Kâni ÇINAR
TAŞ GÜZELLEMESİ – I
Medeniyetin taş ile yolculuğu dağlardan, vadilerden şehrin bulvarlarına bakıyor. Taş ile dönüyor dilimiz. Deyimlerimiz, atasözlerimiz, gerçek ve mecaz anlamlı kelimelerimiz, rüyalarımız, aşklarımız taş gibi yaşıyor uzak ve yakın, iç ve dış, yukarı ve aşağı her yerde. Güneş taştan adama doğarken gündemden öteki gündeme devriliyor taş üstüne taş. Taş taşıyıp taştan örüyoruz taşkınlığımızı. Etimoloji taş kesiliyor. Sevdamızı işliyoruz taşa. Bengü taş dikiyoruz asırlara uzanan. Her kavim, her millet, her insan ekmeği taştan çıkarıyor.
Taş taş değil bağrındır taş senin
Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin
(Osman Sarı)
TAŞ GÜZELLEMESİ II
Taşı bol, tozu pek, rüzgârı sert bir iklimde doğmuş olmanın neticesi midir bilmem dilime yerleşen mısralardan birçoğunda taş, taş gibi durmaktadır. Aynı zamanda taşa dair hatıralar taşlaşmış bir şekilde hafızamda mekân tutmuştur. Herkes bilir ki taşın ustalıkla şekil aldığı, taşın sanata ve estetiğe yaslandığı bir coğrafyada taş sadece taş değildir: Dayanaktır, ocaktır, ekmektir, göğe uzanan eldir, çocukların kısmetidir, hafızadır, hatıradır, alın teridir; bilakis alın yazısıdır…
Çocuktum. Hasta dedem her zaman karnında yastık, iki büklüm yatardı. Adı yoktu hastalığının. O zamanlar hastalıkların adları birkaç tane idi ve biz yaşlılık olarak bilirdik dedemin vaziyetini. İlaç, doktor, ağrı, tedavi kelimeleri değil daha ziyade “sabır” müşahhas bir varlık olarak dolaşırdı hanelerimizde. Bir sabah namaza kalkan anneannem, dedemin iki büklüm bir vaziyette köşesinde yatmadığını fark etti. Evin her tarafı didik didik arandı. Bahçeye, cami yoluna, birkaç ahbabının evine ve akla gelmeyen her yere bakıldı ve fakat dedem sırra kadem basmıştı.
Çaresiz kalmıştık. Meseleyi çözen yine Terzi Ayşe yani anneannemdi. “Sakın taşa gitmesin…”
Ne taşı biliyorum ne duvarı.
Ne murcu biliyorum ne balyozu.
Ne “taşın damarı” geçiyor dünyamdan ne “taş işlemek”.
Soluğu taş ocaklarında alan dayım, yatağında iki büklüm yatar vaziyette bıraktığı dedemi taş işlerken bulur. Bir elinde taş kalemi, bir elinde çekiç taşa şekil vermektedir İbrahim Çavuş. Evet, bir taş yontucusu, taş ustasıdır dedem. Taşın damarını bilmektedir. Ocaktan taşın nasıl çıkarılacağını, külünkü, tarağı, eşeklere taşın nasıl yüklenmesi gerektiğini, hangi taşın nasıl yontulacağını, taş üstüne taş koymayı ve hatta kaç arkadaşının kopan kaya altında kalarak vefatının acısını iyi bilmektedir. Şiir yazar gibi, resim yapar gibi taş ile hemhal olmaktadır dedem. Ekmeğini taştan çıkaran ecdada rahmet olsun.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi…
(Necip Fazıl)
TAŞ GÜZELLEMESI – III
Yunus der ki gör takdirin işleri
Dökülmüştür kirpikleri kaşları
Başları ucunda hece taşları
Ne söylerler ne bir haber verirler
Rivayet odur ki Yahya Kemal Beyatlı’ya yakın bir dostu,
“Üstadım İstanbul’un nüfusu ne kadardır?” diye sorar. Yahya Kemal oldukça yüksek bir sayı söyledikten sonra sualin sahibi, “Üstadım şu anki nüfusunu sordum, yanlış anladınız herhalde.” deyince Yahya Kemal o ünlü cevabını verir: “Biz ölülerimizle birlikte yaşarız.”
Bu anekdot şu alıntıyla daha anlamlı sanırım:
Baudrillard, “Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm” adlı kitabında ölülerin zaman içerisinde, köy ve kent merkezlerinin sıcaklığını yansıtan ve insanların bir araya toplanmak için de kullandıkları mezarlıklardan alınarak “dış”a doğru atıldıklarına dikkat çeker ve “yeni kentler ya da çağdaş metropollerde gerek fiziksel mekân gerekse zihinsel mekân anlamında ölüler için öngörülen hiçbir şey”in olmadığını söyler.
Oysa 19. yüzyılda İstanbul’u ziyaret eden bir seyyah, “İnsan, gözü mezarlıklara ilişmeden bir şehre ne girebilir, ne de çıkabilir” demekten kendisini alamaz.
Taşa ruh katmış bir medeniyetin ölü ve diri ayrımı bu kadar basit değildir. Biz ölülerimizle yaşarız. Ölülerimiz dualarımızda, hatıralarımızda, şiirlerimizde, neredeyse bütün güzel sanatlarımızda ve mezar taşlarımızdadır. Taşların da dili vardır. Taşlar da konuşur sözlü sözsüz, yazılı yazısız…
Taşa kulak vermek uzun zamandır ihmal ettiğimiz bir sıla-ı rahimdir. Çünkü mezar taşlarında görünen, bizim okuduğumuz sadece taşa hakkedilmiş yazılardan ibaret değil. Muazzam sembol ve imgelerle örülü bir medeniyet dünyasının renkli yansımalarıdır. Her bir mezar taşı ciltler dolusu kelamın hasılasıdır.
Yine Yahya Kemal’e kulak vermek gerekse Üstad, “Hiç bir şiir bir mezar taşı kadar milli olamaz. Çünkü onda el emeği, göz nuru, sanat vardır ve onlar bize bizi anlatır.” buyurur. Edebiyatçılarımızdan rahmetli Nihad Sami Banarlı bu gerçeği şöyle ifade eder: “Eğer bir medeniyetin ihtişamını hâlâ görmek istiyorsanız, Eyüp Sultan mezarlıklarına ve mezar taşlarına bir göz atınız.” Süheyl Ünver Hocamız ise “Mezar taşlarını sevmek medeniyeti sevmektir” diyerek inadına göz ardı ettiğimiz hakikati neredeyse gözümüze sokmaktadırlar.
Mezar taşının kendisi kadar taşta yazanlar da “huu” demektedir.
Merhametsiz kalpleri sana benzettiler,
Sana dilsiz sana ruhsuz dediler,
Hâlbuki senindir değirmendeki beste,
Seninle biçim verir ruhuna heykeltıraş,
Sana yanılır dert sana vurulur baş,
Milyonlarca yıl milyonlarca insanın taptığı, taş
Sensin süsleyen mehtabı surlarla sütunlarla
Çeşmeler, kemerler senden yapılır,
Senden yapılır Allah’a uzanan merdivenler,
Namaz vakti Müslümanlara senden haykırılır
Allah günahkâr kullarını taş edermiş
Görmedim ama inanırım
Bir gün gelecek gökten de yağacaksın sanırım
Taşlardır beka, taşlardır ebediyet,
Taştan başka ne bırakmıştır tarihe medeniyet
İnsanoğlu taş olur baş yarar,
Taşı üst üste kor yapar
Ve durmadan bir yandan da yıkar
Ve bir gün yatırılır boylu boyunca şehrin musalla taşına
Yine bir taş dikilir başına
İşte o taştır insanoğlundan baki
Üzerinde bir tarih,
Bir Fatiha
Hüve’l baki.
Ya da
Saîd-i Mevlevî döne döne azm etti ukbâya
Bulunmazdı nazîriâh kim dergâh-ı dünyâda
Nedîm olmuştu evvel sânîsi yok yektâ-edâ çok yıl
Liyâkatle üçüncü Şeh Selim-i dâd-mu’tâda
Hele cennet-mekân Mahmûd Hân’a bulduğu mazmun;
Lâtîfe söylerim zanneyleme gelmezdi ta’dada
Usûleâşina neyzendi tebdîl-i makâmetdi
Sezâ hicriyle nây-ı ehl-i mutrıb gelse feryâda
Azîzmu’tekid hem müntesib bir pîr idi merhum
Şefî-i cürmü olsun Hak erenler rûz-ı ferdâda
Güher-pâşmünâcât evvel yazıp târîhini Safvet
Saîd olsun musâhib Hazret-i Molla’ya Me’vâ’da
1272 fî 27 Ca (Cemaziyelevvel) 4 Şubat 1856
Ne güzel duadır bu ki inşallah makbul ola: “Bize bir Fatiha ihsan eden bulur cenneti.”
TAŞ GÜZELLEMESI – IV
Taş sadece taş değildir.
Taş bir umuttur.
Bir intifada.
Yayından fırlatılan mısradır taş.
Esmer yanımızla Hacerü’l Esved’dir.
Malcolm X kulağımıza şöyle fısıldıyor:
Bir taş at.
Bir taş daha at.
Bütün şeytanlara.
Nefsimize.
İsrail’e.
…
Bir taş at.
Bir taş daha at.
Daralan Vakitler’in sesidir taş:
Farz et körsün, olabilir,
Elele tut,
Taş al ve at,
Kafiri bulur.
C. Zarifoğlu
Bir şiir sayhası umuyoruz sımsıkı tuttuğumuz taş ile. Taş işte, bir taş. Taştan başka ne olabilir ki? Kuru, mekanik tıkırtılar arasında taş…
Hakan Albayrak 90’lı yılların başından sesleniyor elindeki taş ile:
kokla şair
bu taşı gazzeden getirdim
bu görmüş olduğun kurşun
filistinin göğsünden çıktı
sen oğuz atayda yüzerken
intihar yeyip intihar kusarken
bir çocuk
adam gibi öldü.
Taş bir albatros, bir Kudüs, bir İsmet Özel tınısı.Şairler bir dağa yaslanıyor “taş” ile.
Ellerinde taş, gözleri taş, elleri Erciyes:
I.
Taş taş değil bağrındır taş senin
Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin
Bir katılıktır dinamit söker mi yürekleri
Başın bir kez bu kalbe çarpmasın ey taş senin
Kazmayı kayalara değil kalplere vur ey
Ferhat niçindir kırdığın bunca taş senin
Anne seninle bağrın döğer gider mi acı
Hanidir Ferhad’dan aldığın ders taş senin
Sen de mi taşla bir oldun ey sevgili
İşitmez oldun beni kalbin taşdan taş senin
Ölüm sendendir bana nedir taşlamak beni
Bana güldür çiçektir attığın her taş senin
Gözünü dikme taşa işte parça parçadır
Şimşektir bir bakışın dayanır mı taş senin
Deprem değildir dağı ve beni sarsan
Bir bakışın komaz taş üstünde taş senin
Niçin çıktın dağlara evren çöl oldu leyla
Topuğun öpmek için toz oldu dağ taş senin
Osman Sarı / Taş Gazeli
…
Hacerü’l Esved’i bir taş gibi değil bir gül gibi öperiz. Gül Nebi’nin gül dudakları değmiştir, biliriz.
Hz. Ömer gibi öperiz Hacerü’l Esved’i. Biliriz ki Hz. Ömer sırf Gül Nebi öptü diye öpmektedir taşı.
Şeytan taşlarız, şeytanları taşa tutarız Arafat’tan dönerken.
Dağ taş, yer taş, gök taş…
Ve daim akarız başımızı taştan taşa vurup Gül Nebi’ye:
Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taştan taşa urup gezer âvâre su – Fuzûli
(Su, ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer)
Düşünen Şehir Dergisi, Kayseri Büyük Şehir Belediyesi
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024