Ana Sayfa / Yazarlar / Erzurumlu Şalcı Şöhret Ana / Vehbi KARA

Erzurumlu Şalcı Şöhret Ana / Vehbi KARA

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Vehbi KARA

Erzurumlu Şalcı Şöhret Ana

Bizim Aile Dergisinde yayınlanan Şalcı Şöhret Ana’nın hikâyesi, eşim dâhil olmak üzere birçok insanı hüngür hüngür ağlattı. Erzurum’un bu şöhretli anası ile ilgili çok az şey yazıldı. Yakın tarihimizin bir sayfasına ışık tutması bakımından önemli gördüğüm bu konuda posta adresime gelen bazı bilgileri okuyucularımla paylaşmak istiyorum.

Şapka Kanunu’na muhalefet ettiği gerekçesiyle idama mahkûm olanlar arasında yer alan ve bohçacılık yaparak hayatını kazanan “Şalcı Bacı” diye tanınan bir kadından Gazeteci Nimet Arzık da bahsetmiştir. Bu olayı duyduğunda bir hikâye yazdığını ve adını “Şalcı Bacı Asılmaya Gidiyordu” koyduğunu söyleyen Nimet Arzık, Şalcı Bacı’nın “Şapka Kanunu’na Muhalefet suçundan asılacağı” kararına şaşırdığını, “candarmalar” onu iterek götürürlerken “Kadın şapka giye ki asıla?” diye sorarak geçtiği yollardaki “donuklaşmış” insanların içlerini kabarttığını da ifade eder.

Şalcı Bacı’nın “Kadın şapka giye ki asıla?” şeklindeki safça şaşkınlığı yansıtan sorusunu Nimet Arzık şöyle cevaplandırır:

Giyer, giymez, ama “icaplar” vardı… Görev icapları, ödev icapları, ibret icapları, gösteri icapları… Şalcı Bacı’yı iki metre boyuyla, “isli” yüzüyle, yılan yılan incelmiş örgüleriyle, siyah poşusuyla ve bütün sabır felsefesiyle darağacına vardırıyordu bu icaplar… Bildik evler arkasında kalıyordu, hükümet meydanına dek… Erkek adımlarla, bilmedik bir dünyaya doğru yürüyordu… Donuklaşmış halkın arasından, koşuşanlar vardı ağlayarak, onu o bilmedik dünyanın eşiğine kadar uğurlayan.

Şapka Kanunu’na Muhalefet” suçundan Şalcı Bacı’yı idama gönderenlerden biri, gazeteci-yazar Çetin Altan’ın dedesi Kumandan Tatar Hasan Paşa’ydı. Altan bir kitabında bu olayın kendisini nasıl etkilediğini şöyle anlatmıştı:

Dedem Hasan Paşa çok sert bir askerdi. İsmet Paşa topçu okulunda öğrenci iken, Hasan Paşa okul müdürüydü. Sonrası ünlü komutanlar olan o dönemin öğrencileri, anlatıp dururlar Hasan Paşa’nın sertliğini. Bir şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği bir şehirde, hızını alamayıp bir de kadın asmıştı. Sanırsam siyasal suçtan ilk asılan kadın odur tarihimizde. Kadın sehpaya çıkmadan önce “Ben bir hatun kişiyim. Şapka ile ne derdim ola ki” demiş galiba. Ben o tarihte henüz doğmamıştım. Çok ama çok sonradan öğrendim bunları. Ve inanın ince sızı gibi tatsız bir burukluk kaldı içimde.

İnternette çıkan başka bir yazıda Çetin Altan şunları söylüyordu:

Yıllar sonra Çetin Altan bu acı olayı da sütununa taşıdı. “Ben Tatar Hasan Paşa’nın torunuyum. Dedem Erzurum’da şapka yüzünden bir kadını, Şalcı, Şöhret Kadın’ı idam etmiştir maalesef. Orada on beş kişi şapkaya karşıyız diye yürüyor. O kadın da idam edilirken -ula uşaklarım, ben zaten hatun kişiyim, neden şapka giyeyim?- diye bağırıyor. (Bu karadeniz şivesidir, doğrusu şu olsa gerektir. “Lan kavat, kadın kısmının idam edildiği nerede görülmüştür”. Bu sözün mahkemede söylediğini bizzat Cumhurbaşkanı Demirel sohbet esnasında anlatmıştır. Demirel’in böyle işleri vardır, herkese mavi boncuk dağıtır)

Bu üzücü bir sey!” Düşünebiliyor musunuz? El işçiliğiyle yünden şal-çorap ören ve bunları çarşı pazarda satarak iki yetimine de bakan bir kadın. Hükümet konağının önüne geldiğinde camların kırıldığını görmüş, ansızın gelişen arbedeye şahit olmuş. Yetim çocuklarının da tutuklandığını zannetmiş. Dik dik bakan zabitlere sövmüş. Tatar Hasan Paşa’nın bir işaretiyle tutuklanmış. Kadın sehpada feryat ediyormuş: “Uşaklarım ben bir kadınım da, şapkayla ne alakam olur?” diye bağırsa da topluluğu devlet kuvvetlerine karşı tahrik ettiği isnadıyla ikinci gün başına geçirilen bir un çuvalı içinde sehpaya çıkarılıp idam edilmiş. Çetin Altan’ın şahadeti ayrı bir trajedidir.

Savcı Eğinli İbrahim Ethem tutuklanan çok sayıda masumu makul gerekçelerle kurtarır. Fakat (Çetin Altan’ın dedesi) Merkez Jandarma Komutanı Tatar Hasan Paşa Erzurum’da şapka inkılabının baş kahramanıdır. O, kan dökmekten haz duyan bir devrimciydi. 21 can asıldıktan, üç faili meçhul ve yedi kişi Sinop’a sürgün gönderildikten sonra Tatar Hasan Paşa sırra kadem bastı. Ikinci Cihan Savaşı’ndan sonra Berlin’de unutulduğu ve öldüğü rivayet edilir. (İskilipli Atıf Hoca / Mehmet Sılay)

Erzurum’da halk içinde Şapka Kanunu’na gösterilen muhalefet üzerine Vali Paşa’yla Kumandan Tatar Hasan Paşa kafa kafaya vererek bu muhalefeti kırmak için “daha kestirmeden” bir çözüm arayışına düşmüşlerdi. İşte Şalcı Bacı’yı idama götüren gelişmeler böyle başlamıştı. Nimet Arzık’ın anlattığına göre Vali ve Kumandan Paşa şöyle demişlerdi:

Muhayyelelere dehşet salmak için kimse hükümetin emrinden dışarı çıkmasın diye n’apalım? Bir kadın asalım, inkılâplara karşı geldi diye.

Sonrası da şöyle: …inkılâba karşı, gösterişli boyundan ötürü Şalcı Bacı’yı bulmuşlardı. Bohçacıydı yazık… Evden eve gezer, çarşaflar, yatak örtüleri, ‘poşu’lar satardı, dolaştıkça yassılaşan bohçasına sarılı…

Ve evlerinde rahat oturan kadınların şikâyetlerini dinlerdi, “izli” yüzünün huzuru bozulmadan bazen bir “kitaplık” lâf ederdi, yerini bulan… Şalcı Bacı’nın ne şapkadan, ne de inkılâptan haberi vardı… Ama “ihbar” diye bir müessese vardır, hâlâ acı acı işler Türkiye’de… İşte o müessese işlemişti.

Böylece Şalcı Bacı’nın yüzü inanmamazlık ve şaşkınlıkla kırışmıştı. İkide bir de duraklarken “Kadın şapka giye ki asıla?” diye sorarak direnmişti. Arzık hikâyesinde diyor ki:

Ve asıldı… Sarkmış vücudu ne kadar, ne kadar uzandı, Türkiye’nin her tarafına gölgeler salacak kadar uzun.

İşte Tatar Hasan Paşa’ların ve Vali Paşa’ların işine öyle geliyor diye, kendi halinde zavallı bir bohçacı kadın, şapka giymesi mümkün olmayan savunmasız Şalcı Bacı bir çırpıda Şapka Kanunu’na muhalefetten idam edilenler kervanına katılmıştı.

İşte Şalcı Bacının ibretli ve ibretli olduğu kadar da düşündürücü öyküsü. Yunanistan’da bir genç polis kurşunu ile öldürülen genç için ülke sokaklara döküldü. Gerçi Yunanlılar her yeri ateşe verip anarşi çıkardıkları için yapılanları tasvip etmiyorum. Lâkin bir hiç uğruna öldürülen insanlarımızın bir kısmının hiç olmaz ise iadeyi itibarlarını sağlamak için bu konuda halkımızı bilgilendirmek istiyorum.

Bir Türk cihana bedeldir” diye konuşan insanların ne derece samimî oldukları Şalcı Ana’ya gösterdikleri saygı ölçüsünde anlam kazanacaktır. Aksi takdirde yalancı olduklarını ve Yunanlılar kadar dahi insanlarına değer vermediklerini göstereceklerdir. Bu arada “kadın hakları” adı altında canımız kızlarımızı en kutsal meslek olan annelikten soğutup yuvalarından çıkarıp aç kurtların arasına salan örgüt ve derneklerin de kulağını çınlatmak isterim. Eğer onlarda kadın hakları konusunda samimî iseler Şalcı Ananın itibarını iade etsinler. Fransızlar, Jean d’Arc’ı ateşte yaktıktan sonra bir millî kahraman olarak ilân ettiler. Biz ne yaptık? Şalcı Ana gibi zavallı kadınlarımızı bunca yıl geçtiği halde hatırlamak bile istemedik.

Bu konuları ibret almak için çok konuşmalı ve tartışmaya açmak zorundayız. Çünkü hâlâ gerçek kahramanlara hain, zalimlere ise kahraman adını veriyoruz. Böyle bir durumu kabul etmek 21. Yüzyıl insanı için en hafif bir ifade ile ayıptır. Bu ayıba bir son vermek gerektir.

Bu yazı biraz uzun oldu lakin zarar görmüyorum bu konuda yine Bizim Aile dergisinde ve internette yayınlanan yazıları ilave etmek istiyorum:

Asıl ismi Şöhret. Soyadı Kanunu 1934’te kabul edildiği için soyadı yoktu daha. Erzurumlu ve halk arasında “Şöhret Ana”, “Şalcı Bacı” gibi isimlerle tanınıyor. Yetim çocukları var bunların iaşelerini temin edebilmek için şal örüyor ve Erzurum’da bit pazarında satıyor. 

Tarih 24 Kasım 1925’i gösteriyor.

Yer Erzurum Valilik önü.

Çoluk çocuk ve birtakım kışkırtıcılardan oluşan bir gurup insan 25 Ağustos 1925’te çıkarılan ve hâlâ da yürürlükte olan “Şapka Kanunu”nu protesto ediyorlar, valiliği taşa tutuyorlar. Kışkırtıcılık o kadar büyük boyutta ki maalesef istenmeyen olaylar oluyor. 
Şalcı Bacı bu esnada yine pazarda çocukları için ördüğü malları satmakla meşgul ve gelip ona diyorlar ki:
“Senin çocuklar hükümeti taşa tutuyor, git onlara sahip çık!”

Kadıncağız hemen Valiliğe geliyor bakıyor ki ortalarda kimse yok.Sağa sola koşuşturuyor, çocuklarının tutuklanmış olduğunu düşünüyor. Bu arada ana yüreği dayanamayıp oradaki kamu görevlilerine, şapkalılara bağırıp çağırıyor…

Erzurum’daki bu protestolardan sonra sıkıyönetim ilan edilir. Şehrin Komutanı Tatar Hasan Paşa ve Vali’nin idam etme yetkileri vardır. Kafa kafaya verip bu işi kısa yoldan bastırmak için bazı idamlar gerçekleştirmek isterler. Sıkıyönetim ile birlikte akşam namazından gün ağarıncaya kadar sokağa çıkma yasağı getirilir. Erzurum Camileri haftalarca sabah ve yatsı namazlarında kapalı kalır. Düzinelerce insan evlerinden toplanır ve idam edilir. Yakınlarını görmek isteyenler, okkalı bir dayak yedikten sonra gönderilirler. İdam edilenler şehrin meydanlarında akşama kadar sergilenirler. Teşhir edilen mazlumlara öldükten sonra da saygı gösterilmez. Tek atlı çöp arabaları bunları alarak dini merasim yapılmadan toplu mezarlara gömerler. Ve bu idamların içerisinde bir tanesi vardır ki tarihe geçmiştir ama kara bir leke olarak. Evet tarihimizde ilk kez bir kadın idam edilmiştir. Şalcı Bacı çuvala konulup o şekilde idam edilmiştir. Suçu nedir? Sıkıyönetime göre kanuna muhalefettir ama ya aslı nedir işin? Ana yüreğinin verdiği hassasiyet ile “acaba çocuklarım kayboldu mu”, “hapse mi atıldı” gibi düşüncelerden kaynaklanan serzenişler….

Şalcı Bacı, idam kararı verildiği vakit ona son sözün nedir diye sorulmuş. Demiş ki:
“Lan kavat, kadın kısmının idam edildiği nerede görülmüştür”. Ve Jandarmalar onu asılmak üzere götürürken yöresel şivesiyle “Kadın şapka giye ki asıla?” demiş. Ve bu sözleriyle gönüllerde “Şöhret” olmuş.

Ama tarihimizde bu kara leke hep varolacak. Suçsuz bir yere kadını idam etmek…

İlk kez bir kadını idam etmek.

Şehrin Kumandanı olan Tatar Hasan Paşa şu an ki Altan Kardeşlerin dedeleri imiş.Gazeteci-Yazar Çetin Altan bir kitabında:
“Dedem Hasan Paşa çok sert bir askerdi. İsmet Paşa topçu okulunda öğrenci iken, Hasan Paşa okul müdürüydü. Sonrası ünlü komutanlar olan o dönemin öğrencileri, anlatıp dururlar Hasan Paşa’nın sertliğini. Bir şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği bir kentte, hızını alamayıp bir de kadın asmıştı. Sanırsam siyasal suçtan ilk asılan kadın odur tarihimizde. Kadın sehpaya çıkmadan önce “Ben bir hatun kişiyim. Şapka ile ne derdim ola ki” demiş galiba. Ben o tarihte henüz doğmamıştım. Çok ama çok sonradan öğrendim bunları. Ve inanın ince sızı gibi tatsız bir burukluk kaldı içimde” şeklinde anlatıyor. ( Kaynakça: Vehbi Horasanlı, Konuyla İlgili Makaleleri (Şalcı Şöhret Kadın, Şalcı Şöhret Ana’nın hikâyesi ) Mustafa Çetin Baydar , Şapka)


Diğer bir yazım: 

Şalcı Şöhret Kadın

Erzurum şehri kahramanlar yatağıdır. Sadece erkekleri değil kadınları da kahraman olarak yetişmiştir. Zira Rus, Balkan, 1. Cihan ve İstiklal Savaşı nedeniyle çocukları erken yaşta asker ocağına koşmuş olan kadınlara erkek gibi oturup kalkmak gereği düşmüş bu bacılarımız birer kahraman olarak ortaya çıkmışlardır.

Nitekim 93 Harbinde, Cephenin yarılmasını müteakip Nene Hatun önderliğinde Türk kadınları devreye girmiş, şehre saldıran Rus askerlerini erkekler gibi savaşarak geriye atmışlardı. Erzurum bu sayede işgal edilmekten kurtuldu.

Erzurum’un kara bahtına erkekleri kadar kadınları da giriftar olmuştu. Burada bahsedeceğimiz Şalcı Şöhret Ana’da tıpkı Nene Hatun gibi meşhur olmuş bir kadındı. Fakat onun meşhur olması isminden yani Şöhret adından değil, mahkeme salonunda vermiş olduğu cevaptan ve cesaretinden kaynaklanıyor.

Uzun yıllar Başbakanlık yapmış daha sonra da Cumhurbaşkanı olmuş bir zat bu kadından bahsederek mahkemede vermiş olduğu ifadeyi nazarlara vermişti. Şalcı Bacı’ya hâkim Şapka inkılâbına karşı çıktığı bahanesi ile idam cezası verdiği vakit, son sözü olup olmadığını soruyor. Şalcı Şöhret Bacı ise tarihe geçecek şu yanıtı veriyor “lan kavat, kadın kısmının idam edildiği nerede görülmüştür”.

Gerçektende siyaset yüzünden idam edilen insanların her türlüsünü tarih yazmıştır ama bir kadının idam edilmesi eşine ender rastlanan bir durum olduğu halde kimsenin yazmaya cesaret edemediği bir konu olup çıkmıştır.

Bir Erzurumlu olarak bu konuyu çok merak etmiştim. Nitekim Mustafa Çetin Baydar isimli bir yazarın “Şapka” isimli kitabını okuyunca merakımı kısmen de olsa giderebildim. Bu konu hakkında edindiğim bilgileri okuyucularımla paylaşmak istiyorum.

24 Kasım 1925 günü Erzurum’da çoluk çocuk ve birtakım kışkırtıcılardan ibaret bir gurup “Şapka giymek istemiyoruz” diyerek Valilik önüne gelmiş, kendilerine bir cevap verilmeyince binayı taşa tutmuşlardı. Şehrin ileri gelenleri bu şekildeki protesto etmeyi uygun görmemiş olacak ki “kış mevsimi geldi başımız üşüyecek, hele bir yaz gelsin ondan sonra bu işin bir çaresine bakarız” diye orta yol bulmuşlar gösteri yapanlara engel olmaya çalışmışlardı.

Fakat memleketimizde meydana gelen birçok olayda olduğu gibi bu olayda da kışkırtıcılar devreye girmiş istenmeyen hadiselere neden olmuşlardı.

İşte bu sırada yetim çocuklarına bakmak için şal örüp bitpazarında açtığı sergide bunları satan Şöhret isimli kadıncağıza haber verilir ve denir ki “senin çocuklar hükümeti taşa tutuyor, git onlara sahip çık”. Zavallı kadın Valiliğin önüne geldiğinde çocuklarını bulamaz. Zanneder ki çocuklarını tutuklamışlar. Ana şefkati ile sağa sola koşuşturmaya başlar. Bu arada bazı kamu görevlilerine yavrularını kaybetme endişesi ile bağırıp çağırmaya başlar. Ana şefkati işte hiçbir şeye benzemez, önüne gelenlere ve özellikle de şapkalı görevlilere sayıp durmuş. Bütün suçu bu.

Mahkeme heyeti ne ana yüreğine bakmış, ne dini hassasiyetleri düşünmüş ne de galeyan halindeki bir kısım halkın heyecanını dikkate almıştı. Sonunda tarihe geçecek bir karar alarak bir kadını siyasi gerekçeler ileri sürerek idam etti.

İlginçtir, bugün yazıları ile demokrasi için mücadele eden Altan Kardeşler (Mehmet-Ahmet)’in dedeleri Tatar Hasan Paşa, şehrin Müstahkem Mevki Komutanıydı. Çıkan bir kanunla fırka komutanlarına idam etme yetkisi verilmişti. Adliye Bakanı Mahmut Esat, Vali ve iki komutana yardımcı olması için İbrahim Eşem adlı savcıyı da görevlendirmişti.

Nihayet Erzurum’da sıkıyönetim ilan edilir. Akşam namazından gün ağarıncaya kadar sokağa çıkma yasağı getirilir. Erzurum Camileri haftalarca sabah ve yatsı namazlarında kapalı kalır. Düzinelerce insan evlerinden toplanır ve idam edilir. Yakınlarını görmek isteyenler, okkalı bir dayak yedikten sonra gönderilirler. İdam edilenler şehrin meydanlarında akşama kadar sergilenirler. Teşhir edilen mazlumlara öldükten sonra da saygı gösterilmez. Tek atlı çöp arabaları bunları alarak dini merasim yapılmadan toplu mezarlara gömerler.

Şalcı Bacıyı da benzer şekilde lakin kadın olduğu için bir çuvala koyup öylece asarlar.

Toplu mezarlar 13 sene sonra açılarak naaşları sahiplerine iade edilir. Şalcı Bacının oğlu ne yazık ki korkudan anasının naaşını almaya gelemez. Nihayetinde toplu mezarlardan çıkarılan idamlıklar aradan 13 yıl geçtikten sonra dini merasimleri yapılarak Tuzcu köyündeki mezarlığa defnedilirler.

Bu hazin olayı kısa da olsa aktarabildimse ne mutlu bana. Bu vesile ile din ve vatan uğruna şehit düşmüş bütün ecdadımızı minnetle yâd eder, Cenabı Allah’tan gani gani rahmet buyurmasını niyaz ederim.

Yazar : Vehbi KARA

Dr. Vehbi KARA, 1965 Yılında İstanbul’da doğdu. İlk ve orta eğitimini yine İstanbul’da tamamladıktan sonra 1982 yılında Deniz Harp Okuluna girerek askeri öğrenci olarak eğitimine devam etti. 1986 Yılında Kontrol Sistemleri bölümünden Elektrik-Elektronik Mühendisi olarak mezun olduktan sonra Teğmen rütbesi ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı savaş gemilerinde ve karargâh birimlerinde deniz subayı olarak görev yaptı. Savaş gemilerinde güdümlü mermi ve top atışlarında birincilik kazanmıştır. 1997’de Yüzbaşı rütbesinde iken askerlik mesleğinden ayrıldı ve ticaret gemilerinde çalışmaya başladı. Gemi Kaptanı olarak çeşitli ülkelere ait 30’dan fazla ticari gemide görev yapmış çalıştığı firmalardan ödüller almıştır. 2011 Yılında Araştırmacı kadrosu ile İstanbul Üniversitesinde göreve başladı ve halen de bu üniversitenin Su Ürünleri Fakültesinde ve Mühendislik Fakültesinde denizcilikle ilgili meslek dersleri öğretmenliği görevini yürütmektedir. 1997 Yılında İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Bölümünde “Petrole Dayalı Stratejiler ve Uluslararası İlişkilerde Petrolün Rolü” isimli çalışması ile yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. 2015 Yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çalışma Ekonomisi ve Endüstri ilişkileri Bölümünde “Çalışma İlişkileri Açısından Kapitalizm Sonrası Dönem: Malikiyet ve Serbestiyet Devri” başlıklı çalışması ile doktora eğitimini tamamlamıştır. Uzakyol Kaptanı yeterliliğinde gemi kaptanlığı, Denizci Eğitimci Belgesi ve Elektrik-Elektronik Mühendisliği sertifikaları mevcuttur. Denizcilik, askerlik, tarih ve iktisat konularında çeşitli dergi, gazete ve internet sitelerinde makaleler yazan Vehbi KARA’nın “Bahriyede 15 Yıl” ve “Altı Ayda Altı Kıta” isimli iki kitabı bulunmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Bilgi değil, bünye meselesi! / Mustafa ÖZCAN

Mustafa ÖZCAN  Bilgi değil, bünye meselesi! Günümüzün en önemli manevi hastalıklarından birisi nemelazımcılıktır. Bu da emri bi’l …

Kapat