Ana Sayfa / KASTAMONU / İz Bırakanlarımız / Şeyh Şaban-ı Veli / Yrd. Doç. Dr. Kerim KARA

Şeyh Şaban-ı Veli / Yrd. Doç. Dr. Kerim KARA

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Şeyh Şaban-ı Veli / Yrd. Doç. Dr. Kerim KARA*

Cemâliyye-i Halvetiyyeden münşaab Şâbâniyye’nin kurucusudur. Kerâmetlerinden dolayı “Velî” lakabını alan Şâban Efendi, küçüklüğünde hâfızlığını daha sonra da hac görevini yerine getirdiği için “Hacı Hâfız Şâbân-ı Velî” olarak da anılırdı.[1]

Şâbân-ı Velî Kastamonu’ya bağlı Taşköprü ilçesinin Harmancık mahallesinde Çifte Câmiiler[2] sokağında dünyâya gelmiştir.[3] Diğer bir rivâyete göre Taşköprü ilçesi Gökçeağaç bucağı Çakırçayı köyü Cimdar mahallesinde doğmuştur.[4] Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. Bâzı kaynaklara göre hicrî 905’de (1499)[5] ya da 902 (1492) de doğmuştur.[6] Doğduğu evin yakın zamâna kadar mevcut olduğu rivâyet edilir.[7] Şâbân-ı Velî henüz küçük yaşta iken babadan anadan yetim kalmıştır. Küçüklüğünde şefkatli bir kadın,[8] Hazret-i Muhammed (s.a.s) i besleyen Halime gibi Şâbân-ı Velî’yi alıp evlât edinmiş ve Allah rızâsı için besleyip büyütmüştür[9]. Kimi kaynaklar bu kadının daha sonra adının hiç geçmediğine göre uzun yaşamamış olabileceğini ifâde ederken İhsan Ozanoğlu bu kadının uzun yaşadığını ve Şâbân-ı Velî’nin bâşarılarını gördüğünü belirtiyor.[10]


Okumaya çok istekli olan Şâbân Efendi ilk tahsilini Taşköprü ve Kastamonu’da yapmıştır. Kastamonu’da bâzı ilimlerde icâzet almasına rağmen tahsili bırakmamış tahsiline devam etmek üzere İstanbul’a gitmiş[11] ve orada Fâtih Medresesi’nde uzun müddet tahsîl yapmış ve oradan da icâzet almıştır. İhsan Ozanoğlu’nun bildirdiğine göre müderris olan Şâbân-ı Velî tefsir ve hadis konularında bir hayli uzmanlaşmıştır.[12]

Şâbân-ı Velî İstanbul’daki tahsîlini sürdürürken zâhirî ilimlerin kendisini tatmin etmediğini anlamaya başladı. Kendisini sükûnete erdirecek çârenin tasavvuf olduğunu düşünerek İstanbul’daki bâzı şeyhlerle görüştü, ancak aradığını onlarda bulamadı.[13]

Bu sıralarda gördüğü bir rüyâda memleketine dönmesi işâret edilir.[14] Memleketine dönmek üzere yola çıkan Şâbân-ı Velî, kara yoluyla Bolu’ya geldiğinde Cemâl Halvetî’nin halîfesi Hayreddîn-i Tokadî’nin insanları irşat ettiğini haber alır. Hayreddîn-i Tokadî’ye gidip hâlini arzeden Şâbân-ı Velî ondan el alır ve dervişleri arasına katılır.[15]

Sefîne’de “Şeyh Şâbân-ı Velî’nin Hayreddîn-i Tokadî’nin yanında ne kadar kaldığı mâlûm değildir.” denilirken bâzı kaynaklarda on iki sene onun yanında kaldığı yazılmıştır.[16] Şâbân-ı Velî sülûkünü tamamlayıp irşat ve hilâfet rütbesine eriştikten sonra şeyhi tarafından Kastamonu’ya gönderilmiştir.[17] Kastamonu’ya gelişinin ilk zamanları, şehrin kuzeyinde bulunan Honsalar mahallesi câmiinde vaaz ve irşat ile meşgul olmuştur. Bir süre sonra Hisarardı semtine taşınmış, burada da aynı meşgûliyeti devam ettirmiştir. Daha sonra yeniden Honsalar câmiine dönerek vaaz ve irşat ile meşgul iken, çıkan büyük bir yangın sonucu câmii yandığından, tekrar Hisarardı semtine geçmiştir. Orada seyyid Yahyâ Şirvânî’nin halîfelerinden olup irşat için Kastamonu’ya gönderilen ve uzun süre irşat ile uğraştıktan sonra bir halîfe yetiştiremeden vefat eden Şeyh Sünnetî Efendi tarafından yaptırılan dergâhta pek çok insanı irşat etmiştir.[18] Eğitip yetiştirdiği kimselerden üç yüz altmışı hilâfet mertebesine ulaşmıştır.

Şâbân-ı Velî’nin vefâtı, Sefîne’de yazıldığına göre hicrî 976 (1568-69) senesi zilkade’sinin on sekizinci cuma gününe müsâdiftir. Cenâzesine zengin fakir herkes koşmuştur. İnsanlar oturduğu odadaki hasırı parça parça edip teberrüken birer parça almışlardır. Cenâzesi yine büyük bir izdihamla Hisarardı denilen mahaldeki medfenine ulaştırılmıştır.[19]

Şâbân-ı Velî’nin Kastamonu’da Eski Kale eteğinde bulunan türbesi umûmî ziyâret yerlerinin başında gelir. Türbe inşaâtına ilk defa Sultan Ahmed’in şehzâdesi Sultan Osman zamânında başlanılmışsa da türbenin ustası Ömer kethüdâ[20] israf ettiği gerekçesiyle Nasuh Paşa tarafından îdam edilmiş, inşâat yarım kalmıştır. İnşâatın durdurulmasından iki sene sonra Küre nâhiyesinde kadı görevinde bulunan Bolu ulemâsından Akkaş Hibetullah Efendi adındaki bir zat ile dergâh-ı hümâyun kapıcıbaşılarından Mehmed Ağa’nın yardım ve gayretleriyle türbenin inşâsına yeniden başlanılmış, halkın bilhassa Şâbâniye tarîkatı müntesiplerinin yardımıyla 1020 (1611) târihinde türbenin inşaâtı bitirilmiştir.[21]

Bilindiği kadarıyla Şâbân-ı Velî’nin Ömer Fuâdî’den başka menâkıbını yazan olmamıştır.[22] Ömer Fuâdî, Şâbân-ı Velî’nin halîfesinin halîfesidir. Menâkıbın bâzı nüshaları Süleymâniye, Reşid Efendi, nr.478; Düğümlü Baba, nr.583; Dâru’l- Mesnevî; Hacı Mahmud Efendi, nr.4588 ve nr.4682 de kayıtlıdır. Ömer Fuâdî’nin bir geniş ve biri özet hâlinde iki menâkıbnâme yazdığı ve geniş olanının Kaybolduğu rivâyet edilmektedir. Özet hâlinde olanı hicrî 1294’de basılmıştır.

Şâbân-ı Velî’nin müritlerine pek şefkatli olduğu bildirilir. Kendisine muhabbet arzedenlerin ve kendisine bağlananların kıyâmete kadar kalplerini nurlandıracağı söylenir.[23]

Şâbân-ı Velî’nin Âsım kırâatinden, vücûhten, takribten, şer-î ilimlerden icâzet almakla kalmayıp Kastamonu’da ve İstanbul’da İslâmî ilimlerden daha sonra müstakillen tefsirden, hadisten müteaddit icâzetler almaya muvaffak olmuş ve İstanbul’dan ayrılmıştır. Zâhirî ilimler gibi ledünnî ilmin en yüksek derecelerinin tezâhürlerini vermiştir. Sünnetî, Cemâlî ve Honsalar Câimiilerinde uzun müddet tefsir okutmuş, Kastamonu ve civar vilâyetlerinden toplanan din âlimleri kendisinden istifâde etmişlerdir.[24]

Kastamonu Genel Kütüphânesi’nde Dadaylı şeyhülislâm Sâdi Çelebi’nin Hâşiyet-ü Envâri’t-Tenzîl adlı ve çok değerli kitabı ile berâber ciltlenmiş bir tecvit vardır ki Türkçe’dir. Lisan bakımından orijinal ve ilim îtibârı ile mühim bir vesîkadır.Aynı kütüphânenin yazmalar kısmında 673, 806, 3012 numaralı kitaplar Şâbân-ı Velî’nin dışarıda birer nüshasına rastlamadığımız eserlerindendir. Tosya Şer’iyye mahkemesince tanzim edilip cumhûriyet savcılığı makamınca Kastamonu Müzesi’ne devredilen şer’iye verâset ilâmlarında Şâbân-ı Velî’nin bir eseri kaydına tesâdüf etmekteyiz. Araştırmalar devam ederse daha birçok eseri meydana çıkar.[25]

Şâbân-ı Velî, tarîkatte çok ârif yetiştirmiş ve kendinden sonra yetişmeye devam etmiştir. İslâm ülkelerinin her tarafına yayılan Şâbâniye tarîkatinde her zaman büyük zâtlar eksik olmamıştır. Sefîne’de yazıldığına göre sâlikleri arasında cin musallat olmuş olanı yoktur ve duâları nezd-i ilâhîde kabûle mazhardır.[26] Sâdık Vicdânî Şâbân-ı Velî’nin Nakşibendî tarîkatine de mensup olduğunu rivâyet etmektedir.[27]

Şâbân-ı Velî Külliyesi

Şâbân-ı Velî Külliyesi Kastamonu kalesinin batı yüzüne geldiği için Hisarardı denilen kesimde Gümüşlüce deresinin ağzındadır. Burada büyük bir câmi-dergah, bir türbe- türbenin bitişiğinde bir kütüphâne (hâlen Şâbân-ı Velî Müzesi) iki vakıf ev, bir mutfak, iki ayır şadırvan, kadın ve erkekler için iki ayrı tuvâlet yeri.[28]


İhâta duvarı; külliyenin tamâmı bir taş duvarla çevrilmiştir. Külliyeye bu duvardan açılan iki kapı ile girilmektedir. Güney tarafında bulunan kapının yüzündeki kitâbeden dergâh ve müştemilâtının h.1261/ 1845 yılında Abdülmecid tarafından tâmir ettirildiği anlaşılmaktadır. Kapının iç tarafındaki kitâbeden külliyenin h.1192/ 1778 yılında Sadrâzam Mehmed Paşa tarafından tâmir ettirildiği anlaşılmaktadır. Bu kapıdan girince solda (batıda) câmii-dergâh, sağda (doğuda) türbe binâları vardır.[29]

Câmii- dergâh, duvarları harçlı moloz taşından yapılmıştır. Döşemesi, tavanı ve çatısı ahşaptır. Mihrâbı alçıdan yapılmıştır. Minber tahtadan olmakla berâber üzerinde devrinin kalem izleri dikkati çekmektedir. Kapı güzeldir. Alt ve üst maksûrelerin aralarında halvet hücreleri dikkati çekmektedir. Câmiinin- dergâhın kapısı üzerindeki kitâbeden binânın h.934/1576 yılında Sultan Murad’ın mürşidi Kastamonulu şeyh Şucâeddin Efendi tarafından yaptırıldığı görülmektedir. Bu câminin yerinde daha önce yapılmış Sünnetî Efendi mescidi vardı.[30]
Türbe, duvarları kesme taştan yapılmıştır.

Şâbâniye, Halvetiye tarîkati’nin Cemâliye kolunun en önemli şûbesidir. Bu şûbenin pek çok kolu bulunduğu için Şeyh Şâbân-ı Velî, Hazret-i Pîr diye adlandırılır. Anadolu’dan zuhur eden bu şûbe önceleri Orta Anadolu’da yaygınlık kazanmakla berâber daha sonra Karabâşiyye ve ondan zuhûr eden Nasûhiye ve Bekriyye vâsıtasıyla İstanbul’a, Rumeli’ne ve Sûriye’ye, Mısır’a, Trablusgarb’a, Tunus’a, Hicaz’a, Fas’a, Mekke-i Mükerreme’ye, Medîne-i Münevvere’ye ve Hindistan’a kadar çok geniş bir alana dal budak salmıştır. Bu derece geniş bir coğrafyada yaygınlık kazanmak ise pek az tarîkate nasip olmuştur.

Yukarıda da söylenildiği gibi Şâbân-ı Velî’nin tesîs ettiği şûbe, Halvetiye’de bir büyük inkişâfın merkezi olmuştur. Kolu ne olursa olsun bütün Halvetîlerde olduğu gibi, Şâbânîler de Vird-i Settâr’ı aynen kabul etmişlerdir. İlâvesiz olarak aslını her sabah namazını müteâkip okumak tarîkatlerine girmek isteyenlerin ilk vazîfesidir.

Şâbâniye’de sülûk ikmal edilmeden hilâfet almak mümkün değildir. “İrşâd” rütbesine nâil olan zâtlar beyaz sarık üzerine “risâle” tâbir ettikleri enli kurdela gibi bir siyah bezi, beyaz sarığın arkasında alt tarafından îtibâren sol tarafı dolaştırarak ön tarafta sarığın ortasına sokup ucu düz olarak aşağıya sarkıtırlar. “Velâyet” rütbesine nâil olan meşâyih-i Şâbâniye ise siyah sararlar. O zaman yele beyaz olur. Bir de şâbânîye halîfelerine verilen “yol tâc”ı denilen tarîkat serpûşu vardır ki, üzeri neftî renkte yeşil ve sarığı da yeşildir. Bunun üzerindeki risâle sarığa nisbetle daha açık yeşildir.[31]

Şâbânîye tarîkatinde erbaîne[32] çok ihtimam gösterildiği gibi irşat sâhibi olmak için sülûkte “tekmîl-i etvâr”a ziyâdesiyle önem verilir. Babadan evlâda bir şeyhlik geçecek olsa, onlara sülûklerini ikmal edinceye kadar yalnız zikir icrâsına izin verilir. Böyle kişiler ne bîat verebilir ne de hilâfet. Nitekim tavr-ı râbi’i tamamlamadan şeyh geçinenler için “Kendisi muhtâc-ı himmet bir dede, nerede kaldı âhara himmet ede.” Tâbîri söylenilir. Bunun için tarîkatte taç ve hırka giymek ile hemen şeyh olunmaz.[33]

Şerîate uyma noktasında son derece titiz olan Şâbânîlerin başlıca vasıfları, beş vakit namazı ve diğer farzları edâ, nâfileler ve sünnetlere son derece riâyetle her hususta Hz.Peygamber’e (a.s.) bihakkın uygun yaşamaya gayret etmektir. Seyr ü sülûkte nefis tezkiyesine ve bâtın temizliğine riâyet ederek, nefis ile mücâhedeye büyük önem verirler. Şâbânîler başkalarına iyilik etmeye, helâlinden kazanıp helâlinden yemeye gayret ederler. Zikirleri ise mâlum olduğu üzere cehrîdir.[34]

Şâbânîlerde Zikir

Toplu zikir şu şekilde yapılır; namazı edâdan sonra halka teşkil edilip şeyh efendi eûzü besmele ile Fâtiha Sûresi’ni okur. Bunun arkasından “İnallâhe ve melâiketehû yüsallûne ale’n-nebiyyi…” (el- Ahzâb, 33/56) âyet-i kerîmesi okunduktan sonra hep birlikte “Allâhümme salli alâ Muhammedin abdike ve rasûlike ve nebiyyike ve habîbike el-ümmiyyi ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellem” diye salât-ü selâma devam olunur.

Kelime-i tevhîde başlanacağı zaman şeyh efendi salavât-ı şerîfenin nihâyetinden devamla “Ve sellem küllemâ zekerake’z-zâkirûn ve gafele an zikrike’l-gâfilûn ve âlihî ve sahbihî ve sellem” der. Eûzü besmele çekip “Fa‘lem ennehû lâ ilâhe illallâh” demesiyle hâzirûn (zikir halkasında bulunanlar) kelime-i tevhîde, ondan sonra ism-i Celâl’e, daha sonra bir müddet ism-i Hû’ya devam ederler.

Sonra Hizb-i Zikir başlar ki dervişlerde cezbe ve haller işte o zaman zuhur eder. Oturarak ve ayakta zikre devam edilir. Hizb-i zikir; Evliyâullâhın târifine göre zikir tokmağıyla nefis ejderhâsının başını ezmektir. Dilden kalbe intikal eden zikir esnâsında kalb, mâsivâyı nefyeder. Rûh, sır, hafî, ahfâ hizb-i zikrin müsemmâsıyla meşgul olmaya başlar. Zikir esnâsında vücûdun hareketi pek büyük hikmete dayanmaktadır. Kollar ve vücût hareket etmezse zikrin âhengi bozulur, zikre devam imkânı olmaz. Bu tarîkate mensup olanlar “Hizb-i zikir âleminde alınan zevkler ve yaşanılan halleri ancak tadanlar bilir”derler.[35]

Şâbân-ı Velî’den sonra Dergâhında Posta Oturanlar

  1. Osman el-Kastamonî
  2. Hayreddin el-Kastamonî
  3. Abdülbâkî İskilîbî
  4. Muhyiddîn el-Kastamonî
  5. Ömer Fuâdî el-Kastamonî
  6. İsmâil Çorûmî
  7. Mustafa Muslihiddin Efendi
  8. Abdurrahman Zîlevî
  9. Hâfız İbrâhim Amasyevî
  10. Hâfız Ahmed b. Muslihiddin
  11. Mehmed b. Hâfız Ahmed
  12. Abdullah b. Muhammed
  13. Mustafa Vahdetî
  14. Abdurrahman b. Vahdetî
  15. Hafız Mehmed Saîd
  16. İbrâhim Şevki Boluvî
  17. Atâullah b. Mehmed Saîd

Şâbâniye Tarîkati’nin Sülûk Esasları

Sülûk ve seyr-i etvâr için Şâbâniye tarîkatinde altı makam[36] üç tecellî kabul edilir ki buna, “makamât-ı sitte” denilir. Bu makamlar:

1. Makam-ı Ef’âl. Bu makam nefsin yedi mertebesinin mukabili yedi esmâ-i ilâhîdir. Tarîkatler sülûk için iki yol tespit etmişlerdir. Bu yollar, şeyhin sâliki irşat etmesi için lüzumludur. Bu yollardan bir tânesi rûhu tasfiye etmektir. Emir âleminden olan kalp, ruh, sır, hafî ve ahfânın fenâ bulması birtakım tecellîlerin meydana gelmesine sebep olur. Hafî zikir yapan tarîkatler rûhu tasfiye yolunu seçmişlerdir. Cehrî zikri benimseyen tarîkatler ise nefsi terbiye yolunu seçmişlerdir.[37] Haletiye tarîkati de nefsi terbiye etmek yoluyla sâliki eğiten tarîkatler arasındadır.

Nefsin birinci mertebesi nefs-i emmâre’dir. Mukabili tevhîd’tir.

Nefs-i emmâre mertebesindeki sâlikin zikri “lâ ilâhe illallah” tır.

Nefsin ikinci mertebesi nefs-i levvâme’dir. Mukabili İsmi Celâl’dir. Bu makamda sâlikin zikri “ Allah “ lafz-ı celâlidir.

Nefsin üçüncü mertebesi nefs-i mülheme’dir. Mukabili ism-i Hû’dur. Nefs-i mülheme mertebesindeki sâlikin zikri ism-i Hû’dur.

Nefsin dördüncü mertebesi nefs-i mutmainne’dir. Mukabili ismi Hak’tır. Bu makamdaki sâlikin zikri, ism-i Hak’tır.

Nefsin beşinci mertebesi nefs-i râziye’dir.[38] Mukabili ismi Hayy’dir. Bu makamdaki sâlikin zikri, ism-i Hayy’dır.

Nefsin altıncı mertebesi nefs-i marziyye’dir. Mukabili ism-i Kayyûm’dur. Bu makamda sâlikin zikri, ism-i Kayyûm’dur.

Nefsin yedinci mertebesi nefs-i sâfiyye’dir. Mukabili ism-i Kahhâr’dır. Bu makamdaki sâlikin zikri, Kahhâr ismidir.[39]

Nefsin sıfatları olan şu yedi sıfâtın tebdîliyle sâlike esmâ-i ilâhî zuhûr eder. Burası “makam-ı bidâyet” (Sülûkün başlangıcı, tasavuf yolunun ilk merhalesi), “makam-ı cem” (Hakk’ı halksız temâşâ etme, halkı değil sâdece Hakk’ı seyretme, bütün eşyâ ve varlıkların Allah sâyesinde mecut olduklarını görme)[40] ve “makam-ı hilâfettir”. Bu makama kadar urûc (yükselme) tâbir olunduğu gibi nüzülden sonra yine mebde’ (başlangıç) îtibar olunur.

2. Sıfat Makamı. Bu makam da sekiz dereceye ayrılmıştır. Bunlar; nefs, kalb, rûh, sır, zât, hafî, ahfâ, hafâ-i mutlak’tır. Bu makam cem‘ ve hilâfet makamıdır.

3. Zât Makamı. Bu makam ef’âl, sıfat ve zâtı câmidir. Yânî sâlik fiillerinde, sıfatlarında, şeyhin zâtında fânî demektir. Bu makam, makam-ı fenâ’dandır. Buraya hakîkat-i şeyh ve fenâ fi’ş-şeyh makamı denir.

4. Hakîkat-i Muhammediyye. Bu makam fenâ fi’r-Rasûl makamıdır.

5. Kurb-i Nevâfil. Bu makâm fenâ fillâh ve intihâ-i makam-ı cem‘dir.

6. Kurb-i Ferâiz. Bu makam, sırf bekâ billâh’a delâlet ettiği için zâtında, sıfâtında ve ef’âlinde bâkî demektir. Bu makam makam-ı beka’dandır. Bu makam, makam-ı ubûdiyyet, makam-ı şerîat ,makam-ı irşâd ‘tır.

Bu son makama gelinceye kadar sayılan altı makamın her birerleri tecellî-i ef’âl, tecellî-i sıfât ve tecellî-i zât’tan ibârettir. İşte Şâbâniye’de hilâfete kadar giden yol böyledir.[41]

*Yazar Kerim Kara’ya Allah’tan rahmet dileriz.

Bibliyografya

  • Ömer Fuâdî, Menâkıb-ı Şerîf Pîr-i Halvetî Hazret-i Şa’bân-ı Velî, Süleymâniye Ktp. Reşid Efendi, nr.478, İstanbul 1294 (matbu);
  • Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, c. 3, s. 385, Süleymâniye Ktp. Yazma Bağışlar 2309;
  • Bandırmalızâde Ahmed Münib, Mir’âtu’t-Turuk, Dersaâdet, 1306;
  • Sâdık Vicdânî, Tomâr-ı Turuk-ı Aliyye’den Halvetiyye, Şehzâdebaşı 1338-1341, s.62-64;
  • Ziya Demircioğlu, Şeyh Şaban-ı Velî ve Postnişinleri, Kastamonu Şâbân-ı Velî Derneği Yayınları, Kastamonu 1983;
  • Mehmed Behcet, Kastamonu Âsâr-ı Kadîmesi, Matbaâ-i Âmire. Maârif Vekâleti 1341, s.92-93;
  • Abdülkerim Abdülkadiroğlu, Halvetîlik’in Şa’bâniyye Kolu Şeyh Şa’bân-ı Velî ve külliyesi, Ankara 1991;
  • L. Nihal Yazar, Halvetîliğin Şa’bâniyye Kolu- Menâkıb-ı Şa’bân-ı Velî ve Türbenâme, Mas Matbaacılık, târihsiz;
  • İhsan Ozanoğlu, Türk Büyüklerinden Ünlü Bilgin ve Mutasavvıf Şaban-ı Velî Hayatı- Eserleri ve Külliyyesi, Kastamonu Şâbân-ı Velî-Musafakih Câmileri Onarma Cemiyeti Yayınları, Kastamonu 1966;
  • M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB İstanbul 1983, c.III. s.303;
  • Muhammed İhsan Oğuz, Hazret-i Şa’bân-ı Velî ve Mustafa Çerkeşî, Oğuz Yayınları İstanbul 1995, s.42;
  • İ Ünver, Şâbân-ı Velî, MEB Türk Ansiklopedisi, c.30, s.188;
  • Yurt Ansiklopedisi, Şâbân-ı Velî, Anadolu Yayıncılık İstanbul 1938, c.VI. s.4646;
  • Abdülbâki Gölpınarlı, 100 Soruda Tasavvuf, Gerçek Kitabevi İstanbul 1969, s.208;
  • Fazıl Çifci, Kastamonu Câmileri- Türbeleri ve Diğer Târihî Eserler. Türkiye Diyânet Vakfı Kastamonu Şubesi, Ankara 1995. s.42.


[1] Ozanoğlu İhsan, Türk Büyüklerinden Ünlü Bilgin ve Mutasavvıf Şaban-ı Velî Hayatı Eserleri ve Külliyesi, Kastamonu Şaban-ı Velî – Musafakih Camileri Onarma Cemiyeti Yayınları, Yenises Matbaası, Kastamonu 1966, s.6.

[2] Tomâr’da “Çifte Hacılar” şeklinde geçmektedir. a.g.e., s.62.

[3] Demircioğlu Ziyâ, Şeyh Şabân-ı Velî ve Postnişinleri, Kastamonu Şâbân-ı Velî Derneği Yayınları, Ayvatoğlu Matbaası, Kastamonu, 1990, s.

[4] Ozanoğlu İhsan, a.g.e., s.6.

[5] Mir’âtu’t-Turuk, s.36.

[6] Ozanoğlu İhsan, a.g.e., s.6.

[7] Tomâr, s.62.

[8] Demircioğlu bu kadının Şâbân-ı Velî’nin akrabasından olduğunu kaydetmiştir. Bkz. a.g.e., s.4.

[9] Sefîne, c.III. s.385

[10] Ozanoğlu İhsan, a.g.e., s.6.

[11] MEB Türk Ansiklopedisi, c.XXX, s.180, İ. Ünver.

[12] Ozanoğlu İhsan, a.g.e., s.6.

[13] Çifci Fazıl, Kastamonu Câmileri- Türbeleri ve Diğer Târihî Eserler. Türkiye Diyânet Vakfı Kastamonu Şubesi, Ankara 1995. s.42.

[14] Oğuz Muhammed İhsan, Hazret-i Şa’bân-ı Velî, s.42.

[15] Pakalın, a.g.e., c.III. s.303.

[16] Meselâ, Pakalın , a.g.e., c.III. s.303; Ozanoğlu İhsan, a.g.e., s.6.

[17] Gölpınarlı Abdülbâki, 100 Soruda Tasavvuf, Gerçek Kitabevi İstanbul 1969, s.208,

[18] Sefîne, c.III. s.385

[19] Sefîne , c.III. s.388-389.

[20] Büyük devlet adamlarıyla zenginlerin işlerini gören kişi hakkında kullanılan bir tâbirdir. Halk arasında bu kişilere “kâhya” da denilirdi. Pakalın, a.g.e., c.II. s.21.

[21] Mehmed Behcet, Kastamonu Âsâr-ı Kadîmesi, Matbaâ-i Âmire. Maârif Vekâleti. 1341, s.92-93.

[22] Ömer el-Fuâdî, Menâkıb-ı Şa’bân-ı Velî, bkz. Süleymâniye, Reşid Efendi, nr.478; Düğümlü Baba, nr.583; Dâru’l- Mesnevî; Hacı Mahmud Efendi, nr.4588 ve nr.4682.

[23] Sefîne , c.III. s.386

[24] Ozanoğlu İhsan, a.g.e., s.9.

[25] Ozanoğlu İhsan, a.g.e., s.10.

[26] Sefîne , c.III. s. 392.

[27] Tomâr, s.64.

[28] Ozanoğlu İhsan, a.g.e., s.20.

[29] Ozanoğlu İhsan, a.g.e., s.20.

[30] Ozanoğlu İhsan, a.g.e., s.21

[31] Sefîne , c.III. s.395-396; Abdülkadiroğlu, a.g.e., s.26.

[32] Erbaîn konusu Fikirleri bölümünde incelenecektir.

[33] Sefîne, c.III. s.396

[34] Sefîne , c.III. s.394.

[35] Sefîne , c.III. s.394-395.

[36] Makam; menzil, merhale, konak ve mertebe anlamına gelmektedir. Tasavvufta ise sâlikin tasavvuf vâdisinde kat’ettiği mânevî yol olarak târif edilir. Makamın meydana gelişinde, sâlikin şahsî gayretinin önemli etkisi vardır. Haller ise sâlike Allâh’ın bir lûtfudur. Makamlar kalıcı haller gelip geçicidir. Makam konusunda daha fazla bilgi için bkz. Kuşeyrî, er- Risâletü’l- Kuşeyrî, Dâru’l- hayr, 1991. s.56; Sühreverdî, Avârifü’l- Meârif, Tasavvufun Esasları adıyla H. Kâmil Yılmaz ve İrfan Gündüz’ün tercümesi. Vefâ Yayıncılık, İstanbul târihsiz, s. 605; Hucvîrî, Keşfu’l- Mahcûb , Süleyman Uludağ’ın Keşfu’l-Mahcûb Hakikat Bilgisi adıyla tercemesi. Dergâh Yayınları, Birinci baskı İstanbul 1982, s. 521; Eraydın Selçuk, a.g.e., s.171; Uludağ Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.214.

[37] Eraydın Selçuk, a.g.e., s.364 vd.

[38] Tomâr, s.35; Yılmaz H. Kâmil, a.g.e., s.237.

[39] Nefsin yedi mertebesi için bkz. Yılmaz H. Kâmil, a.g.e., s.234-237; Uludağ Süleyman, a.g.e., s.369.

[40] Parantez içindeki açıklamalar Süleyman Uludağ’ın Tasavvuf Terimleri Sözlüğü’nden ilgili maddelerden alınmıştır.

[41] Sefîne , c.III. s.397

Kaynak:kerimkaracom 

Diğer velileri tanımak için tıklayınız >>>

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Mustafa Vahdetî Efendi

Hafız Mustafa Vahdeti Efendi   XVIII. yüzyılın sonlarında Şeyh Şaban Veli Tekkesi’nin başına on üçüncü …

Önceki yazıyı okuyun:
Bediüzzaman’ın Yakın Talebe ve Vârislerinden Mustafa Sungur

MUSTAFA SUNGUR Risale-i Nur muhabbetinin ilk tohumları Kastamonu’da kalbine düşen ve hizmet dairesi olarak da …

Kapat