Ana Sayfa / KASTAMONU / İz Bırakanlarımız / Şehrimizde Bir Ebru Sanatçısı Rafet KÜLLÜOĞLU

Şehrimizde Bir Ebru Sanatçısı Rafet KÜLLÜOĞLU

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

RÖPORTAJ

Bir grup genç arkadaşımızın kaleminden:

ŞEHRİMİZDE BİR EBRU SANATÇISI: RAFET KÜLLÜOĞLU



Bir biçimde yolu bu şehre uğrayanlardan kimine, belki çoğuna göre kültür ve sanat yönüyle fakir bir yerdir burası. Biz de benzer sözlerin etkisindeydik doğrusu. Münire Medresesi’ndeki “bir sanatçıyla” görüşmeye giderken, kafamızdan bu düşünceler geçiyordu. Acaba ne bulacaktık, değecek miydi geldiğimize? Nihayet, küçük bir dükkânın (buranın bir atölye olduğunu da öğreneceğiz birazdan) önüne geliyoruz; “Akkâse Ebru” levhasını görüyor, içeri giriyoruz.

Rafet Bey, güler yüzle buyur ediyor bizi; genç birilerinin sanatına ilgi duyması onu asıl sevindiren, bunu da ifade ediyor zaten görüşmemizde. Belki ilk defa alıcı gözüyle levhalara bakıyoruz. Hatlar, ebrular, tezhipler zarif ve asil bir edayla bizi karşılıyorlar. Biz, vakit yitirmeden sorularımızı yöneltmeye başlıyoruz sanatkâr Rafet Küllüoğlu Bey’e.

Önce, buralı ve bu şehirde yetişen biri olarak bu sanata nasıl ilgi duyduğunu, ebruyu nasıl öğrendiğini soruyoruz.

Sadece ebru ile değil, hat sanatıyla da uğraştığını hatırlatarak söze başlıyor. İmam Hatip Lisesi’nde öğrenci olduğu yıllarda kendisinden hemen her bakımdan faydalandığı, ilimizde yetişen büyük bilgin Mehmet Feyzi Efendi’nin ilme ve sanata teşviklerinin kendisini yönlendirdiğini, ilk dersleri de hattat Emrullah Demirkaya’dan aldığını anlatıyor. Sonra İstanbul’da üniversite yıllarında büyük sanatçı Hattat Hâmit’ten, sonra da hattat Hasan Çelebi’den ders almış.

Ebru’yu ise bir yabancının bu sanatı öğrenmek için ünlü ebru sanatkârı Mustafa Düzgünman’a geldiğini, kendisinin de tercüman olarak çağrılmasıyla bu sanatı görüp sevdiğini söylüyor. Böylece ebru alanındaki çalışmaları başlamış ve bu günlere gelmiş Rafet Hoca.

Bundan sonrasını kendi ifadelerinden okuyalım. Dergimizin hacmi dolayısıyla bazı bölümleri yazamadığımızı da ifade ederek…

Biz: Peki ebru nasıl bir sanattır? Yapılışından, malzemelerinden de biraz bahseder misiniz?

R.K.

Ebrunun iki yönü var; biri sanat, biri de zanaat yönü. Zanaat yönü nedir? İşte fırçanın yapılışı. Gül dalları düzgün bir şekilde koparılır, kesilir. Ucuna atın kuyruğu bağlanır. Böylece fırça yapılır. Dağlara gidilir, renkli topraklar alınır, onun, içerisindeki bulanıklığı ayrıştırılır boya yapılır. Oksit boyalar toz olarak satın alınır, mermer destesenkle ezilir, boya yapılır. Pigment boyalar yine hakeza alınır, mermerde ezilir; boya yapılır. İçine hayvan ödü katılır. Öd kesesinin içinde su vardır. O suyu alırsınız onu boyalara katarsınız, sonra geven denilen dağlarımızda bir bitki var. Onun kökünden sakız çıkar, Temmuz-Ağustos aylarında. Koyu bir sakızdır o. Onu sulandırırsınız, tekneye dökersiniz, su gibi gözüken şey işte o, kitre. O kitreyi sulandırırsınız. Bunların bir de ayarı var tabi. Boyaları kavanozun içerisine koydunuz. İçine su ve öd koydunuz. Teknenin içindeki kitreyi de sulandırdınız. Yoğunluk ayarı var o ayarı da tutturdunuzsa, o zaman artık suyun üzerine çiçek yapmaya başlarsınız.

Biz: Peki ebru size ne ifade ediyor? Sizce ebrunun kültür ve sanat dünyasındaki yeri nedir?

R.K.:

Ebru, insanımızın gönül güzelliği… Bize mahsus bir sanat. Avrupa’yı etkilemiş olduğumuz sanatların başında geliyor. Hat sanatı olsun ebru sanatı olsun özbeöz Türk sanatı, Türk-İslam sanatı. Bu bir güzellik işte, ilk etapta göze hitap eden bir güzellik. Sonra göze hitap eden güzellik gönle inmeye başlıyor. Ve insanda derin manevi duygular ve mutluluk hisleri oluşturuyor ve o güzellik öyle bir şey ki ‘Suyun üzerine çiziyorsunuz.’ dolayısıyla her biri dünyada tek. Yani antika bir tane, iki tane değil, parmak, izimiz gibi… İşte çocuklarımız gibi… Çocuk çok da benim çocuğumun aynısı yok. Dolayısıyla öyle bir güzelliği de var. Tabi her sanat o sanatı icra eden milletin ruh güzelliğini de ortaya koyar. Aynı zamanda onun ruh inceliğini de ortaya koyar. Bu manada Türk milletinin ne kadar derin bir ruh inceliğine sahip olduğunu da kendi öz sanatından da görmüş oluyoruz. Bu, şiir gibidir. Boyalar kelimelere benzer, her attığınız fırça yeni bir şiir dizesidir. Dolayısıyla bunun sonu gelmez. Ve bu dizelerden elde ettiğimiz duygu nasıl ki sonsuz devam ederse işte o damlalardan oluşan renk kombinezonlarının insanın gözünde ve gönlünde oluşturduğu güzellikler sonsuza kadar devam eder. Siz o güzellikleri arıyorken daha güzeli, daha güzeli, daha güzeli, daha güzeli arıyorken neticede “en güzel”i bulma imkânını size verir. İşte o zaman da sonsuz mutluluğa erişmiş olursunuz. Bunun bu yönünde çok sözler söylenir. Fakat bu yönde çok laf söylemek doğru değildir, yaşamak doğrudur.(Gülüyor)

Biz: Burada birçok eseriniz var. Her eserin belli bir hikâyesi var mıdır yoksa belli başlı motifler var ve bunları uygulamaya mı çalışıyorsunuz?

R.K:

Yani o anda gönlümüze ne esiyorsa, o anda oluşan bir sonuç. O devam eder tabi. O bahçedeki çiçekler gibi. Anlatabildim mi?

Biz: Sizin için önemli bir yeri olan eseriniz var mı?

R.K:

Hepsi… Benim evlatlarım onlar. Zamanında hep yaptığım ebruları sakladım. Aman! Dedim birisi görür de alıverirse… O kadar şey yaptım. Yaptım, yaptım, yaptım.. Yahu dedim yap yığ, yap yığ, nereye kadar? Hani insanın kız evladı büyümez gözünde. Birisi bir gün istemeye gelir. O kadar öfkelenirsin ki sen benim kızımı nasıl istersin, diye. Ama Allah‘ın emri bu, çare yok. Alışırsın yani. Bizim de öyle oldu. Ebruları isteyen olmasın diye sakladık önce. Göstermedim bile yani. Ama daha sonra baktık böyle olmayacak, ortaya çıkardık, neticede. Benim duvarlarımı süsleyen bu eserler, işte birçok insanın evlerini süslüyor.

Biz: Peki bu sanata Kastamonu’da ilgi var mı? Bu sanatı öğrenmek isteyen gençler olursa yardımcı oluyor musunuz?

R.K:
Şimdi bir atasözü vardır. Kişi bilmediğinin düşmanıdır. Siz önce güzelliği göstereceksiniz insanlara. İnsanlar güzelliği sevecek. Görmeden sevilmez yani. Ya gönül gözüyle görecek ya kafa gözüyle görecek. Netice itibariyle işte biz bunu yapıyoruz şu anda. İnsanlarımız bu güzellikleri görüyorlar, gördükçe de sahipleniyorlar tabi.

Biz: Öğrenci yetiştiriyor musunuz?

R.K: Geliyorlar. Öğrencilerimiz de var tabi. Her sene geliyorlar. Kurs açıyoruz. Öğretmenken de kurs veriyordum. Hizmet içi eğitim kursları vardı. 1988-1989 yıllarında başladık. Birçok öğretmene hizmet içi eğitim kurslarında kurs verdik. 2002’de burayı açtık işte. Bundan beri burada yine iki dönem kurs veriyorum her sene. Artık böyle herkese yani, halka açık.

Biz: Sergileriniz de oluyor değil mi?

R.K: Her sene Şeyh Şaban-ı Veli ve Kastamonu Evliyaları Anma Haftası dolayısıyla sergimiz oluyor. Yine her sene Ankara’da Kastamonu Günleri dolayısıyla günlerimiz oluyor. Gerçi bizim 365 gün sergimiz burada açık.

Biz: Eklemek istedikleriniz var mı?

R.K: Şimdilik bu kadar olsun.

Teşekkür edip ayrılırken, bu vakte kadar elimizin altında, gözümüzün önünde duran bu güzelliklerden nasıl mahrum kaldığımızı ve kim bilir bu şehrin daha ne hazineler sakladığını düşünüyoruz. 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Erdem Akça ile İktisad Risalesi Üzerine (Mülâkat)

Erdem Akça ile Bediüzzaman Said Nursi’nin İktisad Risalesi Üzerine Söyleşi Funda DEMİRER Funda Demirer: Konumuza geçmeden …

Önceki yazıyı okuyun:
Makamını bilmek istemeyen veli Tahirî Mutlu

Makamını bilmek istemeyen veli TAHİRİ MUTLU / Ömer Özcan YİRMİNCİ ASRIN tam başında, 1900 senesinde …

Kapat