Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Ebû Tâlib el-Mekkî ve İmam Gazalî’ye Göre Âlim Kime Denir?

Ebû Tâlib el-Mekkî ve İmam Gazalî’ye Göre Âlim Kime Denir?

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

(…) 

Kişiyi Âlim Kılan Ameller/Eylemler

Dr. Ümmügül Betül KANBUROĞLU ERGÜN
Uludağ Ün. İlahiyat Fak. Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü, İslam Felsefesi Anabilim Dalı

Kişiyi hakikî anlamda âlim kılan ilmin yakîn ilmi olduğu ve bu ilmin gayesinin de mârifetullâha erişmek olduğu ifade edildiğine göre meselenin amel/eylem boyutuna geçilebilir: Kişi ne tür eylemlerde bulunmalıdır ki yakîn ilmini elde edebilsin? Bu sorunun hem Mekkî hem de Gazzâlî düşüncesindeki cevabı, en yalın ifadesiyle selefin tutum ve davranışlarını örnek alarak eylemde bulunmaktır. Gazzâlî, zamanında Hakk’a en yakın olan kimsenin, sahâbelere en çok benzeyen, selefin yolunu en iyi bilen ve dinî hükümlerde onlara uyan kimse olduğunu ifade eder. Benzer şekilde Mekkî, en âlim kimsenin, selefin gidişâtını, selefin yollarını, (faydalı) ilmin hangi ilim, hakikî âlimin ve sâdık talebenin kim olduğunu en iyi bilen kimse olduğunu söyler. Ona göre insanların ilim sahibi olduğunu düşündüğü herkesi âlim sayması da selefi yeterince tanımamalarından kaynaklanır.

Mekkî’nin taklit ve takip edilmeye değer gördüğü selef âlimlerinin tutum ve davranışlarını incelemek, hangi eylemlerin kişiyi âlim kıldığını anlayabilmek için yol gösterici olabilir. Mekkî selef âlimleri olarak nitelediği -kendisinden önceki devirlerde yaşamış- ehil kimselerin bir araya gelip müzâkere ettikleri, fakat kendisinin zamanında gündemden çıkmış olan ilimlerden bahseder: İhlâsı ve kalbin güzel hallerini bozan şeyleri bilmek, nefsin şehvetleri gizlemesi ve açığa çıkarması arasındaki farklı tutumları tanımak, ilâhî ahlak ile ahlaklanmak, Allah’ın sıfatlarının manalarını ve onun zâtî tecellilerini keşfini bilmek gibi konuları inceleyen ilimler bunlardan bazılarıdır. Mekkî’nin burada işaret ettiği tutum ve davranışları, yine onun ifadeleriyle daha yalın şekilde ifade etmek gerekirse ona göre Allah Teâlâ’yı bilen mârifetullâh sahibi bir âlime, ahiret âlimlerinin alâmeti olan şu beş şey gereklidir: Haşyet, huşû, tevâzu, güzel ahlak, zühd. Mekkî burada “zühd” ile dünyadan gönlü çekmeyi kastettiğini belirtir. Aynı ifadeyi Gazzâlî anonim olarak şöyle paylaşır:

Denildi ki: ‘Ahiret âlimlerinin alâmetlerinden olan beş ahlak Kuran-ı Kerim’in beş ayetinden76 alınmıştır. Onlar da: Korku [haşyet], huşû, tevâzu, güzel ahlak ve dünyayı ahirete tercih etmek anlamında gelen zühttür.’”

Ḳûtu’l-ḳulûb ve İḥyâ’da ahiret âlimlerinin alâmetleri olarak ifade edilen kişiyi âlim kılan eylemler büyük ölçüde benzerdir. Bununla birlikte yalnızca İḥyâ’da yer verilen bazı eylemler de söz konusudur. Bu eylemleri ayrıntılarıyla incelemek “selefin yolunu takip etmek”le hangi davranışların kastedildiğini anlamada yardımcı olacaktır.

1. İlim ile Dünyalık İstememek

Tahsil edilen ilim karşılığında geçici olan dünya hayatı için bir menfaat talebinde bulunmamak hem Mekkî hem de Gazzâlî tarafından ilk sırada sayılan ahiret âlimi alâmetidir. “İlim ile dünyalık istememe”nin ilk sırada sayılması ve bunun tersine davranan âlimlerin kınanmasında, ilmi dünyalık menfaat teminine aracı kılmanın, ilmin yanlış şekilde kullanılmasına kapı aralayacak bir davranış olmasının rolü olduğu düşünülebilir. Çünkü ilim karşılığında dünyalık istemek, ilmi siyasete, maddiyâta ya da şöhret sahibi olmaya âlet etmek anlamına gelir.

Mekkî, mârifet ve yakîn ehli olan kimsenin, ilmiyle dünyalık talebinde bulunmayan ve ilmi ile dünyalık elde etmek isteyen âlimleri kınayarak onların meclislerini terk eden kimseler olduğunu söyler. Özellikle fıkıh, kelâm gibi zâhirî ilimleri dünyalık elde etmek için tahsil eden âlimleri sıklıkla tenkit eder.

Gazzâlî, sahip olduğu ilim ile dünyalık talebinde bulunmamayı ahiret âlimlerinin öncelikli özelliği olarak sayar80 ve âlimleri dünyayla irtibatları anlamında üçe ayırır: Birinci gruptaki âlimler aşikâr olarak dünyalık isteyip bunu kabul eden kimselerdir. Bunlar, hem kendilerini hem de başkalarını helâk ederler. İkinci gruptaki âlimler, hem zâhir hem de bâtınlarıyla insanları Allah yoluna davet ederler. Bu kimseler hem kendilerini hem de başkalarını kurtarırlar. Üçüncü gruptaki âlimler ise görünüşte dünyayı terk edip insanları ahirete davet ederler; fakat asıl gâyeleri halk nazarında kabul görerek şöhret elde etmektir. Bunlar kendilerini helâk eder, fakat başkalarını kurtarırlar.

Gazzâlî ahiret âlimlerinin bir özelliği olarak ilmi ile dünyalık istememeyi o kadar önemser ki bu durumun aksine davranan kimseyi kusurlu olan cahillerden aşağı görür. Çünkü ona göre isyankâr olan avam, kusurunu bilir ve tövbe eder. Halbuki kendisini âlim sanan câhil, din yolundan ayrılıp dünyaya meyleder ve tövbe etmeden olduğu hal üzere ölür.

Gazzâlî, dünyalık taleplerde bulunmamanın âlimlikte ne kadar önemli olduğuna vurgu yapar; fakat bunu ahiret âlimleri arasına girmek için yeterli görmez. Zira ona göre makam-mevki talebi, bir âlim için dünyalık taleplerden daha tehlikelidir. İḥyâ’nın farklı bölümlerinde çokça vurgulanan bu tehlikenin en önemli nedeninin, makam-mevki talebinde bulunan bir kişinin benliğindeki rablik sıfatının bu taleple ortaya çıkabileceği ve daha ileri aşamada kişiyi şirke kadar götürebileceği düşüncesi olduğu söylenebilir.

2. Tahsil Edilen İlim ile Âmil Olmak

Kişinin sahip olduğu ilmin, eylemlerinde açıkça görülmesi gerektiği fikri, hem Mekkî hem de Gazzâlî düşüncesinde vurgulanan bir husustur. Basit bir örnekle ifade etmek gerekirse bu, dürüstlüğün bir erdem olduğunu bilen kimsenin aynı zamanda dürüst davranması gerektiği düşüncesini ifade eder.

Mekkî’nin Serî es-Sakatî’den [Ebü’l-Hasen Serî b. el-Mugallis es-Sakatî (ö. 251/865)] naklen paylaştığı, Gazzâlî’nin de İḥyâ’da aynı bağlamda yer verdiği bir anektotta, ilim-amel ilişkisinde amelin, ilmi koruma anlamına geldiği ifade edilir. Rivayete göre zâhirî ilimleri öğrenmek için gece-gündüz gayret sarfeden bir kişi, birden ilim öğrenmeyi bırakarak sürekli ibadetle meşgul olmaya başlar. Bu davranışının sebebi kendisine sorulduğunda ise rüyasına giren bir zat ile arasında geçen konuşmayı anlatır: 

“(Rüyama giren zât) bana ‘Ameli terk ederek ilmi daha ne zamana kadar zâyi edeceksin? Allah seni zâyi etsin!’ dedi. Ben: ‘İlmi korumaya çalışıyorum.’ dedim. O zat da ‘İlmin korunması, onunla amel etmektir.’ dedi. Bunun üzerine ben de ilim talebini bırakıp öğrendiklerimle amele yöneldim.”

Bu anlatıda vurgulanan, ilmi sağlamlaştırmanın ve onun devamlılığını sağlamanın amel ile mümkün olabileceğidir.

İlim-amel ilişkisi, İḥyâ’nın da en temel meselelerindendir. Kitâbu’t-tevḥîd ve’ttevekkül’de ilmin asıl, amelin ise meyve yani beklenen netice olduğu ifade edilirken; Kitâbu’n-niyet ve’l-iḫlâs’ta ilmin amelin aslı ve şartı olduğu için amelden önce geldiği, amelin ise ilmin meyvesi ve dalı olduğu için ilme tâbi olduğu kaydedilir. Bu ifadelerde ilmin, amelin şartı, amelin ise ilmin dalı yahut meyvesi olması, amelin, ilme bağlı olarak meydana gelmesi sebebiyledir.

Gazzâlî, bildiği ile amel etmeyen âlimi, ilaçları kullanmak yerine onları yan yana dizen hastaya ya da bulamadığı halde lezzetli yemeklerin isimlerini sayan aç kişiye benzetir. Çünkü amel, ilmi anlamlı ve görünür kılandır. Eyleme dökülmeyen ilme sahip olmanın bir değeri yoktur. Buradaki ilimle muâmele ilminin kastedildiği de ifade edilmelidir. Zira mükâşefe ilmi, eylemi söz konusu olmayan tecrübî bir ilimdir.

Gazzâlî, ilim-amel ilişkisi bağlamında, kişinin söylemi ile eyleminin de birbiri ile uyumlu olması gerektiğine dikkat geçer. Buna göre ahiret âlimlerinin sözleri ile eylemleri arasında bir tenâkuz yoktur ve onlar kendilerinin uygulamadığı bir şeyi başkasına buyurmazlar.

3. Faydalı İlim Sahibi Olmak

Mekkî’ye göre bir kimsenin âlim olarak nitelenebilmesi için onun sahip olduğu ilmin, faydalı ilimlerden olması gerekir. Mekkî Hz. Peygamber’in “Allah’ım, fayda vermeyen ilimden sana sığınırım.” hadisini yorumlarken ilim sahibi kimselerin “âlim” olarak anıldığını; fakat Hz. Peygamber’in ilim sahibi olmakla ilgili şerh koyarak faydalı ilim sahibi olmayı teşvik ettiğini ifade eder. Mekkî burada “faydasız ilim” ile kastedilenin, sahibine ahirette fayda vermeyen ve Allah’a yakınlık kurmayı sağlamayan fuzûlî ilim olduğunu belirtir. Ona göre faydalı, faziletli ve teşvik edilen ilim ise sahibini amele sevk eden ilimdir.

Gazzâlî de ahirette faydalı olacak ilim sahibi olmayı ahiret âlimlerinin niteliklerinden biri olarak kaydeder ve amele yönlendiren ilimden yüz çevirerek, tartışma [cidâl] ile meşgul olanları, çok hasta bir kimsenin, sınırlı vakitte bulduğu bir hekime kendi hastalığını değil tıbbın inceliklerini sormasına benzetir. Bu bağlamda Allah’ın peygamberleri vasıtasıyla bildirdiği ilimleri ihmal ederek, servet ve mevki kazanmak için uğraşan dünya âlimlerini eleştirir.

4. Yöneticilerle Yakınlık Kurmamak

Mekkî’nin bâtın ilmi ile meşgul olanları yüceltip zâhir ilimle uğraşanları çoğunlukla dünya ehli olarak nitelemesinin en önemli sebebi, bu kimselerin genellikle yöneticilerle irtibatlı olmasıdır. Ona göre gerçek bir âlim, yöneticilerle yakın ilişki kurmaktan sakınır. Bu minvalde yöneticilerle yakınlık kuran fakihlerin durumunu örnek verir:

Allah’a yakın kimseler, bir kimsenin fıkhî hükümlerle ilgili ilimleri bilip onlara göre hareket etmesini gerçek ilim ile amel etmek olarak görmüyorlardı. Mesela, bir kimse, İslâm hukukunu öğrense ve insanlar arasında hüküm verse yahut mal edinip zekat ve alışverişlerin ilmini bilerek alım-satım yapsa, (…) bu sayede ilmiyle amel etme sıfatını ve faziletini elde ettiğini hiç kimse söylememiştir. Bilakis sırf bu ilimlerle uğraşmayı kötüleyen pek çok haber nakledilmiştir. Bu tür ilim sahipleri (genelde) dünyaya rağbet ve mal toplama hırsı ile sıfatlanmışlar, yöneticilerle iç içe olup onların lehine çalışmışlar, böylece huşû ve zühd sahibi âlim olma sıfatını kaybetmişlerdir.

Gazzâlî de yöneticilerden uzak olmayı ahiret âlimlerinin alâmetlerinden biri olarak sayar. Bununla birlikte bu husustaki cümleleri Mekkî’ye göre daha ihtiyatlıdır. Onun ifadesine göre âlimler, yöneticilerden uzak olmaya bir yol bulabildikleri sürece onlardan uzak durmalı; hatta yöneticiler onlarla yakınlık kurmaya çalıştıklarında da onlardan uzaklaşmalıdır. Gazzâlî’nin bu ihtiyatlı ifadelerinde -kendi yaşam öyküsünde de olduğu gibi- ilim sahibi olanların, siyasetten bütünüyle uzak durmalarının pratikte çok mümkün olamamasının etkisi olabilir.

Gazzâlî, yöneticilerle irtibatlı olan âlimlerin durumunu anlatırken bu türden bir ilişkinin sebep olacağı kötülüklere örnekler verir. Onun buradaki ifadeleri, yöneticilerle ilişki içinde olan âlimlerin, ilk nesil sahâbe ve onlardan sonra gelenlerden farklı olarak meşgul oldukları ilimlerin hakikatleriyle ilgilenmek yerine, yöneticilerin beklentilerini karşılama gayretine girmek gibi bir tehlike içinde olduklarına işaret eder. Zira yöneticilerle kurdukları bu türden bir ilişki de onların, ilimlerinin gereklerini değil, ilimlerinin kendilerine sağlayacağı menfaati ön plana çıkarır ki bu da bir ilmin, bilen kişiyi âlim kılmasının önündeki engellerdendir.

5. Susmayı Konuşmaya Tercih Etmek

Mekkî’nin âlimlerle ilgili en yoğun vurgusu, bu kimselerin fetva vermekten kaçınmaları ve mümkün olduğunca susmayı tercih etmeleridir. O, mârifet ehlinin zâhir ilim sahibinden farkını anlatırken mârifet ehlinin, kendilerine bir mesele sorulduğunda her soruya cevap vermediklerini; bazen cevap verip bazen de sessiz kalmayı tercih ettiklerini kaydeder. Ona göre fetva vermek, kişiye sorumluluk yüklemesi sebebiyle mârifet ehli tarafından tercih edilmeyen bir durumdur. Mekkî bu hususta seleften bir âlimin şöyle dediğini kaydeder: “Onların fetva vermeye en hevesli olanları, ilmi en az olanları idi. Ondan en çok sakınanları ve geri duranları da verâ ve takvada en ileri bulunanları idi.”

Gazzâlî de konuşmanın zorunlu olmadığı durumda susmayı, ilim sahiplerinin bir özelliği olarak zikreder. Bununla birlikte o, âlimin hangi durumda susup hangi durumda konuşması gerektiğini Mekkî’ye göre daha ayrıntılı ve açık şekilde ifade eder. Gazzâlî’ye göre âlim kimse fetva vermekte aceleci davranmamalıdır. Eğer sorulan soru, Kur’ân, hadis, icmâ ya da kıyâsta cevabı bulunabilen bir soru ise fetvası verilir. Ancak böyle bir durum söz konusu değilse ve soru, kendisinin de şüphe ettiği bir hususta ise cevabı bilmediğini ifade etmelidir. Soru, içtihat ve tahminle bildiğini düşündüğü bir soru ise -ihtiyâten- cevabı daha iyi bilen birine havale etmelidir. Çünkü içtihat tehlikesini yüklenmek büyük sorumluluktur.

İḥyâ’da Kaydedilen Kişiyi Âlim Kılan Diğer Özellikler

Ahiret âlimlerinin vasıflarının İḥyâ’da Ḳûtu’l-ḳulûb’e göre daha ayrıntılı şekilde tasvir edildiği ve bunda İḥyâ’nın hacimli bir kitap olmasının da payı olduğu ifade edilmişti. Dolayısıyla bu eserde Ḳûtu’l-ḳulûb’te ifade edilmeyen özellikler de kaydedilir.

Bunlardan ilki, israftan kaçınma meselesidir. Gazzâlî, ahiret âlimlerinin yeme, içme, giyinme, barınma ve ev eşyası anlamında israftan kaçındıklarını ve bu hususlarda seleflerine benzemeye çalışarak az ile yetinmeye yöneldiklerini ifade eder. Bu kimselerin halk nazarında örnek alınan kimseler olması, onların gerek aslî ihtiyaçlar gerekse zarurî olmayan ihtiyaçlarda israftan uzak olmayı teşvik eden bu davranışlarının önemini arttırmaktadır.

İḥyâ’da kaydedilen ahiret âlimlerine ait olan bir diğer vasıf, onların dünyalık zevklerden uzak durmak gayesi ile süsten kaçınmalarıdır. Gazzâlî, aslında mübâh ölçüde süslenmenin haram olmadığını, fakat süslenme ile meşgul olmanın zamanla tabiat haline gelebileceğini kaydeder. Gazzâlî burada kişinin dünyayla irtibatını kuvvetlendiren bağlardan uzak durması gerektiğini vurgular. 

Gazzâlî’nin ahiret âlimlerinin vasıfları arasında saydığı bir diğer husus, şöhretten uzak olmaktır. Bu vasıf, kaydedilen özellikler arasında âlimler için belki de en mühim olan özelliktir. Çünkü Gazzâlî, toplumda her grubun daha meyyâl olduğu ayrı bir günah olduğunu ve -bu günah her ne ise- ilgili grubun ondan kendisini korumaya çalışması gerektiğini vurgular. Bu bağlamda âlim zümresi için tehlikeli olan, tedrîs ya da vaâz vermek suretiyle kendini ilmiyle görünür kılmak ve bununla şöhret kazanmayı istemektir.

 İnsana kulluğunu ve acziyetini unutturan sıfatlardan biri olan kibir, Gazzâlî’nin ahiret âlimlerinin vasıfları bağlamında geniş yer ayırdığı bir rezilettir. Gazzâlî’ye göre gerçek ilim, kişinin kendisini ve Rabbini bilerek son nefes tehlikesinden korkması ve ilmin tehlikelerini idrâk etmesidir. Gazzâlî burada ilim ile kibir arasındaki ilişkiye atıfta bulunarak okuyucuyu İḥyâ’nın kibir kitabına yönlendirir. Bu kitapta âlimin kibrine özel bahis ayrılır. Çünkü âlim olmanın en büyük tehlikelerinden biri, sahip olunan ilimle kibirlenerek o ilimle kazanılan rütbeyi kaybetmektir. 

(…)

Âlim Kime Denir? Kûtu’l-Kulûb ve İhyâu Ulûmi’d-Dîn Üzerinden Karşılaştırmalı Bir İnceleme” (Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi) adlı makaleden alınmıştır.

Makalenin tamamını okumak için tıklayınız

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Türkiyede Benliğin Dönüşümü

Türkiyede benliğin dönüşümü Yaşadığımız yüzyılda artık, kimliğin sosyal bir ürün olduğu ve “postmodern” toplumlarda tek …

Kapat