Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Kelimeler & Kavramlar / Emri Ma’ruf ve Nehyi Münker / Ebubekir Sifil

Emri Ma’ruf ve Nehyi Münker / Ebubekir Sifil

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Elbette bu çerçevede herkesin, gücü, etkinliği ve konumu ile orantılı bir sorumluluğu vardır. Burada asıl dikkat edilmesi gereken nokta, bu temel görevin “çoğulculuk”, “hoşgörü”, “herkesi kendi konumunda saygıya değer bulma” gibi yaldızlı sloganlara kurban edildiği vakıasıdır.

Emri Ma’ruf ve Nehyi Münker

Mü’min, yeryüzünde Allah Teala’nın iradesini temsil eden kimsedir. Bu bakımdan onun, emr-i ma’ruf ve nehy-i münker göreviyle muvazzaf kılınmış olmasını anlamak zor değildir. Ma’ruf Allah Teala’nın rızasının, münker ise gazabının bulunduğu şeydir. Kur’an, ma’rufun emredilmesini ve münkerin yasaklanmasını, dünyasını vahyin inşa ettiği insanların temel/kaçınılmaz görevi olarak tayin ve tesbit eder. Bu, peygamberlerden (hepsine selam olsun) başlayarak aşağıya doğru inen tabii/fıtrî tavırdır.

Söz gelimi Efendimiz (s.a.v)’den bahseden ayetlerden birinde şöyle buyurulur: “Onlar (Ehli Kitab’a mensup iken iman etmiş olanlar), yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o Resul’e, o ümmî Peygamber’e uyan kimselerdir. O onlara ma’rufu emreder, münkeri yasaklar…” (7/el-Arâf, 157) Bu, tabii olarak O’nun ümmetinin de temel görevidir: “Siz insanların iyiliği için ortaya çı karılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma’rufu emreder, münkeri yasaklar ve Allah’a inanırsınız.” (3/Âl-i İmrân, 110)

Burada Ümmet-i Muhammed’in temel vasfı olarak zikredildiğini gördüğümüz emr-i ma’ruf ve nehy-i münkerin “Allah’a iman” vasfına takdim edildiğine bilhassa dikkat edilmelidir. Allahu a’lem burada şöyle bir inceliğe dikkatimiz çekiliyor gibidir: Allah Teala’ya iman, birinci derecede kişinin kendi şahsıyla ilgilidir. Emr-i ma’ruf ve nehy-i münker ise bu Ümmet’in “insanlık için ortaya çıkarılmış olması” esprisinin en mükemmel şekilde kendisini gösterdiği alandır. Biz bütün insanlığa karşı böyle evrensel ve külli bir görev ile muvazzaf bulunuyoruz… “Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin.

Buna da gücü yetmezse kalbinden buğz etsin ki, bu imanın en zayıfıdır “[1] buyuran Efendimiz (s.a.v), bir diğer rivayette de dikkatimizi son derece mühim bir noktaya çekmiştir: Ümmet-i Muhammed, emr-i ma’ruf ve nehy-i münker görevini, önceki din mensuplarına arız olan hastalıkları yaşamaya başladığı zaman terk edecektir.[2] Hz. Dâvud ve Hz. İsa (iksine de selam olsun) diliyle lanetlendiği Kur’an tarafından haber verilen İsrailoğulları grubunun özelliklerinden birisinin de münkeri yasaklamamak olduğunu Kur’an’dan öğreniyoruz. Yine Kur’an, bu babda ikinci bir ontolojik gerçeği daha önümüze koymuştur: Mü’minler ma’rufu emredip münkeri yasaklarken (9/et-Tevbe, 71), münafıklar da münkeri emredip ma’rufu yasaklarlar. (9/et-Tevbe, 67) Elbette hiçbir münafık “ben münafığım” demez ve İslam’a açıktan cephe almaz. Bu nokta üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Emr-i ma’ruf ve nehy-i münkerin kimler tarafından, ne şekilde yerine getirileceği, bu yazının çerçevesini aşan önemli ayrıntılara sahiptir. Elbette bu çerçevede herkesin, gücü, etkinliği ve konumu ile orantılı bir sorumluluğu vardır. Burada asıl dikkat edilmesi gereken nokta, bu temel görevin “çoğulculuk”, “hoşgörü”, “herkesi kendi konumunda saygıya değer bulma” gibi yaldızlı sloganlara kurban edildiği vakıasıdır.

Ulemanın nelerin “büyük günahlar” kategorisine girdiği meselesi üzerinde dururken, emr-i ma’ruf ve nehy-i münkerin terk edilmesini de zikrettiğine bilhassa dikkat edilmelidir.[3] Bunda şaşılacak bir taraf yoktur. Zira bu görevin terki bu Ümmet’in en temel yükümlülüklerinden birinin terki demektir. İnsanları ilahî vahyin diriltici iklimine davet etmek gibi son derece önemli ve anlamlı bir görevi terk etmenin izahı olabilir mi?… Müslümanlar’ın modern çağın talepleri doğrultusunda kabullenmeye zorlandığı dönüşüm, dönemden döneme ve süreçten sürece şekil değiştirse de, temel özellik itibariyle değişen bir şey yok. Talep edilen şey, moda tabiriyle “zihniyet dönüşümü”; yani yapısal dönüşüm.

Bunun kullandığımız dil ve kavramlar ile davranış kodları ile hatta kılık kıyafet ile doğrudan ilişkisi var. Bütün bu sahalarda “değişim”i ne kadar kabul etmişsek, bizden istenen dönüşümü de o kadar gerçekleştirmişiz demektir. Ne kadar dönüştüğümüzü anlamanın en kestirme ve şaşmaz yolu ise eşyayla ilişkimize bakmak. Hala devam ediyor mu bilmiyorum, kısa bir süre önce Prof. Dr. Ümit Meriç hanımefendinin bir söyleşide ifade ettiği bazı tesbitler üzerine internette “Müslüman kadın jip (4×4) kullanmalı mı” başlıklı bir tartışma zuhur etmişti. Evet, pahalı giysiler, lüks arabalar pahalı ev ve eşya… tarafından “kuşatılmış” bir insanın “takva” vasfına ulaşması, ulaşmışsa onu muhafaza etmesi mümkün müdür; bunu dürüst olarak cevaplamanın tek yolu, herkesin kendi derunî tecrübesini göz önünde bulundurmasıdır…

Bizim problemimiz sadece “Müslüman eşya ilişkisi” ile kendisini dışa vurmuyor. Biz asıl çıkmazı insanlarla ilişkilerimizde yaşıyoruz. Bu ikisi arasında –her ikisi de yaşadığımız dönüşümün semeresi olduğu için– kopmaz bir ilişki var. Ancak ilkinin etkisi genellikle dünyevi iken, ikincisinde yaşanan dönüşümün zararlı sonuçları uhrevi hayatı tehdit ediyor. Kur’an İsrailoğulları hakkında bize enteresan bir haber iletiyor: “İsrailoğulları’ndan kâfir olanlar, hem Davud ve hem de Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlendiler. Bu onların, isyan etmeleri ve hakkın sınırlarını çiğnemeleri ebebiyle idi. Onlar, işledikleri bir münkerden birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazdı. Yaptıkları ne kötü idi!” (5/el-Mâide, 78-9) Yine Kur’an, münafık erkek ve kadınları bize tanıtırken, onların temel vasfını şu şekilde dile getiriyor: “Münafıkların erkekleri de kadınları da (sizden değil) birbirlerindendirler. Onlar münkeri emreder, ma’rufu yasaklar ve cimrilik ederler…” (9/et-Tevbe, 67) Buna mukabil Kur’an’da mü’minlere yönelik olarak, hem de “emir kipi”yle şöyle buyurulur: “Sizden, hayra çağıran, ma’rufu emreden ve münkeri yasaklayan bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (3/Âl-i İmrân, 104)

Her ne kadar bu ayet emr-i bil ma’ruf meselesinin mü’minler içinde belli bir gruba havalesini öngörüyor ise de, bu hususun şartları ve önemli detayları mevcuttur. Kısmet olursa bütün bu noktaları üzerinde çalıştığım bir kitapta geniş olarak takdirinize sunacağım. Kur’an’da bu ümmetin başat vasfı “emr-i bil ma’ruf nehy-i anil münker yapmak” olarak ifade buyurulmuş. 9/et-Tevbe suresinden yukarıya aldığım ayetten hemen birkaç ayet sonra (71. ayette) şöyle buyurulur: “Erkek-kadın bütün mü’minler de birbirlerinin velisidirler. Ma’rufu emreder, münkeri yasaklarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah ve Resulü’ne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetiyle bağışlayacaktır. Şüphesiz Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.”

Zikredilenlerden şu husus açıkça ortaya çıkıyor: Emr-i bil ma’ruf ve nehy-i anil münker çerçevesinde Müslümanlar’ın sorumlulukları vardır. “Çoğulculuk” kavramını öne çıkararak bunları görmezden gelmek mümkün değildir. Zira Hak’tan haberdar olanların onu layıkı veçhile duyurması, mümkün olduğunca fazla sayıda insanın rahmet iklimine kavuşmasına, kurtulmasına çalışması gerekir.

[1] Müslim, İbn Mâce, Ahmed b. Hanbel ve daha başkaları rivayet etmiştir.
[2] İbn Mâce rivayet etmiştir.
[3] Bkz. İbn Kesîr, I, 645 (4/en-Nisâ, 29 ayetinin tefsirinde)

Genç Doku

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Bizim haberlerimiz / Ümit ŞİMŞEK

Batılı kafanın bize haber olarak ısıtıp ısıtıp sunduğu şeyler, gafil hayatların içinde bir boşluk buldukları …

Kapat