Ana Sayfa / AİLE & SAĞLIK / Aile / Ev İşlerini Aşan Hedeflerimiz Olmalı / Yıldız Ramazanoğlu

Ev İşlerini Aşan Hedeflerimiz Olmalı / Yıldız Ramazanoğlu

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yıldız Ramazanoğlu:“Sabah uyanınca ev işlerini aşan hedeflerimiz olmalı”

“Kur’an dersleri aldığım biricik hocam Fatma Kutluoğlu, para kazanmak için bir işte çalışmıyor ama hayatı Kur’an’dan süzülenleri öğretmekle ve insanlığı aydınlatmakla dolu, buna göre şekillenmiş. Bu biraz da kimseden bir görevlendirme beklemeden kendini görevli kılmakla alakalı. Sabah uyanınca ev işlerini aşan hedeflerimiz olmalı.”


Amerikalı üniversite öğrencisi 19 yaşındaki Rachel Corrie, yıllar önce Filistin topraklarında İsrail tanklarının önüne kendini siper ettiğinde ve peşinden tanklar tarafından ezilerek öldüğünü gösteren fotoğraflar dünya basınına düştüğünde, herkes kendi duygu ve inanç dünyasında farklı tepkiler vermişti. Kimine göre bu bir delilikti, bu kadarına pes doğrusu! Kimi ise durumu anlayamadı da zihninde bir yorum yapma yeri bile ayırmadı. Az bir grup ise onun niçin ölümüne, başka dinden, ırktan bir ülkenin topraklarında küçük bedenini ve kocaman yüreğini haksızlık karşısında ortaya koyduğunu anlayabildi.

Dünyada olan bitene tepki vermek, çözüm aramak bazı isimlerle özdeşleşiyor. Hâlbuki insan olmak itibariyle yanlışa dur demek, düşene el vermek herkesin vazifesi değil midir? Peki, Müslüman olmak, insani duygularından iki kat fazla sorumluluk vermiyor mu bizlere? Yıldız Ramazanoğlu, Irak’ta yaşanan olaylara, internet üzerinden milyonları harekete geçirerek tepkisini gösteren, Diyarbakır’da ailevi sorunlardan dolayı sığınma evlerine giden kadınlara ulaşan, Türk kimliğiyle Kürt kimliğindeki insanları savunan örnek ve öncü bir yazar. Onun dünyasında haksızlığa uğrayan insanlara yazdıklarıyla ve yaptıklarıyla destek olmak var. Edebiyatı da bir nevi bu amaçla kullanıyor.

Yazar Yıldız Ramazanoğlu, kendi mutfağında Filistin davasının bir sembolü olan Corrie’nin fotoğrafını asmış. “O birlikte yukarıya tırmanışımız bana göre” diyor. Biz de kendisiyle elini taşın altına koymayı, kadın sorunları ve duyarlılıkları üzerine konuştuk.

Haksızlıkları, zulme uğrayan insanları, kadınlara karşı yapılan istismarı edebiyat ikliminde anlatıyorsunuz. Edebiyatla sorunlara parmak basmak artı sağlıyor mu?

Edebiyat hayata derinden nüfuz etmemizi sağlar. Yeni pencereler açmaktır bu. Kusurlu bir hayattan kusursuz bir yapıya nasıl gidebileceğimizi gösterir. Aslında bu manada bütün yaptığım var olanı aşındırmak ve olmasını murat ettiğimiz şeyi hayatın içinden çekip çıkarmak. Bunu yaparken bir edebiyat metninin işlevi birilerini mahkûm etmek ya da başkasını temize çıkarmak, aklamak, masum ilan etmek değildir. Olanı ve hayatın içindeki süreçleri anlamaya çalışmak ve anlatmaktır. Bunun içinden zaten eksik olanlar parlar ve söylemlerin, eylemlerin, kavramların buyuruculuğu sarsılmaya başlar. Yaşananların nelere yol açtığı daha net görülür; zihinlerde kırılmalar, incelmeler, başka türlü görmeler oluşur. Bir okur kitabı okuduktan sonra ön yargılarında hiçbir değişme olmuyorsa o kitabı okumaya değmez.

Sizi tenzih ederek söyleyebilirim ki günümüzde yanlış giden işlere tepki göstermek herkesin tercih ettiği bir yol değil! Hâlbuki dinimiz tepkisizliğe buğz ediyor. Kimliğimizle çatışmıyor muyuz böyle?

“Size ne oluyor da yurtlarından çıkarılan öldürülen kardeşleriniz için savaşmıyorsunuz?” denilir bize. Acılar bizi yakmadıkça, tam kapımıza gelmedikçe başkasının acısı olarak görme eğilimi var nefsi olarak. Oysa zihnimizde başkası diye bir kategori yoksa Peru’daki bir kadının başına gelen de, Şam’daki kardeşimiz de, Diyarbakır’da yaşananlar da bizi yürekten ilgilendirir. Günümüzde kapı komşumuz eşi tarafından şiddete uğrarken bile değil kapıyı çalıp müdahale etmek, bir zahmet telefon edip polis çağırma ihtiyacı duyulmuyor. Sadece sesleri duymayacağımız uzak bir odaya geçmekle yetiniyoruz. İslam, adalet ve hayata müdahil olma dini, inisiyatif alma ve zulme karşı mücadele inancı. Burada mazluma kimliği sorulmaz.

Peki bu noktada geleceğimizi şekillendirecek olan genç nesli nasıl buluyorsunuz? Günümüz gençliği sorumluluğunun farkında mı? “Dünya insanı” olması konusunda gençlerin nasıl nedenleri olmalı?

İslam cihanşümul olduğuna göre dünyada olan her şey bizi ilgilendirir. Kur’an’ın mesajını iletmemiz gerek kalpsiz dünyaya -ki bu da fedakârlık, çalışkanlık, diğerkâmlıkla olur. Gençlerde merhamet ve sorumluluk duygusu çok yüksek. Bunu harekete geçirip yolu açacak yetişkinler ise ehl-i keyf ve çoğu kimse canından, malından, enerjisinden, kanından bir dilim olsun vermek istemiyor. Bu da potansiyeli bloke eden bir durum…

Sizin duyarlı tarafınızı baz alarak kadın savunucusu, aktivist gibi sıfatlar kullanılıyor. Bu tanımlamalar hakkında neler söylersiniz?

Bir kimlik gibi söz edilmesi rahatsız eder elbette. Bu dünyada haksızlıklara itiraz eden, sineye çekmeyen, harekete geçen ve ne yapmalı diye kafa yoran milyonlarca insan var. Kimileri de uzaktan alayvari izliyor yapılanları. Irak işgal edildiğinde aynı gün bütün dünyada on milyon insan meydanlarda protesto etmiştik internet ağıyla haberleşerek. Bu insanların bir parçası olmak benim insanlık görevim ve bunu asli vecibe olarak gören bir Müslüman için aktivist olarak anılmak fazladan bir kelime israfı. Fussilet Suresi’ndeki gibi “Ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kimdir” demek lazım.

Kadın meselesi ise çok oylumlu… Yakında çıkacak olan “İşgal Edilen Kadınlar” kitabımda Orta Doğu’da kadını kurtarma adına yaşananları anlatmaya çalıştım. Emperyal hedefleri olanların çabaları bir yana, İslam adına ortaya konan pratikler de iç açıcı değil. Hakkaniyet, cinsler arası eşitlik meselesine gelince yok olup gitmiş durumda. Kur’an’ın çok uzağındayız birçok bakımdan. Bu bizi ilgilendirmek zorunda… Allah’ın rızasından, kitabında murat ettiklerinden uzağa düşmüş olmaktan daha önemli ne meselemiz olabilir ki?

Bir başka konumuz da, İslam dini “kadını eşine bir emanet” olarak koruma altına aldığı halde pratik hayatta iş hiç de öyle değil. Sizin bu konuda verdiğiniz tepkiler ve yaptığınız açıklamalar var. Müslüman erkek Müslüman kadına davranması gerektiği gibi neden davranmıyor?

İnsan zihni fıtri olarak kendisi için adaleti özler ama çoğu kez aynı zihnin işleyişi adaletsizdir başkaları söz konusu olduğunda. Zihnimizin zulümden arınması kendiliğinden olmuyor, emek ve çaba ister; kalbin ve zihnin köpükten, cüruftan, ön yargıdan, nefse kolay ve güzel gelenden uzaklaşması için. Kur’an’a teslim olmak ve Peygamberimizin hayata geçirme biçimine razı olmak gerekiyor. Bütün müminler sosyal ibadetler olan bayram, cuma ve cenaze namazına katılırken kadınlar Peygamberin çadırının yanına çadırını kurup itikâfa girerken, çarşı pazarı denetleyen müfettişler olarak atanabilirken şimdi ne oluyor da ”kadınlar evine gitsin”den başka söz işitilmiyor acaba? Şahsen ben zihni açık, hak ve adalet duygusu gelişmiş, her türlü ayrımcılıktan nefsini arındırmış din kardeşlerimle yola devam ediyorum; çok da takılmıyorum merhametten ve adaletten uzak söylemlere.

Kadın, kadın olarak bu eşitsizliği, haksızlığı nasıl tolere edebilir? Kadınların kendisi bu konuda neler yapmalı?

Kadın da erkek de bir kul olarak kendini sonuna kadar gerçekleştirmekle, haksızlıklara karşı durmakla mükellef. Tekâmülümüzün önündeki engellerle incelikli, kavgadan uzak sabırlı bir mücadele yürütebiliriz. Bu kararlı, tutarlı ve ilkeli olmakla alakalı… Çevremizden aileden kopmadan kör noktaların aydınlanması için emek vermeliyiz ve Kur’an’dan yola çıkan söylemimizi güçlü kılmalıyız ki dünyevi savrulmalar olmasın. Kaldı ki dünyevi talepler de meşruiyet alanı içinde olmak kaydıyla kınanacak bir şey değildir. 

28 Şubat süreciyle birlikte başörtüsünün engellenmesi ve peşinden toplumdaki gençlerden başlayan kıyafetlerdeki rahatlık, vahyin emrinin dışında baş örtme ve giyinme şekilleri çıktı. Siz de bu süreci gözlemleyen biri olarak bu durumu nasıl izah ediyorsunuz? Bu süreç zaten olacak mıydı?

Önceliği başörtüye veriyorum bu durumda. Sonuçta aşağı bir statü olarak devlet eliyle tanımlanmış, yasaklanmış, akıl almaz dünyevi kayıplara yol açan bir giyim tarzını benimsemiş bu genç kadın. Bunu önemli görürüm. Sonrası ise çok karmaşık etkileşimler ve ilişkiler sonucu ortaya çıkmış bir yozlaşma. Bu noktada hiç kimse sadece bu kadınları suçlayarak işin içinden çıkamaz. Daha mütedeyyin görünümlü kadınların hem laik hem dindar çevrede itibar görmediği bir kamu alanından söz ediyoruz. Hem de en yakıcısı Müslüman erkeklerin açıkça deforme giysileri tercih etmesi ve böyle giyinen kadınlarla hemhal olmayı tercih etmesi, evlenirken bile… Kadınlar hâlâ oylumlu aşağılamalara, gizli horgörülere uğrarken elbette bunun bir karşılığı olacaktı. Kabul görme duygusu genç kadınlarda zihinsel fırtınalara yol açtı. Bekliyoruz ki bütün değerleri kadınlar korusun. Hayır, yok böyle bir zulüm. Müslümanlardaki aşırı dünyevileşme ve sahip olma dürtüsü, sekülerleşme olgusu kadın giyimine de bir şekilde yansıdı. Her şey diyalektik olarak gelişiyor. Dilerim kadınlar her şeye rağmen bu akıntıya kapılmaz da yine çizgiyi muhafaza etme onuruna talip olur.

Yukarıdaki soruya paralel olarak iş hayatında da kadın naifliğini koruyamıyor. Dinimizin kadına çizdiği mahrem alan bakıyoruz ki yırtılıyor. Bu durumda ne yapmak gerekiyor sizce? Çalışan bir bayan olarak seçeceğimiz işi mi kendimize uyduralım yoksa bizi koruyacak bir işi mi seçelim? Ki bu durum da kadınların sosyal hayatta çok zorluk yaşaması anlamına geliyor. Yani naifliğimizi nasıl korumalıyız?

Ölçüleri iyi bilen bir kadın her ortamda bunu koruyabilir. Otokontrol gerekli. Kendimizi İslami kişilikli çizgimizle kabul ettirmek zorundayız, kırmızı çizgilerimizi hemen anlamalı bizimle tanışan insanlar. İş ortamları konusunda mümkün olduğunca seçici olmalıyız elbette. Aynaya bakmak çok önemli, bakıp kendimizi görebilir, göz göze geldiğimizde her açıdan olması gerekenin ne olduğunu anlayabiliriz.

Bir edebiyatçı olarak iyi bir edebiyat okuru olmak için nasıl ve neler okumalıyız? Yol gösterici önerilerinizi bizimle paylaşır mısınız?

Bu sübjektif bir alan… Edebiyat ve sanatta ortak bir beğeniden söz etmek çok zor… Fakat çoğu kez başyapıtların ve klasiklerin boşuna bu kategoriye alınmadıklarını düşünebiliriz. Bizi kendi halimize bırakıp gitmeyen aşkın ve yüce pencereler açan, insanın hakikatiyle buluşturan kitaplar hepimize iyi gelir. Benim tercihim biraz toplumsal gerçekçilikten ama büyülü gerçekçilikten yana. Başucumuzda iyi şiir kitapları olmalı mesela. Hikâyeler ise bize bir hâli, bir olayı yoğun bir tahkiye biçimiyle verir ve şimşek gibi geçer üzerimizden. Romana gelince bizi inciten, örseleyen, hayatı kâğıt üzerinde yeniden kurma girişimidir ve varlıkta olmayanı ona vermeye çalışır sezdirmeden. Her türün kıymeti ayrıdır ve isim isim örnekler vermek çok zor. 

Son olarak ev hanımlarına da bulunduğu ortamda var olmaları için neler tavsiye edersiniz?

Ev hanımı kategorisini reddediyorum. Hepimiz ev kadını ve ev erkeğiyiz. Yaşamla ilgili sorumluluklarımız var. Ev hanımı dediğimiz kadınların çoğu birçok projede yer alıyor ve hayatları gündelik hayatla sınırlı değil. Zamanı iyi örgütleyerek hayatı dört bir yanından kuşatabiliyorlar. Mesela Kur’an dersleri aldığım biricik hocam Fatma Kutluoğlu, para kazanmak için bir işte çalışmıyor ama hayatı Kur’an’dan süzülenleri öğretmekle ve insanlığı aydınlatmakla dolu, buna göre şekillenmiş. Bu biraz da kimseden bir görevlendirme beklemeden kendini görevli kılmakla alakalı. Sabah uyanınca ev işlerini aşan hedeflerimiz olmalı, bunu kendi meşrebimize koşullarımıza ve birikimimize göre var edebiliriz. 

Mülakat: Fatma Şenadlı Kavak


nesilcocuk.com

 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

“Müslüman Aile” Dağılıyor mu?

“Müslüman Aile” Dağılıyor mu? Günümüz toplumunda aile kurumunun bozulduğuna, dağılmaya yüz tuttuğuna dair söylem ve …

Önceki yazıyı okuyun:
O aslında öyle değildi, siz onu etiketlediniz… / Rumeysa Telli

Hakan; yerinde duramayan, kıpır kıpır, içi içine sığmayan bir çocuktu. Kendince farklı bir öğrenme yöntemi …

Kapat