir.

“Dünya nedir ve varlığa bakışımız nasıl olmalıdır?” gibi temel soruların cevabını bilmeyen insanımız dünyevîleşmenin ne olduğunu da anlamayacaktır.

İkinci olarak diyebiliriz ki, benzer pek çok problem gibi bu problemin halli için de en etkili yollardan biri, Kur’an ifadesiyle, sadıklarla beraber olup, küçük de olsa cemaatler oluşturmaktır. Yine Kur’an ifadesiyle, Allah’ın ipine cemaat olarak sarılmaktır.

Bir başka çare, ilmiyle, irfanıyla ve ihlasıyla fiilen alem olmuş âlimlerin ve gerçek anlamda mürşitlerin bulunmasıdır. İşin en zor olan tarafı da burasıdır. Bunların olmadığı yerlerde müfsitler mürşit zannedilecektir.

Ayrıca ailelerin modernizmin doğurduğu bireycilikten, ibahiyyeden, zevkperestlikten kurtarılıp, birer mektep haline getirilmesi ise en çabuk sonuç alınabilecek yollardandır.

Yazımızı Efendimizin konuyla ilgili bir duası ile bitirelim:
“Ya Rab! Musibetimizi dinimiz konusunda verme, dünyayı en büyük derdimiz ve bilgimizin yegâne konusu haline getirme. Bize merhameti olmayanları üzerimize musallat eyleme!” 21
Amîn.

 

Din ve Hayat Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Önceki yazıyı okuyun:
Medresetü’z-Zehra’yı zihnimizde inşa etmek / Metin KARABAŞOĞLU

Metin KARABAŞOĞLU Medresetü’z-Zehra’yı zihnimizde inşa etmek Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatına ve eserlerine vâkıf olan herkes, …

Kapat