Elma Suyu – Hikâye/Kıssa

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: M. Yaşar KANDEMİR 

İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin babası Sâbit, gençlik yıllarında bile çok dindar, çok dürüst bir insandı. Kimsenin hakkını üzerine geçirmemeye pek dikkat ederdi.

Günlerden birgün bir nehir kenarında abdest alıyordu. Kıpkırmızı, iri bir elmanın su üzerinde kayıp kendine doğru geldiğini gördü. Tam önünden geçip gideceği sırada uzanıp elmayı aldı. Bismillah diyerek elmayı iştahla ısırdığı anda onun bir başkasının malı olduğunu hatırlayıverdi. Ağzındaki lokmayı tükürüp attı, ama elmanın suyu midesine inmişti bir kere. Gönlüne bir hüzün çöktü. Sahibinin izni olmadan elmayı ısırmamalıydı. Artık iş işten geçmişti. Gidip elmanın sahibini bulmalı ve ondan helallik istemeliydi. Suyun kenarını tâkip ederek elma ağacını aramaya başladı. Saatlerce yürüdü, sonunda nehir üzerine sarkmış bir elma ağacı gördü. Bir elindeki elmaya, bir ağaçtakilere baktı, evet yanılmamıştı. Isırdığı elma, bu ağaçtan düşmüştü.

Çitlerin çevirdiği bahçeye girdi; elma
ağacının sahibini buldu. Elindeki elmayı göstererek onu nasıl bulduğunu, ısırdıktan sonra onu yemeye hakkı olmadığını düşündüğünü ve şimdi helallik dilediğini anlattı.

Bahçe sahibi de dindar, akıllı ve neyi niçin yaptığını bilen iyi bir insandı. Nehirde bulunan bir elmayı yemenin dînî bakımdan sakıncalı olmadığını düşündü.

Kendi kendine:

“Acaba bu adam gerçekten samimi ve şüpheli şeylerden bile sakınarak Allah’tan korkan biri mi, yoksa riyâkâr, iki yüzlü ve gösteriş budalası bir adam mı?” diye düsündü ve karşısındakini denemeye karar verdi. Sonra da yüzünü ekşiterek:

-Ben sana hakkımı kolay kolay helâl etmem delikanlı. Yalnız bir şartla bu mümkün olabilir, dedi.

Genç Sâbit, ürkek ve tedirgin bir hâlde sesi titreyerek sordu:

-Nedir sartınız?

-Yanımda üç sene karın tokluğuna
çalışacaksın. O takdirde sana hakkımı helâl edebilirim.

Sâbit’in başka çâresi yoktu; midesine düşen o haram suyu helâl ettirmek zorundaydı. Fazla düşünmedi. O ağır şartı kabul etti ve üç yıl boyunca bahçe sahibinin emrinde çalıştı.

Üç yıl tamam olunca Sâbit, bahçe sahibine dedi ki:

-İstediğiniz gibi, üç yıl boyunca emrinizde çalıştım. Umarım artık bana hakkınızı helâl edersiniz.

Bahçe sahibi, karşısındaki delikanlının eşi bulunmaz insanlardan biri olduğunu anlamıştı. Gönlü onu bırakmaya bir türlü razı olmuyordu.

-Bak, oğlum! dedi Sabit’e. Elmayı sana helâl edebilmek için bir şartım daha var. Onu da yaparsan sana hakkım helâl olsun.

Sâbit merak ve üzüntüyle adamı dinliyordu:

-Buyurun, söyleyin, dedi. Nedir şartınız?

-Benim çok dürüst, namuslu, namazında niyazında bir kızım var. Fakat kızımın elleri tutmaz; ayağı yürümez; gözleri görmez; kulağı da duymaz. Eğer onunla evlenmeyi kabul edersen sana hakkımı helâl ederim.

Bunca kusuru olan bir kızla evlenmek doğrusu çok zor birşeydi. Teklif Sâbit’e pek ağır geldi. Ama üzerinde bir kul hakkı olduğunu bile bile yaşamak, bu durumda ölmek ve Allah’ın huzuruna kul hakkıyla varmak daha kötüydü. Sâbit boyun büktü:

-Peki, kabul ediyorum, yeter ki, bana hakkınızı helâl edin, dedi.

Bir iki gün içinde mütevâzi bir törenle Sâbit, Bahçe Sahibi’nin kızıyla evlendi. Akşam olup da zifaf odasına girince, karşısında dünya güzeli bir kızın gülümseyerek baktığını gördü. Telâş ve şaşkınlıkla: “Eyvah, yanlış odaya girmişim” diye dışarı fırladı. Karşısına kayın babası çıktı. Sâbit, yüzünün alı al, moru mor heyecanlı bir sesle:

-Özür dilerim, ben yanlış odaya girmişim, dedi.

Kayın babası:

-Yok, yanlış değil, oğlum. O benim kızımdır, dedi.

-Olabilir, ama bu, bana anlattığınız kızınız değil. Söylediğiniz kusurların hiçbiri yok onda.

Kayın babası gülümsedi:

– Sana söylediğim sözler gerçek anlamda değil, mecâzî idi, oğlum. Kızımın elleri tutmaz, sözüyle, o dinin helâl saymadığı hiçbir şeye dokunmaz, demek istedim. Ayağı yürümez, demekle, kızımın meşru olmayan hiçbir yere ayak basmadığını anlatmaya çalıştım. Yabancı erkeklere bakmadığını, onlarla ilgilenmediğini anlatmak maksadıyla da gözlerinin görmediğini söyledim. Kulağı duymaz, dediğim de, dedi-koduya hiç iltifat etmediğini anlatmak içindi. Ben hayatta, hamd olsun, hiç haram yemedim; çocuklarıma da yedirmedim. Benim kızım her bakımdan mükemmeldir. O sana, sen de ona lâyıksınız. Allah sizi bahtiyar etsin. Soyunuzdan hayırlı evlâtlar meydana getirsin. Haydi karının yanına git, yavrum, dedi.

Bu sözleri duyan Sâbit, bütün sıkıntılarını unuttu. Sevgili ve değerli hayat arkadaşının yanına gitti.

İşte bu mutlu evlilikten büyük âlim İmâm-ı Azam Ebu Hanife meydana geldi.

Haram yiyen adamın
Harâmî olur soyu.
Böylesi çocukların
Pek çirkin olur huyu

Ne Allah’tan korkarlar,
Ne halktan utanırlar,
Onun bunun malını
Çalar, çarpar yutarlar

Allah bizi korusun
Haram lokma yemekten.
Başkasının hakkını
Gasp edip çiğnemekten.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kalp Uykusu

Kur’an’da, "bir gün ya da bir günün birazı kadar" ifadesiyle, çok uzun zannedilen ömrün ne …

Kapat